Kedili Mutfaklar

Perşembe, Ekim 29, 2009

Annoya'mı seviyorum ama sinirli biraz

Biliyosunuz, tezgahta gezmeme bişi demiyo. Evyeye girmeme yasak var ama. Hiç belli olmazmış, ne kadar temizleyip durulasa yine de deterjan artıkları kalıp beni hasta edebilirmiş. Su yalıyorum çünkü oradan. Şimdi n'apıyo? Evye yanına bana su koyuyo. Çok makbule geçiyo. Demek ki sen yüksek yerden su içmeyi daha çok seviyomuşsun, diyo. Annoya'mı çok seviyorum. Evde hiç mama yemediğim yer kalmadı zaten. Sehpalara kütüphanelere mama yerleştiriyo. Ben bulunca birlikte seviniyoruz.


Kuyruğumun mutfak sandalyesinden sallanırkenki hali. Ninem Selma bizde. Mutfakta çok iş oluyo. Şimdi Annoya palamut yapıyo mesela, sadesinden hani. Koydu kenara rakısını da, yaptı salatalarını da, öğlen öğlen oluyo bunlar. Kuyruğum bu sebepten sallanıyo, bekliyorum manâsında. Hem bekliyo hem de Annoya'mı çok seviyorum.
Kuyruğu arada sinir sallayışı ile savurduğum da oluyor. Annoya'm Ninem Selma ile sohbet ederken mesela diyor ki, "Oldu valla, neden olmasın. Pekalâ da çıktı pastanın içinden. Ne yani dansöze benzetmekler filan? Yok şapkadan tavşan, koldan güvercin de desinler yani... Hatırlasınlar da, nereden isterlerse çıkarsınlar. Bir olmazı bebeler. Hani daha tanımıyorlarsa, kimdir nelere kadirdir bilmeyenlerse, pastadan çıkan amca olma sakıncası var."
Bu minval söyleniyordu, sohbet değil aslında, sinir döküntüsü.
Ninem Selma derseniz, domuzsal bir takıntı bağımlısı olduğu şu günlerde aile fertlerini sürekli arayıp sorarak kontrollarını hiç gevşetmeden sürdürüyor. Dikkatinizi çekerim. Kontrol. Kontrôl değil. Nasıl incelmişiz bu kadar, neden incelmişiz Annoya'ma göre belli değil. "Fransız ekolü anasını sattığımın herkesi," diyor. Ekönömi ne ekölünün ekonomisi peki? "Batıyoz ulan batıyoz. Elde avuçta kalmadı kimsede."

Ben arada kuvvetlice kuyruk yaptım. Yırtık dondan çıkar gibi, dağdan çayırbaşına inenlere atıfta bulundum zanneden Ninem Selma, "Aaaaaah," dedi, "yaşasa bir destan daha yazardı..."

Ara ara da kafamı gösteriyorum öbür yandan. Hadi Annoya hadi, manâsında. Palamut zamanına ne kadar var daha?


Beklenenler bunlardı. Azsss soora oturup yedik güzelce. Sızmaydı tuzdu limondu biberdi karışımı ile ovalanan palamutlar ocak üstü ızgara. Yaaaa Annoya'm, makinenin ayarıyla oynayıp durmasana. Kepaze ettin balıkların fotoğrafını yine. Neyse, seni çok seviyorum. Bana bu kadar değer verdiğin için, yasak masak koymadığın için.

Dündü. Annoya'm, Annem Kimsecik'e köşe yaptı. Altta ben de varım. Kartondan kediler, kalpler, yün yumakları ve falanfilanlar var. Bu köşe bizi çok mutlu etti. Şehit aileleri o sırada dayak mı yiyordu ne ekranda? Bir bizim anı köşemize baktık, bir de onların haline... Bakakaldık.

Annoya'm bir yandan da yeni bir kardeş için ağzımı arayıp duruyor bugünlerde. Mine Teyze bulmuş, adı Pamuk, diyo. Ninem Selma şiddetle itiraz ediyo. En azından o buradayken Pamuk bu eve giremesss yani. Şimdilik rahatım. Annoya'mı çok seviyorum.



Burada tavşanpotla oynarkenki halim resmediliyor. Ahtapot bacaklı tavşanıma tavşanpot diyoruz. Pamuk bize gelirse adı Mamuk olabilirmiş. Yamuk olsun daaa iyi... Bu evde dedikodu biter gibi değil ama bazı yasaklar var, konuşamıyorum. Olsun, Annoya'm seni seviyorum.



Gidiyorum.
Annoya'ma bir sinir yıkama yağlaması yaptırıcazzz.
Yazamaması asabiyetten galiba.
Hepinizi de sevsem olmaz mı?

Salı, Ekim 20, 2009

Havuçlu havuçlu...

Öğlene yemek akşama çorba


Tarlasına koysanız beni, uzun zaman başka yerlere gitmek istemem. Taze taze kıtır kıtırına bayılır yerim. Kış yemeklerim, çorbalarım aşıktır havuca, hem rengine hem tadına. Rendenin genişinden geçen salatası bol maydanoz ve limonlu, darından geçeni sarmısaklı yoğurtlu. Seviyorum işte, var mı diyeceğin?


Kışlık haşlamalar çokça itibar ettiğim yemekler. Etten tavuktan yapılır, yanına sebzeler katılır. Mutfak bitkiliğimde dört mevsim alesta odun saplı yeşilliklerim, yani biberiye ve defnelerim hiç eksik olmaz, haşlamalarıma lezzetlerini katarlar mutlaka. Süs biberlerle top biberler ve karanfil de kendilerini hafifçe belli eder lezzetin bir kıyısından.


Öğle vaktinde bir tabak tavuklu haşlama tencereden ayrılıp tabağa ve bilahare mideme girdikten sonra, arta kalandan akşama çorba yapılır. Bu vesileyle herhangi bir sıvıyla, ki varsa tavuk suyu, kullanıyorsanız küpsu veya bildiğimiz iyi suyla çoğaltılıp bıııızzzzzztlanır. Bir yumurta ve yoğurtla terbiye hazırlanıp çorba suyu ile ılıtarak katılır tencereye.

Bu da akşam yemeğimdi işte.

Acısı biberden tatlısı elma

Tatlı tatlı dururlar ya bakmayın, nefesini tıkıyor acıları insanın. Canımın çektiği de bu, acılı havuç çorbası ama yanısıra ikişer havuçla patates, birer kereviz soğan ve bir de tatlı elma.

Biberlerin acısıyla elmanın tatlısı birllikte kaynayıp da kaynaşmayınca meydana çıkan lezzeti anlatmak zor biraz.
Şey gibi, bir lezzet çıkmış ceza veriyor sanki bana, "Diline acı biber sürerim haaaa!"
Diğeri mahçup, "Seviim de geçsin, öpiiim de geçsin..."
Yine bızzztlanmışlardı tabii, kuşanede ne var ne yoksa, bu sefer defnesiyle de biberiyesiyle de.


Kış geldi geliyor.

O çorba bu çorba, denenmişler bir kenara.

Şimdi ağzımızda yeni lezzetlere yer açmak lazım, değil mi ama cancağızım?

Perşembe, Ekim 15, 2009

Pilav üstü incir

Kavak incirlerinin son haftası. Beylerbeyi'nden Boğaz yolunu ilerlersek, mevsiminde adım başı görülen incirciler ikiye üçe düştü bile.

Patlıcan incirleri ile büyüyen çocuklara yabancı gelir ama incirin esası onlardır. Ecdadı İstanbul'lu olup sonradan yolu artık bolca yetiştirildiği Havran'a da (Balıkesir) düşmüştür. Biz onunla büyüdük. İncirin kurusu deyince ballı İzmir, tazesi alınınca çift taraflı İstanbul Boğazı manzaralı yerlerden toplananlar gelirdi akıla. Yenmeyeceğinin üstüne basmak için Babam Nuri'nin patlıcan incirlerine 'ayıcı incir' demesi bizi çok güldürürdü.

Annem Selma incir reçellerinin şahını yapar; yeşili de yeşilli morlusu da, ikisi de kavaktan olur. Zamanları gelince bizim sahilin incir ağaçlı bahçecileri kapılarını açarlar bana. Toplanır, yenir, sohbeti yapılır, tarifi edilir..., sonradan iade edilecek bir sepete nazikçe yerleştirilir ve götürülür Annem Selma'ya. Kilolarca. Bana dönüşü muazzam olur tabii, kavanozlara yerleşmiş delicatesse halinde.
Dedim ya, artık mevsimi bitti. Elimi bol tuttum son yemelik incirlerimi alırken. "Peki ben bunlardan olmadık birşey de ama ne yapsam?" derken fırın tepsisini elime almıştım bile.

Tepecikleri kesilen incirler dipleri bütün kalmak üzere dört yapraklı çiçek gibi ayrıldı. Üzerine birkaç kaşık demlikteki Orange Pekoe gezdirildi. Gezdirmeye devam ediyorum; üstlerinden akıta akıta pekmez, serpme kahverengi şeker, bir portakal suyu ve rendeleyerek kabuğu.
Gezmeler bitti, dolaştırmaya başlıyorum..., tane biberler, karanfiller ve daha neler? Arkadaşım Suzette'in komşusu Malatyalı Hasan'ın memleketten getirdiği kayısı bademleri. Mutfak camımdan biberiye dalcıkları. Kırıp da attığım bir kuru süs biberi. Dondurucudan çıkardığım tereyağımı da, rendeleyerek* dolaştırıyorum. Bitti galiba Oya, ver fırına bakalım.

Yok yok, ben bu lezzeti hiçbir yerden tanımıyorum. "Yani olsa olsa bu kadar olur," diyorum, bir seviniyorum bir seviniyorum. Nasıl kullanacağım çak çakıyor kafamda, beyaz pilavla.
Bir pilav yapılsın şöyle tereyağla mereyağla, hazır incire katarak bulaşmıştık zaten, olsun mu bana muazzam bir lezzet?

Annoya'm yenisiyle maraza çıkardı, eski sevgilisinden yazıyo. Kararı bozuldu valla kadının. Karar önemli. Kararı bozulunca kafası da bozuluyor. Baksanıza fotoğrafları bile kötü kötü çekmiş.
E ben de n'apiiim, sıkıldım uyukluyorum yanıbaşında.
Sonra, o pilav üstü incirini yerken bana az pilav pirzola verdi.


* Bir özelliği olduğundan değil. Kırk yılda bir kullandığım için tereyağım dondurucuda durduğundan.

Pazar, Ekim 11, 2009

VAIO con dios

Yine başım tatlı belada. Her değiştirdiğim eşya ile bir süre Japonca anlaşıyoruz ama aslında ikimiz de Japonca bilmiyor oluyoruz. Sevgili HP'ım kafamı bozuyordu. Duraklama devrine geçmişti. Hani karı kocalık tükenir, arkadaş olduk artık nameleri başlar ya, biz de öyle. Bakışıyoruz ama arkadaşlık bile değil neredeyse yabancı olmuşuz, el ele tutuşsak dahi elektrik alamıyoruz.

Kolay da değil terketmek? Onu hayatımdan çıkarır çıkarmaz devreye yenisini sokmak. İyisi mi biraz soğukluk girsin dedim araya. Uzaklaştım, açmadım yazmadım okumadım mümkün olduğunca.

Gide gele, geze dolaşa, dokuna bakışa..., arıyordum işte uzuncadır, yenisini. Aradıkça bir tuhaf oldum. Makineler acayip olmuşlar. Kara rugan pırıltısı kapaklara parlak ekranlar gizlenmiş. Kapalı görselinde çiçekler alevler, açtın mı ışıl ışıl. Hani Boğaz Köprüsü ışıklandırması var ya Anadolu pavyonları düzeyinde, bende yaptıkları çağrışım eşdeğerde. Bir başka çağrışımı da varoş oğlanların tuhaf kesilmiş pis saçlarındaki jöleli modeller. Yani dövebilirim, ölebilirim, öldürebilirim, öyle oluyorum anlayın.


Neyse bir marka ve bir model bulundu, gönül gönüle gelebildiğimiz. Ben gözlerime inanamadım siz de inanamayacaksınız belki ama kenarında "Sade ve Şık" yazıyor. Allah sizi inandırsın diye fotoğrafladım! Bayağılık adilik bu seviyede yani ki, sadesini belirtmek durumunda kalmışlar.

Şimdi alıştırma devremizdeyiz, ne nerede pek bilemiyoruz ama çalışıyoruz işte.

Vaya con Dios.*


* Allah yardımcın olsun

Pazartesi, Ekim 05, 2009

Pasta e fagioli

Kuzeyde değil ama Roma'dan aşağı pek sevilir İtalya'da. Pasta e fagioli (pasta e facyooli), daha güney ağzıyla pasta e faciola (pastayfaçiola). Tarifi olmayan bir yemektir. Adında geçen kuru fasulye ve de küçük kesme bir makarna çeşidi kullanılmak şartıyla her tadı alır. Her mutfağın tarifi ayrıdır, her tarif günün malzemelerine göre değişerek uygulanabilir.

Buraya kadar anlaştıysak, size hararetle tavsiye edeceğim bir kış yemeği kazandınız demektir.



Lezzetine lezzetler katarak haşladığım ispir fasulyemi kıymalı pişirdim. Hava yağmurlu serin, yemeğim acı salça sıcağı...


Fasulyelerin iyice sulu olup da makarnaları içinde yüzdürdüğü veya makarnalar üzerinde sos gibi yendiği durumlar söz konusu olabilir.


Bu mutfakta her durum o anın keyfine göre ayarlanmaktadır.


Zaten pasta e fagioli ayar vermeye çok müsait bir yemektir.


Kış sofralarınızı bu duruma göre ayarlamanızı şiddetle öneririm!


Az önce de hararetle tavsiye etmiştim zaten.