Kedili Mutfaklar

Çarşamba, Haziran 30, 2010

Açmam açamam derdimi, söyleyemem

Başbakan, parti liderleri ile açılımı değerlendirmek için şöyle bir yol çizdi. Kahvaltıya davet edecek aynen ettiği gibi çingeneleri, sporcuları, sanatçıları...; gelecekler onlar da, geldim ağam geldim paşam avanesi misali. Lakin aralarında zil takıp oynamayı bilen yok, VIP dilekçeleri verilmiyor, rol kesmeye alışık değiller... Mecburen siyaset konuşulacak.

Birikip oturacaklar Recep Bey'in karşısına. O söyleyecek, onlar dinleyecek. Onlar sinirlenecek, beriki diklenecek. Al birini vur öbürüne.

Bizler, haberlerde izleyip içimizden vuvuzela çalacağız.

Pansuman

Mesela dedik.

Çarşamba, Haziran 23, 2010

Patlıcanlar şahane, sohbet bahane


"Bir patlıcan yemeği yapsak," dedim bir gün önceden. Annem Selma memnun. Canı patlıcanlı pilav çekermiş meğer, bir de şöyle ekşili ekşili kızartmasını patlıcanın.

Bizim evin hallerini tamamiyle Annem Selma'ya uyarlamış durumdayız. Bu demek oluyor ki sabahın en geç sekizinde mutfak işlerini düzene koymaya başlıyorum. Dört kemer patlıcan ve yarım kilo çarliston hesap soracak neredeyse, kör sabah ne uğraşıyor bu kadın bizle, diye.

İşte malûm, önce pijamalı doğranıp derken endamları verevlenmiş patlıcanlarım. Çarlistonlar da çekirdeksiz bırakılmışlar, hep birlikte sirkeli tuzlu suya yatırılmışlar.

Mutfak masamızın manzaralı sol yanı Annem Selma'nın olur. Patlıcan biber havuzu kenara dursun, kahvaltı zamanı gelecek birazdan. Uyanmış, elini yüzünü yıkamış, namazını da kılmış..., pamuk pamuk gelir mutfağa. Çokça çeşit istemez, kayısı&cevizsiz, beyaz peynirsiz, zeytinsiz, reçelsiz olamaz.



Patlıcan biber kızartması için hazırladığım malzeme fevkalâde fazla görünür Annem Selma'nın gözüne. İkinci yemek olarak bir de imam bayıldı çıkarırız aradan. Bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan tarif verir bana, öyle mi bayılacak imam böyle mi üzerine çene yarıştırırız ana kız.


Çok bol soğanı yarımay, bir baş sarmısağı dişler hafiften patlatılmış, bol bol domatesleri iri kıyım, biberleri beşe bölük, maydanozu fazla fazla doğranmış...; sızması hallice çünkü patlıcan çok yağ kaldırır Annem Selma'ya göre. Hepsini karıştırın güzeeelce tencerede, iki parmak su, kırt kırt irice çekilmiş karabiber, mutlaka şeker ve iki tutam da kırmızı puldan sonra açın altını. O bilir nasıl pişeceğini, siz tepesinden gözleyin yeter, ki hamur etmeyin patlıcan dilimlerini.

Yemeye doymak mı doymamak mı, that is the question.



Sosu hazır, ilk onu koydum zaten ocağa, patlıcan dilimleme işinden hemen önce. Aman aman bu ne çok domates dedirtecek kadar çok domates ama adı sos işte, bırakacaksın ateşte çekecek de çekecek kendini. Azıcık kalacak sonunda merak etmeyin. Tuz, şeker ve karabiber eklemeyi unutmayın. Bir baş sarmısak da buraya girsin, etti mi iki baş sabah sabah. Vay vay vay, gelsin lezzet gitsin lezzet.

Hayırlısıyla şu kızartmanın da altından kalksam bir. İyice sıkıyorum patlıcanları avucumda, biberler de kurulanıyor kağıt havlularla; yine de cossssladıkça cosluyor bu yağ. Tepesine ince telden kızartma kapağı kapattığım halde hem de. Eh artık sağlık olsun, oluyor bunlar işte. Kirlenmeyen mutfak mutfak değildir zaten, laboratuvar olur ancak.

Kağıt havlularla kızaranların yağını alın tabii. Dizim dizim dizilsin hepsi servis tabağına; soooracığıma üstüne sosu eklensin ve de sirke gezdirilsin bol bol. Hani demişti ya 'ekşili' diye Annem Selma, işte bundandır ekşili olması kızartmanın.



Sabah sabah yemek yapmak istemiyorsam, su koyveriyorsam yani, velâkin hava su koyvermiyorsa Kandilli paklar bizi. İskeleye kenar kenar oturur doyururuz karnımızı Suna Abla'da. Pek makbulüdür Annem Selma'nın kalamar ve midye tavalar, çıtır istavritler, taptaze salatalar, ev baklavası falanlar...

Karnı doyunca, Kandilli tepelerine doğru yürüyüp okula giderler; vapurdan inmişler güle koşa oynaya bütün kızlar...

----------

Pilav yapamadık patlıcanlı.

Durun bakalım.

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Babam da babam

Var mı baba gibisi?


Benim abla ve enişte Avcı ailesinin evinde bir kutlama daha yapıldı dün; yeğenim Aycan'ın ilk Babalar Günü. Bizim oğlan sulu göz, o maviş gözleri kızarır her duygusal mevzuda ya; sormayın gitsin bahse mevzuu Melisa'ysa.


Baba İnal'ı da alınca yanıbaşına, olunca baba ve oğul ve torun üçlüsü, değmeyin yağlıboya ;)


Melisa, Babalar Günü üzerine malûmattar edilmiş değil henüz; aklı gücü meme emip altına yapmakta. Dolayısıyla Anne Nurci yarım saat bizden ayrılıp dönene kadar, iki kere altına yaptı ve meme özleminden kıyametleri kopardı.
Seneye günün anlam ve ehemmiyetini iyice bildireceğim kendisine.


İnal Dede ve Babane Hülya'nın, ağızlarının kulaklarına ulaşması sonucunda, gözle görünen mutlulukları... Nice Dedeler Günü inşallah İnal Baba.
----------
Annem Selma ve ben de Zincirlikuyu'dan geçiverdik bir şöylece. O dua eder, ben konuşurum. Yine öyle yaptık.
Baba gibisi yok.

Pazar, Haziran 13, 2010

Dedikodu




http://www.evetbenim.com/ okuyorum. Kısmi sanat takibi oradan yapılıyor.


Sokak kardeşim Zafer Diper de yazıyor orada. Zafer bizim Zafer, Bizim Tiyatro'nun Zafer. Aynı sokakta büyüdük. O büyüüük adam oldu.

----------

Babalar Günü hediyeniz bizim çocuklardan.




Babanız veya kendiniz için en özel hediye! La Misura’dan kişiye özel gömlek dikimi 170 TL yerine 85 TL!


-----------

http://cneytayral.blogspot.com/ , her telden ihtiyaç giderici bir yer. Cüneyt benim çok renkli, çok eski arkadaşım. İşi uzatırsam eğer par alliance akraba da oluruz.


Cüneyt ve kızı Roxane küratörlüğünde "Kıskanç Renkler", 24 Haziran'da Thehall'da. Emek Sineması yanı, saat 19:30.


Sevgili arkadaşımız Mehmet Teoman erotik nostaljik DJ'lik yapacakmış.


Mehmet Sağbaş posterinin kedisi de var. Kediliyse mutlaka renklidir, kediliyse zaten kıskançtır.


Şarap da verirler elimize, daha ne yapsınlar?

p.s. (Cüneyt e-postalamış: bu sefer şarap yok, bira ve rakı..., diyor ;))

Çarşamba, Haziran 09, 2010

Zapturapt gelmek üzere


Torunum Cancan oturmuş bekliyor. Ninesi Selma gelmek üzere. Bu arada E-postası da yıkılıyor. Özleyenleri, ağlayanları var. Nerelerde kalmış, neden görünmüyormuş. Gösteriyorum bakın. Yüzgörümlüğü bekliyoruz karşılığında.


Bu omlet maydanoz saplı imalâtlarımın bir devamıdır. Patates rendesi ile birlik olup sızmada döndürülen bolca maydanoz sapı, baygınlık vuku bulduğunda yumurta ile buluşturulup karıştırılır. Sarmısaklı yoğurtla yenmiş ve cidden pek çok beğenilmiştir. Sarışın cherry domatesler yumurta sarısı taklidi yaparak sizleri uyutmaktadır.


Yok kalmadı artık o bildik bruschetta. Bildik bilmedik olanlara nihai duyuru; bruschetta aslında evde kalmış halisane bir dilim buğday ekmeğinin kızartılmış halidir. Bu hâl, üzerine sarmısak sürüp ve sızma gezdirilerek tamamlanır. İdi. Artık aldılar başlarını, yüzlerce tarif halinde gidiyor bruschettalar.

Tavada buluşturduğum envai çeşit malzemelerimden elde ettiğim ve kızarmış ekmek üzeri yediğim de bence bruschetta o zaman.


French Tost vardır bir de. Yegâne tarifi şöyledir/şöyleydi. Derken o da çeşitlendi. Yağda kızarmış ekmekle ne yapılırsa adı French Tost olmaya başladı. Karoladığım kuruca ekmeklerimi sızmalı tavada taze kekik ve peynir çeşitleriyle kızartırsam adına French Bits der miyim peki? Derim. Yakışık alır mı? Alır.

Hiç benlik değil, hiç değil. Ne bu yaaaa, salça salça? Baktım kadın almış, "Ne oluyor onlar öyle?" deyince anlattı.
Bizde tek tek bulunurdu eskiden. Tavuk, haşlanırken çıkardığı mis gibi kokuyla birlikte, katı ciğer ve yürek adında üç adet de organ bahşederdi. Annem Selma içli pilav yapmayacaksa, katı/taşlık denen parçası bana ayrılırdı. Ciğerini umursamazdım bile. Zaten halâ hiç ciğer yemem, yersem de sevmem.
Haşladım önce, adıyla mütenasip taşşşlık gibi kalmasınlar diye. Zor pişer çünkü, serttir. Soğan, sarmısak, acı yeşil biberler ve domatesin kendisi ile bir miktar püresi, piştiler. Fena da olmadı yani. Pahalı et kriziyle vurulan mutfaklarda, taskebap niyetine, pek de alâ. Söylenmeyin hadiiii, ucuz etin yahnisi filan, öyle... Ayıp. Lokum gibi yedik işte.
Marketteki kadın yanına patates kızartması buyurduydu. Ben bir daha yaparsam salçasız yapıp pilavla götüreceğim.


Yağlı kağıda yan gelip uzanan çipura tarhun otuyla girdi fırına. Hafiften sızmalayın da, tuzlayın ve biberleyin de... Fevkalâde.
Benimki, dörtte bir kuyruk tarafından götürdü.


Tabii yaaaa, çipurayı götürürken iyiydi. Bu bakış ne bakışı peki sizce. "Kaldır kıçını da yürü mutfağa. Bir peynir tabağı yap şu rakının yanına...," bakışı tabii. Oysa niyetim akşam yemeğimi dut rakı geçiştirmekti.
Bizim sahilin dutları envai çeşittir. Erkeninde silkilir sabahların. Sepet götürür yanımda, havalı havalı alır getiririm evime. Yıkamazsın dutu malûm.
Karası rakı yanına çok iyi gider.


Tarhun pesto yapmıştım ya geçenlerde. Kepekli makarna üstüne yaydım, bol da parmesan; vay vaaaay ki ne vay.
----------
Bolluktan artanlarla bir yazı çıktı işte.
Şimdi bekliyoruz. Az sonra kapı çalacak ve Cancan'ın ninesi gelecek. Kalacak.
Mutfağımız bir süre zapturapt altına girecek.

Cumartesi, Haziran 05, 2010

Domates&kavun, bir yaz çorbası


Giada de Laurentiis'den gördüm Home TV'de. Teneke domates kullanmasını falan sevmemiştim. Mis kokan salkım domateslerden bulunca, dolapta da bir kavun olunca... Tam zamanı işte, şimdiiii...


Üç kabuklu domates, bir kavun bııızzzzzztına deniz tuzu ve taze çekilmiş biber katarak hazırladım. Fesleğen, kekik ve nane yapraklarını taze taze kullandım. İki dilim jambonu hızlı ateşte kızarttım. Kocaman çorba fincanlarına önce bızzztlanmış domates ve kavun, ardından yeşillikler ve parçalanmış jambon dilimleri koyuldu. İnce bir sızma gezintisi, az daha tuz biber çekmesi...



Domatesi kabuklu kullanmanın keyfini sormayın gitsin. Sonuçta şunlar oluyor; yediğiniz turuncumsu çorbamsının içinde kıpkırmızı kabuk parçacıklarıyla yemyeşil yapraklar ahenkle geziniyor. Jambon, kıtırdak halini dişe dokunur enfes bir dokuya bırakıyor.



Soğuk, tam yazlık.

Bildik bir lezzet değil.

Tanışınca hep tekrarlanacak bir lezzet.

Perşembe, Haziran 03, 2010

Edremit gelmiş, eli kolu dolu...


O gün Çiğdemler geldi. Olanca keyiflerini de yanlarında getirmişler, sağolsunlar. Edremit dağları indi buralara, mutfağın rengi kokusu değişti. Dallarında kekik demetleri, deste deste adaçayı, sarışın narin çiçekleriyle kantaronlar; kucak dolusu.


Kurutmuyorum dağ kekiklerimi hemen. Hatta kıyamadım suya koydum. "Hem kullanır hem seyrederim şimdilik," dedim. Alıp yemeklerimi salatalarımı oturuyorum yanı yanıbaşlarına, gelsin tazecik kekik dalları da...

Etti sebzeydi ızgara yapacağımda, doldur ot ot ne varsa tavaya, bol tut kekiğini, hallolsunlar birlikte... Birkaç hafta önce Candan'ın Şirince'den getirdiği enfes kekikleri de katarsanız hesabıma..., ey kekik sen nelere kadirsin, göreceğiz bakalım.

Şimdilik bu, sonrası ne olacak bilmiyorum. Bazı asıveriyorum tepeüstü demetlerini, kurumaya azmettiriyorum, bir yandan da mutfağımın görselini şaşaalıyorlar. Dondurucuda tazeymiş gibi sakladığım da oluyor. Taze adaçayı demetlerini ağzı sıkıca kapanan bir yerde buzdolabında yıl boyu bekletebiliyorum. O yıl boyunca da gelsin yemeklere kattığı görsellik ve lezzet, gitsin çaylar çorbalar...


Kantaron yağı kullanımım, kocaman neşter yaramın tedavisinde çok başarılı olmuştu. Şirinceli Candan Kızım göndermişti o zaman, yaralara iyi geldiği gücünün altını çizerek. Bu sapsarı çiçeklerini de sızmaya yatırınca kantaron yağı elde etmeyi başaracakmışım Çiğdem'in dediğine göre. Yine kıyamıyorum tabii, okuyunca da beceremeyeceğimden korkuyorum. Göz zevkimi tatmin etmeye devam şimdilik, ayriyeten dallarını çaylarıma sallandırıp içmeye...


Enginar yapraklarının dolması enginar severler için harika. Önce bildiğiniz, sevdiğiniz bir dolma içi yapılıyor. Enginarın iri yapraklarını koparıp limonlu suda bekletin bence. Sonra birine iç doldurup diğerini üstüne kapatarak diziyormuşsunuz tencereye. Bir sıra, bir sıra daha, dahası varsa daha daha... Bittiyse sızmasını tuzunu koyup, limonunu sıkıp, tepesini tabakla kapaklayarak bastırıp pişirecekmişiz. Suyu tabağı aşmasın, çorba yapmıyoruz.

Yerken midye dolması yer gibi, aç kapağını at iç malzemeyi ağzına. İyice de kemir enginar yapraklarını. Midye dolmasından fazlası emildikçe keyif veren muhafazası.


Çiğdem Usta yapmış, yemesi ve böbürlenmesi benden. Müthişti müthiş. İlham veren Kaybolan Tatlar grubumuz da sağolsun, varolsun.


Üstüne de üstlüklerim var; zambak, gül, mürver ve ıhlamur şerbetlerim. Bu şerbetler de yıl boyunca, hani o raflarda satılıp da içmediğimiz şişe muhteviyatları var ya, işte onların yerini tutuyor benim evimde.

----------

Kokuları, tatları bastı buraları.

Vur vur inlesin Edremit.