Bir Pazar Sohbeti
Hacı dizisi başladı.
Kurtlar Vadisi dümeninde, yediveren kadar doğurgan olması muhtemel bir konu yakalanmış. Kayseri, Boydaklar, Hacı Mustafa. Ben bu dizi cuk oturacak diyorum. Şimdiden cuk sesleri yayılıyor oralara buralara zaten.
Öyküyü öyküleşmeden, televizyon sermayesi olmadan henüz, öylesine dinlemiştim; Kayseri’nin içinde bir süre önemli bir görevle konuşlanan genç bir dostumun ağzından. “Öf be,” demiştim, “dizi olur, hem de ne...”
Genç dostumun öyküsünü anlattığı aile Boydaklardı.. 1976 yılına kadar küçük marangoz atölyesinde mengenesi, testeresi, tornası ve işkencesiyle kendi kendine halleşen Hacı Mustafa Boydak ve ailesinin öyküsüydü.
Yine 1976’da Berlin’de mobilya fuarı görmeye gitmiş apar topar Hacı Boydak. “Ben memlekette bunları yapıp duruyorum, dur bakalım elin gavuru neler yapıyor?” bağlamında bir merak sonucu.
Sonra yürü ya kulum. Doğsun İstikbal ve Bellona markaları ve HESler dizisi; HES Kablo, HES Kimya, HES Makina.
HES dizisinin doğumu ihtiyaçtan. Her işi kendi içlerinde hallediyor artık Boydaklar. Kablo mu lazım, kablo fabrikası kuruyor, cila mı gerek HES Kimya; büyüdükçe büyüyor...
Bir zıpır oğlan var ailede. Onu İstanbul’a gönderiyor, İstanbul’daki işlere koşuyorlar. Eğlenceden geri kalan zamanında çalışan bir çocuk o. Diğeri ise İstikbal Mobilya’nın başında oturan dinci oğul.
Hacı Boydak banka kredisi kullanacak kadar modern ancak iş yerindeki masasında dört adet Kuran-ı Kerim bulunduruyor. Arapçası, Türkçesi, Türkçe harflerle Arapçası ve de meali... (Yorumsuz yazmaya çalışsam da yapamıyorum işte. Dördünden birinde mutlaka bir kılıf mı var her açmaza diye soruyorum kendi kendime. Gidip de Hacı Boydak'a soramadığıma göre!)
Ülker ve Boydak ülkemizin en sağ ve en güçlü sermayeleri.
Başbakan Erdoğan da sattığı Ülker hisselerini, hesap soran hepimize lanet okuyarak satmıştı, hatırlarsınız. Böyle demişti ya, “Lanet olsun dedik, sattık.”
Belki bir de Ülker dizisi yapılır önümüzdeki zamanlarda.
Demiştim, derim.
Şimdilik Hacı dizisini izleyeceğiz. Konu çok su kaldırır. Ben, beklediğim kadarını bulamasam bile, Sevda Ferdağ’ı özlemişim, ona bakarım. Tuncel Kurtiz’in oyunculuğu ise tartışılmaz.
Hızımı kesemedim, konunun devamı...
Bugün gazetelerde bir Başbakan beyanatı var, şöyle diyor Erdoğan, “Reel ekonominin motoru inşaat oldu.” Genç dostumun Haci Boydak’a sorduğu soru geliyor aklıma, “Korkmuyor musunuz bu kadar büyümekten?” Hacı’nın cevabı şöyle bir şey, “Bunca inşaata mobilya mı dayanır? Ne kadar büyütsek yeri var...”
Günlerden Pazar. Her gazeteye göz atacak kadar vakit lüksüm var. Atıyorum o zaman ve en dikkat çeken ilanların konusunun konut olduğuna yeniden karar veriyorum. Her hafta böyle oluyor bu. Gelin gözlerimizi birlikte atalım gazete sayfalarına...
Yeni bir ödeme modeliyle karşınızdayım şimdi. Anne karnında 9 ay, Avrupa Konutları’nda 1 yıl... önce otur sonra öde... Ve de ne kadar mesnetsiz bir benzetme. Hangi ana, üç beş kendini bilmez haricinde, doğar doğmaz ya da ileri tarihlerde hayatı ödetir ki evladına? Olimpiyat Stadı civarında, hani Allah’ın yok varsaydığı (!) yerlerde. Sormadım altında ne yatıyor, bir yıllık ödemeden otur vaadinin. Ama reklamda geçen bir satır aklıma bir Hacı işi gibi geliyor. “Gelin dairenize yine bir yıl ödemesiz 48 ay vadeli dekorasyon kredisi ile taşının...”
Kozyatağı, Incity bloklarının en üst katlarındaki dubleks Loft’lardan birine sahip olduğunuzda hem bulutlara değer, hem de borsadan daha değerli bir yatırım yapmış olursunuz., ilanın ana teması. Diğer katlardan bahsedilmiyor. Muhtemelen bulutlara sürünerek yaşamaya pek alışkın olmayan halkım alt katları kapış kapış götürmüş, elde sadece loft kalmıştır. In therapy, lokasyon ve Maisonette değeri ölçülemeyen diğer özelliklerindenmiş. Anlayan parmak kaldırsın.
Palmiye Konakları, denize nazır bir vaha imiş... Vaha çöllerde olur / yani olmaz. Denize nasıl nazır olur peki? Beylikdüzü Çölü’nde olunca...
Güzelşehir Büyükçekmece’de, ‘İstanbul’da bu konumda başka yer yok!’ tarzında tümü deniz manzaralı konutlar. Hiç bir konum bir diğerine eş olamaz zaten ya neyse. Yine Büyükçekmece’de Vadipark Evleri’nde muhteşem göl manzarasına ilaveten yapay sular üstü köprüler ve de yüzme havuzu var.
Sealybria, Mahmutbey gişelerinden 30 dakika. İlan soruyor, “Kevın Kostnır’ın Votır Vörld filmi neden zarar etti?” İlan cevap veriyor, “Çünkü o filmde kullanılan onca suyun film estetiğine en ufak bir katkısı yok. Kostnır keşke Sealybria’yı görüp de çekseydi filmini.” Corc Kuluni ise Sealybria’yı görmezse aile babası olamayacakmış. Detaylar için bu ilan dizisini okuyun ve daha çok gülün lütfen.
Sinpaş’ın Avangarden vadisi projeleri ürkünç bir komedi. Bu vadide bir su akıntısı oluşturmuşlar, kıyısında Amsterdam İstanbul’a geliyormuş. Düşünün bir ne idüğü belirsiz akıntının kıyısında Amsterdam Yalıları, veya düşünün Antalya'da mutlu bir Hollandalı!... Etrafında da yakıncacık Paris Residence ve London'ı Londra ama kulesi Tower olan Londra Tower. Burası da Çekmeköy. Sinpaş bu civarda Aquacity denen oturum mahallerini kurduydu. Yatak odasında havuz falan. Alan insanların ilk işi havuzu odaya katmak olmuştu.
Şelale Konakları, Çağlayan çukurunda havuzlu ve kafe barlı, otel konforunda. En ‘her yere yakın’ ilan bu. Beş dakkada Beşiktaş kadar şehrin göbeğinde, çeşitli fabrika, imalathane ve ardiye gibi işyerleri manzaralı.
İstanbul’da Yedigöller, havası ve de on katlı binaların üçüncü katlarında bahçeler gibi inanılmaz bir 21.yy buluşu. Trend satıyor koşun. Olay Kurtköy’e varmakla bitiyor, kavuşuyorsunuz su birikintisi manzaralı, otel konforunda evinize. Kavuşmadan önce de lobide oturup bir kahve ‘alın’ lütfen.
Atapol Residence, Soyak Yenişehir civarında, yani orası da galiba Ataşehir civarında. Çok sevdiğim bir aile maalesef oralarda yaşıyor. Her gidişim ayrı macera. Her gidişimde yollardan iki üç telefon. “Şimdi nereye sapıyordum çocuklar?” Bırakın geri zekalı beni, akıllı arabam bile öğrenemedi daha yolu!
Bu sabah bakıştığım gazetelerden aldığım konut notları bunlar.
Komik notlar, acıklı notlar, ortak notlar da şunlar...
24 saat kameralı güvenlik: Önce eşkiyayı şehre indir, sonra da işi güvenlikli sitelerle halletmeye çalış.
İçlerinden bir şekilde su geçmesi, su görmesi: Su akar deli bakar’a atıf değil vallahi, kıyılara beton projeleri elit tabakaya hitabettiğinden...
Alışveriş: Hemen hepsinin içinde bakkalı kasabı var. Kimi ayakkabı ve kitap da satar. Sıkışın kalın sitenizin içine. Mısır Çarşısı’ydı, Beşiktaş Pazarı’ydı, Nişantaşı'ydı ve gibi gibi yerlerde zaten ne işiniz var?
Ödeme koşulları ve hemen teslim, tapulu teslim gibi söylemler: Araştırın artık. İşinize geleni alın, güle güle oturun...
Ben derseniz eğer, beeeen ortasından dere gibi yağmur suları akan, içinden çöpçü, kedi, köpek, sarhoş geçen Salacak İskele yokuşumda, yandan çarklı ama olan deniz manzaramla yaşamayı seçtim ve devam edeceğim. Gardiyansız, kimliksiz, otoparksız...
Burada her şey gerçek.
Sadece çekilen diziler tartışılır.
Kurtlar Vadisi dümeninde, yediveren kadar doğurgan olması muhtemel bir konu yakalanmış. Kayseri, Boydaklar, Hacı Mustafa. Ben bu dizi cuk oturacak diyorum. Şimdiden cuk sesleri yayılıyor oralara buralara zaten.
Öyküyü öyküleşmeden, televizyon sermayesi olmadan henüz, öylesine dinlemiştim; Kayseri’nin içinde bir süre önemli bir görevle konuşlanan genç bir dostumun ağzından. “Öf be,” demiştim, “dizi olur, hem de ne...”
Genç dostumun öyküsünü anlattığı aile Boydaklardı.. 1976 yılına kadar küçük marangoz atölyesinde mengenesi, testeresi, tornası ve işkencesiyle kendi kendine halleşen Hacı Mustafa Boydak ve ailesinin öyküsüydü.
Yine 1976’da Berlin’de mobilya fuarı görmeye gitmiş apar topar Hacı Boydak. “Ben memlekette bunları yapıp duruyorum, dur bakalım elin gavuru neler yapıyor?” bağlamında bir merak sonucu.
Sonra yürü ya kulum. Doğsun İstikbal ve Bellona markaları ve HESler dizisi; HES Kablo, HES Kimya, HES Makina.
HES dizisinin doğumu ihtiyaçtan. Her işi kendi içlerinde hallediyor artık Boydaklar. Kablo mu lazım, kablo fabrikası kuruyor, cila mı gerek HES Kimya; büyüdükçe büyüyor...
Bir zıpır oğlan var ailede. Onu İstanbul’a gönderiyor, İstanbul’daki işlere koşuyorlar. Eğlenceden geri kalan zamanında çalışan bir çocuk o. Diğeri ise İstikbal Mobilya’nın başında oturan dinci oğul.
Hacı Boydak banka kredisi kullanacak kadar modern ancak iş yerindeki masasında dört adet Kuran-ı Kerim bulunduruyor. Arapçası, Türkçesi, Türkçe harflerle Arapçası ve de meali... (Yorumsuz yazmaya çalışsam da yapamıyorum işte. Dördünden birinde mutlaka bir kılıf mı var her açmaza diye soruyorum kendi kendime. Gidip de Hacı Boydak'a soramadığıma göre!)
Ülker ve Boydak ülkemizin en sağ ve en güçlü sermayeleri.
Başbakan Erdoğan da sattığı Ülker hisselerini, hesap soran hepimize lanet okuyarak satmıştı, hatırlarsınız. Böyle demişti ya, “Lanet olsun dedik, sattık.”
Belki bir de Ülker dizisi yapılır önümüzdeki zamanlarda.
Demiştim, derim.
Şimdilik Hacı dizisini izleyeceğiz. Konu çok su kaldırır. Ben, beklediğim kadarını bulamasam bile, Sevda Ferdağ’ı özlemişim, ona bakarım. Tuncel Kurtiz’in oyunculuğu ise tartışılmaz.
Hızımı kesemedim, konunun devamı...
Bugün gazetelerde bir Başbakan beyanatı var, şöyle diyor Erdoğan, “Reel ekonominin motoru inşaat oldu.” Genç dostumun Haci Boydak’a sorduğu soru geliyor aklıma, “Korkmuyor musunuz bu kadar büyümekten?” Hacı’nın cevabı şöyle bir şey, “Bunca inşaata mobilya mı dayanır? Ne kadar büyütsek yeri var...”
Günlerden Pazar. Her gazeteye göz atacak kadar vakit lüksüm var. Atıyorum o zaman ve en dikkat çeken ilanların konusunun konut olduğuna yeniden karar veriyorum. Her hafta böyle oluyor bu. Gelin gözlerimizi birlikte atalım gazete sayfalarına...
Yeni bir ödeme modeliyle karşınızdayım şimdi. Anne karnında 9 ay, Avrupa Konutları’nda 1 yıl... önce otur sonra öde... Ve de ne kadar mesnetsiz bir benzetme. Hangi ana, üç beş kendini bilmez haricinde, doğar doğmaz ya da ileri tarihlerde hayatı ödetir ki evladına? Olimpiyat Stadı civarında, hani Allah’ın yok varsaydığı (!) yerlerde. Sormadım altında ne yatıyor, bir yıllık ödemeden otur vaadinin. Ama reklamda geçen bir satır aklıma bir Hacı işi gibi geliyor. “Gelin dairenize yine bir yıl ödemesiz 48 ay vadeli dekorasyon kredisi ile taşının...”
Kozyatağı, Incity bloklarının en üst katlarındaki dubleks Loft’lardan birine sahip olduğunuzda hem bulutlara değer, hem de borsadan daha değerli bir yatırım yapmış olursunuz., ilanın ana teması. Diğer katlardan bahsedilmiyor. Muhtemelen bulutlara sürünerek yaşamaya pek alışkın olmayan halkım alt katları kapış kapış götürmüş, elde sadece loft kalmıştır. In therapy, lokasyon ve Maisonette değeri ölçülemeyen diğer özelliklerindenmiş. Anlayan parmak kaldırsın.
Palmiye Konakları, denize nazır bir vaha imiş... Vaha çöllerde olur / yani olmaz. Denize nasıl nazır olur peki? Beylikdüzü Çölü’nde olunca...
Güzelşehir Büyükçekmece’de, ‘İstanbul’da bu konumda başka yer yok!’ tarzında tümü deniz manzaralı konutlar. Hiç bir konum bir diğerine eş olamaz zaten ya neyse. Yine Büyükçekmece’de Vadipark Evleri’nde muhteşem göl manzarasına ilaveten yapay sular üstü köprüler ve de yüzme havuzu var.
Sealybria, Mahmutbey gişelerinden 30 dakika. İlan soruyor, “Kevın Kostnır’ın Votır Vörld filmi neden zarar etti?” İlan cevap veriyor, “Çünkü o filmde kullanılan onca suyun film estetiğine en ufak bir katkısı yok. Kostnır keşke Sealybria’yı görüp de çekseydi filmini.” Corc Kuluni ise Sealybria’yı görmezse aile babası olamayacakmış. Detaylar için bu ilan dizisini okuyun ve daha çok gülün lütfen.
Sinpaş’ın Avangarden vadisi projeleri ürkünç bir komedi. Bu vadide bir su akıntısı oluşturmuşlar, kıyısında Amsterdam İstanbul’a geliyormuş. Düşünün bir ne idüğü belirsiz akıntının kıyısında Amsterdam Yalıları, veya düşünün Antalya'da mutlu bir Hollandalı!... Etrafında da yakıncacık Paris Residence ve London'ı Londra ama kulesi Tower olan Londra Tower. Burası da Çekmeköy. Sinpaş bu civarda Aquacity denen oturum mahallerini kurduydu. Yatak odasında havuz falan. Alan insanların ilk işi havuzu odaya katmak olmuştu.
Şelale Konakları, Çağlayan çukurunda havuzlu ve kafe barlı, otel konforunda. En ‘her yere yakın’ ilan bu. Beş dakkada Beşiktaş kadar şehrin göbeğinde, çeşitli fabrika, imalathane ve ardiye gibi işyerleri manzaralı.
İstanbul’da Yedigöller, havası ve de on katlı binaların üçüncü katlarında bahçeler gibi inanılmaz bir 21.yy buluşu. Trend satıyor koşun. Olay Kurtköy’e varmakla bitiyor, kavuşuyorsunuz su birikintisi manzaralı, otel konforunda evinize. Kavuşmadan önce de lobide oturup bir kahve ‘alın’ lütfen.
Atapol Residence, Soyak Yenişehir civarında, yani orası da galiba Ataşehir civarında. Çok sevdiğim bir aile maalesef oralarda yaşıyor. Her gidişim ayrı macera. Her gidişimde yollardan iki üç telefon. “Şimdi nereye sapıyordum çocuklar?” Bırakın geri zekalı beni, akıllı arabam bile öğrenemedi daha yolu!
Bu sabah bakıştığım gazetelerden aldığım konut notları bunlar.
Komik notlar, acıklı notlar, ortak notlar da şunlar...
24 saat kameralı güvenlik: Önce eşkiyayı şehre indir, sonra da işi güvenlikli sitelerle halletmeye çalış.
İçlerinden bir şekilde su geçmesi, su görmesi: Su akar deli bakar’a atıf değil vallahi, kıyılara beton projeleri elit tabakaya hitabettiğinden...
Alışveriş: Hemen hepsinin içinde bakkalı kasabı var. Kimi ayakkabı ve kitap da satar. Sıkışın kalın sitenizin içine. Mısır Çarşısı’ydı, Beşiktaş Pazarı’ydı, Nişantaşı'ydı ve gibi gibi yerlerde zaten ne işiniz var?
Ödeme koşulları ve hemen teslim, tapulu teslim gibi söylemler: Araştırın artık. İşinize geleni alın, güle güle oturun...
Ben derseniz eğer, beeeen ortasından dere gibi yağmur suları akan, içinden çöpçü, kedi, köpek, sarhoş geçen Salacak İskele yokuşumda, yandan çarklı ama olan deniz manzaramla yaşamayı seçtim ve devam edeceğim. Gardiyansız, kimliksiz, otoparksız...
Burada her şey gerçek.
Sadece çekilen diziler tartışılır.
15 Comments:
Al benden de o kadar Oya. Sinir durumlar, uyutma durumlari. Kendilerini o luks dedikleri, ki o tartisilir, sitelere kapatip, okullar marketler ayri, mutlu aileler yine kendileri gibi dusunen cocuklar yetisecek oralarda, ulkesinde asil cogunlugu olusturan halkdan birhaber, onlardan her sekilde ustun olduklarini dusunecek bir genclik yetisterecekler.. Ne guzel yazmissin, ellerine saglik...
By Hanife, at 9 Nisan 2006 23:27
yeni bir kedili video koydum,sanirim begeneksiniz :-)
slmlar
Mr TD
By Mr_TD, at 10 Nisan 2006 09:26
Son günlerde uzun uzun ev aramış, bir yandan alıp başını giden kiralar bir yandan da işyerine en azından "ulaşabilecek" bir yerde oturma zorunluluğu arasına sıkışıp kalmış biri olarak, yazınızı okuyunca içim sızladı sevgili anoya. Kişiliksiz evlerden birine razı oldum sonunda. Sadece bir süre için, umarım.
Selamlar,
By celerone, at 10 Nisan 2006 09:35
Annoya, o ev bırakılır mı hiç?
By Doruk, at 10 Nisan 2006 11:14
Sevgili Oya, simdi bu biraz alakasiz bir yorum olacak ama yazmadan gecemedim :) Dun gece yatmadan once son okuduklarimdan biri seni yazindi. Gece ruyamda seni gordum. Senin cirakliginda yemek pisirecekmisim. Malzemeleri hazirlamis seni bekliyorum. Geliyor ve beni bir guzel azarliyorsun, bilmem neye baharat olarak bilmem ne konur mu diye. "Nasil cesaret ettin buna, git bunun yerine bilmem ne bul" diyorsun. Ben pek mahcup hemen istediklerini aramaya koyuluyorum. Sonuc nasil oldu, ruyanin o kismi biraz karisti ama, bir ustadan bir cok sey ogrenmenin mutlulugu vardi ruyamda.
By zinnur, at 10 Nisan 2006 17:14
Offf ki ne offf, ben de son üç yıl içinde üç eve taşınmalarımı keyfimden yapmadım ya! Altına cip çekmiş türedi zenginler şömineli, boğaz manzaralı, triplex çatı katlarında bahçede dolaşan kedilerden şikayet etti diye, geceyarıları gizli gizli evden çıkıp elimde sabunlu süngerle bunların son model güç simgelerini sildim aman bişey demesinler kedilere! Tutunamadım, kedimi-köpeğimi toplayıp sığınacak yer aradımdı. Şimdi; vaziyetimiz eh işte, yan taraftaki doktor bey merdivenlerdeki pati izlerine bakıp ''ne bu pislik beee'' dese de, elim-kolum sağlam henüz, hergün yıkarım kapı önünü, n'olucak, aman kimse rahatsız olmasın da! Pislik ruhlarda, mekânlar o ruhların işgâli altında, kökten temizlik gerekmekte ama benim zavallı süngerim, kovam yetmez ki buna:(
By Handan Demiralp, at 11 Nisan 2006 00:04
Sevgili dostlar, konut sorunu çok büyük problem gerçekten. Lakin bu yeni çeşit yapılaşma da kanıma dokunuyor fena halde. Bir de yine fakir halkı yem ettikleri ayda ikiyüz liralık konut durumları var, hani Tayyip Bey'in ağzında sakız olan. Gecekondularda gettolaşıyormuş insanlar diyor ya. Oralara taşınınca neleşeceklermiş ki? Son Paris olayları neymiş mesela? Evet bütün büyük şehirlerin zengin ve fakir semtleri var. Kabullenemediğim Hanife'nin de pek de güzel açıkladığı şekil, hapishane cenneti!!! Bu sefer kötüler dışarıda.
Celerone, eminim sen o kişiliksiz eve kendini katarken çok şey kazanmıştır ev.
Yok bırakılmaz sevgili Burcu, zaten alırken ahiretlik demişrim. Çok seviyorum buraları.
İpek'çiğim ben sana hemen üst katımı teklif etmiştim ya!!! Ne güzel yemekler yapar yerdik. Ne tasarımlar çıkardı ortaya, sen bana taze ben de sana yıllanmış kan verince.
Sen ve büyük ailen sevgili Handan, nerede kabul görürseniz orada oturacaksınız çaresiz:-)) Doktor Bey'e hürmetler ler ler ler...
By Oya Kayacan, at 11 Nisan 2006 10:30
Zinnuuuur, ben o kadar cadı değilim vallahi, şu kadarcık cadıyım!!! Usta meselesinde de boynuzlar kulakları çoktaaan aştı. Kopyacı, kuralcı, tarifçi değilsem de, hepinizden o kadar çok şey öğrendim ki... Varolun benim genç kardeşlerim, küçük arkadaşlarım.
By Oya Kayacan, at 11 Nisan 2006 12:31
Vay canina Oya hanim, pek güzel bir yazi idi,bunlar bildigimiz seyler oldugu halde, yorum seklinizi cok begendim, sabah, sabah iyi geldi dogrusu...
Eviniz bir harika, ömür boyu cikmayin bence de, o pencereden, damlarin üzeri / Bogaz bakisi da ayri bir güzellik.
Not: "havuzlu yatak odasi" !!!!!görmemisin bir seyi olmus....diye baslayan bir laf vardi, tam hatirlayamadim, neyse....dejenerelik diz boyu diyorum Oya hanim, cok selamlar.
By Adsız, at 12 Nisan 2006 08:47
Sana da çok sevgiler Neşe. Hatırlayamadığın özdeyiş şu: Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış. Şimdi durum tam da bu vallahi. Yalı evler diye üç metrekare havuzun kenarını satıyor adamlar. Orada yetişen çocuk yarın öbürgün gerçekten de yalıda büyüdüğünü zannedecek.
By Oya Kayacan, at 12 Nisan 2006 14:09
Senin yandan çarklı diye serzenişte bulunduğun sokakta çöpçülük versinler bana! Daha ne isterim Tanrımdan! Ben betonlara bakakalmaktan yaşar ölüyüm... Arada diyalize gider gibi kıyılara inip ardından site mite de olmayan şehrin tıkış tıkış betonlarına dönüp tıkışıyorum. Bazen kendimi tuğla falan hissettiğim de oluyor...Böyle zamanlarda Beşiktaş'a koşuyorum... Denizdeki balıkları seyrederken birlikte kedilerle bu sefer çiğ balık yemenin dayanılmaz hayline dalıyor kedileşiyorum... Ben asla "insan" olamayacağım galiba!
By Şirin, at 13 Nisan 2006 11:33
Tamam İpek, şimdi bekleyin o zaman kiracılardan birini göndereyim hemen!!!
Ama Şirin'ciğim, çiçekli bir balkonun da varmış bak, şimdi gördüm. Ben perdeleri kapalı evde bile oturmayı pek sevmem ama oturanlara da tavsiyem evin içiyle yaşamayı öğrenmeleri. Penceresi bile olmayan yerlerden harikalar yaratabiliyor insanlar. Hem, azımsıyor musun Beşiktaş'ta kedilerle çiğ istavrit paylaşabilme duyarlılığındaki hayallerini? Her halükarda evde kedi.....
By Oya Kayacan, at 13 Nisan 2006 19:00
Ne demek istediysen güzelce hissettirmişsin Oya, kafana sağlık. Ben artık şehir hayatından mutlu değilim hele de İstanbul'dan. Para kazanmak için harcanan zamandan, kira için ödenen paralardan, boğazda gezerken sadece yalı ve bina görmekten, bu manzaranın muhteşem bir manzara olduğunu söyleyenleri dinlemekten, hava kirliliğinden, doğanın bir parçası olduğu gerçeğini unutmuş ve doğanın sadece kendisi için varolduğunu zanneden insandan, para kazanma hırsından, alış veriş çılgınlığından, kıskançlıklardan, hayvanlara kötü davrananlardan, anlamsız-mantıksız-benim için hiçbir şey ifade etmeyen konuşmalardan, çekişmelerden, siyasetten, hukuktan, çıkarlardan, kurallardan bıktım.
Keşke kendimize bir yol çizip o yolda gitme cesaretimiz olsa.
Şu an o kadaaar saçma bir şey için çalışıyorum ki. Şöyle yukarıdan bakınca harcadığım çaba ve zamana acıyorum. Ama hala devam ediyorum.
Sanırım iyi hissetmek için iki yol var, birincisi her şeyi olduğu gibi kabul edip, tüm kurallara düşünmeden uymak, ikincisi ise "eeeh" deyip çekip gitmek. Hem sıkılıp hem de istemediğin yolda gidiyorsan en kötü durum işte bu bence. Ben de (Mert de) bu durumdayız.
Yazından çok mu genele yayıldım yorumumda bilmiyorum ama sanırım Annoya'yla paylaşmak istedim.
Kendimi bu sosyal düzen için yeterince evrimleşememiş buluyorum. Anomali olarak yaşıyorum bakalım ne zaman tepemin tası atacak. Attığı an özgürlüktür.
By Basak, at 21 Nisan 2006 13:36
Başak canım, metropol yaşamı bu, ya varolursun ya yok. İstanbul şu anda dünya metropolleri içinde getirisi en yüksek olan. Sizler, gençler için önemli bir yaşama nedeni. Her yatırım sanki altın.
Bir de karşısına risk faktörünü alması gerekiyor tabii. Eeee, o zaman? Dünyada onyedinci. Altın oldu sana belki kısa vadede kalay.
Ne desem ki? Olmak istediğiniz yerde olun sen ve Mert. Vurun gidin gönlünüze göre yaşamaya.
Zaten hayat para değil ki. Gönül.
By Oya Kayacan, at 21 Nisan 2006 20:45
Bizlerden daha genç olan kuşağa tavsiyem, şimdiden gelecekte nerede yaşamak istiyorlarsa, oraya yatırım yapsınlar, bir gün emekli olunca, düşlerindeki evleri hazır olmuş olur böylece. Ben de sanırım bir kaç yıl içinde Ören-Pelitköy'deki evime taşınacağım. Gidip görün, çok güzel ve beton dikilmeyen, sadece müstakil evlerin ve villaların süslediği bir sahil.
Bu arada, senin Kayseri'linin Kayseri'deki oğlu ile Bağdat'ta tanıştım. Çalışkan bir genç, sevimli de üstelik. Hatta standlarımızı hazırlarken ben endometriosis hastası olduğumdan fenalaşınca, fuar görevlisine onlar haber verip, hemen benim otele götürülmem sağlamışlardı. Tabii bu olaylar puş... orayı talan etmeden olmuştu.
By Birsen Şahin, at 11 Kasım 2006 21:39
Yorum Gönder
<< Home