Kedili Mutfaklar

Pazar, Ocak 31, 2010

Gelişigüzel, yiyişi güzel tuzlu kek


Hay aksi, yaş durumlarından olabilir, fikr'i sabit tesis ediyorum galiba. Bunca yıl üzerine unsal sorumluluklar almamış olan kadın, kalkıp unlu tariflere fiksliyorsa kendini, başka ne demeli?

Az evvel mutfaktan çıkarken söyleniyordum: Var ya, unlu tarifler miligramik ölçülerle yapılırmış diyenler..., gramı şaşarsa feleği şaşarmış diyenler..., ne biliiim unun cinsiyetiyle şekerin cibiliyeti tutmazsa olmazmış diyenler... Diye diye dillerinde tüy bitenler. Tam ne idüğü belirsiz bir unlu karışım yapacağım tuttuğunda, kaş göz oynatıp burnuma ölçüler içeren kağıtlar sokarak hevesimi kaçıranlar. Varlığım mutfaklarınıza armağan olsun.

Öncelikle, her zamanki gibi bilmediğimi yapmaya başlayacağım için mutluyum tabii. "Tuzlu kek olsun mu bu bilinmez?" diye sorguluyorum kendimi. Olsuuuun, cevabını alınca hemen kuru domates çıkarıyorum sızmada durdukları kavanozdan. Sarmısak dişleri ayıklanıyor ve de ünleriyle beni aşan mutfak camı biberiyemle kekiklerimden koparıyorum.

Hokkabazlık mı yaptığım? Sanata aşırı saygımın mutfağıma ektiği üç beş tohum mu?


Mezzaluna/yarımayla kıydım ben veya bıçakla kıyılıyor bunlar. İşten değil. Bir şarkı tutturun yanısıra sevdiğiniz bişey... Biraz yüreğimi karartan şarkılarla mutlu oluyorum bu sıralar. Hacı Arif filan, bakmıyor çeşm-i siyah feryade, yetiş ey gamze yetiş imdade... Hamiyet okuyacak ki, daha yarım saat kafayı toparlayamayacaksın, öyle okur.

Ömer Uluç da daha dün gitmiş, Aşiyan'a yatmış. Biz sanki Ömer'le daha önceki gün Papirüs'te ya da Çiçek'te içmekten sıkılmışız, kalkıp Zincirlikuyu'da Despina'nın gecekondu meyhanesine gidiyoruz. Üç meze, beş kelam, rakı, taş plak, renkti ahenkti, Paris'i Roma'sı...

Zaten takılmışken kafam böylesine Hacıydı Hamiyetti Ömerdi, ellerim şuursuz artık, işler işler işleeer.


Kek yapmaya un gerek en önce, yumurta ve yağ gerek. Çocukkenki gibi şımarıyorum, bana ne gerek sütlü börek... Evde süt yok, bu da börek olmayacak zaten, geçiniz.
Yoğurt koyuyorum ufacık tefecik ve yağsız olanından bir adet. Üç yumurta ve yoğurt kabı kadar sızma. Çırpıyorum. Un, yoğurt kabı beş kere dolup boşalacak kadar, eliyorum. Bııızzzzt aletimin yumurta çırpıcısıyla çırpıyorum; köylü kızı un eliyor, aha böyle aha aha şöyle, yaman olur köylü kızııı... Pakette kalan az una da yazık, ekliyorum.

Koyuca mı oldu hamur biraz, ne beis. Tam da ikinci mini yoğurda gidecekken elim, yetiş ey krema yetiş imdade... Dahiyane bir buluş mu? Accabba mııı? Olmasa da koydum, bir paket kremayı, çırptım gitti bile.
Az daha deha gerek. İki katı yumurta ne der bu işe? Durup duracağıma dolapta ööölece, girer keki şenlendiririm der mi, deeeer. Güzeeelce bir parça beyaz peynir, elim alışmış diye Bahçıvan. Yahu Bahçıvan Kardeşlerim, bir kıvam bir lezzet tutturun artık. Gün aşırı adı değişik bir mal çıkarmakla olmuyor, çıkmış olanların namusunu kollayın, koruyun önce.
Eveeet, yumurtayı ve beyaz peyniri bulamaç içinde çamur etmeden yarımayladığım malzemeyle buluşturup, az biraz kendi çeşnilediğim tuzdan da katıp, iki kırt kırt tane biber çekip...
Sızmaladım iyice bir tepsiyi. Gelişigüzel boşalttım içine malzememi. Sıcak fırına verdim.

Yayıldı kendince tepsiye, kendisine tanınan gelişigüzellik hakkından pek memnun kalmıştı belli.
Haaaa unutmadan, ilk çırpılan yumurta+sızma+yoğurt karışımından ayırmıştım üç beş kaşık. Döktüm üzerine fırına vermeden, biberiye ve kekiklerle de bezedim hafiften.

Bir olaydı dışarı çıkan fırından. Lokmaları kremanın yumuşacığıyla ağızlarda dağıldı. Domates kurularının sızmayla aşkından gelen lezzete, taze biberiyeyle kekik eklendi. Hamurun renklenmesi öyle hoş öyle hoştu ki; katı yumurtanın sarısına bulaşmış domatesin alına biberiye yeşili yanaşmıştı.

Kulağımı Hamiyet'e vermiştim. Gözüm gelişigüzelimdeydi; aklım Ömer'in çok renkli yaşamındaydı, fırçasındaydı...


Perşembe, Ocak 28, 2010

Bizim buralarda neler oluyor?

Sinangil ekmeği

Hamur işinden anlamıyorum, yine de kalkışıp girişiyorum bazı bazı. Şimdi de unlarım dürtüyor, Sinangil unlarım mutfak beklemeye gelmediler, karılmaya yoğurulmaya geldiler elbet. Neyse girmişim mutfağa aklım sıra hamur tutuyorum. Ekmeklik çavdar unundan... Aç paketi içinden kuru mayası da çıkıyor, kat suyunu da, olsun mu sana çamur? Ben nerde yanlış yaptım?

Şemsi, "Ellerini suya soh çıhar da yoour, yapışmaz öyleyince," diyor. İyi, deniyorum, olduğu kadar artık. Öğlen servisinde aportman görevlisi İsmail bir göz atıyor halime. "Yoh aphla, kapını ha şööle tut, tek eliğlen yooor," fikrini veriyor. Şemsi de hemfikir olunca, tek elim kaba yapışık diğerini ıslata unlaya çalışmaya başlıyorum.

Vallahi çok güzel oldular. Ben içine değişik baharatlar koyup birlikte çektiğim deniz tuzundan da ilave ettim yoğururken. Hani kırmızı biber acısından, kekik dağlısından, karanfil Moluk Takımadaları'ndan deeermişim..., devam, renkli biber topları ve de saireler. Bu işi Yunanistan'dan gelen bir şişe baharatlı tuzdan sonra akıl ettim. Artık sizin de aklınızda olsun.

Tariş deniz tuzuna baharat ekleyip Ikea'nın öğütücüsüne koyuyorsunuz. Bu öğütücülerden sade tuz, baharat karışımlı tuz ve top biber için üç adet ediniyorsunuz tabii. Ömrüm boyunca bulduğum en gelişmiş baharat öğütücü olduğuna yemin ederim. Şükür kavuşturana.

Lucy'nin paltosu


Ne de zor işmiş. Şu bacak ve boyun meselesini bir türlü beceremiyorum. Baktım baktım, internete de baktım, Lucy'nin ölçülerini de aldım. Benim Cancan oğlan bulduğu yerde içine girmeye çalışıyor. Sana değil oğlum, kuzen Lucy'nin olacak o palto. Annoya'n becerebilseydi de şu karlı günlerde giyebilseydi keşke Lucy kız.

Bruschetta


Nasıl istersem öyle yaparım. Nefis bir dilim ekşi mayalı organik ekmek kızarır, üzerine Şirince sızması gezer mesela. Sarmısak ezilip sürülür, baharatlı tuz burada da kullanılır ve de yine Şirince'nin dağlarından kekik serpilir bolca.

Günün bruschettası budur. Başka gün başka olur.

Şirince'den bir yar gelir bizlere...



... toplanırız haliyle. Mine'sim canım, beeens, Candan kızım, Eren'imiz Cendey ve de Ceylan'cığım. Yeriz içeriz, çoook da güleriz.

Kar yağıyor, sen çocuklar gibi sevindin
Kar yağıyor, yanıma yat ısıt beni

Kuşlarımız üçer beşer somun ekmek, kuçularımız etli kemikli makarnalar, pisilerimiz de takviyeli mamalarını yiyorlar her gün. Cancan kürkünü kabartıp kar seyretti. Ben sessiz sakin evimin keyfini çıkarıyorum.

Bir eski, iki eski, üç eski.... kar mısrası akılda... Beş eski, altı eski, çoook eski.... sevda yürekte...

Akıl nerede peki şimdi, yürek artık nerede?

Cumartesi, Ocak 23, 2010

Eski kapuska severlere yeni ayar

Ev kokarmış. Booşveeeer, kokarsa kokar... Gaz yaparmış. Ammaaaan yaparsa yapar. Lahana pişeceeek.

Hepsi birbirine bağlı. Hikaye etsem bari, bağlantılı yazsam. Mutfağımda üç gün içinde olan bitenin bir kısmıdır. Ne kadar eğlendiğimin resmidir. Nasıl da aklımla bin yaşayasım gelir bu hallerimi görünce, tercümesidir.

Mutfakta yaratıcılık, bereket ve lezzetin sınırları olmamalı. Lezzet sofraların umudu, neşesi. Ne kadar keyifle oturuyorsak o sofrada, öylesine barışıktır aile bireyleri. Bereket, ekonomik sınırlarını genişletir mutfağın. Çoğaltılabilen her lokma, doyacak bir başka can demek. Yaratıcılık ve de, bence en önemlisi olan yaratıcılık, lezzet ve bereketin anası.

Yaratıcılık açısından en kolay start alınabilecek yer de mutfak. Öyle yani, bir insanın her gün mutlaka zaman harcaması gereken yerde yaratıcı olması kadar normal ne var ki?

Laf ağzıma gelmişken söylemeliyim; hiç çözemediğim mutfak tipi, "Bugün ne pişirsem?" tipidir! Üç beş yemeği kayda almıştır ya, döner durur aralarında, bir çeşnisini dahi değiştirmeden.

Kapuska dile gelse

En sevdiğim de kendi tipim. İkiletmeden mutfağa girer, yapar eder, iş biter. Gören 'maaaşallah' der. Şimdi oraya geliyoruz işte. Bir lahana macerasıdır ki aldı başını laylaylom. Kafam kadar var bu, zor ama tüketilecek bazı şekillerde. Kapuskayla start versem mesela. Yaşantıma geç girdiydi bu kapuska ama kişisel çabalarımla, her yaptığımda hayranlığımı artarak kazanmayı başarıyor.


Tencereye girecek halini alana kadar, oynaşıyoruz biraz. Bıçağı kök kısmın içinden çevirerek konik bir kuyu açıyorum. Sonra bıçağı dibine vardırmadan, dilimliyorum lahanayı. Açılıp saçılmayacak gibi, tamam mı?

Tepe üstü oturuyor lahanamız kendi kadar ve içinde bol soğanla kavrulmuş kıyma olan bir tencereye. Konik kuyu ve kesilen dilimler sarmısak dişleri, biber salçası, biberiye, süs biberi, deniz tuzu, limon kabuğu çentikleri filanla doldurulacak. Verin suyunu sızmasını da bir limon suyuyla tamamlayıp, ağzınıza göre yumuşayana kadar pişsin dursun artık.

Ara ara tat ve tuz ayarı yapılırsa iyi olur tabii.

Haa bir de, servis anında mis gibi tereyağında kırmızı biber sosu bu yemeğe ilaçtır.

Lahanamız böyle piştiğinde tersyüz edilerek bir fırın kabına alınabilinir, ki tavsiyem çömlektir tabii...; üzerine acayip bir peynir rendesi* şöleni saçılıp fırınlanabilir..., yine acayip bir seremoniyle getirilip sofra üzerine bırakılabilir ki..., olanca konuğun hayretine mazhar olacak, dil ısırtacak ve bundan böyle kapuskanın geçirebileceği evrimin son kertesi olarak akıllara kazınacaktır. Kim demişmiş bakiiim kapuska misafir yemeği değil diye?

(Not: Ha bu paragraf şimdilik sadece hayalimdedir. Yaparız da evelallah.)

Araya bir mantı da sıkıştıralım bakalım

Mevzu'u kelem daha bitmedi. Dondurucuda duran mantıların araya mecburi giriş yapması gerekti sadece. "Hadi değişik mantı bişeyi yapsana"ya geldim, haşlanmış üç pancar tanesine güvenip girdim mutfağa.

Mantılarım haşlanırken pancarlar rendelendi. Yoğurt sarmısaklandı. Sarmısak dişlerini toprağa gömüp elde ettiğim garlic chives toplandı. Önce pancar rendesi, sonra yoğurt, üstüne de mantılar dizildi. Acısından faydalanmak üzere bir süs biberi kırıldı tepesine. Sarmısak yeşilliği ile süslendi. Sızma gezdirildi ki, siz yine tereyağında kırmızı biber sosunu tercih edin bence.

Pembe pembe oldu rengi yoğurtla karışınca, yiyen 'offfşşşş' dedi.

Suyuna da çorba pişirdim mi sana?


Oooooh, ne lezzettir bu içinde mantı haşlanan su. Sıcacıkken henüz, aklıma nasıl geldiyse geldi, içine tarhana basıp bıraktım. Soğuyunca da dolaba kalktı.

Ertesi gün olduğunda kaynayan tarhanaya kapuskadan kalan lahanalar katıldı. Beyaz peynir ve kuru naneyle içilip olanca güçte şükredildi.

Lezzete, berekete ve yaratıcılığa...

Evin kokusu işte bunlar.

Gaz maz yok.

Gaza gelin diye söyledim.

Bu da kapuska moranim...

* karışık peynir rendesi şöleninde hayalimde turuncu peynir de var. Ne peyniriydi o yaaa, eritme denirdi sanki de..., mumlanmış satılan Hollanda peynirleri gibi miydi? Ben çocukken Amerikan yardımı diye ilkokullarda dağıtılırdı, yanında da süt tozu :( Neyse rengi aynen mimolette, bulursak mimolette koyalım olur mu?

Salı, Ocak 19, 2010

Havuçlu kadayıf, şerbeti pekmez...

Kendim ettim kendim buldum. Mideme gitgide daha hassas bir reaksiyon parametresi uygulayıp feleğini şaşırttım. Sonunda olanlar oldu. Başka mahallelerde yemek kaldırmaz oldu bünyem. Bu birinci faraziyem. İkincisi de şu; bünyem, adı sanı veya markasıyla yüzde yüz güvenilir olmayan yerlerden yemek kaldırmaz oldu. Hele de şerbetli tatlılardı böreklerdi filan, yakıcı özellikleriyle içime işkence etmeye başladılar.

Adını şöyle koysam mı mesela, Margarinella hastalığı bir nevi bu benimki desem mi? (Yağ mahiyetinde kullanılan sızma harici tuhaf sıvılara karşı da, nev'i sıvısına/yağına göre midem feleğini şaşırmış durumlar yaşar ya!)

Durumum böyle böyle olunca, haylicedir güvendiğim dağlara da kar yağınca, kendi kadayıfını kendin hallet halim hasıl oldu. Yoksa Annem Selma'nın kadayıfı allah allah çektirir adama. Alır eline şööyle kocaman fincanları, basar yarısına kadar telleri, irimsi dövülmüş cevizler ve sonrasında yine tel telleri... Çevirir tepsiye, tepelerine irice parça tereyağı döşeyip verir fırına...

Şerbeti şerbettir hani, ipeksi süzülür genizden, zerre kadar yakmadan etmeden. Kaymak mutlakiyeti vardır bir de Annem Selma'nın. Neredeyse avuç kadar yerleştirir üzerlerine, haliyle kadayıfın kendisi de öksüz doyuran olunca, yakışır.

Çocukluğumda Beşiktaş'ta Pando'dan* alınırdı; ben yemezdim kaymak, halâ da süt gibi taptazesini bulmazsam yemem.

Canım çekti fena halde veya çekiyormuş günlerdir..., ki güvenilir yufkacımdan tel kadayıf getirttirip dondurucuya zulalamış ne yapacağımı bilmez hallerimle kendime zulmediyordum. Al sana tam da bu sıralarda evde biriken aşure tabaklarını. Bir hayli aşure tabağı yani, aaaah ah o konu komşuda kaynayanla doldurulup, şimdi mutfağımda boşları biriken/bekleyen çukur şeyler.

Mis gibi tereyağı ile mıncıklarken tellerini çözdüğüm kadayıfı yine tereyağladığım tepsiye bastırdım. Rende havuç kadayıfı örttü, file şamfıstık serpiştirtirildi. Üstüne üstlük tekrar kadayıf ve iyice bastırın şimdi, sert sert elayasıyla... Tereyağından nasibini alacak elbette biraz daha, çentin veya rendeleyiverin gitsin tepesine.

Kızardı çıktı mı fırından? Evde de enfes bir şişe pekmezim mi var? Cosssss dedirte dedirte döktüm mü fırın sıcağında kadayıfıma?

Bu neeeeee? Eeeeennfeeees.

Çukur tabaklara koyulması yakışık almayacak olan tel tel kadayıf dilimlerimi kendi düz tabaklarıma yerleştirdim bir güzel. Verdim komşulara, kendi kaselerinde reçellerim eşliğinde. Yani yine arayı açtım, alacaklıyım.

Şimdi onlar düşünsün benim tabaklara ne koyacaklarını.

Mutfaklarda bereket olsun maksat.

Diğer maksat komşulararası hareket olsun.

E hadi bu da bonusu olsun! Tahta kaşıkla karıştırdığım hurma ezmesi. Biraz şekerleyip bir iki kaynatınca oluyor. Hafiften burukluğu var, ve ızgara tavuk yanında acayip yakışıyor.

* Başak'ın harika tanıtım yazısı ve yorumlarını okuyun lütfen

Cumartesi, Ocak 16, 2010

Tavuklu tava böreği

Suda börek yapıyorum. Daha bilmiyorum nasıl olacağını da ‘her yaptığım tutar’ hallerime alıştığım için suda böreğin bana su koyverebileceği aklıma bile gelmiyor.

O şimdi bir tavada, elektrikli ocağın üzerinde. Yapımında matah bir durum yok. İki tavuk göğsünün serçebaşı doğranmışını lezzetledim kendime göre. İçinde olmayan baharat olmayan all purpose McCormick, bir de chicken seasoning yine aynı markadan. Kırmızı soğan doğradım ve sarmısak ufaladım. Tuz da tabii ve tamam işte.

Bir yufka döşendi sahana. Bu iç de yayıldı içine. İkinci yufkayla da kapatıldı. Tepesine tabak çevrildi sızma gezdirildi ve ısındı azıcık elektriğin üzerinde. Kokusu çıkmaya başlayınca da tabağı örtmeyen kadar sıcak su döküp bıraktım. İçin içindeki malzeme güzel bir lezzet saldı bu suya. Suyunu çekince bir tabakla altüst edip diğer yanını pembeleştirdim suda tava böreğimin.


Yedim.
Su koyvermemişti.
Çaaak.
Daha yedim.

Çarşamba, Ocak 13, 2010

Maraza çıkarma sanatı

Hürriyet sürmanşetten şöyle girmiş:

http://e-gazete.hurriyet.com.tr/hurriyet/2010/01/13/1/01/main.aspx

Görünüşe göre misafir edenler sipsivri koltuklarda tünerken, büyükelçimiz rahat kanapeye yerleşmiş.

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=200334&cat=110&dt=2010/01/13 büyükelçi ne demiş?

Zaman, « İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Çelikkol'la makamında görüşürken yüksek koltuğa oturdu. Basınını da davet ederek bu anın kameralarca çekilmesini sağladı. Çelikkol'un anlamaması için İbranice yaptığı açıklamada "Biz yüksekte oturuyoruz ve masada sadece İsrail bayrağı var." dedi. », demiş.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=939424&title=israil-buyukelcisi-disisleri-bakanligina-cagrildi-herkes-haddini-bilecek miş...

Bir büyükelçinin, Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir toplantıya gittiği zaman Türk bayrağı konması gibi zaten bir adet yokmuş... (Milliyet)

Eeee, e öyleyse sorun neymiş?

Arınç'a suikast sakızı çiğnenmekten yumuşamışmış, dolayısıyla out, İsrail kapışması inmiş.

Ve de flaş flaş flaş...

İsrail özür dilemiş(miymiş) ?

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13462971.asp?gid=229

Pazar, Ocak 10, 2010

Yeşilli ekşi köfte

Ekşi köfte bir kere, ekşili değil. Ekşili olanı Annem Selma mutfağının çok sevilenidir. Seyrek de olsa yaparım ama daha ziyade beklerim ki yapsın. Sarma durumum gibi hani, tembellikten olabilir. Ya da kendi bilinmeyenimi yaratıp bilinire çevirme manyaklığımdan.

Ekşilisini pirinçle yaparız tabii. Terbiyesinde limon kullanılır haliyle, ekşili olması da ondan kaynaklanır.

Bu yaptığım derseniz bildiğimiz ekşi, ekşi mi ekşi. Limonyergil olduğumdan, tamamiyle kendi isteklerim doğrultusunda ayarladım malzeme kullanımımı. Bızzzzt çalışır Oya bakar şeklinde bir hazırlık safhası vardı. Soğan ve sarmısak bızzzzzttt, biraz dişe gelir halde ama. Rende soğan sevmem yemeklerde, köftede de sevmem. Bazı soğanlar çok sulanır, kimi acılaştırır...; üstelik yok olur gider ya üzülürüm arkasından. Yediğimi bileyim yediğimi bilsin, diye düşünürüm!

Evde bulunan maydanoz ve dereotunun tamamına ilave edilen kabuklu mabuklu yarım limonla ikinci bıııızzzt.

Üçüncü bızzzt da yumurta, limon suyu ve una geldi.

Taze ve iri çekilmiş renkli top biberler, deniz tuzu, soğan ve ekmek içiyle yoğrulan köfteler dizildi sahana. Sızma gezdirildi hafiften. Taze kekik, biberiye, defne ve bir kuru arnavutla kapakladım, kızartırmış gibi yaptım.

Köfteleri iki taraflı pembeleştirdim es, iki parmak sıcak su ilave ederek fokurdattım es. Sonra limonlu yeşil sosla iki fıkırdadılar es. Finali de bızzztlanmış terbiye ile yapıp bitirdim işi.

Eslerde tuz ve biber çekmelere bayılıyorum.

Limon kabuğunu az tutar, ekşisini azaltır herkese yediririm.

Domateslisini yaparım; tazeden yazlarda, kışlayınca kurusundan.

Ispanaklısı, patlıcanlısı...

Sahan köftelerimi bu usûl yaparım artık.

Perşembe, Ocak 07, 2010

Fındık fıstık

Çok özel, çok güzel



Sınıf arkadaşım Prof. Dr. Nazan Erkmen, çocuk gözüyle İstanbul'u resimledi. "Bir Bennudur İstanbul" illustrasyon sergisi Çırağan Palace Kempinsky Sanat Galerisi 5 Ocak - 5 Şubat 2010


Doldur cebine, çıtır çıtır...

Tekel işçilerinin efkarına destek geldi. Üç gün önce şok zam yiyen sigara ucuzladı. Nasıl olsa açık hava müdavimi oldular, rahat rahat içer garipler.

Tarihin Arka Odası izlenesi program ancak Pelin Batu namında hemcinsime gül gül, utanıyorum valla. Kimin eliyle oturtuluyorsa artık orada...

Kenan İmirzalıoğlu acil konuşma koçu tutmalı kendine. Hele de tiyatro kökenli sanatçıların yanında parazit yaparmış gibi oluyor.

Hülya Avşar’ın programı süresince anlamadığı her konuya ‘hımmm’ diye bilmiş bilmiş kafa sallaması ilginç. Yakında anchor da olur, sallar başını alır maaşını.

Doğan Grubu Milliyet, Vatan ve Star TV’yi elden çıkarıyor. Elinde kalanların da zaten hundred percent über alles / liberalles oluşumuna ramak kaldı!

Domuz gribi bittiğinden değil, Arınç'a suikast haberinin önünü açmak için gündemden kaldırılmıştır. Kozmik oda tavasında kızaran kozmik patatesle, aşı ve ölüm korkusunu attık neyse.

Show'da Yemekteyiz halâ sürüyor. Ne midesiz milletmişiz be yahu.

Amma da mesele oldu Ahmet Türk'e ev vermemek. O adam 'her kürt' değil ki, parmak kaldırıyorum benim de komşum olmasın.

Cumartesi, Ocak 02, 2010

Bir baba hindi butu, kestaneli sarışın pilavla

Bir acil hindi tarifi isteği ve kafayı iki tarafa kızmış gibi sallayıp yazdığım yanıtı okuyun hele.
Ele verir talkını olup kalmasın... Sonra da yapalım bari. Salkımı da yutalım gari.

oya cım canım biliyorum sipariş yazı/tarif sevmiyorsun ama ben senden değişik bir hindi nasıl yenir/nasıl bir sosa yatırılır/neyle öpüştürülür/nasıl seviştirilir ekmek arasında kimlerle tarifi bekliyorum! kırma beniiiiii öpüyorum çok çılgın bir sene diliyorum!
By
handan, at 30 Aralık 2009 16:42

Akşam akşam allah iyiliğini versin e mi Handan'cığım? Hindi parçalarını geceden kırmızı biberli ve tuzlu süte yatır. Sütten sonra kurula. Fırına vermeden önce ekşimsi bir marmelat sür üzerine veya çok tatlıysa azıcık da limon sık. Hiç yapmadım ama eminim güzel olur, bana da söyle... İncecik dilimlenmiş ve fırında ızgara edilmiş balkabağı ile hoş olabilir. Sana da iyi gelsin yeni yıl inşallah ;))
By
Oya Kayacan, at 30 Aralık 2009 19:27


Bir hindi butu bir geceyi bol kırmızı biber ve tuzlu sütte geçirdi. Ertesi gün nar suyunda ayva reçeline bulandı. Biberiye de serptim azıcık, taze taze. Toprak tencereye yattı, folyoyla örtülüp uzuuuuun uzun pişti fırında. Sonra da folyo açıldı, küçücük tereyağ parçacıkları ve limon eklendi. Yine uzuuun uzun... Bir ara elime geçen bir avuç tel kadayıfı da attım mı sana kızaran hindinin üzerine? Onlar da kıtır görüntü, çıtır lezzet verdi mi sana üstelik?

Reçel, baba hindiyi bozar mı acaba?

O ara kestaneli turuncu pilav yaptım. Kestanesi Kestano şekersiz. Turuncusu da bilumum turuncular... Yani balkabak, havuç, portakal kabuğu ve suyu. Tereyağlı tabii, toz tarçın, tuz, top biber..

Yok valla, bir daha öyle ayak üstü tarif sallamak mı? Sorumluluk hissediyor insan.
Handan'dan cevap da çıkmadı.
Ola ki zehirlendi filan mı?
Onun hindisi reçellenmeyi kendisine yediremeyip bozulmuş olabilir mi?