Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Mart 02, 2013

Bir kabak bir kabağa, "Gel beraber dolma olalım," demiş.


 

Şu mutfak tezgahımda kimbilir kaç kere kaç çeşit kabak buluşmuştur ya, sonra hepsi ayrılıp kendi yoluna gitmiştir.  Sakız kabağı ile balkabağının tanışıp anlaşıp dolma olmaya karar vermeleri de bir ilk.  İkna olmalarında benim parmağım var tabii.  İçim içime sığmıyor.  Ya tutmazsa...

Yok evelallah, kaçmaz benden.

Oldu bilin siz de. 


Kocaman bir soğan, iki ince dilim balkabak ve bir çay fincanı pirinç ana malzemeler.  Tavaya soğan çentildi, balkabağı rendelendi, sızması katıldı.  Açtık altını.  Gerisini düşüneceğiz bakalım!

Elde yok bir çamfıstığı diye üzülecekken tam da, öyle ya olmaz bilirim fıstıksız zeytinyağlı dolma; yerine ikame çekirdek içi.  Cevz-i bevva~muskat ya da ve de taze zencefil rendelensin incecikten.  Karışık baharlarım artı tarçın ilave olsun, fevkalade bir koku yayılsın ortalığa.  Tuzu ayarlansın.  Karabiber kırtlayacağıma lime pepper koysam pek güzel olmaz mı peki?

Oldu.  Kabaklar da oyuldu.  Uzunca boyluydular, üçer parçaya ayrıldılar.
  

Bir fincan kadar su, bol dereotu ve mutfak penceremin önünde bahara baş kaldıran minik nane dallarını da tavaya ilave ederek bir süre daha bıraktım ateşte. 


İç ılınınca doldu kabaklar.  İki parmak su, sızma ve limon dilimleriyle dikine yerleştirdim tencereye.


Pişirme kağıdı ıslatıldı, buruşturuldu ve sıkıca örtüldü dolmaların üzerine.  Tencerenin kapağı da kapandı.

Oldu bilin demiştim ya, oldu bitti işte.


Şimdiii, bu dolma arızadan aslında.


 Esasen balkabak püresi yaptım.  Mine'si bu yıl çok çok kumkuat göndermişti.  Reçeli, likörü, şerbeti yapıldıydı. İşte tatlı kabakları, o şerbetin içinde pişirdim.  Elektrikli ocağın birinde ağır aksak, ezilene  kadar.

Kabak kabak olalı... 

   

Bitmedi.  Oyulup çıkmış kabak içleriyle nefis bir makarna yapıldı.

Üzerine kuru/füme et didikledim.

----------

Kabak deyip geçmeyin. 
  

Cumartesi, Şubat 09, 2013

Golden Kız'a ev bulalım...


Bu güzel Golden Kız üç yaşında.  Kendisine yeni bir yuva arıyormuş... 

 
Golden Retriever aile ortamına çok uygun, birlikte yaşaması gerçekten keyifli bir dost.
 
İlgilenenler, Gelin Kızım Nurcihan ile (532) 387- 4623'ten bağlantıya geçebilir.
 
 
 

Pazar, Şubat 03, 2013

Tavuk ne derse o...


Uzun ince cayenne dedikleri acıların acısı biberleri yakıştıracak yer arıyorum.  Kuru fasulyeme iyi geldiydi bir tanesi.  Bir başkası sızma içinde boğulmuş, sızmadan bunun acısını çıkaracağı günü beklemekte.  Zaten altı taneye cesaret etmişim ancak alırken, elde var dört. Aldım dördünü de karşıma, ne olmak isterlermiş bakalım diye sorgu sual etmekteyim.


Harika bir tavuk pişirme yöntemim vardır, daha önce de yazmışsam affola, şöyledir:  Tavukta yağ deri falan bırakmam. (Bıraktığım günler de vardı ve inanın çok daha lezzetli olurdu!)  Tencereye bol tuz ve karabiber kırtkırtı ile yatırırım.  Mutfak penceremin önünden ya defne yaprağı, ya kekik biberiye falan koparır atarım tavuğun yanına, bir bütün soğanı da.  Sıkıca kapağını kapatır, elektrikli ocağın 1'ine koyar unuturum.  Kendi suyunu koyvererek pişerde pişer ve saatler sonra dönüp bir çatal batırdığımda darmadağılır tavuk.
    
 

Ve de akibeti dağılmak olan bu zavallı tavuk, biberlerle sohbetime dahlederek, acı ekşi tatlı bir sos istermiş gibi gelir bana.  

Madem tavuk istedi. 
 

İki ekşi, bir tatlı elma parçalanarak beraberlerinde biberlerle bızzzzzt'a girer..., bir portakal ve bir limon da önce kabukları tırtıklanıp sonra suları sıkılarak aynı yere.  Birkaç diş sarmısakla birlikte bızzzztlanıp tencereye alınır.   


Sos kıvamından kendini belli eder zaten de, elma ve biberleri ağızda eriyecek kadar tutarız ocağın üstünde.  (Yüksek bir tencerede, karıştırarak pişmesinde fayda var, pat pat patlayan zıp zıp zıplayan bir hali var nedense.)   Sızmasını, tuzunu tabii ki, bir iki kaşık da esmer şeker katıp karıştırarak alırız ateşten. 


Kış günlerinin en sevdiğim yan yemeklerinden yeşil mercimek salatası da var.  Mercimekler henüz haşlanıp süzülmüş..., sıcak sıcakken içine kar gibi inci soğan kıyılmış..., bol limon ve sızmasıyla karıştırılmış. Derken kereviz sapları ve yapraklarını doğramışım bolca içine. Tuz, karabiber yine kırtkırt sesleri eşliğinde ilave edilmiş.


Biberler memnun, tavuk memnun, ben hakeza.

Cayenne acısı, ekşisiyle tatlısıyla dile damağa müthiş keyif veriyor.

Not: Bu tabak muhteviyatı, buz gibi beyaz şarap ve bir dilim ekşi mayalı ekmekle yenmiştir.
 

Pazar, Ocak 20, 2013

Mutfakta sihirbaz mı var?


Aman da ne önemli bir iş becerdim demem doğru olmaz.  Çünkü çok basit.  Bütün iş mutfağa benimle birlikte sihirbazımın girmesinde.  O biliyor, O yapıyor..; O, beni deli ediyor.  Yapmak istediğim sadece, tuzlu suda brokoli haşlamaktı...  Limon sızma ikilisiyle bir güzel tatlandıracak ve kocaman bir çanakta yiyecektim.

Önce çiçek çiçek ayırdığım brokoliyi soktum tencereye.  Koçanlarını atmaya kim kıyar?  Arkadan onları da inceden doğrayıp, ki çabuk yumuşasınlar, doğru tencereye gönderdim.  Soğuk tuzlu su içinde oturdular ateşe, kaynamaya.  Ben az kaynatırım sebzelerimi, sizinkileri kendinize göre ayarlayın ama; ay bunu söylemekten de dilimde tüy bitti, makbulü az pişmiş olanıdır.
   

Delikli kepçeyle aldım tencereden kıtırca brokoli çiçeklerini.  Sıcağı sıcağına sızması ve limonuyla karıştırdım.  Kaldı mı geride koçanlı kaynar suyu?  Hadi ona da içimdeki sihirbaz kıyamadı, başladık bızzztlamaya, çorbası olsun diye.  

Lezzet biraz yavan mı?  Ne beis, acılı yaş tarhana ne güne duruyor?  Çalın içine birkaç kaşık da tarhana, bızzzztlamaya devam.  Şimdi hem kıvamı oturuyor hem de tadı..., demeye kalmadan pilavlık iri bulgur çıktı ortaya, başladı tencereye karışmaya.

"Oldu," dedim sihirbazıma.  "Pek güzel oldu da olan yine bana oldu.  Sözde hafif geçilecekti bu akşam, bir nevi bulgurotto çıktı ortaya!"

Son dokunuşlarda sarmısaklı yoğurt vardı, ateşten almadan hemen önce o da girdi bulgurlu karışıma.  Parmesan karıştı çorba kasesinde içine.

Zeytin ve brokoli yaprağıyla süslendi.  

 

Sade suya brokoli demiştim.

Yok, sanki ben öyle dememişim.

Pazartesi, Aralık 10, 2012

Hamsi, kuzukulak sosunda



Sarıkanat alıyorum o sırada.  Sarıkanata sarıkanat demek yasaklanmış.  Olta lüfer sana özel, diyor balıkçı.  Yersen.  Ben yerim. 

Üç liraya hamsi var yanı sıra.  35 liraya sarıkanat alana ayıklıyorlar bir de, bonus.  Mis gibi.  Almayanı döverler.

 

Balıkçının yanıbaşında neci olur? Yeşillikçi.  Kuzukulağı harika.  Kırmızılık olarak da turplar, şimdi toplanmış gibi.

Geldik eve ki sarıkanadın pabucu dondurucuya atıldı.  Gönül hamsilerden yana.

Hamsi buğulama soğanlı olur, da ben sevmem.  Buğulamak için ekşisi çoklu bir pişirme şekli buldum. Bayılacaksınız.  Kuzukulakları yıkanıp olduğu gibi tavanın altına yayılıyor.  Sızması, kırtkırt karabiberi ve tuzu bir fasıl ekleniyor.  Gönül isterdi ki, resim gibi dizeyim hamsileri ancak yine aynı gönül, "Kat gitsin," dedi, "gelişigüzel."  Kattım.  Limonları da dilimleyip sıkıştırdım ara ara.  Bol da sarmısak, dişleri dilimleye dilimleye şöyle...

Suyunu kendi koyverir, siz beş dakikalığına bir kapak kapatın önce, üç beş dakika da açık bırakın. 


Kuzukulağı yaprakları narindir, hamsiler pişene kadar pek güzel eriyerek enfes bir sos yarattı bana.  Tuz ve karabiberi yeniden kırtkırtladık ve deeee, taze kekik hemen altını kapatmaya yakın, az daha sızma.  Buharına karışan kokuyu bir duysanız derim, bir de duymasanız...

Hamsiye bu kadar paye biçilir ancak. 


Rakı mı şarap mı?

Taze ekmek var, biraz da kızartalım mı?

Helva aldım üstüne diye, fırınlayalım mı fırınlamayalım mı?

Hadi afiyet şeker...

----------

Benden daha daha hamsi muhabbeti isteyenler, buyursunlar...


Perşembe, Kasım 29, 2012

Palamut pilakisi yapmışım, ne yaparmışım ama...



 

Dondurucuya attım sözde, tabiri böyle ya, koymak kaldırmak değil, atmak...  Eylül palamutlarım bunlar, kışı bekletmeye niyet etmiştim ama doyamamışım demek ki palamut yemelere, bu da demek ki devam etmeli palamutlu denemelere.  Pilakisini yaptım. Üç aşağı beş yukarıdır pilaki yapımı.  Bildik bir harcı vardır, o harçtır ki her pilakiyi pilaki yapar.
 

Bol soğan ve sarmısak..., havuç, patates, kereviz istenen boyutlarda ve şekillerde kesilir önce.  Şimdiki palamutlu pişirme durumumda, buharlı kullanılabilen bir tencereye sızma da katılarak yerleştirilir.  Bu, bu yemeği pişirmeye başladığımda bulduğum bir yöntem ve de çok başarılı oldu.  Buharla pişen balık parçaları diri diri kaldı, enfeeesss. 

Malzemeyi tencereye yerleştirme işlemini arzu eden sıraya koyarak, yani zorlaştırarak yapabilir.  Şöyle ki, önce soğan ve sarmısak çevrilecek, sonra havuçlar katılıp yumuşatılacak, bilahare patates ve kereviz girecek tencereye.  Bence hiç gerek yok.  Hepsi aynı zaman dilimi içinde ağızlara layık pişebiliyor çünkü.  Hattâ pilakilerin olmazsa olmazı domatese de bence hiç gerek yok.  Bu yemekten toprağın köklere ve denizin balığa verdiği tatları almak istiyorum.  Domates çok baskın/dominant bir lezzet; her yere girmese, yine bence, çok iyi oluyor!


Tencereye yeterli suyunu ekleyip önce hızlı ateşe sonra da tıkırdamaya bıraktım.  Bu arada iki iri palamutu, ellerimden öperler, başladım filetolamaya.  Biraz hırpalandılar kabul ancak tek kılçık bırakmamışım üstlerinde, vay ki ne... 

Buhar teli üzerine yerleşti filetolarım, limon dilimleri ve defne yaprakları ile donatıldı.  Tuzu biberi kırtkırtlandı iri iri.  Bir limonun da suyu sıkıldı.  

Artık tadar bakarsınız ne ne kadar pişmiş diye. 


Sıcak yenen pilaki sevmem.  Ilıtın önce.

Kalırsa da ertesi gün soğuk soğuk... 

Meze meze, rakıya.


Cumartesi, Kasım 17, 2012

Helvacı kabağından kabak helvası



Annem Selma'nın deyişi, helvacı kabağı idi.  Çabuk pişene öyle der.  Ateşe direniyorsa eğer kestane kabağıdır. Balkabağı işte, turuncusu koyu, kokusu baskın.  Aldırmış, fazla geldiğinden yarısını pişirmiş.  Bildiğimiz gibi pişirmiş tabii. Akşamdan şekere basarsın, sabahına da koyverdiği suda pişirirsin tıkır tıkır.  Aynı hafta içinde Ablam Hülya'da da enfes bir kabak yedim.  Akşamdan şekere basılmış, sabah kalkınca....

Bir gün sonra komşum da gerçekten lezzetli bir kabak yapmıştı.  Akşamdan şekere basmış tabii, sabaha...

Neyse, dün eve Annem Selma'nın iki dilim fazla kabağı ve içimde fena halde bir kabak tadı ile döndüm.
 
 

Akşamdan şekere basmadım.  Sabah kalkınca önce rendeledim, biraz seyrettim rendelenmiş halleriyle.  Mutfakta iki boy gidip geldim.  Şimdi elimde bir yapışmaz tava var.  İçine az tereyağı, az sızma koyup eritiyorum.  Kılçıklı unum var, içinde buğday taneleri falan var hani, pek lezzetli.  Hayati Kaptan'lardan gelmişti, az az kullanıyordum ama bugün kıydım valla, üç dört tepeleme kaşık attım eriyip ısınan yağa.

Beşamel yapar gibi. 
 
 

Un ve yağ iyice kaynaşınca rendelenmiş kabağı ekleyip karıştırdım durmaksızın.  Önce tahta kaşıktan medet ummuştum ama nafile, spatula bu işi çok iyi becerdi.  Uzunca uğraştıktan sonra nispeten homojen bir karışım elde ettim. 


Portakalla balkabağını çok yakıştırırım. Bir portakalın kabuğunu tırtıklayıp suyunu da sıkarak kattım içine.

Onları da az yedirdim birbirlerine ve de ağzımın tadı kadar kahverengi şeker ilave ettim.

Durmaksızın karıştırıyorum.  Helva yapmanın kolay olduğunu kim söylemiş?  Zordur.  Ben de zaten kafam zorda olan zamanlarda yaparım helvalarımı.  


Offffff, ellerime sağlık, diyecek başka lafım yok.

----------

Kabak zamanı kabaksız geçmez. Blogum blog olalı nerede KABAK demişsem BURADA.