Kedili Mutfaklar

Salı, Nisan 27, 2010

Kızılcıklı kara kek


En hoş tarafım ne yaptığımı, ne yapacağımı bilmemek. Son yıllarda blog yazarak yemek keyiflerimin çok üstüne gittiğim için sizlere yansıyan tarafım sadece mutfaktaki belli belirsiz hallerim. Oysa yaşamımın her safhasında var, bu benim bende pozitif ve yaratıcı etki yapan yaşam biçimim.

Aylar ya da günler öncesinden düşünerek alınan kararlar sonucu gidilen yerlere hiç gitmemişimdir mesela. Bırakın seyahati, bir alışveriş merkezine gitme kararı dahi almamışımdır. Yalnızca o an gelmiştir ve ben sadece yola çıkarım. İçimden bir ses beni oradan oraya çağırır, o yoldan çıkarır bu yola sokar ve de sonunda vardırır. Vardığım yerin olmam gereken yer olduğuna her zaman inanmışımdır.
Kendi kendime, "Varılan yere kadar geçilen yollar da çok önemli," derken, gazete okuyup TürkMax'de Jess seyrederek oturduğum koltuktan kalkıp mutfağa gitmeyi düşünüyordum. Sonra sırasıyla sekiz sayfa İstanbul Lale ile Sümbül, Selim İleri okudum. Arka bahçe kedilerimizin mevsim annelerine pencereden dil peyniri attım. Üst komşumun kapısını çalıp kendime kahve yaptırttım.
Eve döndüm, ıvır kıvır dolabımın yün departmanını karıştırıp Melisa'ya başlık örebileceğim bebe yünlerimin renklerini saptadım. Bulmaca çözdüm. Annem Selma'yı aradım, yarım saat o anlatıp ben dinlerken bir yandan da Cancan'ımı fırçaladım; pencere çiçeklerime yaprak/çiçek yaptırıcı duygulu fısıldayışlarda bulundum.

Halâ eve şeker almadığımı hatırladım. Bu kaçıncı şekersiz kek olacak, bakalım şekerin yerini bu sefer ne alacak? Hah işte keklik unlar da bitmiş. Yerine tam buğday unu kullanmamın nasıl bir sakıncası olabilir ki, olmamalı...

Edremit'ten geçen yıl gelen kızılcık şurubu şişem duruyor buzdolabında, Çiğdem'in kulaklarına kulaklarına çın çııın nağmeleri gönderip kendisine şeker olma görevi verdim. İlaveten Ikea malı kızılcık reçeli de aynı göreve dahil oldu. İkisinin de kızılcık olmaları tamamiyle şansımdı, denk düşmüşümdü.

Valrhona kakaom olabilecek kakaoların en güzellerinden. Enffesss, bitter... File şamfıstık var evde, olsa da olur olmasa da aslında; ya da fındık olur, ceviz olur... Karışım biraz sert oldu diye bulduğum çözüm bir paket krem şanti. Süt yok, olmasın varsın, suyla çırpılmış. Tereyağı ile yapılmasının lezzet yoğunlaştırıcı faydası olabilir ama ben yine Sırma fındık yağı kullanıyorum.

Kabartma tozu çünkü un kendiliğinden kabaranlardan değil, ... ve deeee biraz tahta kaşıkla az biraz da tepeden bızzzztımla çırparak o kek akışımına getiriyorum karışımı.

İrili ufaklı fırın kaplarını fırçayla hafiften yağlayıp kullanmak pek hoşuma gidiyor. Cupcake dediklerinin dışında neden herkesin keklerini kek kalıbı diye satılan şeylerin içinde yaptığını merak ediyorum bir süre.

Koltukla mutfak arasında yaşananlar beni nasıl etkilemişti ki, mutfağa girdiğimde bu tadını tuzunu ömrümce unutamayacağım Kızılcıklı Kara Kek'i yapmaya başlamıştım; bunu düşünmüyorum bile...
Tepesi çatlamış kızılcıklı kara keklerimden kalp hallerinin birine, tepeden az daha sylt lingon döküyorum; pencere önümden nanecik yaprakları ve de...
----------
Demek istediğim, plândı programdı, fazla zora koşmayın hayatı. O hayat zaten kendiliğinden getiriyor dertlerini, zorlarını, çekilmezlerini, acılarını...

Değmeyin, yağlıboya.

Pazar, Nisan 25, 2010

Pazarsı laklak'akara kikiri

Heyecan yapıyorum. "Ara sıra blogda çıkan fotograflarım başka, tüm programı benim sunmam başka oluyor. Alın size işte, üstüste ikinci başköşeyi yazıyooruuum.

Günlerden Pazar, henüz ne yapacağımıza karar vermedik derken, Annoya'm yufka pizzası yiyelim dedi. Yanında da Mine'si rokaları. Önce çok biberliler diye yan çizdiydim ama baktım ki Annoya'm çıtır çıtır yiyor ve de ağzını şapırdatıyor, kaçırmadım giriştim ben de. Ne şekerim değil mi?

Mutfağa girdik ki Kargo yine camda. Kargo'yu anlatsam. Annoya'm ve ben kuvvetli ihtimalle bu kargamızın, yetiştirdiğimiz Kargo (bu linkin ortalarına doğru bebeklik fotoğrafı var) olduğuna inanıyoruz. Geçen gün yine elimizden ceviz yedi. Kuşlar için pencere önüne yerleştirdiğimiz su kabımızı babasının malı gibi kullanıyor. Kuru ekmekler bulup, getirip ıslatıyor içinde yemeden önce. Bebekken yaptığı gibi koca gagasıyla camlarımıza tık tık yapıyor.
O Kargo değilse kim peki?

Annoya'm pizzasını hazırlaya dursun, ben aile içi düşüncelerimi dile getireyim.
Melisa gelmek üzere. Lucy kardeşim ne yapacak bakalım? Şimdilik Aycan Baba sadece Lucy ile oynuyor, yerlerde yuvarlanıp sokaklarda koşuyorlar. Melisa eve yerleşince çaresiz onunla da oynamak zorunda kalacak, onu da gezdirecek.
Bizim eve hiç bebek gelmedi benden sonra, ne kedi bebek, ne de köpek bebek aldı Annoya'm. On'çiiin, bilmem ki ben ne yapardım, Annoya'mı nasıl paylaşırdım? Allah Lucy'nin yardımcısı olsun.


Gülücük Melisa'nın araba battaniyesinin provasını yapıyor. Bu battaniyeyi Teyzem Hülya ördü. Annoya'm kenar süslemesi ve rokokolarını becerdi. Pek sever rokoko yapmayı. Şimdi aynısının az büyüğünden bir battaniye daha süsleyecek. Odasındaki yatağın battaniyesi...
Melisa'ya hazırladıkları odada bulutlar uçuyor duvarlarda ya, bu battaniyede de uçacaklar. Onunla da ben örtünüp poz vermek istiyorum, bittiğinde.


Miyaaaav be, ne pizza ama. Annoya'm Num Num pizzalarını çok seviyor, onlar da böyle yufka gibi. Bizden mi yürüttüler nedir fikrini ;)?
Acele olsun diye tavada yaptı. Fırında daha da güzel oluyor yoksa.
Bugün 25 Nisan, Pazar. Hava mis. Ninem Selma'nın doğum günü.
Hayat şimdiden sonra başlıyor.

Perşembe, Nisan 22, 2010

Bu moooolar başka moooolar

Mooooolarımız geldi. Kapının moooo moooooo gibi çalmasından belliydi zaten. Yoksa ben mi öyle sandım, bekliyorduk ya inekleri.

Bu mooooların bir öyküsü de var.


Mine'si Teyzem http://www.sabunlarim.blogspot.com/ adresinde bize bağ bahçe gezip eğlenecek bir yer açtı geçenlerde. Annoya'm baktı ki şeffaf inek sabun yapmış..., tutturdu opak benekli inek diye.

Yaptı hemen kadıncağız, öyle de iyidir yani Mine Teyze'm. Annoya'm yüzsüz tabii, bu sefer de yüzde beş isterim diye vıdı vıdı etmeye başladı. Fikir sahibi olunca istenirmiş, öyle mi?

Bunlar işte o mooooların %5'i. Bayıldık. Ellerine sağlık Mine Teyze'si.


Evet yaaaa, bayıldık. Ben yuvarlacık yattığım, yatıp da uyuduğum sepetimde fal taşı gibi açtım gözlerimi. Hemen koşup kolimizin boşaltılmasına yardım ettim.


Mine Teyze'm bizi utandırdı valla, mooolarla yetinmeyip enfes rokalar, mine gibi bir çiçek, kekik ve bir de çilek fidesi göndermiş.


Dün telefonda söylemişti zaten, ne demişti? "Şimdi gidip roka da toplarım size bahçeden."

Annoya'm sormuştu, ne sormuştu? "Biberli mi?"


"Ay hem de nasıl biberli. Böyle güzel lezzetli rokalar yemiyoruz artık. Meğer ki, parklar bahçeler sahibi dostlardan rastgelsin :)," buyurdu Annoya'm.


Rokalarımızla birlikte bir şirin örümcek, tanımadık bir böcek ve bir yakışıklı sümüklü de geldi Samandıra'dan. Hepsini gerekli yerlere yerleştirdik; pencere önü, balkon, bahçe gibi.


Yattım aşağı... Roka yemem nasıl olsa.


Çileğimiz de daha olmamış.


Mineli gibi çiçeği kemirebilirim ama yükseğe kaldırdı Annoya'm şimdilik. Kemirmeyi sevdiğim orkide müsvettesi çiçeğimizin yanına koydu. Önce onu ve beni kontrol altında tutup kemiriyor muyum, kemirmiyor muyum anlayacak. Kemirdiklerimi çıkamayacağım yerlerde tutuyor.

Hadi herkese güle güle.
Ticari manâda http://www.mineflora.com/ , eğlence babında http://www.sabunlarim.blogspot.com/ 'a gidiyorsunuz dosdoğru.
Beni de bir korku aldı şimdi. İster misiniz Annoya'm akşam yatmadan ağzımı burnumu sabunlasın o moooolardan biriyle?

Salı, Nisan 20, 2010

Elimin hamuru

Sakızlı kek



Yine mi kek? Evet, acısını çıkarıyorum. Keyfimce de yapıyorum ya, değmeyin... Bu kısa aralarla üçüncüsü, sakızlısı, hiç ölçüsüzü.

Bana ne, bana ne... İlk iki kekimin üç aşağı beş yukarı ölçülerle verdiği sonuçlarla, ben kıvam meselesini kaptım ya...; bundan böyle ne katarsam katayım, o kıvamı bulduktan sonra keklerim olacaktır. Benden size lezzet keşifleri gelecektir ve siz de bildiğiniz gibi yapacaksınızdır!

Benim Yeğen Aycan ve Gelin Nurci sakıza hasta, ya da benim deyişimle 'aşklarında sakız var'. Kokusunun tadının, yemesinin içmesinin; adasının, adasında yaşamasının hastası(lar)... Ben de kek yapmaya sarınca olacağına bakın, "Alın size de sakızlı kek," dedim. Hem de bir manâsı vardı, evlenme yıldönümleriydi. Sabah kahvaltısına yetişti.

Kavanoz bekleyen çevirme gibi sakız tatlısı süt içinde eritilip kullanıldı şeker yerine. Aklımla bin yaşandı tabii. Bir iri parça da sakız dövülüp eklendi ama daha da konulabilir yorumu yapılmadı değil. Zor malzemedir sakız. Azıcık fazla kaçırıp nefasetini zorlarsan, acılaştırıverir girdiği yeri.

İşte böyle yani. Un, yumurta, süt, yağ, sakız, sakız çevirmesinden oluşuyor ve de pek güzel oluyor bu kek.

Kendi kek ölçülerinize başvurup uygulayın, bayılacaksınız.

Karambol, kek mi ekmek mi börek mi?

Yine üstün dehama dayanarak becerip adını karambol koyduğum bu ürün bir ne? Bilmiyorum. Sadece yedikçe sormak geliyor içimden, "Bu buuu, nedir buu?"

Kabak doldurması yapmıştım ya az altta, karambola start verdiğim nokta boşalttığım kabak içleri oldu. Sonra katkılar başladı, bir tam kabak rendelendi, bir de patates. Şemsi'nin çokça taze soğan ayıklarken atmadığı yeşil kulakları, artı bir hayli de taze soğanın tamamı, bızzzzt. Bir demet dereotunun kendisiyle bir demet maydanozun sapları bızzzzt. Üç beş sarmısak dişi de bızzzztlansın bir ara. Üçe bir oranında mısır ununa tam buğday unu kullanılsın.
Hakiki sızmaya kıyılsın, ayçiçeği çekirdekleri bolca tutulsun, üç yumurta kırılsın... Renkli top biberler ve de baharatlı deniz tuzum iri iri kırtkırtlansın. Mıncıklanmaya başlansın hafif hafif.

O sırada aklımda keçi peyniri belirsin. Onu da olanca kadarıyla katayım bu mıncıkladıklarıma. Pencere kenarından taze nane ve kekik konsun. Bu kadar yetsin, değil mi?
Aynı fırın kabında her işi bitirip, keksi bir kıvamda attım fırına.


Üstüne üstüne çekirdek, acı kırmızı Umman biberi, az sızma sızıntısı...

İçine çöp sokup kuru çıkarana kadar 175 derece falan fırın, işte o kadar.
Kalanı buzdolabında saklayın. Isıtarak/kızartarak yersiniz, ne niyetine yerseniz artık.
Hadi diyelim ki 'tadında mücver var', niyetine yediniz. Bence de, tadında mücver var!


Belli olmuyor ama Cancan burada elimdeki tabağı koklamak için arka ayaklarının üzerine kalkmış durumda.
"Bana göre değil mi Annoya'm, hadi ama tadına baktırsana," diyor.
Yok, değil. Biberi falan var. Uf olur ağzın.

Pazar, Nisan 18, 2010

Hafta sonu sofralarından

Cumartesi erkeninde aradılar Yeğenim Aycan ve Gelinim Nurci, "Ananeyi Rumeli Kavağı, Kalkancı Kahraman'a götürüyoruz, hadi," diye. İkiletmeden çıktım yola. Kalkan, turbot marine forces halinde bu yıl bizim sularımıza çıkarma yapıyor galiba. Yeniköyden başla Kavak içlerine kadar yer gök yerli kalkandan yıkılıyor.

Eskilerde olduğu gibi dört beş kiloluk iri kıyımlardan değil lakin artık kalkanlar. Kısa zamanda yedi ceddi tükenecekmiş izlenimi veren iki üç kiloluk orta boylarda hepsi.

Büyüyüp lüfer olacak ufaklıklara gösterilen ilgi kalkana da gösterilmeli.

Tadı damağa yapışan hamsili&otlu tava mısır ekmeği ile yenen tandır kalkanın dünde kalması ne felaket, heyhat. Acı acı düşünmedim değil, dürtsem mi acep bir kalkanseveri, düşsek mi yeniden yollara?


Nefis salatalar + kalkan + kazık = balından yenmiyor zira.

Perşembe, Nisan 15, 2010

Kabak doldurması, şık gureba sofrası


Paketin dibinde ince bulgur kalmış, tüketelim. Şok'taki benim sarı oğlan, bir liraya kabak tavsiye ediyor; alalım. Kilosu 5.5'tan 3.5 liraya düşmüş, aportman görevlimiz İsmail kuru soğana çeyrek altın diyor; az kullanalım. Taze soğanların taptaze kulaklarını tabii ki atmayalım, bol bol faydalanalım.


Şimdi zeytinyağlı kabak dolması yapalım bir nevi. Kabaklar tırtıklansın, ortadan ikiye bölünsün, dipleri ayakta duracak şekilde düz kesilsin. Üst taraftan oyulsunlar ama altları delinmesin, kapalı kalsın. Kırmızı iki çarli tencerenin rengi olsun, tepeleri alınıp çekirdekleri çıkarılıp doldurulmaya hazırlansınlar.

İç yapıyorum. Vaziyet şöyle ki; bulgur, kuru soğan, taze soğan kulakları, limon kabuğu, sarmısak, baharatlı deniz tuzum, top biber çekmesi, taze dağ kekiğim ve dereotu öyle veya böyle harmanlanıyor.
Sonra da oyulmuş dışlara karıştırdığım içi doldurdum. Sızma, limon suyu, yeniden tuz biber ayarlaması, ağız tadınıza hitabedecek son rötuşlar...
Tencere dibinde iki üç parmak duracak kadar su. Öyle ki, sıkıca kapatılmış üstü ve harlıca açılmış altı ile, fokurdamasından on dakika kadar sonra kapatıyorum doldurma tenceresinin altını. Yine sıkı kapaklanmış olarak buharında bırakılıyor bir süre.

Benim iç arttı. Bulgurunu kabartıp haşlanmış kuru fasulyeye kattım. Bol maydanoz ve taze soğanı dibine serip nar ekşili sızmayla karıştırınca...

Gureba sofrası dedikti ama bunun yanı masraf açar adamın başına.

Rakısız olmaz.

Pazar, Nisan 11, 2010

Portakallı patlak kek

Patladığı için patlak. Evde şeker olmadığı için, içinde, muadili Afyon'un kaymak şekeri ve işte hikayesi . Artanı, o gün bugündür dondurucuda durur da dururdu. Daha da duracak olan bir miktar daha var.


Dolapta sevgisiz sevgisiz yatan iki portakalımın kabuk ve sularından faydalanılmış. Sinangil sponsorumun fındıklı kek unu ile Sırma sponsorumun fındık yağı birleşimi aynen burada da uygulanmış. Ufalak fındıklar bu sefer iyice bızzzztlanıp un ufak edilmiş.
Cafer Erol meyve şekerlemeleri dolabımın alt katında her daim hazır ve nazır, portakal olanlar kıyım kıyım kıyılıp kullanılmış.

Tartılması gereken malzemeler; un, yağ, kaymak şekeri ve bıztlanmış fındık üç aşağı beş yukarı 150'şer gram. Yumurta dört tane.

Şaşkınım ki çok. Ömür boyu, ay nasıl ölçerim neyle biçerim, diye korka korka yapmadığım kek korkumu yendim. Çorba yapar gibi kolayladım bu işi. Ne sırası var malzeme eklememin ne bişey. Aynen basıyorum herşeyi koca bir kaseye. Bızzzztımın çorbalık ucuyla bızzzztlıyorum, oluyor.

Hay bin kunduz, bugüne kadar yapmadığım kekler aşkına...

Bugün Pazar. Yumuşacık, çok keyifli bir kekim var.

Pazar ikramım bundan ibaret değil.

İsteyene ortanca...

Salı, Nisan 06, 2010

Risotto değme keyfime

İyi olacağını biliyordum, çok çok iyi oldu. Nefaseti su götürmez bir risotto tarifi çıktı ortaya.

Ana malzemelerim: Arborio pirinci, mango, beyaz şarap, tereyağ, soğan, parmesan, tuz ve biber. Durup durup akıl ederek kattıklarım: sarmısak, çemen, taze zencefil.
Dondurucuda var zannettiğim ve kullanmak istediğim bacon maalesef ki yok; bitmiiiş. Sucuk kullanıyorum yerine. Sucuklu risottoyu Serra Yılmaz'ın "Temel İçgüdü" programında görmüştüm. Umman çemeni, sucuğun tadına yapışıp kuvvetlendiriyor bir de sana, ooof güzeeel. Risottonun geleneksel katkı maddesi safrandan daha güzel renklendiriyor üstelik.
Mango, sucuk ve zencefil gelişigüzel doğrandı. Parmesan da birazdan rendelenecek.

Bir soğan ve beş altı sarmısak dişi, onları da gelişigüzel doğrayıverdim. Ölçüp biçerek doğrama/kesme hallerimi de terkediyorum yavaş yavaş. Daha keyifleniyor mutfak böylece, daha daha yaşıyor.
Paketinin beşte biri kadar tereyağı kullanıyorum. Bu sefer canım tereyağının kremamsı lezzetini çekiyor ve azıcık da sızma pişme sonunda eklenecek.
Soğan ve sarmısak tereyağında çevrilerek iyice sarartılıp öldürülüyor. 250 gram pirinç ilavesiyle çevirmeyi sürdürüyorum. Billurlaşan pirince birbuçuk bardak beyaz şarap ekleniyor, tahta kaşık hep dönüyor, hep dönüyor. Hazırda sıcak suyum var tabii, azar azar katarak, çevire çevire, yedire yedire karıştırmaya devam...
Deniz tuzunu, taze çekilmiş renkli top biberleri ve bıçağın ucuyla çemeni koyuyorum.
Mango, sucuk, zencefil..., doğranıp hazırlanmışlardı ya zaten, girdiler tencereye.

Parmesan da rendelendi, ocağı kapatınca tüm malzemeyle karıştırılıp halledildi. Azıcık da sızma, demiştik hani...


Test edip onaylayan..., "muuh mmmu muuuhteşem."

Değmeyin keyfine.

Yapılan miktar lokanta servisiyle 6, yazıyla altı kişi içindir.

Öksüz doyuran 3, üç.


Netice itibariyle sucuk açısından teşekkürler Serra Yılmaz :)

İçinde risotto geçen her yazımı da hiç çekinmeden faydalanmanız açısından şuraya aldım :) Yapınız, yiyiniz ve duacım olunuz lütfen.

Pazar, Nisan 04, 2010

Balyoz

http://www9.gazetevatan.com/Balyoz_sorusturmasinda_flas_karar/297926/1/Gundem

l Nisan tahliyesi mi şakaydı, 4 Nisan yeniden tutuklama kararı mı?

Pansuman

Şaka gibi yaşıyoruz.