Kedili Mutfaklar

Pazartesi, Ocak 28, 2008

Ye iç kırmızı


Uzayıp gidiyor bu iş. Meteroloji kar diyor, hava güneşli. Ay pardon düzeltiyoruz, kar yarın sabah. Olmadı, akşamüzeri ve hatta saat tam beşe çeyrek kala başlayıp... Değilmiş hay anasını, tashih ederiz, sabaha karşı buzlanma... Eh artık sabahın karşısında buzlanınca arkasına da tipi talip olur belki... Ve fakat şimdiden kapanın evlere, amanın bir yere çıkmayın, fena olursunuz haaaa.

Meterolojide hâl böyle olunca, haldeki hâl haliyle çok fena oluyor! Sebze meyva fiyatları alıp başını Sibirya mı Balkanlar mı, nerden idüğü belirlenemeyen soğuklara göre her gün daha ince ayarlanıyor.

İşte bu durum benim yeşilden kesilmemin ana nedeni. En son altı yaprağını altı liraya yediğim kıvırcıktan sonra, acilen dönüştüm kırmızıya. Neyime yetmiyor, ellerime sağlık lezzetinden yiyemediğim kırmızı lahana ile değişik renkli arkadaşları? Beyaz çinli turp, yeşil avokado, turuncu havuç ve granny smith rengi elmanın rendeleri? Birer demet maydanoz ve dereotuyla evde kalmış olan taze soğanların kıyılmışları neyime yetmiyor haa? Kemal Kükrer'in ekşi elmalı sosu, portakal ve limonların suyu, süzme bal, sızma yağ, tabasco, sarmısak, kapari, kuru nane...
Hooop hop, bu ne yaw?


Salata, vallahi kırmızı salata.

Derken yanına kırmızı et ızgara. Kırmızı şişe şarap... Kar kırmızısı bunlar kaaaar.

Ha ne diyecektim? Meterolojiden gelen karlı haberler iki işe yarıyor. Sebze meyva ile iştigal eden vatandaşlara ve kar yağdığı zaman sokaklarda hareket görmeye tahammül edemeyen belediyecilere. Ola ki dedikleri tutar da yağarsa, sokakta insan olmayınca kimse yolda kalmıyor, yollar açıkmış kapalıymış kimsenin umurunda olmuyor... Bunlar bunu artık sürekli yapıyor.

Aman gerekmedikçe sokağa çıkmayın!

Her an her şey olabilir.

Benim canım kar çeker bir yandan.

Kırmızı salatanın astarı yüzünden pahalıya geliyor, o da başka yandan.


Cuma, Ocak 25, 2008

Brüksel'le sabah oldu...

Sabah sabah bıyıklarımı burnuna sokup uyandırdığım, ayaklandırdığım yetmezmiş sanki; bir de kadını yürütmüyorum, orasını burasını çekiştirip oyun yapıyorum. Kocaman sabahlıkları var, ekoseli şapşal pijamalarının üstüne geçirip dolaşıyor evin içinde. Hastayım o sabahlıkların kuşaklarına. Nerde bulsam affetmiyorum, çekip çıkarıyorum beldeki bantlarından, başlıyorum yerlerde sürüklemeye. Sabahlığını üstüne giymeye çabalarken daha da komik oluyor. Kuşak benim ağzımda, sabahlık Annoya'mın üstünde. Alın size sabah eğlencesi.


Bazı sabahlar, daha kuşlar yemek yemeden benimki yemek yapar. Kargalarımız ve martılarımız karşı damda olmak üzere, bütün kuşlarımız çevremizde bekleyedurur. Kendi kahvesi bile bekleyedurur. Bir heyecandır sarar herkesi, hepimizi. Yeni bir yemek doğacaktır, olacağı budur.

"Şunu vuralım bir hele ocağa, akşama zeytinyağlımız olsun," dedi bu sabah. Brüksellere shiitake mantarları kattı, bir de portakal* dilimledi içine. Bol soğan piyaz doğranmış, bolca sarmısak dişi patlatılmış, içine su filan gerekmiyormuş, karabiber çok yakışırmış; sürdü ocağa, onbeş dakika Allah sizi inandırsın.


O arada kendi kahvesini içti, kuşlar kahvaltı etti, ben otlarımdan yedim. Piştiiiiii.

Böyle olurmuş işte enfes bir zeytinyağlı yemek.

Doyamadı lezzetine.

Ye yeee yeeeeee.




* Portakallarımız minicik, bal gibi, muhtemelen organik. Alanya'dan getirip vermişler bize, bayıldı benimki. Sağolasın Hayati Kaptan.

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Keşkek buna desinler...

Buğdayı suya basan Ablam Hülya. Tamamiyle tesadüf olmuş, gözlüğü burnunda olmadığı için esmer pirinç niyetine... Bu durumlarda çevirirsin kazı yanmaz, değil mi? İçinde pilav pişmesi gereken tencere aşure tenceresine döndürülür mesela hemmencecik. Üstelik tam da Muharrem.

Ablam Hülya böyle yapmadı ama, elime bir torba şişmiş buğdayı tutuşturdu, “Al ne bilirsen yap.” Muhtemel bile değil, kuvvetle kuşlara vereceğimi düşünmüştür.

Bilmediğimi yaptım. Bir nevi keşkek, ki hay yapmaz olaydım. Bu mudur yani? Hafızalardan bütün keşkek tariflerini silip, yerini almaya münhasıran aday yegâne tarif bu mu olacaktır?

Şu benim elektrikli ocağın 1’i devrede, kısık kısık pişedursun gece de var gündüz de. En büyük tencerem üstünde, bol suda buğday içinde. Şişti de şişti buğdayımız, 1’i sıfıra aldık, kapağı sıkıca kapalı sıcak ocağın üzerinde bıraktık buğday tenceresini.

Kuru patlıcanlarım var. Soyulmuş, ahtapot gibi bacak bacak kesilip ipe dizilerek kurutulmuş. Onları da suya bastım az tuz az sirkeyle. Sabah ola hayrola.

İki koca but haşlandı tavuktan, içinde sevdiğim her ot ve yapraktan bol bol var. İki soğan ve hayli sarmısak, tuz karabiber de tabii. Butlar dağılır gibi olunca kemiği ve derisinden ayrılıp tencereye. Suyunu da tel süzgeçten geçirerek doğru buğday tenceresine.

Soğandı sarmısaktı ottu filan, iyice eziliyor bu ara süzgecin içinden tencereye. Ooooh, nefis ki lezzeti, müthiş. Patlıcanlar da aynen aynı yere ve de zar zar kesilip kurutulmuş biberlerim acılı macılı.

Bundan sonrası için demedi demeyin, kol kuvvetine güvendiğiniz bir yedek oyuncu bulundurun civarda. Kısık ateşte et liflere ayrılana, buğday bulamaç olana kadar tahta kaşık çevrilecek, karıştırılacak da karıştırılacak.

Öyle ağırlaşacak ki, artık keşkek mi kolum mu bilmem, pes edilip kapatılacak altı. Derinin koyverdiği yağ miktarı bana yeterli geldi, hariçten yağ kullanılmadı. Tadı tuzu ayarlandı, son son yine karabiber çekildi taze taze.


Adettendir diyerek içine nohut da katılabilirdi, katılmadı. Ceviz süsü yakıştı. Baktım ki çok yakıştı, yerken içine de katıştı. Tabaklara doldurup komşu kapılar da dolaşıldı. Herkes pek sevindi. “N’eoo canım öyle aşure de aşure, valla pek iyi akıl etmişsin Oya’nııım,” denildi.

İçindeki biberlerin acısı yetmeseydi eğer, üstüne üstüne yağda kızdırılmış kırmızı biber de döksem iyi olurdu.

Yazın kenara, bundan böyle keşkek buna diyecekler.

İddiaaalıyım yani!

Cumartesi, Ocak 19, 2008

Cihanşümul bilgiler

Sosyete hamsisi varmış da haberim yokmuş. Belki hamsinin de sosyetesi vardır, onu da bilemiyorumdur. Supermarkette durup bakındım etrafıma almadan önce. Olur ya, biri çıkıp itiraz edecek olur, "Hem sosyete değilsin, hem hamsisini alıyorsun," der. Ne cevap vereceğim o zaman?
Ben noodleüstü yapıp yedim, bir şeye benzemedi.

Sahi sosyete neye benzer?

Nişantaşı'ndan geçilince Kürşat'a uğranmıştı. Domates kuruları kiloluk şekliyle alınıp getirildi eve. Yanısıra alınanlar arasında kapari, makarna sosu falan da vardı. Ve fakat, City's uğranılmadan geçilmişti.

Hafta içinde Hayati Kaptan'lara gidilmiş, Arzu kızımın yaptığı ekmek sadece orada yenmekle kalınmamıştı tabii. Yanına kocaman bir kavanoz zeytin de katık olarak katılıp, diş kirasının fevkinde bir koli yapıldı. O da eve getirildi.
Ekmek, domates~kırmızı biber~sarmısaklı yapılmış, enfes. Evde abaza peynirim var. Yolda hayaller kuruyorum, hayallerimde işte aynen şöyle bir tabak var.

Kızaran ekmek dilimlerimin üzerine, kenarına falan domates ve zeytinlerimin içinde yattığı sızmalardan koyulacak. Tabii o domateslerden ve o zeytinlerden de alınacak tabağa. Abaza peyniri dilimlenmiş ve sarmısak dişleri ufalanmış olacak. Italian Seasoning denen ot kuruları gezdirilecek hepsinin tepesinden. Koy rakıyı Annoya şeklinde, kocaman bardakta bol buzlu. Git otur Tarihi Yarımada'nın camilerine karşı, sarayına karşı duran sedirin üzerine. İncecikten bir müziğe kaptır canını. Düşüneceğin neler neler vardır kimbilir, düşün düşün.

Boktur işin.

Haydi bir daha, nar suyunda ayva şeyi yapalım. Yani ben yine yaptım, siz de yapın. Nar suyu çıkarmanın yeni bir yolunu denedim bu ara. Nar taneleri püre aleti ile eziliyor. Kolay iş mi peki? Eh işte, narları Şemşi ayıkladığı için biraz daha kolay geldi bana! Ayvaları da daha kolayına kaçıp bızzzzt aletimin içinde parçaladım. Hani o tepesinden ittirip kaktırıp dilimlettiğim aletten veya rendelemekten daha çabuk ve irili ufaklı parçalar halinde çok hoş oldu.



Geceden nar suyu ve şekere bastığım ayva parçacıklarını sabahın erken saatlerinde kaynattım. Kavanoz mavanoz ne buldumsa doldurdum içlerini, akşam ben dönene kadar soğur onlar. Benim güzel oğlum Cancan'ım burnunu sokmasın diye, evden çıkmadan bir de tülbent örttüm üzerlerine.


Tülbent, Fransızca'dan Türkçeleştirilmiştir. Fransızcası türbandır. Yazılı ve görsel basında, bilmeyenler öğrensin diye RTE'ce defalarca tekrarlanmıştır.

Gün gelecek de benim reçel kavanozlarım oyalı türban mı takacaktı?

Kim derdi?

Başbakan Erdoğan, türbanla ilgili İspanya'da yaptığı açıklamalara gelen eleştirilere Ankara Esenboğa Havalimanı'nda yanıt verdi. Erdoğan, "Meydan Larousse göre, türban, her çeşit yumuşak kumaştan, kenarsız kadın başlığı. Tülbent, Fransızca türban; başörtüsü. Kadının saçlarını kapamak için başlarını örttükleri, işlemeli veya düz bez, eşarp… Bunları ben söylemiyorum, meydan Larousse söylüyor" dedi.


Cuma, Ocak 11, 2008

Ne havadis?

Antalya, Elmalı'dan ceviz var, kestane var. İnanmayacaksınız ama susam kokusu mutfağı esir alan tahin var. Tahinin birazı humusa girecek, geri kalan biraz biraz bilmem nasıl yenecek? Cevizler acayip, lezzeti tatlı, kabuğu incecik. Öğrenmiş oldum böylece çekiçle kırdığım cevizlerin 'çetin ceviz' olduğunu, 'çetin ceviz' diye neye dendiğini. Elmalı cevizi neredeyse parmaklarında kırılıyor insanın. Avocado ile maydanoz salatası yaparım ya, işte onun içine de koyarım artık bu cevizlerden. Nasıl olacak bakalım?


Kestaneler bereketli olacak, çok eminim. Yıllar, belki asırlarca tüketilecek. Çünküüüü, tepesinde mini mini filizi olanları dostlarıma dağıttım. Ege'deki köye, Yeniköy ve Ortaköy'deki bahçelere, Mine'sinin serasına gittiler; ekilmeye, büyümeye. Bende eksik kalmadım tabii, ektim! Mine'sinin talimatıyla önce saksıda ve dış mekanda duracaklar bir yıl boyunca. Bu ara iki üç hafta içinde filizi topraktan baş göstermiş, ağaç olma yolunda ikinci adımlarını atmış olacaklar. Bir yıl sonra bahçelerimize dikilecekler. Özge'ciğim, çok teşekkürler sana. Yine paylaşarak büyüdük.


Narlar ayıklanacak, suyu çıkarılıp ayva rendesi ile reçelimsi yapılacak. Ben bunu hep yapıyorum ama bana pek kalmıyor, doya doya yiyemiyorum. Yakında nar suyunda ayva reçelimsisi imalathanesi kurabilirim yani. Yan ürün olarak da portakal suyunda ekşi elma. Izgaraların yanında hele, of of of oluyor ki ne...

Marmara'nın depremini geçirmiş bir küçücük kız varmış. Rehabilitasyon kurslarında yün bebekler yapmayı öğrenmiş. Zaman geçmiş, büyümüş genç kız olmuş. Marmara Üniversite'sinde okumaya ve okul giderlerini yün bebekler yapıp satarak karşılamaya başlamış. Annoya o bebeklerden oturtmuş rejisör koltuğuna dört tane yan yana; yastık gibi kullanıyormuş. Bayramdı seyrandı eşe dosta vermiş bir sürü. Kızın elinde bebek kalmamış. Daha yapsın da daha alsın, diye bekliyormuş şimdi.


Hafta sonuna doğru evimi çiçeklerle bezemek huyum vardır. Bu hafta ayçiçeği minyatürleri alındı. Çok dekoratif duruyor, bana kırsal keyfi veriyorlar. Torunum Cancan bebeklere ve çiçeklere yakın, rejisörün altında duruyor. Hani atlamayın, mutlaka onu da görün, diye diyorum.

Son zamanlarda çok sevdiğim bir salata keşfettim. Bir kereviz ve bir granny smith elma, bir portakalla yarım limon suyuna rendeleniyor. Bir diş sarmısak rendenin inceciğinden geçirilerek iki kaşık mayonezle birlikte katılıyor içine. Sızmayı gezdirin üzerine, tazecik kereviz yaprakları ve kuru amerikan üzümleriyle süsleyin.

Kırmızı şapkalı kızlar çoğalıyor. Etrafınıza dikkatle bakın, Annoya markalıları tanıyabilecek misiniz bakalım. El öpenlerimden Edremit'den Çiğdem de taktı gitti bir tane başına.

Bu arada Hemera yağları İstanbul'da da satılmaya başlanacak galiba yakında. İlk olarak Gayrettepe, Defne Şifalı Bitkiler 0212 288 07 08'de damağınızın onayını bekliyor. Üstelik önce 250 ml / 3.00 YTL tadımlık şişelerden alınıyor, sonra bir teneke 5 litrelik götürülüyor eve.


Reklam payı olarak benim zeytinlerim özel sıkılıyor ama, n'aber!!!

Akrabayı talûkat geniş. Nilo sanıyla, Nilüfer Tokay adıyla maruf ressam benim akrabam. Nereden? Anne dedem tarafından kuzenimin karısı. Sergisine uğrayın bence.


Kıymalı mercimekle nefis bir peynirli börek çok da güzel yeniyor.

Havadis dediğim bunlar işte.

Pazartesi, Ocak 07, 2008

Yevtushenko kısaca...


Döne döne, doya doya okuduğum kitaplardan biri. Gençliğimin bulutlu romantizmine şemsiye kitaplarımdan. Londra'da, 1972 yılında alınmış. Yine aynı yıl altı sıkı sıkı çizilmiş satırlar, I fell out of love with you adlı şiirden.


Stolen Apples şiirinin son satırları karalanıp türkçeleştirilmiş tarafımdan.

Let slander pursue me; love isn't for the feeble.
The odor of love is the scent not of bought but of stolen apples.


http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7973950&yazarid=91

Yalçın Doğan Pazar günü keyifli bir yazı yazmış Hürriyet ekinde.

Bu satırlar da aklınızda bulunsun. The Inexpressible'den:

For truth, when you burn down the scene of someone nearby,
Is no longer truth but a lie.

Benim aklımdan hiç çıkmaz...

Cuma, Ocak 04, 2008

İstavritler bana lüfer onaymış...

Annoya'm beş tane istavrit getirdi, irili ufaklı. Balıkçı amca bana hediye göndermiş, bedava yani. O yüzden irili ufaklıymış. Izgara yaptık, yakmadan, hafiften çiğ kalmacasına. Kedi usulü.

Şöyle bir tadına baktım önce. Yalandım biraz. Anneciğim Kimsecik'in en sevdiği balıklardandı istavrit. Dayanamaz çiğ çiğ bile yalayıp yutardı. Ben her balığı severek yerim doğrusu, ızgarasını.

Yesem mi, diye düşündüm yine de. Annem Kimseciksiz günlerimizde ilk defa istavrit koydu önüme Annoya'm.

Yedim tabii. Ölenle ölünmüyormuş, can yine her şeyi çekiyormuş, diyor. O da lüfer yiyecek birazdan, yanında kırmızı soğan, bol maydanoz, kırmızı turp..., e rakısı tabii.


Yedim bitti lüp lüp.

Beni gidi beniymiş.





Çarşamba, Ocak 02, 2008

Bulgura patlıcan biber, tavuğa pastırma

Tavuk tencerenin içine girer. Bütün soğan, sayamayacağınız kadar çok sarmısak dişi, top biberler, deniz tuzu olmazsa olmaz; bir süs biberi de koyulsa, doğrusu tadına doyulmaz. Annoya'ya göre olması gereken artılar taze defne yaprakları ve kekik dallarıdır, yani koysanız iyi olur. Limon suyu ve kabuğundan faydalanmak da yerli yerinde bir fikirdir, siz bilirsiniz tabii de, bence öyledir.

Ocağın elektriklisi seçilir, ayarı bire çevrilir. Kendi haline bırakılır tenceredeki tavuk, susuz musuz. Varsa mutfakta başka iş yapılır, yoksa mutfağın dışına çıkılır. Taa ki arada bakıldığında tavuk iyice darmaduman olmaya yüz tutmuştur, kereviz yaprakları dereotu filan gibi yumuşak dokudaki aromatikler katılır. Üstüne üstlük de pastırma parçaları ilave edilip söndürülür ocak. Söndürdüğümüz ocak elektrikli olduğundan son son attığımız malzemeler de bayılır ve tatlarını salar tavuğumuza.
Burdan sonrasında değişik eylemler uygulanabilir pişmiş tavuğa. Beşamellenip kızgın fırına sokulursa mesela iyi olur. Harika bir gravy yapılabilir veya, İngiliz örf ve adetlerine göre. Bu gravy'nin hakkını tavuğun koyverdiği leziz suyu verecektir. Ben lezzet arttırımına karşı çıktım doğrusu, olduğu kadarıyla yetindim. Çünküüü, atılan her iyileştirici adım kalori zıplaması yapıyor malum bünyelerde.

Çok sevdiğim halde yapmadığım gravy'de kullanabileceğim lezzet yüklü tavuk suyuna bulgur pilavı yaptım. Sağ kolum Şemsi'nin köyünden gelen kurutulmuş biber ve patlıcan parçacıklarını da kattım içine.

Bu kadar bayılabilirim yani, basit ama damakta cüretkâr tatlar bırakan şu yaptıklarıma.

Hele bulgura Caribbean Jerk serpiştirsem mi acaba, diye düşündükten sonra.

Aaaaaaaaay.