Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Nisan 28, 2007

Yeni gelin kabağı



Toptop kabakları dilimleyip limon suyu ve tuza bulamak. Fırının ızgara konumunda, çiğ aşamasında pişmesini sağlamak. Tabağa alınca incecik kıyılmış maydanozla süsleyip, sızma damlacıkları ile lezzetlendirmek.
Bizim çiçeği burnunda evliler balayından henüz döndüler. Laf tersidir, yediğiniz içtiğiniz sizin olsun bize gördüklerinizi anlatın, derler. Ben tabii gittikleri Yunan ve Sicilya toprakları üzerinde ne gördüklerinin meraklısı değilim. Varsa yoksa ne yendi ne içildi. Kabaklı spaghetti yemişler mesela. İçinde ne vardı bilmiyorlar. Neyse ben uydurup yapacaktım zaten kabak tariflerime mahsuben, pek yakında bu ekranda!
Daha neler neler yemişler. Şimdi de ızgara kabak yiyorlar. Anlayacağınız hayli kilo bindirilmiş bedenlere.
Ancak bu kabak çok sağlıklı, çok lezzetli.
Ege Ege kokuyor. Akdeniz Akdeniz esiyor.
Kısaca gelinim diye söylemiyorum ama, "Nurci bu kabak vallahi şahane."

Çarşamba, Nisan 25, 2007

Kabaklı balık çorbası

Levrek fileto yaptırdım Beylerbeyi Meydanı’nda balıkçı İsmail’e. Üç tane. Buharda pişirip mayonezle ikram etmek için. Eskiye dair hatırladığım sofralarda baş köşe yapardı mayonezli levrek. Kolay iş değildir, adabıyla yapanı yarım gün uğraştırır yani.

Balıkları bütün olarak haşlarsın. Suyunu limon kabuğu, defne yaprağı, maydanoz, karabiber falanla çeşnilersin. Sonra balık etleri didiklenir. Evde nefis bir mayonez hazırlanıp rus salatası yapılır. Balık parçacıklarına balık şekli verilir, üstü bu salata ile kapatılır. Salatasının üstüne tekrar mayonez sürülür. Mayonezin üstü de balık pulları şeklinde süslenir. Ölme Oya ölme, bekle ki akşama yetişecek.

Benim maksadımsa işin kolayına kaçmak. Yanında bir alay salata çeşidi, taptaze otlar, turplar, taze sarmısak ve soğanlar, minik kornişon turşular, haşlanmış patates, daha dolaptan çıkacak nice vesaireler... Yeme de yanında yat olur zaten.

"İsmail, orta kılçıklar amma da etli kaldı."

"E haliyle abla."

Haliyle arası etli etli kalmışmış kılçıkların, gitti gidiyor çöpe. Üç kafa da ayrıldı kılçıkların yanına, çöpe gitmek üzere. Derilerin altı ne de olsa hafiften etli, e günah yani. Topladım getirdim eve.

Hazır deneme mutfağım kabak üzerine odaklanmışken, deneyelim bakalım levrek artıklarından ne gelecek önümüze.

Yıkayıp haşladım kafa kılçık ne varsa tuzlu suda, içinde taze kekik dalları, defne yaprağı ve bir koca tutam maydanozla. Balık suyunu tel süzgeçten geçirerek başka tencereye aldım. Ufak tefek etleri de pişecek çorbaya sonradan katmak için kılçıklardan temizleyip ayırdım. Üç körpe kabak, bir ince pırasa, dört minik taze patates bir kocaman beyaz soğan, bolca diş sarmısak, başta karabiber olmak üzere canımın çektiği baharatlar ve tuz balık suyuna katıldı. Sebzeler haşlanınca tel süzgeçten geçirerek yine bir başka tencereye aktardım, balık eti parçacıklarını ilave ederek kısık ateşte bıraktım.

Bir yumurta, bir silme kaşık un, bir limon suyu ve iki tepeleme kaşık yeşil zeytin ezmesini iyice bızzzzt yaptım. İçine sıcak çorba suyundan katıp ılıştırarak ve azar azar ateşteki sebzeli balık suyuna ilave ederek köpürmesi yatışana kadar kaynatmayı sürdürdüm. İş bitti. Sen misin kolayına kaçacak olan akşamın yemeğinin?

Neyse bakmayın siz, anlatmak kadar uzun sürmüyor yapması. Üstelik olabilecek en mükemmel balık çorbalarından biri oluyor.

Zeytin ezmesi zaten yağlı, daha daha lezzet için servis yaparken üzerine sızma gezdirebilirsiniz.

Kıyılmış tere ile mükemmel oldu.

Bana bazı sorarlar, kıtlık falan mı yaşadın, neden çer çöp herşeyi değerlendiriyorsun, diye.

Fena mı ediyorum yani?

Pazartesi, Nisan 23, 2007

Kukuşatu


Kukuşatu meselesinin içinden çıkamadım bir türlü. Yahoo’daki Kaybolan Tatlar grubuma yazdım sordum, bakalım ne cevap gelecek. Orada geleneksel yemeklere dair herşeyi bilen birileri mutlaka vardır çünkü. Orada boş konuşulmaz. Bilen bildiği kadarını anlatır. Bilmeyen bilmediği kadarını sorar öğrenir.*

Baba tarafından Yanyalı Şeyh Haşim Efendi ile anne tarafından yine Yanyalı Kocaaslan Dede Paşa’nın (Paşo Dede) torunlarından sevgili arkadaşım Dilek Yürekli’den bana Yanya yemekleri tarif etmesini istemiştim. Sağolsun, yazıp vereli hayli zaman oldu, yapamadım bir türlü. Kısmet bugüneymiş, bir tanesini denedim. Nefis, offf çok nefis.

Kukuşatu, Dilek tarifiyle aynen şöyle:

Bir kilo kuşbaşı et ve yemeklik doğranmış bir baş soğanı ağır ateşte tas kebabı gibi iyice pişir. Yüz gram çekilmiş ceviz içi, ıslatılıp sıkılarak ufalanmış üç dilim bayat ekmek, dört diş ezilmiş sarmısak, kırmızı biber ve etin suyunu kullanarak melhem kıvamında bir sos yap. Etleri içine at. Servis anında bir fincan sirke ilave ederek karıştır. Sıcak yenir.

Ben bu işi kendime göre daha da kolaylaştırdım. Sos malzemesini karıştırıcı içinde ezip, etin suyu ile sulandırarak iki dakikada güzel bir sos ettim. Cevizler de biraz dişe gelir kaldı ki, bu da benim tercihim olurdu zaten. Kullandığım biber toz ve tatlı paprika. Yerken arzu edilirse pul biberle acılaştırılabilir. Eti de hiç alışmadığım usülde bol su ile pişirdim. Dilek yağ koymamış. Benim için de, etin olduğu kadar yağı her zaman yeterlidir.

Gelelim işin kafamı karıştıran yanına. Internet’te kukuşatu aramasının yönlendirildiği tek adres var. Orada da Yanya usulü bir kurabiye çeşidi olduğundan bahsediliyor.

Bakalım Kaybolan Tatlar’dan ne ses çıkacak. **

* Gruba üye olmak isteyen, eski tatlara meraklı veya eski tatları bilip de paylaşmak isteyenler varsa bana kayacanoya@gmail.com “Kaybolan Tatlar” konusu ile yazabilir. Gereken yere bildiririm.


** 27 Nisan sabahına kadar kukuşatu için kimseden yeni bir bilgi gelmedi. Internette tarifi olmayan bir kurabiyeye değil, arkadaşımın tarifine inanmak zorundayım.

Bugün 23 Nisan

Ben, Ali Taygun, Ablam Hülya, Erdal Taygun, Ülkü... Yanlış hatırlamıyorsam Taksim Belediye Gazinosu. Yıl 1952. 23 Nisan Balosu'ndayız.

Ah anılar...

http://www.sehirtiyatrolari.com/yazilar/ali-taygun-021205-butce.htm

Pazar, Nisan 22, 2007

Bahar mahar, elde kalanlar, karmakarışık duygular, havar*


İlkbahar daha çok satar. Fotoğraflara konu olarak satar. Sulandırılmış aşk öyküleri içinde satar. En önemlisi uyanmanın, doğmanın, tazelenmenin, yenilenmenin ve ölüme giden yolların başlangıcı olarak satar. Üçyüzaltmışbeş günlük döngünün içinden en çok satan ilkbahar günleridir.

Yaz satarı çatlak toprakla çıplak kadına da, kış satarı kar tipi sel bastıya da acayip basar satışta ilkbahar. Baharın sonu bellenen diğer bahar, renkleriyle göz boyamaya çabalar satışta. Sarıdan kahveye kızıla her tonunu, çürüğe çıkmış kokulara sararak satmaya çalışır. Nafile çalışsın varsın, ilkbaharın barındırdığı her renk ve her koku elele verip hep kazanır hep kazanır.

Bu ilkbahar aklımda yine çekirgeler varken tam... İşte tam da, "Bir atladılar, ikiyi de atlayacaklar galiba," diye dövünürken ben... Penceremin önüne gelip de otur sen... Atlama, zıplama öylece dur; sohbete gelmişcesine takıl kal karşımda... Bir işaret midir acaba? Belki de atlayamayacaklar...

Bahar mahar yazısı içinde Annem Selma da var. Bahara dair fotoğraflar dün annem Selma ile yaptığımız gezintiye ait. Ne istemişti Annem Selma?

Kalkan balığı yemek istemişti. Yedik... Balığımızın gelmesini beklerken uzun uzun Tarabya Koyu'na daldı gözleri.
Neler var neler hatırlanan? Ben biliyorum.

Erguvanları görmek, gözlemek istemişti. Her dağdan her tepeden, her aradan dereden erguvanlara baktık. Bayıldı, bayıldık...
Laleler demişti. Yol kenarındakilerle yetinmedik. Emirgan Korusu'na gittik.
Nisan'ın 25'i Annem Selma'nın doğum günü.
Nice baharlar annem...
Bu süslü sofra ekrana gelmek için geç kaldı ama idare edin. Ablam Hülya'nın geline takı takma sofrası idi. Hani düğünden önce toplaşan erkek tarafı biz, gelin Nurcihan'ı sıkıştırıp bir kenara takılar takmıştık. Beeen, daaaamadın teeeeezesi, bir................. . I ıh söylemem.
Güzel bir geceydi.
Özendik bezendikti hepimiz.

Adamcağız kucaklamış heykeli yolda gidiyordu. "N'oluyo, ne iş?" diye sordum. Çiçekçiymiş. Heykele tutuşturulmuş kartı okudum. Birisi bir diğerinin doğum gününü kutluyor. Allahım bana sabır ver.


Yer Ortaköy Meydanı. Yem bitti. Yemci yeni yem almaya gitti. O arada güvercinler elimde ayağımda dolanıp durdu. Ben de sizi seviyorum.


Kedi Düğme işe girdi, çalışıyor. Robert Kolej Mali İşler'de...

Çabuk bıktı. Merak etmiştir insanların neden durup dinlenmeden çalıştıklarını. Şimdi kuruldu yere, dinleniyor haspam.

Ceylaaaaan boyamış. Bana özel kedili tabak. Bayıldım.

Ceylan, hani Şirinceli Candan kızımla kardeş olan Ceylan kızım. Kendi atölyesi var, içinde fırını da var. Seramik yapıyor, keyifli keyifli. Araştıra araştıra, eğlene çalışa... Geçen hafta Aşşk'taydık, soldan sağa O, ben, Candan ve Mine'si. Güzel bir su kenarı çöreklenmesi oldu. Uzun uzun, çay, kahve, yemekle yememek arası şeyler, tatlılar filan filaaaan. Ben Yengeç, su kenarına yerleştim mi kaldırabilene aşşk olsun zaten.


Sokaktaki çocukların mamaları hazırlanıyor. Şemşi sağolsun bu işi sık sık yapıyor. Araba bagajında stoklananlar yollarda dağıtılıyor. Çevrede arka bahçe, ön yol, büromuzun önü, belli ara yollarda bekleyenler, güzeller bebekler çirkinler haydutlar, ama hepsi caaaaanlarım benim... Kibar oğlum Cancan'ım da işin başını bekliyor. Bu evde kediyle ilgili çalışmaları Cancan idare ediyor.

Kimsecik böyle karmakarışık, her telden bir bahar yazısı yazmama kızdı mı ne? Yatmış uyumuş bilgisayarın üzerinde, ben beş dakika ortadan yok olunca. Haklı da, daha yeterince bahar yüzü görmedi evladım. Tamam yarın 23 Nisan, bahçeye inilecek.


Ayna ayna söyle bana, Annoya doğru mu söylüyor? Bahçe meselesi yani?

Cancan'ım da pabuçlarıma banmış güzel yüzünü, baharı kokluyor.

-------------------

Havalar bu kadar güzel, havalar böylesine ilkbahar..., nedense neden içimde bir korku var. Havar, havaaaar!



İşte yanaşmış bir kamyon daha, içi dolu boş tabutlar. Bahar mahar dinlemeden hepsinin de gideceği bir kapının önü, bir ocağın yangını var. ... ve de ateş düştüğü yeri yakar.

-----------------------

Yarın 23 Nisan çocuklar.

Önümüzde seçemeyeceğimiz seçimler var.

Karmakarışığım, havaaaaaaaar.


UY HAVAR!

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan - ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...

Ahmed ARİF


* bağırmak, yardım dilemek

Perşembe, Nisan 19, 2007

Şimdi erguvan zamanı

İstanbul'da erguvan şenliği başladı. Bu üçüncü hafta. Fuşya mı, siklamen mi, yoksa sadece açıklı koyulu erguvani mi demeli renklerine, dağı tepeyi bastı. Hep uyanık olmak, durmadan izlemek, hep izlemek gerekir erguvanların oyunlarını. Öylesine çabuk, bir o kadar da kararlı geçerler ki renkten renge; mor boyalı fahişe dudaklarından da tadar izleyenler, bebek yanaklarının tatlı şeffaf pembesinden de.

Bu gösteri süresi en deli hallerimin, en sulu gözlerimin, en fırıldak kalbimin, en düzensiz uykularımın zamanıdır. Mutfağımda ahlâksız girişimler yaşanır. Eve dönerken toplanan bir avuç erguvan çiçeği ya akşamın salatasını süsler ya makarnanın sosunu.

Hani ille de yemesi lezzetlidir demiyorum. Gözlerinizle yiyeceksiniz. Gözlerinize değen güzelliğin tadına doyamayacaksınız. Dayanamayıp yalayıp yutacaksınız.

Herkes başka bir şey der. Ben küflü peynir demeye alışmışım. Çocuk kafama rokforun ilk takdimini yapan Babam Nuri öyle uygun görmüştü. Artık o zamanın lezzetinde değil marketlerden alıp yediklerim. Zaten Rocquefort değiller, Danish Blue, Dana Blue veya Blue Cheese oldular. Rocquefort'u bulursak şık şarküterilerde, büyükçe tekerlekler halinde buluyoruz.

Mutfağım ahlaksız girişimlerimden birini de dün akşam yaşadı. Sos yapmak üzere başlayıp ekmek üstü / pain tartine olarak yediğim avocado ile küflü peynir ezmesi müthişti. Ceviz ve erguvandan tepe süsü vardı.

Ekmeğim her tahıllıydı.

Yanı şarap çekti.

Pazartesi, Nisan 16, 2007

Düğünümüz vardı...

Yeğenim Aycan ve gelinimiz Nurcihan. Birbirlerini çok sevdiler.


Hava müsaade etti. Çocukların çok arzu ettiği gibi, nikah su başında kıyıldı.

İkisi de iyi çalışmış. Baaar baaaar ancak melodik seslerle "EVET" dediler.

Gül yapraklarıyla yenen makaronlar olmuş düğün pastası. Üç uçuk renk, üç uçmuş lezzet.


Sakın eksik etmeyin ellerinizi birbirinizin üzerinden. Bu da size teyze nasihati.


Ablam Hülya pistte eğleniyor. Hemen arkasında sınıf arkadaşı Elçin.

Yeğenim Aylin ve yakışıklım oğlu Kaan'ım şampanya faslına geçmişler.



Onlar erdi muradına.

Ben kerevette.




Cumartesi, Nisan 14, 2007

Kabaktan kış cacığı


Her sebzeyi meyveyi mevsiminde yemek üzere sessiz sössüz anlaşmıştık aramızda. Evim dışında bazı bazı yiyenlere katılsam da, ev hallerimde elimden geldiğince tutuyorum sözümü. Koca kışlar geçiyor eve salatalık girmeden, cacık özleniyor haliyle.

Tıpkısının yerini alamasa da, sirkede kabakla yediğim süzme yoğurt benim kış cacığım oluyor. Bildiğimiz kabakları kaynayan suda üç beş dakika tutarak çiğ kabak tadından kurtuluyorum. Kabuğuyla mabuğuyla yapın bu işi ki kabaklar fazla su çekmesin. Sonra hıyarı cacığa doğramak şeklinde kabaklarımı doğrayıp içinde tuz, sirke ve sarmısak olan bir kaba bırakıyorum.

Bir gün sonra deneyin, kabaklar turşu tadını almışsa tamamdır. Sirkesinden süzerek süzme yoğurt ve taze nane yaprakları yoksa dereotu ile karıştırın. Bir kaç damla sızma, acı sos ve tuz katarak taze ekmek eşliğinde tüketin.

Dostların tebriklerini kabul etmeye başladım. Arayan soran, "Kabak tadı verdin ama, ne zaman sitene girsem karşımda kabak," diyor.

Seviniyorum vesselâm.




Perşembe, Nisan 12, 2007

Balkabağı yufkada


Bu işler ille de tarifle olacak diye bir şey yok. "Ne var ne yok?" sorusunu evlerimizin belli noktalarına sorduğumuzda, gelecek yanıtları toplamakla da olur. Belli noktalar buzdolaplarımız, erzak dolaplarımız, varsa kilerlerimiz, bahçelerimiz veya balkonlarımızdır.

Huyum böyle mesela, derin dondurucuya girebileceğini aklımın kestiği her neyse ya biraz fazlaca yapmak, ya da artanı ileri bir tarihte yararlanmak üzere saklamak. Balkabağı da böyle bir şey. Yapılan tatlıdan bir kaç parçayı ezer, püre yapar atarım derin dondurucuya mutlaka. Yaz da var kış da....

Hazırımda duran balkabağı püresinin faydasını sütlü tatlı ve dondurma servislerimde çok görmüşümdür. Sanki çok düşünülmüş de bulunmuş gibi bir ikramım da tatlı yerine geçecek olan balkabağı püreli yufka böreğim. Yarım ay katladığım yufkaya yayarım püreyi, yuvarlak kenarından düz kenara doğru yuvarlayarak sarar, tepsiye yerleştiririm sonra. Üstüne rendelenmiş tuzsuz tereyağı koyulur veya koyulmaz, size kalmış. Börek gibi kızartılır fırında, börek gibi kabarır. Esmer şeker serperek beş dakika kadar fırınladınız mı iş bitmiştir.
Sonra da dövülmüş cevize bular, bahçenizde ya da benim gibi saksılarda yetiştirdiğiniz tazecik nane yapraklarıyla süsler de ılık ılık yerseniz eğer...

(Hay allah, unuttum nanelerimi fotoğraflarken.)

Merak etmeyin, kolayına kaçmış diyemez kimse. Öyle ya, bir zamanlar kabağı almış, geceden şekere yatırmış, sabahına kendi suyunda pişirmiştik. İçine aklımızın estirdiği baharatlardan koymuş, limonla kestirmiş, bilahare püresini yapmıştık. Böreğini de sardık işte. Pişirdik, kurtardık.

Ne iş, ne iş...

Pazar, Nisan 08, 2007

Ayvalı kabak tatlısı


İkisi de kış tatlılarının en güzelleri olarak gelirler sofraya ama ayrı ayrı. İkisinin lezzeti de zirve yapar tabaktan ağıza, oradan da mideye giden yolda. Birleştiklerinde ne olabilirin cevabı ise burada.

Bir ayva ve aynı ağırlıkta balkabağı veya ağırlıkları eşit daha fazla miktarlarda ayva ve balkabağı rendelenecek. Kahverengi şekerle iyice harmanlanacak. Şeker miktarı tamamen ağzımızın tadına göre ayarlanacak. Öyle ya tatlıyı benim gibi kararında sevenler veya çok tatlı olunca bayılanlar var. İncecikten tereyağı ve taze zencefil rendesi, bir kaç karanfil, ya da herkesin keyfine göre baharatlanacak.
Folyo ile sıkıca örtülmüş fırın kabında 160 derecede 60 dakika pişecek. Sonra biraz daha şeker serperek üstü açık olarak 20 dakika kadar fırında kalacak. Sıcakken üzerine bal gezdirip, soğuyunca iri dövülmüş şamfıstıkla servis yapılacak.
Kim demiş buna kaymak yakışmaz diye.
Koyarsanız çok yakışacak.

Cuma, Nisan 06, 2007

Margarin, ne fena şeyyyy...

Çok uzundur çok az kişi tarafından desteklenen, "Yahu yemeyin şunu, kendinize ediyorsunuz, çoluğunuza çocuğunuza yazık," mealinde kısık sesli söylemlere neden olan margarin meselesi var bugün gündemimde.

Asma Dalı veya Has Mutfak'tan http://mbemine.blogcu.com/2378171 bağlantıyla ulaşacağınız yazı www.gidaraporu.com 'dan alınmış.

Konuya tekrar dikkat çektiğin için çok teşekkürler Has Mutfak.

Nice zamandır bir de özür borçluyum pek çok arkadaşımıza. Editörlüğünü seve seve yaptığım, artık baskıda olan (umarımmmmm) fındıklı kitabımıza katılan, şimdi de kabak kitabımız için www.kabaklitarifler.blogspot.com güzel tarifler göndermeyi sürdüren arkadaşlarımızdır özrümün adresi. Gördüğüm yerde dayanamadığım, marketlerde bile önünden uzak geçtiğim margarin kullanımını her yerde tereyağına çeviriyorum. Ne olur, "Tereyağı pahalı ama," diyenler olmasın. Can daha pahalı olmalı çünkü.

Özür diliyorum ama kabahatli değilim...

Artık daha yüksek sesle konuşmak zamanıdır.

Pazar, Nisan 01, 2007

Ispanaklı kabak dolması


Yine dayanamadım onları görünce. Hani o avuç içi gibi top top olanlar. Kabak adları bende bu kitapla birlikte daha belirginleşmeye başladı başlamasına da, bu toplara ne denir bilebilmiş değilim henüz. Bildiğim onları gördüğüm yerde yüzümü bir gülümseme alması, elleme hallerimi engelleyememem ve de hemen dört beş tane aynı çaptasını seçip alıvermem.

Onların dolapta beni beklediklerini bilmeye bayılıyorum.

İşte beş tane onlardan. İçlerini yine kedimlerin kaşığı ile oydum. O kaşık yuvarlak oyucu bir cankurtaran ama kim nerden nasıl bulabilir malûmum değil. Daha bebecikti Kimsecik o kaşık bizim eve promosyon olarak girdiğinde. Mama kutularının kenarındaki kanalların içini sıyırmaya yarayan, yanı tırtıl tırtıl bir kedi kaşığı yani benim yuvarlak oyucum.

Bızzzzzt aletinin içinde 3 kuru kayısı, bir avuç ceviz ve bir orta soğanı iki üç harekette paraladım hafifçe. Dibini sızmayla kapladığım tencerede tuzla döndürdüm. Yıkanıp kaynar suda şişirilmiş bir kapalı avuç bulgur, üzerinde 150 gram yazan bir kutu bebek ıspanak, iki karanfil, bir avuç sultani üzüm ve birer tutam tarçınla müskat katarak tekrar döndürdüm sonra. Çok kısık ateşte, 5-6 kaşık suyla bırakıp, ıspanağın suyunu salıp çekmesini bekledim. Bu malzeme tam beş top kabağa yetti ve de artmadı.

Şimdi, eğer becerebilirseniz çok dozunda dibini tutturun. Karamelli bir durum olur ve de böyle meyve katkılı lezzetlere ayrı bir lezzet katar. Yok beceremezseniz vazgeçin, yanık kokusu da hiç hoş olmaz çünkü.

Tencerenin dibine maydanoz dereotu yatağı, dolmaların tepesine de ikiye bölünmüş mini domates şapkaları yaptım. Tencereye tekrar sızma, yanmayacak kadar su, karabiber çekme, az daha tuz koyuyorum ve orta ateşte kabaklar yumuşayıncaya kadar pişecekler.


Şimdi yiyorum da, beğeniyorum yaptığımı.

Bu kabak topları nelere kadir...