Kedili Mutfaklar

Pazar, Mayıs 31, 2009

Karşılıksız reklam nasıl yapılır?

Çenemi tutma günlerimin içinde yer alan bir Pazar sabahıdır. Birkaç zamandır almaya bayılınan ve lakin verilmeye kıyılamayan kiloların artık sonu gelmiştir, diye düşünülmektedir. Kalça takozlarına fazla yüklenince neler olabileceği bilinmek bile istenmemektedir. Zaten nazın niyazın bini bir paraya çıkmıştır. “Acı var mı acı?” diye soranlara güler yüz gösterilmemektedir.

Üç beş kilo eritmenin peşinde koşan tuhaf fanilere baktıkça sinir olası gelen Annoya henüz uyanmış, “Eeee be, doya doya yemek yenmeyen Pazar’a Pazar mı derim?” yörüngesine hemen giresi gelmiş..., ayakları geri geri gidecekken eline Hürriyet Pazar eki geçmiş..., ve deeee tam sayfada ilanen ‘Pazar günü nefis bir kahvaltı’ resmedildiğini görmüştür.

Tarifi mümkün olmayan bir heyecan sarmıştır içini. Artık çok geçtir. Gözünü, elindeki sıcacık kahvesini dahi görmeyecek kadar, bu fotoğraf bürümüştür...;

... diyerekten başlasın bu ne idüğü belirsiz yumurtalı tarif. Öyle, çünkü adamlar bu fotoğrafı yemek tarif etmek maksadıyla değil, beyaz eşyasını reklam etmek uğruna yayınlamış.

Başlarken de hikaye edildiği üzere, ‘az ve öz yemek’ şartlanmasında olduğum günlerdeyim. Dün enginarlarımı bir parmak sade suda yumuşatırken, iki kaşık sızmadan gelmeyecek zayıflık gelmesin madem, diyerekten sızmamı da ilave etmiştim. Şimdi bu fotoğrafın tarifine "O" enginarlardan bir tane seve seve girecek. Zaten görülmekte olan taze soğan ve maydanoz, bir miktar da dereotu doğranacak.

Bu bir omlet olmalı aslında ama benimki omlet ötesi, krepsiye doğru bir baza olacak... Baza, çırpılmış iki yumurtanın, iki kaşık un ve 100 ml krema ile tekrar çırpılmasından elde edilecek. Tuzu şaşmaz, deniz tuzu* olacak. Yatağında dediğim malzeme yatacak.


Bu keyfin arkasında kim var biliyor musunuz?

Olmadı be kardeşim, böyle bir fotoğraf çekeceksin de altına imzanı basmayacaksın.


Basmazsan basarlar.


Annoya Annoya, senin dilinin altında başka birşey mi var?

* süper hizmet, söylemeye gerek yok http://www.hepsiburada.com/ (Tariş'e girin)

Cumartesi, Mayıs 23, 2009

Tek yönlü muhabbet

İki gelinciğim benim


Dağ bayır yine kırmızıdan tarlalarla doldu. Sonra bir tanecik de benim oldu. Günlerdir tüylü narin tomurcuğuna gözüm gibi baktığım gelinciğim bu sabah al gelin çıktı karşıma.

Geçenlerde Annem Selma, "İşlediğin gelincikli abajur şapkasını yıkattım temizlettim, alıp kullansana," demişti. Alıp gelmiştim ben de eve. Yine bir sürü yıllanmış anıyı alıp sırtıma, ağır bir yük taşırmışım gibi.

Paraya dair...

"Paran rezil olacak ama sen asla." Bu Annem Selma'nın sözüdür. Daha doğrusu şöyle der, "Paramı rezil ederim ama kendimi etmem." Bu söylemle Annem Selma, her durumda ve yerde gerektiği gibi ve kadar harcamanın doğru olduğunu anlatır.

"Para, yakınlarında kimin neyin ihtiyacı varsa oraya gitmeli." Bu benim sözümdür..., bunlar da; "Para parayı çekmez, harcadıkça bollaşır... Parayı istifleme, tedavülden kalkabilir." Böyle böyle dediğimde şöyle demek istiyorumdur; "Etrafını iyi kolla: a) Aç/ihtiyaç sahibi kedi köpek kalmasın yollarda. b) Okumak isteyen herkes okusun diye her yere uzat elini. Çocuk, genç veya yaşlı, istemeyene de uzat, ola ki heveslenir...

"Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl." Bu Babam Nuri'nin lâfı idi. Kötü alırsan vira alırsın aynı şeyden, iyisini alırsan bir tane yeter yıllarca kullanırsın manâsında.

Parasızlığın dibine vurmuş ve de parayı görmüş biri olarak bu muhabbet beni kesti. Verdiğim bir iki nasihat de, ne gördüysem oydu.

Maksadımı aşmadım inşallah.

Çantanı göster kim olduğunu söyleyeyim


Herkes uzun zamandır poşetlerden torba/çanta filan örüyor. Geçenlerde Robert Kolej kermesinde ilk kez kurumsallaşmış naylon poşet örücüleriyle karşılaştım. Sonuçlar iyiydi. Güzel işler çıkartmışlardı, kerli felli hanımlar da satınalmaktan geri kalmadılar.

Fi tarihlerinde rafya (hasır) furyası vardı hani, neler neler yapardık, çantalar mi küpeler mi istersiniz. Neyse işte, artık cebren de olsa evime girmeyi başaran naylon poşetleri sürfile makası ile şerit şerit doğrayıp tığlayacağım. Vallahi pazar filesinden gece çantasına kadar oldurmuştu kermestekiler.

Yine de her şeyin bir yeri olmalı ve marka çanta kullanılacak yerler de var mutlaka. Ancaaak, marka çakması yerine poşet paçavrası evladır, tabii anlayana.

Sürfile makasının naylon doğramada etkili bir görevi yok. Kumaş değil ki tarazlansın. Bu durum sizlere sürfile makasımı göstermek için yaratıldı. İleri tarihlerde, elimdeki renk renk desenli basmaları, adi patiskaları filan doğrayıp süveterdi blûzdu gibi giyeceklerin, şalların atkıların imalatına gireceğimin yolunu açma bâbında yani.

Bu arada çöp torbalarımın Koroplast doğada çözünür tip olduğunu..., upuzun fermuar şeridi halinde satılan T-box'ın, fermuarı zızzzzt diye kapatınca çok şık bir her durum torbasına dönüştüğünü..., ve de Annem Selma'nın nostaljik pazar filesini de görsellerimiz arasına ekliyorum.

Yaratıcılığımı severim

Bir ömür boyudur eften püften şeyler yapar yaratırım ya, pek memnunumdur kendimden.

Şimdiki muhabbet kafamın büyük, ayaklarımın pompon olmasından doğmuştur. Mevzu şöyle ki, senelerdir havuza girmek için kafama bone geçirmem gerekiyor. Kolaysa başınıza gelsin, böyle başa öyle kolay kolay bone bulunmuyor. Bezden ve XL kafa boyunda olanlardan aranıyor, ayaklara kara sular iniyor, spor mağazaları 'yok' satıyorlar.

Annoya'nın aklı nihayet başına geliyor, evdeki rengârenk Ören Bayan nakış ipliklerinden çok şık bir bone yaratmayı başarıyor. Öyle ki gittiğim havuz dalgalanıp da durulmuyor, sular yerinden oynuyor. Havuz halkı nerden bulmuşsam oradan bulmak adına kuyruğa girip beni sorguluyor.

"Namaz takkesinden yola çıkın," diyorum, "dantelli değil de sık iğnesini yapıverin..." Hem gülüyoruz hem de iki ara bir derede koca kafalıların bu müthiş derdini halletmiş oluyoruz, değil mi ama?

Börek ayaklılar için

"Bir emsal çareyi küçük ama şişman ayaklarıma da bulabilmek için neler vermezdim," derkeeeeen...

Bizim memleket bu dertten muzdaripleri yalınayak bırakacak neredeyse. Polaris ve Ceyo modellerine fit olmaya da hangi gönül katlanır?

İtalya'da pabuç almanın keyfi bambaşkadır meselâ. Collo alto dersin yani üstü bombe, hafiften börek ayak manâsında, her tarzda her modelde ayakkabı bulunur ayağına.

Böyle kötü kötü ayakkabı komplekslerinde olduğum bir gün, bir AVM asansöründe bir hanımefendi ve ben duruyoruz. Bir bakıyorum ki ne görüyorum? Hanımefendi gırla elegans ama ayaklar kırk veya üstü ve taraklı, kemikler çıkıklı, eni konu da şişman... Benim ayaklarım onunkilerin yanında zerafet abideleri sanki. Ayakkabıları fena değil ama, hattâ zarifçe, hattâ babet... Ahaaaa Oya amman Oya, tepme bu fırsatı, derdini demeyen derman beklemesin...

Neyse öğrendim dakikada. Portekiz malı Aerosoles, Desa'larda satılır. Koştum gittim, Desa'yı buldum, bir çift aldım bir de ısmarladım. Çok beğenmedim belki modelleri ama kuş kanadı gibi sanki ayaklarımda, uçuşuyorlar adeta.

Bu sıkıntımı da bir nebze olsun giderdim işte. Şimdi ister misiniz herkes irili ufaklı bir yerlerini ve de bulduğu çözümleri anlatmaya başlasın!

Bu kadarı yeter...

Çok muhabbet tez ayrılık getirir, derler.

Cumartesi, Mayıs 16, 2009

Enginar, bakla e voilà...

Tam sevdiğim gibi oldu. Herkesin her yediği hep sevdiği gibi olmamalı ama. Bildik yemeklere alışmış olur da neyi sevdiğini, nelerin sevilesi olabileceğini bilmeyebilir herkes. Karmaşık bir söylemle, "Aaaah benim bu sevilesi hallerim," diyorum yani. "Mutfak benim ben mutfağın, el de baksın da yapsın," demek istiyorum. Daha önce de söylemiş miydim böyle şeyler? Mükerrer olmayayım yani kendimi beğenmişlikte!


Bay Enginarcı'ya bir limon uzatıp, "Dört tane hazırla," dedim. O biliyor, çeşme suyunda limon tuzuna yatmış olanları almaz ablası. Döndüğümde içinde saplarla birlikte hazırdı enginar torbam. Yetmedi tabii, yine kaydı gözlerim iç baklaya. Yarım kilo da iç bakla. Bunlar birbirlerini tamamlamak için yaratılmıştır sanki. Ya kısmet, ne yapsam bilmiyorum. E zaten vakit dün, akşam.

Bu sabah da bilmiyorum ne yapacağımı. Sıcak istiyor canım enginarı, yemek gibi de değil, içmek gibi de olmasın...

Peki ben enginarla baklaya parmesan yakıştırmıyor muyum çok? Daha önce de böyle numaralar çekmişliğim yok mu?* O zaman ikişer orta boy soğan ve patates, üç diş sarmısak, enginarlar ve sapları, iri doğranmış halleriyle başlanıyor haşlanmaya. İçinde ezebilecek kadar suyu kalınca bızzzzt yapılıyor, bızzzt yapılırken az limon ve deniz tuzu katılıyor. Lezzetlerin dik alâsı zaten içinde var, başka baharat çektirmiyorum canıma.

Onlar pişe veya haşlanadursunlar, Annoya yine iç baklanın içini çıkarma işine girişiyor. Koyuyor onları da bir kuşaneye bol taze soğanla birlikte, on dakika fazla değil, pişiriyor. Neyle? Sızma ile tabii.

Şimdiiii bu püre gibi de çorbaya da yakın, tam da ağzıma layık olan enginar ezmesine şunlar ekleniyor; kırt kırt kesilmiş dereotu, tırt tırt çentilmiş parmesan, şimdi pişen iç baklalardan üç beş kaşık. Az mı az tereyağı ekleyip buyrun karıştırın hepsini.

Serviste yine parmesan, yine dereotu ve bir top acı biber, bir kaşık dolusu iç bakla ile birlikte çorba kasesinin süsü olacak. Parmesan ince ince uzayacak kaşıktan... Limon ekşisi parmesanın dile değen ince acısına yapışacak... Kadife yumuşaklığında enginar ezmesine iç bakla taneciklerinin muhteşem dokusu katılacak. Sarmısak baş kaldırmayacak lezzetlerin arasından ama orada olduğunu, soğanın vazgeçilmez dostu olduğunu hissettirecek.

Bu tarif var ya bu tarif, devamını getiremiyorum çünkü bu tarif hakkında ne desem boş olur...

...veya devam da edebilirim, önce tereyağında soteleyerek tra la la..., az kremayla çırparak bla bla bla..., et suyu kullanarak e voilà...

Derken de baklamız vardı tabii. Küçük ve hafif bir zeytinyağlı tabağı olarak kayda değer nefaseti ile sofradaki yerini aldı.

Çatlıyorum vallahi keyfimden.


* http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2007/06/kekikli-i-bakla-yahnisi.html

Perşembe, Mayıs 14, 2009

Patlıcan salatası mı, zamanı mı?

Közlemek lazım tabii. Hatta odunları önce harlamak sonra korlamak, derken küllemek ve sonra közlemek lazım. Bu mangal imkanları her an elimin altında mevcut değil. Dolayısıyla her patlıcan salatası yapmamın bir başka pişirme şekli oluyor.

Mevsimin ilkini bütün patlıcanları tavada, tavaya azıcık sızma sıvazlayarak ve de tepesini folyo kapatarak hallettim. Tavam oval balık tavalarından. Yıllardır balıkları boylu boyunca ızgara edip yemek için kullandığım bir emektar tava bu. Patlıcan misali uzun olan diğer gıdaları pişirme işlerine de yarıyor tabii.

Orta ateş iyi geliyor. Oval ya tava, ocağın üzerinde aşağı yukarı dolaştırılarak içindekilerin eşit pişmeleri sağlanıyor. On dakika kadar sonra çevrilip yine salla yuvarla hareketleri ve iş bitiyor. Soyması en kolay, uzunlamasına bir çizik atıp çekin kabuğu.

Irkçı duygulara kapılıyorum her patlıcan soyuşumda. O kapkara sert derinin altından yumuşacık akça pakça bir lopluk çıkıyor.

Yarım limon suyu ile halleştirip bıçakla parçaladığınız patlıcan löplerine sonra ne isterseniz ilave edersiniz.
Ben ilk yaz diye çekirdeklerini çıkardığım domates ve sivri biberi doğradım ince ince. Az da sızma ve tuz ilave ettim.
İlk yaz dediğime bakmayın, eminim hepsi seraydı kullandıklarımın. Can çekti işte, bekleyemedim tarlasını.
Dün kendimi güneşe serip güzelce ve hafifçe de yanınca.
İyi yazlar.
İçinden patlıcan salatası geçen başka yazılarım buradan aşağıya kayarak okunabilir ve aynı zamanda eğlenilebilinir.

Salı, Mayıs 12, 2009

Az muhabbet

Bir Anneler Günü hatırası. Yine dört nesil. Yine keyif bizim, köyse keyfimizi rezil eden Bizim Tepe. Bu Bizim Tepe'de yediğim son açık büfe yemeğidir. Her seferinde bundan daha kötüsü olamaz dedirten başka bir yer tanımıyorum; şekilsiz, lezzetsiz, sunum özürlü...

Hoş alakart da yesen pek farklı olmuyor ya. İki üç güler yüzlü emektar garsonumuzun gayreti dışında, BT'de yemek bitmiş bitmiiiş.

Robert Kolej Mezunlar Derneği Sosyal Tesisleri'ne kitaksi*.

Kısmet bizim Lucy'nin iyi dostlarındandır. Anne babalar seyahatte oldukça onlar birbirlerine misafirliğe gider ve çok eğlenirler. Kısmet az daha yaramazdır Lucy'den. Oyuncaklarını saklar bizim Lucy'cik, yoksa hepsi paramparça oluyor da.

En sevdikleri oyun alanı sehpa altıdır.

Bizim ailenin çay saatleri nedense paskalya çöreği ile anılır. En başta ben olmak üzere pek severiz bu çöreği. Pamuk gibidir, sakızı da vardır, mahlebi de pek dozundadır, çok da güzel kızarmıştır, ağızda eriyordur, tadı damakta kalıyordur... Söyler de söyler, her yediğimizi bir başka methederiz. Daha çok satınalınmasına alışmışızdır ama Annem Selma'nın mutfağında pişenlere methiyelerin ağız dolusu yakışık alır.

Bulgar topraklarından kopup Annem Selma'nın evinde soluk alan Zehra Hanım'ı ismen tanımıştık hani, buyrun şimdi de resmen karşınızda. Yukarıdaki paskalya çörekleri onun marifeti. Ne yalan, yediklerimizin en güzellerinden. Tarif almaya çalıştım ama zor, başında durup bakmak gerek bir gün.

Laf olmuş torba dolmuştur.


* (Rumca) mecazi anlamda "RCMDST'ne geeeel!"

Perşembe, Mayıs 07, 2009

Firildakizbiz.com

Ne zamandır ekranda yokum. "Poz ver," deyince hemen veriyorum halbuki. "Oyna," diyor oynuyorum, daha n'apim? Neyse bugün, "Kırmızı çiçekli sardunyalar aşkına," diye miyavladım da, karşınızdayım işte...

Pencere dışlarımızı, yani cumba üstü dam çiçekliğimizi kırmızı sardunya dolduruyoruz. Her yıl isterdik böyle yapmayı da, sonra karışırdı durumlar. Malûm Annoya'm çok fena çiçek çalar. Öyle her gördüğünü de yürütüp camımızın önüne dikince burası af buyurun ama çingene çalar kürt oynar misali oluyor. Bu yıl daha çok paramızla alıyormuşuz sardunyalarımızı, ondanmış hep kırmızı hep kırmızı çiçekli olmaları.

Benim daha anlatacaklarım var, azzz sooora. Annoya'm önce şu mutfak hallerini bi yazsın bakalım.

Almadan duramıyorum. Gözümden yaş çıkara çıkara yediriyorlar bana kendilerini, dilimi dağlıyorlar sanki, yine yiyorum... Jalapeno mu nedir, biber yani nam'ı diğer. Aslen Meksikalı ama haylidir yurdum topraklarında da yetişiyor, hatta market kavanozlarına Casa Fiesta markasıyla bağımlı kalmayıp turşucu tezgahlarında da bulunuyor.

Jalapeno dilimleri bizim tatsız hindi filetosu ortamına katılıyorlar şimdi de. Sonra da o hindi filetosuna tatsız diyenin alnı karışlanıyor.

Tavada az sızma ve hayli jalapeno turşusu suyu, dediğimiz hindi parçası, domates dilimleri ve sarmısak dişleri de var. Üstüne üstlük hellim peyniri, patates soyucusuyla yapılmış incecikten dilimler halinde. Turşu ve peynirin tuzu yetiyor da artıyor bile, fazlası koyulmuyor.

Sıkıca folyo sarın üstüne, ateşte onbeş dakika fazla bile.

Kekik dalım ve nanelerim benim yetiştirdiklerim; başka yerde olmayan lezzetlerim.

Ben de haftada birkaç gece çitliyorum çitlemesine de çekirdek beğenemiyorum artık. Tam bu güzeldi derken o bozuyor, ötekini zaten beğenmemiş oluyorum falan. Neyse bu da geçti, madem öyle 'kendi lezzetimi kendim üretirim' sloganıyla yola çıkarak çiğ çekirdek almaya başladım. Nereden derseniz eğer, tatlı kabak mevsiminde kabak da satan benim enginarcıdan. Adam emekli olunca zengin oldu vallahi. Küçücük bir tezgahla yolun ortasında işe başladı, derken kamyonet, derken küçük bir dükkan. İnsan iş yapmak istesin ve de yaptığı işe yatkın olsun yeter ki, var ya karada ölüm olmuyor.

Çekirdek lezzetlendirmede iş önce yine üç beş damla sızmaya düşüyor. Sızma tavaya, ardından ne tadında çitlemek istiyorsam çekirdeklerimi o tat da tavaya. Bende baharat çok. İnanılmaz lezzetler çıkıyor ortaya.

Sıcak sıcak, çit çit. Çekirdek kabukları biraz da ortalığa saçılıyor ama olsun, ertesi gün Şemsi'cik geliyor ve bana canımın sağolması dileklerinde bulunuyor!

Bu öneri önemli: tava kapalı olmazsa eğer çekirdekler daha tavadayken kendilerini çitleyip uçuşuyor ve mutfağı patlamış çekirdek tarlasına çeviriyorlar. Ben yağ sıçramasın diye kullanılan telden yararlanıyorum bu durumda.

Tezgahta mısır vardı. İçime Londra girdi birden. Değişik değişik mısır lezzetleri koyardım sofraya. Bizde pek adetten değildi o zamanlar yemeklerde koçanıyla mısır yemeler. Oluyor ama artık, olmalı.

Mariachi marka sarı tequila ile vatandaşı jalapeno müthiş yakıştılar mısıra. Bu işi de tavada hallettim. Nefis kokan bir tereyağı kullandım, aynı Londra'da yaptığım gibi. Mısırlar tuzlanıp, üstüne kapak kapatılarak kızardılar, çevrile çevrile tabii. Onları alınca tavada kalan yağ içine bir iki kaşık galeta unu, jalapeno parçacıkları ve azıcık tequila kattım.

Hasta la vista...

Bizim çocuklar, yani Nurci ve Aycan bana NY'dan oyuncaklar getirdiler. Mavi tavşanımı çok sevdim. İçi catnip dolu olduğu için yanımda taşıyorum gittiğim yerlere.

Toptan pek birşey anlayamadım. Kedi topları daha küçük oluyordu sanki, değil mi ama? Bu kuçu topu işte, kuçu topu. Neyse hediye olduğu için ağzımı açamadım tabii, sevmiş gibi durdum öylece.

Fırıldakız fırıldak.

Annoya'm acıları yiye dursun, akşama bana yine pirzolacık verecek.

Uzattık.

Kısa kessek başka havadan olacaktı.

Kanserli hücrelere acı biber iyi gelirmiş, derler:
http://www.sagliksiteniz.com/aci-kirmizibiber-kanser-hucrelerinin-olumunu-tetikliyor.html

Ayriyeten, Ev Cini'nin taa 2006'da yaptığı Jalapeno Poppers tarifini kaçırmayın, derim.
http://www.evcini.com/2006/08/jalapeno_popers.html


Cuma, Mayıs 01, 2009

Sağlıklı bir mayıs sofrası

Zeytinyağlı kabak deyip geçmeyin, diyor şefiniz. Bir baş, iki baş sarmısak veya fazlası esirgenmeyecek. Soğanı kar beyazı, yarım ay yarım ay, piyaz kesiminde olacak. Limon sıkılacak, şeker atılacak, tuz koyulacak..., zeytinyağı her zeytinyağı değil sızma veya daha ötesi olacak.

Ben bunları yazarken Taksim Meydanı iyi durumda. Meydana girenler memnun mes'ut, ağızları kulaklarında. Dışarıda kalanlar etrafı kolluyor, ortamı zorluyor ama giremiyorlar.

Erzurum'un ispir fasulyesi mutlaka bulunacak. Bulunmadığında pilakiniz mümkünü yok bu lezzette olmayacak. Kereviz yaprakları olmadığında da tutmayacak lezzeti. Lakin ve ne yalan söylemeli, ilk defa Tat domates püresi ve pembe greyfurt suyunda pişirdim pilakimi. Pembesi daha tatlı, sarısı acımsı bunların, tercih pembe yani yoksa bu yemek bu yemek olmayacak. Domates püresine gelince, günahı Annem Selma'nın boynuna! Bende kalırken hani, almış kullanmış bunlardan belli. Memnun kalmadım diyemem, kaldım. Üstelik avuç dolusu para saydığımız domatesler ne kadar sağlıklı ki?

Gerisi malum, sızmanın adını her yerde koyuyorum; sarmısaksız pişmez, şekerin tatlısını da ister, az çok kırmızı biberin acısını da. Piştikten sonra bol maydanoz doğranıp kapağı kapatılacak, demlendirilecek.

Fena halde pilaki.

Tarlabaşı fena karıştı. Karışan başka yerler de var. Vurup kırıyorlar. Atıp yiyorlar... Gaz bombaları yine revaçta. Tazyikli ve boyalı sular hakeza.


Yeşil soğanı yeşil sarmısağı bol, yeşillikleri bol; salatası nanesi maydanozu rokası dereotu. Bir avocado, biberli keçi peyniri, kara zeytinler... Salata başka ne ister?

"Tu ha assaisonnée la salade?" diye sorardı İzmirli tatlısu eltim, kulakları çınlasın.

Qui... Limon koydum, sızma koydum, pekmez üç beş damla, tuz, karabiber, taze kekik..., al sana assaisonnement.

Son satırım itibarile kalabalıklar dağılıyor ama halen çatışmaya çalışanlar var..

Normale dönmüş durumlarımızda, elde kalan savaş alanlarını saymazsak eğer, ölü yok şükürler olsun.

Şükürler olsun.