Kedili Mutfaklar

Salı, Mart 27, 2007

Balkabaklı, safranlı pilav


Bir oldu ki, işte ben pilav buna derim, desem...

Dünyanın en pahalı baharatı za’faran için yazılmış harika bir yazı okuyordum. Renk, tat ve koku avcılarının göz bebeği olan bitki. Renk, tat ve koku özelliklerini çiçeğinde barındıran tek bitki. Anayurdu Magrip’in (Fas) Atlas Dağları.

Hemen aklıma gelenler meşhur Fas kuskusundan çıkan baş döndürücü safran kokusu, buzdolabımda duran incecik bir dilim balkabağının safranla iyi dost olabileceği, bol bademli tereyağlı pilavda devrim yapıp balkabak ve safranı da aynı tencerenin içine sokabileceğim ve son olarak da derhal kalkıp mutfağa gitmem gerektiği.

Pilav, benim ölçülerime göre bire birbuçuktan biraz fazla ile yapılıyor. Yani bir ölçü pirinci sıcak suyla ıslattıktan, iyice yıkayıp süzdükten sonra birbuçuk ölçüden azıcık fazla sıcak su ile pişiyor.

Rendelediğim balkabağı dilimini ne kadar tereyağı o kadar lezzet esasına göre
tereyağı içinde çeviriyorum. Yüksek ateşte ancak kavrulup kararmadan pişmesine dikkat ediyorum. Birer çay kaşığı safran, tuz ve şeker katarak mis gibi bir kokunun sardığı mutfakta keyiften çıldırırken bir yandan, diğer yandan da pirinci katarak çevirmeye devam ediyorum. Neler neler oluyor, tencereden çıtır çıtır, karnımdan gurul gurul sesler geliyor. Pirinç saydamlaşıyor, suyunu katıyorum ve göz göz olmasını beklerken bademlerimle uğraşmaya başlıyorum.

Bol badem, tuzsuz ve kabuksuz olsun, yine bir miktar tereyağı içinde iyice kızarsın. O arada pilav da olmuş olsun. Kızarmış bademleri yağıyla birlikte dökelim üzerine, taze karabiber çekelim azıcık, bir tutam daha tuz gezdirelim. Örtelim tencereyi şimdi tertemiz bir mutfak beziyle, kapağını da bastıralım sıkıca, demlensin.

Tel tel attırın sonra kaşığı alttan üste doğru havalandırarak.

Ben ne desem boş.

Cumartesi, Mart 24, 2007

... dolmasının böreği

Kabak veya her neyse, diyelim ki patlıcan veya havuç alırken hep küçüklerine gider elim. Babamdan kalma bir akıl. “Karta kaçmış, tohuma kaçmış,” tabirlerini çok kullanırdı babacığım Nuri, sebzede meyvada bile zarafet arardı. Bana da yapışmış işte. Dün kendimi, kendi kendime konuşur ve gülerken yakaladım kabak tezgahından hayatımda ilk defa iri yarı iki kabak seçerken.

... dolmasının böreğini yapmak için nedense kocaman kabaklar girmişti fikrime. Babamlı anılarıma ihanet pahasına.

“Salatalık kalem, ıspanak kuzu, lahana sıkı, patates çilsiz, domates sert, zeytin havyar, peynir kaymak ve sair vesaire olacak; oof baba offf, hep senin yüzünden şu iki dakikalık alışverişleri iki saatte yapamayışlarım!”

Günlerdir kafama resmini çizdiğim kabak dolması böreği için dediğim gibi enine boyuna iri iki kabak kullanılacak. İçini 200 gram kıyma, bir avuç kaynatılarak şişirilip soğutulmuş bulgur, bir küçük soğan, 5 diş sarmısak, maydanoz, tuz ve taze çekilen karabiber ile hazırladım.

Kabaklar iki uçtan, genişçe oyuluyor. Hazırlanan içle dolduruluyor. Burada işin dolma faslı bitmiştir. Şimdi gelelim börekleşmelerine.

İki yufka yufkacıdan özel alınır ve bu durumda tazecik ve yumuşacık olurlar. Market raflarında satılan, her ahvalde aylarca dayanıklı yufkalarla yakın uzak akrabalıkları yoktur. Bir kabağa bir yufka kullanacağız, iki tane yumurtamız çırpılmış olarak bir kenarda duruyor olacak.

Tezgaha serilen yufkanın yarısı çırpılmış yumurtayla fırçalanacak, diğer yarısı fırçalanan tarafın üzerine örtülerek yarım daire yapılacak. Şimdi de yarım dairenin yarısı yumurtayla sıvazlanıp ikiye katlanacak. Elde var içine sigara böreği gibi kabak dolmasını saracağımız 90 derecelik dört kat yufka. Böyle giderse az sonra iki tane kocaman, yufkaya sigara böreği gibi sarılmış kabak dolmamız olacak. Dolma böreklerini folyo veya streç filmle sıkıca sararak buzdolabına kaldırın.

Yeneceği zaman çıkartın dolaptan, birer parmak eninde dilimlere kesin. Şiş çöpleri ile tutturun. Şiş çöpünüz yoksa, böreği kapattığınız uçtan kürdan sokup tutturmalısınız ki, kızarırken çiçek gibi açmasınlar. Kızgın yağda, kıtır kıtır kızartıyoruz sonra, bir kabaktan on dilim. Sarmısaklı yoğurt yiyebilecek durumdasınız inşallah. Çok yakıştı da!

Bu iş burada bitti gibi görünse de bitmez tabii. Kimse kıyamaz kabaklardan oyulmuş içlere ve mutlaka bir de mücver çıkar ortaya. Atarsınız dolaba iki gün sonra yenir, şart değil kabak üstüne kabak tüketmek aynı gün.

Bıçakla ince kıyılan kabak içlerine küçücük bir soğan ve evdeki tazelik sırasına göre sondan gelen peynirler rendelenir. Bir yumurta kırılır, karabiber çekilir, pul biber, nane ve dereotu katılır. Minicik bir fırın kabında, sızma ile harmanlanarak pişirilir. İstenirse kızgın yağa kaşıkla bırakılarak kızartılır.

Babam Nuri nar gibi kızarmış mücveri en çok buzluktan çıkmış buğulu bardaklardaki birayla severdi.

Pazar, Mart 18, 2007

Kabaklı karışık fırın sebze

Telefonda laklakladıklarım, lokanta meyhane dolaştıklarım, birlikte yola koyulabildiklerim, oturup konuşalım hele helelerine muhtaç olduklarım, anlatsa da öğrensem diye kapılarında telef olduğum dostluklar.., bir de ev sofralarına oturmaya bayıldığım dostların yeri vardır bende. Onlar tüm ortak özelliklere sahip ve de artı ağız tadını bilen sofra başı dostlarım olurlar. Gittim mi, geldiler mi sandalyelerimizi çeker otururuz sofra başına. Söz sohbet çekilir, ağızlara içmek bilinir, yemelere de doyulamazsa, bir daha kalkan kim?

Gürültülü sofralar değildir bunlar, nerde az orada keyif misalidir, karşıt olarak tam da nerde çokluk meseline...

Yine bu sofralardan birinde, yine keyifteydim işte; bol kabaklı, içinde türlü sebzeler olan bu lezzetle tanıştığımda.

Eve saldığı kokusu ayrı, sofradaki renkliliği bir başka, tadı doyumsuz bir zeytinyağlı türü.

Kullandığım miktarları hiç önemsemeden yapıyorum tabii ben. Ancak kafa hesaplarım birbirine kattığım malzemelerin birbirlerini yemesine müsaade etmiyor hiç bir zaman. Hiç bir lezzet ön plana atlayıp diğerlerine baskın çıkmıyor.

Diyelim ki hepsi orta boylarda 3 kabak, 3 patates, 2 patlıcan, 1 havuç, 1 sap pırasa, birer tane kırmızı ve yeşil çarliston, bol soğan, bol sarmısak koydum. Bunlardan pırasa ve biberleri boyuna olarak incecik doğradım. Havuçları iri rendeden, geri kalanları rendenin dilim tarafından geçirdim. Sarmısakları kıydım. Daha da lezzetlemek için biberiye dikencikleri, taze öğütülen karabiber, bir çimdik Urfa pulu, taze veya kuru kekik, fesleğen, tuz, e daha ne olsuun? Sızma olsun sızma, halisinden muhlisinden sızma tabii ki olsuuun.

Harmanlayın hepsini bir fırın kabının içinde. Pişme süresi hayli uzun. Önce folyo ile örtülüp sebzeler yumuşayana kadar kalıyor fırında, birbuçuk saat kadar 170 derecede. Sonra açık olarak kırk dakika daha, ki üstü kızarsın hafifçe, saldığı suyu çeksin. Daha az malzeme kullanarak yaptığınız daha ince bir sebze karışımının pişirme süresini azaltmanız gerekecektir tabii.

Soğuyunca işte size müthiş bir meze, rakıya da uygun şaraba da; çok lezzetli bir zeytinyağlı yemek veya. Sıcak veya ılık olarak et ve balık yanına çok yakışıyor, ne iyi etmişim de yapmışım, dedirtiyor insana.

Oturup da kalkamadığım sofralarımın yemeği oldu artık o da.

Cumartesi, Mart 17, 2007

İki dilim bal kabağı, üç ayrı lezzet

Kabak tatlısı deyince akan sularım durur. Nerde ve ne haldeysem umursamam, şöyle bir yalanırım. Paramla alabileceğim yerdeysem alır bakarım tadına. Yok değilsem yüzsüzlük eder isterim. Bizim kabak mevzuuna bu kadar derinden dalmamızda belki bu tutkunun da payı vardır. Seviyorum işte.

Mevsiminde buzdolabımda tatlı kabağı bulunur. Şart değil ille de, aldım getirdim pişirdim yedim zincirini tamamlamak. Dursun orada bir kaç gün, aklıma düşeni yaparım meselesi benimki.

Bugün mutfağımda olup bitenler de, bu akıla düşenlere dairdir.

İncecikten, cips gibi incecikten kesilmiş bir dilim tatlı kabak kızartılacak. Bir dilim kabak demek, bir ince karpuz dilimi kadar kabak demek oluyor, sonra da enine dilimleniyor. Ayçiçek yağı tercih ettim kızartmada ve de iyice kızdırdığım yağın içine önce bir parça kabuk tarçınla üç beş karanfil tanesi atmıştım. Bu güzel kokulu yağda kızardıktan sonra kağıt havlu üstünde yağı alınan incecik kabak dilimleri başlı başına bir nefaset. Yakıştırabildiğiniz her yemeğin yanında servis edebileceğiniz gibi bu haliyle de bayılarak yiyebilirsiniz.

Bir mandalina veya portakal suyunda üç dört kaşık kahverengi şekeri karamelliştirmeli şimdi. İçinde biraz da aynı meyvenin kabuğundan olmalı bu sosu hazırlarken ve de kızarmış balkabak dilimleri üzerine bu sosu gezdirmeli.

Nasıl oldu diye sormuyorum? Yemeye doyum olmuyor çünkü. Üstüne ceviz ve kaymak koymaya da varım tabii. Neden peki sadece haşlayıp durduk bugüne kadar tatlı kabaklarımızı kabak tatlısı yapmak için?

Kızarmışından bir tadın hele, sonra konuşalım. Karanfil taneciklerini de servis tabaklarına alıp yemeyi unutmayın lütfen.

Şimdi de incecik esmer ve lezzet yoğun bir ekmek dilimi üzerinde, kızarmış kabak dilimleriyle neler neler yapabileceğinizi bir düşünün. Ben daha düşünürken hayallerimi gerçekleştiriyordum bile.

İncecik dilimler halinde kızarttığım tatlı kabağımdan küçük tartöletler yaptım. Bilmece değil, çok kolay. Tuzsuz bir peynir çeşidi seçin, lor veya dil peyniri mesela. Ben ekmek dilimi üzerinde ince ince dil peyniri kullandım. Üzerine kabak dilimlerini yerleştirdim. Rakı bardağı ağzıyla yuvarlaklara kestim sonra ekmeği. Karamelli sosumuzdan birkaç damla üzerine, yarım cevizden de süs, aman aman bu ne dedirtecek hepinize. Ekmeği tazeyse taze değilse kızarmış olarak kullanabilirsiniz.

Üç çeşit çıkardım önünüze alelacele. Bakmadım ama yarım saat bile sürmedi.

Perşembe, Mart 15, 2007

Kabak Tadı

Yeni kitabımız Kabak Tadı oluyor ya, çoktan karar vermiştik zaten. Bir iki belirleyici kural koyalım diyorum, düzeltmeleri daha kolay yapmam için yardımı olsun bana.

Bence en önemlisi, genellikle blog yazarlarının kullandığı çok özel anlatımlardan kurtulmak.

Dün yolda giderken komşunun kızını gördüm, kocasına pişirdiği ot yemeğini anlattı, eve gelince kendi kocama pişirdim, derken kayınvaldem geldi. Hep beraber sofraya oturup yedik, çok da beğendik... Size de afiyet şeker olsun, canım arkadaşımın elleri dert görmesin, filan olmasın ne olur.

Bunun yerine, her okuyucuyu ilgilendiren daha genel bir tanıtım kullanılsa daha hoş oluyor.

Atıyorum: Bizim köyün bir adeti vardır, kadınlar sabah erken kalkar ot toplarlar. Üzerine çiğ düşmüş otların özelliği..., kocalar ya bir tek atarlar bu nefis otların yanında, ya da yayık ayranı alır sofraların baş köşesini..., gibi

Şimdiye kadar yapmış olduğunuz kabaklı tarifleri, düzeltmek için uğraşmadan da gönderebilirsiniz. Ben fındıklı tariflere yaptığım gibi düzeltmeler yapmaya çalışırım yine. Emin olmadığım şeyleri de döner döner sorarım. Zinnur ve Burcu'nun denetimindeki www.kabaklitarifler.blogspot.com 'da, yazıların altında OK ibaresi varsa düzelttim demektir. İtirazlarınızı da yorumlarda yapabilirsiniz. Yanıtlar ve tekrar düzeltirim.

Her blogu her an dolaşıp kontrol etmek çok güç tabii. Eski ve yeni yazılarınızı lütfen burcu@cigirelektronik.com veya zinnur@doganata.us adreslerine haber verin.

Tariflerinizin altına, “Her hakkı bloglararası Kabak Tadı projesine aittir. Bu yazı ilgili hiçbir maddi talebim olmayacaktır.”, yazmayı da ihmal etmeyin lütfen.

Görseller meselesine gelince, fındık kitabımız maalesef fotoğrafsız çıkıyor. Çok değişik fotoğraf kaliteleri ile karşılaştık. Kitabımızın değeri artacağına düştü sanki görsellerin ilavesiyle. Kabak Tadı’nda da başaramayacağız gibime geliyor. Zaten şimdiye kadar yapılmış edilmiş bir sürü tarifi de almayı düşündüğümüze göre, sil baştan hepsini yeniden yapıp fotoğraflayın diyemiyorum. Ancak, lütfen yine her tarifiniz bizim elimize görselli gelsin ve blogumuza öyle girsin. Bu bizim kanıtımız çünkü.

Ölçü konusu önemli, lütfen türkçe ölçüler olsun. Kaşık ve bardak, çorba kaşığı ve su bardağı demek oluyor. Yarım işaretlerini 1.5 olarak yazalım, 1 1/2 değil.

Süre koymayalım. Yol aldıkça karar verelim, yetti artık veya daha daha, demek için.

Şimdilik bunlar aklımdaydı. Unuttuklarımı hatırlatın lütfen.

Haydi bakalım kolay gelsin...

Ordu Çocuk Yuvası çocukları artık bizim de çocuklarımız...

Salı, Mart 13, 2007

Fındık Yiyelim Fındık Konuşalım

Mutlu sona yaklaştık.

Neyi nasıl yapmalı hallerimiz bitti.

Kazancımızı nereye vermeli işi çözüldü.


( http://www.ordu.gov.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=83&Itemid=1
Ordu Çocuk Yuvası.)

Nisan başında kitapçılardayız.

Fındık Zamanı, Fındık Yiyelim Fındık Konuşalım, dedim kitabımızın adına.

Yazarları Bizim Fındık Çocukları Yazı Ekibi.

Dediğimi sevdim. Sadece tarif değil çünkü kitabımız, konuşur gibi yazılar da var içinde.

Yola devam etmek istiyorum. Kabak meselesine dört elle sarılalım haydi. Daha da iyisini yapacağız bu sefer, hayırlısıyla.

Cumartesi, Mart 10, 2007

Kabaklı kereviz

Ablam Hülya'ya söyledim dün, "Çok şükür fındık kitabımıza kavuşuyoruz, şimdi sıra kabaklara geldi," dedim. "O kabak bu kabak, her kabaktan her çeşit tarif toplayacağız ve böylece Bizim Fındık Çocukları kitap serisinin ikincisine girişmiş oluyoruz," diye de ekledim.

Ablam Hülya, "Al o zaman," dedi, "bir tarif de benden."


Uygulaması da benden o zaman. İki kereviz yumruk kadar, üç narin kabak, iki zarif soğan olan malzemeyi bir araya getirince iş neredeyse bitmiş sayılır. Hazırlama süresi kahvaltı hazırlama zamanıyla iç içe, pişme süresi kahvaltı ederken, kolay ki o kadar olur.


Lokmalara kestiğiniz kerevizleri limonla ovuşturup tencereye, kabak ve soğanları da rendenin dilim yanından geçirip tencereye koydunuz. Deniz tuzu, şeker ve ağzınıza layık olan sızmayı da yeterince ilave ettiniz. Şimdi ben sizin ekşiden ne anladığınızı bilmiyorum ya, ben ne anlıyorum onu söyleyeyim. Bu yemek bir limon ve bir portakal suyu ile, ekşiyi çok seven bana göre ekşisi yerinde oluyor. Siz daha az ekşili olanını yarım veya daha az limonla, portakalın da önceden tadına bakarak ayarlayabilirsiniz.

Az su ilave etmek veya sıkıca folyoladığınız tencerede ağır ateşte kendi suyunda pişirmek, iki seçenek de olabilir. Soğanları iyice yumuşatmak için önceden sızmada çevirebilir veya ben gibi dirice tercih ederseniz hepsini çiğden pişirirsiniz.

Servis tabağında küçük bir dereotu demeti ve portakal kabuğundan süs yakıştırdım bu yemeğe.

Ablam Hülya ne diyecek bakalım?


Çarşamba, Mart 07, 2007

8 Mart kutlu olsun, öpüldünüz kadınlar

Pansuman bir / Ne kaar ekmek, o kaar köfte

Kadına karşı ayrımcılığın ırkçılıktan tehlikeli olduğundan bahsetmiş... Analarımızın ayaklarının altı öpülesidir demiş... Buraları duymadım ben, gazetelerden okudum. Arabama henüz binmiş, radyoyu yeni açmıştım, o konuşuyordu. Konuşmanın sonuna doğru, “Haydi bekarlar evlenmeye, dört tane de çocuk yaparsanız asgari geçim ücretinizi 401’den 801 YTL’ye çıkaracağım,” dedi.

Aziz olun efendim. Ağzınız dert görmesin efendim. Çocuk başına yüz papel, ancak kuru ekmek soğanla karınlarını doyurmamıza yeter. Yine de doğmaları için verdiğiniz taviz onları ilerde çok mutlu edecek. Kızlar başını bağlayacak, erkekler imam olacaktır efendim.

Pansuman iki / Pavyoncu kuralları

"Kadınların çalışma hayatında hak ettikleri yeri almaları, toplumda güçlenmelerini de beraberinde getirecektir. Bütün bunlar, toplumun daha güçlü hale gelmesi için olmazsa olmaz bir zorunluluktur" dedi. Dedi vallahi, ben de duydum, yanı sıra gurur da duydum. Gazetelerden de okudum.

Benim duyup da okuyamadıklarım, gazetelerin umursamadığı şunlar: Kadınlar evlerini atölye gibi kullanabilir, evlerde üretilenleri vergiden muaf satabilirler. E güzel.

Ancaaaak, ev üretimleri ‘allahın emri’ makine ile yapılacakmış. Nakış mı yapacaksın nakış makinen olacak, kurabiye yapacaksan haliyle hamur karma makinen. Örgü için örgünün makinesi gerek sana, halıyı da takacaksın makineye; yok öyle ecdadımızın güzel geleneklerini devam ettirmek.

El hünerlerini sergilemek ancak çeyizlerde kısmet olacak, pazara çıkardığında vergi darbesi alacak. Zeytin kurup satamazsın kavanozda. Yoğurdun, peynirin vergisini verirsin ellerinle yaptığın. Tarhana hamurunu makine karacak, fırın kurutacak. Unutacaksın ellerini, makineleşeceksin, ma ki ne le şe cek...

Bu konuşmayı dinlemeyeniniz çoktur, dalga geçiyorum zannetmeyin sakın. Doğruya doğru anlatıyorum. Önce alacaksın ufak ufak kredileri, kredilerle de makineleri, borçlanacaksın bir güzel oraya buraya... Uğraş didin üreteceksin, ürettiğinle kimbilir nice zaman makinelerinin borcunu ödeyeceksin. Derken uç uca borçlar eklenecek sana, ne o bir de bilmemne makinesi koyacaksın diye diğerlerinin yanına... Pavyoncu zihniyeti bir nevi. Borç mezarda biter ya.

Evleneceksiniz emir büyük yerden, makine gibi de doğuracaksınız, bu bir.

El işçiliğini, güzelim el sanatlarımızı, göz nuru emeklerimizi iyice öldürecek, makinelerinizle başbaşa borç içinde yaşayacaksınız iki.

Başbakan hepimizin Kadınlar Günü’nü kutladı.

Öpüldük.

Pazartesi, Mart 05, 2007

"Balos paydos"

Annoya'mız sabah sabah açtı kapıyı. Biz istifimizi pek bozmadık, nasıl olsa hemen kapatıveriyor, kaçamıyoruz, bari boş yere hamle edip yorulmayalım hesabı. Aaaaa, kapı açık duruyor, o da oynayıp duruyor neşeli neşeli. "Haydi bakalııııım balos paydoooos. Çıkalım çıkalıııım, dışarıda neler olmuş bakalıııım?"

Balos paydos büyük dedemin lafıymış. Harç bitti yapı paydos falan manâsında kullanırmış büyük dedem bu kelimeleri. Hoşumuza gitti, hemen fırladık yerimizden. Geldik bakıyoruz ortalığa, bakıyoruz ama evimiz haciz yemiş gibi. Bir kilim atmış ortaya, buyur ediyor bizi salona.

"Hoppidi hoppidi oynayalım," diyor, "Aman da Kimsecik'e dar gelmiş karyola, Osman Aga kızıma güvey bulsanaaa..., Cancan'ım...,"

poooooooooooooooooooooooooşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş*ğ-,

..."yapmasana oğluuum...,"

Aay pardon, laptopa basıyorum da. Sonra Cancan yazmıyor, Annoya'sı Cancan'ın ağzından yazıyor filan demeyin yani...

"Çıksak bizim evin düzüneeee, çocukları alsam dizimeeeee," ne diyor ne diyor, lafları iyice sarpa sardı, ne dediği belli olmuyor. Bu bir Rumeli türküsü ama Annoya laflarını bilmiyor, işkembeden sallıyoor.

Evde fena halde hareket var, yer yerinden oynuyoooor. Temizlik de temizlik . Sonra eşyalarımızı bekleyeceğiz ciladan gelecekler diye, umarız bu günlerde veya kimbilir ne zaman?

Bu arada korkuyoruz, Annoya bizi de banyoya basıp yıkayacak gibi duruyor.

Yalvarırız yapma.

Biz etmedik sen de etmeee...


Cumartesi, Mart 03, 2007

Boyaydı, cilaydı, zeytiyağdı...

Annoya'mız yatağımızı örtüyor toza dumana karşı, eski mi eski ama nakışlı mı nakışlı bir örtüyle. Ben de çekip üstüme doluyorum örtüyü, öyle uyuyorum. Geçen hafta Pazar akşamından beri oda hapsindeyiz. Kapı pencere havalanacağımız şekilde hep açık ama kombimiz sağolsun hiç üşümedik.


Kolayına kaçıyorum her işin ama lezzetten kaçanın kaşığı kırılsın. Koca dilim köy peynirimi Şirince'li Candan kızımın sızmasıyla sabah, Edremit'li Çiğdem'in Körfez/Hemera sızmasıyla öğle vakti yiyorum veya tam tersi. Kekikti, kırmızı pullardı, kara öğütmelerdi filan değişiyor her öğün. Müthiş oluyor. Hadi gayri üzmeyeyim sizi, yanında zeytin falan da götürdüğüm oluyor!Akşam yemeklerine davetleri kabul ediyorum.

Ben de uyuyorum genellikle. Odada oynayacak alan kısıtlı. Üstelik neşemiz gece gece, Annoya'mız yanımıza kıvrılıp yatınca geliyor. Haydiii başlıyoruz yatağın üstünden, koltuğun altından filan koşuşturmaya. Gündüz vakti evdeyse mutfağa tıkılıyormuş Annoya. N'apıyor orada acaba kendi başına? Şemşi öyle mi ya? O bizimle de takılıyor Annoya yokken. Şemşi mi kim? Bizi seven biri, yıllardır her gün gelir evimizi toplar, bizimle ilgilenir filan yani.
Kamyoncu'nun Türküsü gibiyiz... Haydi hep beraber, Haluk Levent söylüyor, "Foya çıktı ortaya, boya gerek kaportaya, yedi kat cila çeksen ne yarar bu hurdaya..."

Öyle hurda murda da değil evimiz ama cilalaya boyaya perişan olduk. Nazar boncuklarımızı daha görünür daha algılanır şekillerde mi assak ne?


Ali Usta'mız yine çikolata renklerinden çeşitlemeler yapıyor. İyice azıttık bu sefer, bitterden doğru açmaya başladık duvar renklerini. Altı ay sonra da karalara keseriz belli olmayız, hem de neden belli olalım ki? Gönül istediğini almadan nasıl tüketir?

Duvardan duvara çikolata içinde konuşlanma arzumuz gittikçe artarak, işte bu aşamaya gelmiştir.

Parke işlerimiz de bitmiştir.

Salimen önilkbahar aylarını geçirip ilkbahara kavuştuğumuz şu günlerde, bana artık evimde güle güle oturmak nasip olur inşallah. Cam önü saksılıklarımın yeni çiçeklerini de www.mineflora.com 'a kadar bir zahmet gidip temin etmeliyim. E tam zamanı, herkes öyle yapmalı. Hazır çiçek beğenmeye gitmişken Mine'nin el yapımı sabunlarından da almalı. Hele de o şirin sabun yapım evini bahçeye gitmişken mutlaka görmeli.

Haydi bana maşallah, bu günleri de atlattım sayılır. Tansiyonum sıçrayıp durdu günlerce, nassı yahu nassı olcak bu işler diye.

Oluyor işte.

Perşembe, Mart 01, 2007

"Türkiye 8 eyalete bölünsün"

Pansuman / Neye göre paşam?




7nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, sürpriz bir açıklamayla Türkiye'nin eyalet sistemine geçmesi gerektiğini söyledi. Evren dünkü Sabah Gazetesi'nde yayınlanan sözlerini bir adım daha ileri götürerek Türkiye'nin eyaletlere bölünebileceğini açıkladı. Evren'e göre Türkiye 8 eyalete bölünebilir. Eski Cumhurbaşkanı, bu 8 eyaleti şöyle sıraladı, "Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir, Trabzon." (Hürriyet)

(Ben Türkiye'min bu halinden memnunum, ya siz?)

Paşamız eyaletlere sınır çizmemiş henüz, başkentleri saptamakla bitirmiş işi. Neye göre, kime göre bilemedim. Gaziantep yerine Urfa'yı, Trabzon yerine de Samsun'u önerseydi eyaletlere başkent olarak mesela, olamaz mıydı? .

Resmi sitelerden arayıp bulduğum karşılaştırmalı 2000 yılı nüfusları ve haritamızdaki yüzölçümleri şöyle:

Samsun 935.137 kişi, 9.579 km2
Trabzon 975.137 kişi, 4.685 km2

Urfa 1.436..956 kişi, 18.584 km2, 7. büyük ilimiz
Diyarbakır 1.364.209 kişi, 15.355 km2

Sürpriz pansuman / Ertuğrul Özkök'ün yazısında

Diyor ki Özkök, Paşa İzmir'e taşınıyormuş. Marmaris'teki bütün arkadaşları ölmüş, canı sıkılıyormuş velhasıl artık orada.

Son günlerde kendini medyanın her yerine vurmasından belli zaten.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/6037668.asp?yazarid=10&gid=61