Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Nisan 26, 2008

Demedim mi, ah demedim mi?

Yapamadık. Olmadı. Kutlamamız vardı. Annem Selma bir yaşına daha bastı. Ablam Hülya muhteşem lezzetlerle süsledi tabaklarımızı. Diyet demiştik ama tövbe özürlüyüz de demiştik. Yedik nitekim. Açılış tabağımızda karidesli ıspanak vardı. Sonrasında sayamaz olduk tabakları. Ah bu Ablam Hülya yok mu?

İyi ki var. Tatlı dilli güler yüzlüdür. Çok güzel yemek yapar. Ailenin toparlayıcısıdır. Daha ne olsun? Dostlar başına böyle ablalar. Bu da son hallerinden biridir, Japonya hatırası.



Kedicik de Japon, o da taaa Japonyalardan yeni geldi. Hafifçe renklendirsin diye sokuşturdum hafif tabağımın yanına. Hafif tabağımda ne var? Aynı teflon tavayı gözlerimle üç bölüme ayırmışım. Ispanak sapları, kabak dilimleri ve tavuk göğsü yerleştirmişim bölmelere. Bir baş sarmısak da unutulmamış diş diş yerleşmiş aralara. Sıkıca folyolayıp on dakika pişirmişim. Tatlandırmak konusunda açığım ama karabiberi taze taze çekmek unutulmasın hem önceden hem de piştikten sonra, damla damla da sızma gezdirilsin. Tasarruftayız yani sızmadan yana.

http://www.birdilektut.org/anasayfa.html Bu adrese gidip ne yapabileceğinizi bir araştırın bakalım. Yaşamak için fazla vakti kalmamış çocuklar orada bizi bekliyor. Cebimizden, zamanımızdan, sevgimizden artanlarla kucaklayalım onları.

Kolayı da var. Tüm operatörlerden 5282'ye DİLEK yazıp yollayın. Sadece 10 liranıza maloluyor bir çocuğun gülümsemesine katkıda bulunmak.

Annem Selma tuttuğu dilekleri bir bir anlattı bize mumunu üflemeden. Artık büyümek istemiyormuş, bunu da bana gizlice söyledi. Çok yaşa sen e mi?

Kaldı mı diyet hevesi kursağınızda?

Ben ne anlarım diyetten?

Hafif yeriz ara sıra olur biter.








Çarşamba, Nisan 23, 2008

Ne diyeti, tövbe tövbeeee...

İşittim de inanamadım. Bön bön bakıyorum suratına. Diyor ki Annoya'm, hafif yemekler uygulaması başlatmış. İlk defa bu kadar aleniyete döktü bu işi. Haydi hayırlısı... Ucu bana da dokunmasa bari. Cancan

Bu mevzuda tövbe tuttuğum görülmemiştir. Eder eder bozarım. Olmuştur yakın geçmişimde onbeş kiloya kadar sıkıp canımı, sonra koyvermek aynı can'ı yeniden, sınırsız. Tersten mehter yürüyüşüm de meşhurdur, bir ileri iki geri.

Yaş koydukça kilo da koyuyor, taşınmaz mal gibi kalacağım bir gün kenarda. "E hadi hadi o zaman... Boşalıp boşalıp semerini yeme," dediysem eğer kendi kendime, anlayın ki biraz kızmışım ben bana.
Pilavdan da dönmemek kaşığı kırmamak gerek; yani lezzetten geçmemek, gözü tok tutmak, mutfağı garip koymamak gerek demek istiyorum. Zaten yok öyle zamanlamaydı, miktarlamaydı gibi hedeflerim. Sadece günün birinde biraz daha hafiflemiş olacağımı, zavallı belimi bacaklarımı dizlerimi bileklerimi falan daha az yoracağımı düşünerek..., aaah aah nasıl da yanılıyorum!

Zayıflama mutfağımın tarzı şişman mutfağımla aynı olur tabii olsa olsa. Yine yaparım ben yapacağımı. İlk günden bir semizotu dürümü yaparım mesela ki, zor tutarım sonra kendimi bir tane daha dürmemek için.

Biraz nane, maydanoz falan da kattım içine. Baharat olarak birleşik Lemon & Pepper kullandım. "Az sızma ama azzzz sızma haydi göreyim seni," dedim kendime. Parmesan gezdirdim sonra üzerine, yine kurallarıma uymayan azzzzlıkta.

Kısa bir süre için verin fırına, ki ölmesin güzelim yeşillikler.

Dürün.

Bayıldım.

Güzel bir tatlı ikramım da oldu kendime. Çentilmiş çikolata, ayva nar reçeli damlaları, üç beş tane şamfıstık ve naneyle tam da ağzıma layıktı şu zavallı hafif yoğurt.

Şimdi bu tövbeyse eğer, tövbe tööövbeeeee!

Tövbe etsem diyorum, diyete.


Cumartesi, Nisan 19, 2008

Enginar, ipiydi sapıydı derken...

Mevsimin cilvesidir enginar, enginarcılar cilvelidir, yemesinde cilve barındırır. Kamyonetler, çekçek mi itit mi neyse işte o arabalar, küfeler dolusudur enginarlar yollarda. Tarlasında, pazarında, çarşısında enginar vardır bu zamanın... Yani zaman enginar zamanıdır.

Cilvesi soyunmasındadır enginarcının kaba saba ellerinde, bıçağa tav olup atmasındadır üstünü başını, cuppa limonlu suya vermesindedir kendini üryan; ki yoksa utancından mosmor olacak, kararacaktır. Enginarcı doyamaz soymaya, doyamaz ellerini döndüre döndüre enginarların bedeninde, okşamaya yolmaya...

Enginarcı sektirmem. Biraz seyre dururum bu cilveleşmeyi. Tanıdıktır zaten enginarcılar, tutuştururlar elime hemen tuz limonla ovulmuş bir tane. Dondurma külahından daha makbule geçer bana, ısıra kemire devam yoluma...

Haftada en az bir kere zeytinyağlı bir çeşidi pişer evimde. Bazı İtalyan usulü alışkanlıklarımdan pirinçlisi olur, siz bilmezsiniz belki ama all'acciuge yani ançuezli olur. Bir de klasiğim var tabii, her seferinde her nasılsa yaklaşık bir tarif tutturabildiğim. Saplar körpeyken tencereye dikine yerleştirip ıvır kıvırını etrafına koyar, kartlaşınca da çanağı sırtüstü yatırıp içini doldurarak yaparım.

Şu körpe sap mevsimi benim için çok önemli. Fena halde bir sap, kök filan merakım var. Sanırım, nur içinde yatsın Teyzem Jülide'yi anmam gerekiyor bu noktada. O saplardan ve köklerden öyle lezzetler çıkarırdı ki. Öyle de gururlanırdı ki, tek sebzeden becerip de üç dört çeşit yarattığı için. Marifetliydi canım benim, çoook.


Ben de enginar sapı pestosu yapmayı anlatsam size, ne dersiniz? Enginarlarını dün pişirmiştim, patates ve havuç renklendirmesiyle. Taze soğan, henüz dişlenmiş taze Taşköprü sarmısağı, limon suyu, sızma, deniz tuzu ve azıcık şeker yeterli bu yemek için. Enfes oldu.

Kendi saplarıma ilave başka saplar da aldımdı enginarcıdan. En büyük bıııızzzzz kabıma iki limon suyu, tazecik sarmısak dişleri ve deniz tuzu koydum önce. Başladım sapları ayıklamaya. Bıçakla bir baştan sona doğru kanırtarak kolayca oluyor bu iş. Sonra yine bıçakla havuç temizler gibi yaparak, eğer kalmışsa kılçıkımsılardan kurtuluyoruz. Bir iki sapta bir bızzzztımızı çalıştıralım ki limonla iyice karışsın, kararmasın saplar.

Dereotu bol bol, sızma istediğiniz kadar ve de parmesan ne kadar çok o kadar iyi... Doyumsuz lezzetinin yanı sıra pestoyu toparlamak için de parmesan fazlaca gerekiyor. Limon ekşisini yumuşatmaya azıcık şeker de gerek, şimdi tekrar bızzzztlayın. Bitti. Acayip. Accayip. Yani bu sabah keşfettim, ben keşfettim diye söylemiyorum. Accayiiiip.


Cilvelidir yemesi de demiştik.

Ben yaparsam tabii.

Akşama ızgara çipuraya cilvelenecekmiş üstelik.

Çipura çipura olalı böyle keyifle yenmemiştir.


Arkası var, 20:22 ...



Derkeeen akşam oldu. Ayıptır söylemesi diyerek iki fotoğraf daha koyalım dedik. Annoya'm yarısına yakın balığını bana yedirdi. Pesto yedirmedi, rakı içirmedi.



Çipura da çipuraymış. Tuzlandı ve sızmalandı sadece, teflonda iki döndürüldü ortalama ateşte. Dipdiri enfes oldu ızgarası. Yanakları pembeydi. Balıkçımın da günahı benim boynuma, havuz beslemesi değil, denizdendi denizden.

Perşembe, Nisan 17, 2008

Daha neler oluyor?

Nurci annem çok yorgun. Evimizin inşaat işleri bitti, kaba temizliği filan da bitti. Yerleşme fasıllarına geçtik artık. Perdeci geliyor döşemeci gidiyor marangoz geliyor elektrikçi gidiyor, gürültü patırdı ediyorlar. Aycan ve Nurci arada bir beni şehir evimize getiriyorlar, alışmam için. Pek tercih etmiyorum ama; o kadar basit değil bu iş yahuhav. Bizim şimdiki ev ne güzel bahçeliydi. Burada bekle ki kapıyı açsınlar da, beni gözden kaçırsınlar da, ben de karşı çayıra gidip koşayım. Hayal tabii, Nurci hemen ne yapmak istediğimi anlayıp başlıyor sesini yükseltmeye. Tırsıp giriyorum eve haliyle.

Yeşillik bahçemiz yok ama ev çiçek dolu. Nisan'ın 15'inde bizimkiler evleneli bir yıl olmuş. Daha henüz dün gibiymiş, inanamıyorlarmış. Canım Babam Aycan, anneme en sevdiği çiçekleri almış. Başkaları da almışlar. Bu evde oturmuyoruz daha ama ev çiçek dolu. Neyse, gülleri akşam alıp bahçeli evimize götürdük.

Kuzenim Cancan'dan da haber var. "Pazar günü akşam salak gibi Bülent Ersoy seyrettim," diyor. Meğer Annoya'sı televizyonu bilgisayarı filan açık bırakıp komşuya gitmiş. Cancan öyle sinirlenmiş ki seçili bırakılmış olan programa, döndüğünde sinirinden dişlerini göstermiş ona. O da, yani Annoya'sı da Cancan'a Kimsecik'i göstermiş. Sonra birbirlerine sarılıp ağlaşmışlar. "Annem Kimsecik'i çok özlüyoruz," diyor Cancan.

Bir de garip yemek anlatayım. İflah olmaz Annoya'mızın geçenlerde tarhana çorbası çekmiş canı. Yine fazla yapmışmış. Ertesi gün basmış kalan çorbaya bir yufka, rendelemiş içine peynirleri falan, vermiş fırına.

Olmuş mu sana tarhana böreği?

Güzel de olmuş mu dediğine göre?

İşte böyle çocuklar, artık bendeniz Lucy, şehir hayatında ve dedikoduların tam göbeğinde olacağım.

Herkese sevgi ve saygılarımla.











Cumartesi, Nisan 12, 2008

Peçete geyiğine ciddi son

Düşündüm, kültürümüzde kullanım alanları fazlaca değil. Kişisel tarihimde yerleşik kullanıma girmesi kırk yılın üç aşağı beş yukarısı. Öncesinde Avrupa’dan getirilenler, renk veya desenleri pek güzel bulunup saklanan, biriktirilenlerle idare ettiğimiz zamanlar. *

Yine kişisel kültürümün, iyi aile çocuğu ile mahalle çocuğu olmak arasında karar verememiş yaramaz kız bölümünde kağıt peçeteye yer yok. Geçiniz, tuvalet kağıdına bile yok. Taamda (yemekte) ve teşaşürde (ihtiyaç gidermekte) bezden şeyler kullanılıyor; ikincisinin adı taharet bezi, kenarları tığ işi...

Sonraları, ayak takımı ve entel karışımlarında yoğurulan hamurumda ise kağıt peçete vazgeçilmez. Şöyle ki, şimdi cep neyse o zamanlar cebin yarısı peçete. Kim kimle tanışmak ister, kim kime kur yapar, telefon numaraları nasıl alınıp verilir; bunlar kağıt peçete tarihimin öncelikli sayfalarında yazılıdır.

Genellikle karşılıklı yapılırdı peçete üzeri değiş tokuş. Bazı da ceplerde, çantalarda sürpriz randevular, aşklar şekillenirdi! Şairler şiirler yazar atar cebime..., ressamlar yüzümü karalar peçetelere... Komet, kağıttan bir kayık yapmış bana '78 yılında. Durur hepsi köşelerimde, hepsi benim için birer servet değerinde. Keşke kayda geçenler böylesi güzellikler olsaydı kağıt peçetenin yerli tarihinde. Ne gezer... Nasıl derler haber dilinde, meseleye şöyle damgasını vurdu: Bedri Baykam’ın otuzküsur yıl önce spermini sildiği peçete, sergilenmeye değer eserleri arasında yerini buldu. O ki bir ressam, bir yazar, bir şair, bir politikacı, bir Kemalist; O ki birden fazla her şey, o sperm mevzuatından nasibini alamayan kadının adını açıklamayarak hepimizi üzdü.

Gece kulüplerinde okuyuculara peçete savurmanın modası çıktığında derseniz eğer, ben oralarda yoktum. Benim zamanım savurganlık zamanı değildi. Kağıt peçetelerin aşklara giden yollarında gezmiş, o yolların sonunda gözyaşlarını kağıt peçetelere kurulamış kadınların zamanındandım ben.

Kağıt peçetelerin önemle ifa ettikleri bir görevleri de, umumi helaları ihaleyle alanların bahşiş kapısı olmalarıdır. Helaları kullananlara tuvalet kağıdı vermez ama iş bittikten sonra kolonya yanında bir peçete verirler. Aynı işi genelevde yapanlara -öncesinde mi sonrasında mı bilemedim, eski film karelerine müracaat edin- lavuk deniyor. Lavukluk bir işkolu, lavuksuz genelev olmuyor. Rüyalarda peçete görmenin de ruh temizliğine işaret etmesi söz konusudur. Behemehal peçete kirlendikçe ruh da kirlenecek, rüyada tabii. Bu inceliklerini de unutmamak gerek tam da peçeteden söz açılmışken.

Geyik bitti. Geyiğin altından ne çıkacak diye sorarsanız eğer, işte burada. Demeyin yani sonra, bunca laf nedendi diye. Bu kitap son derece ciddi.


http://www.thebackofthenapkin.com/

* http://www.foodreference.com/html/art-history-napkins-729.html , peçetenin dünyada nereden nereye geldiği konusunda fikir sahibi olmama yardım etti.





Perşembe, Nisan 10, 2008

S. O. D. (SAVE OUR DOGS)


http://www.lucyandherpupies.blogspot.com/

ACİL ACİL ACİL ACİL ACİL ACİL ACİL

Yuva arıyoruz. Yardım elinizi uzatın.

Salı, Nisan 08, 2008

Hazır gelin varken...

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=252468

Haber bu. TV'de akşamdan izledim. Sabah yazılı basın da ele almış. İtalyan ve sanatçı ve kadın olan iki arkadaş, giymiş gelinlikleri sanat uğruna otostop yapıyor. Türkiye'ye kadar tamam, medeni medeni varmışlar. Bizim memlekette derseniz olan oluyor, kadınlardan biri sırra kadem basıyor.

Pansuman

Ya aslan gibi erkeklerimiz onu sağda solda gelin etmekle meşguldür; ya da karşı koymuşsa maazallah, mezara gelin olmuştur.

Cumartesi, Nisan 05, 2008

Naneli maneli, ferah ferah

Nane aldım. Kocaman bir demet. Ye ye bitmez. Domates yanında çok severim. Henüz domates alınmıyor eve malum, mevsimsel takıntılardan dolayı. Kurulara talime devam.

Bütün kış sızmada yatan kuru domateslerim havyar gibi olurlar, yumuşak ve çok lezzetli. Kavanozda sızma içinde birlikte barındırdığım sarmısağıydı defnesiydi arnavutuydu biberiyesiydi, hepsi öyle bir ortak imza atarlar ki domateslere, değmeyin lezzetine.


Bir demet nane almak bir sürü keyfe yol açınca, demete övgü düzmek geldi içimden. "Sattıkları nane demetleri evladiyelik," demek geldi. Demete böyle denmez tabii ama kurut, Annem Selma gibi dağıt evlatlarına, olsun sana evladiyelik! Yine denmez tabii. Kelime anlamı bu değildir çünkü. Aslında sağlam mala denir, geçer ya hani kuşaktan kuşağa. Anneannem Estreya’nın çeyizi gibi hani, evladiyelik.

Şimdi aldık nane demetini yolda geliyoruz, bir kokuyor mübarek, bende akıl namütenahi nane nane. Daha kapıdan eve süzülür süzülmez Cancan’ın kontrolundan geçen iki demet yeşilliğimi derhal kullanmak için can atıyorum. Domateslerin içinde yattığı sızmayla ıslanan çavdar diliminin misafir ettiği nane yaprakları inanılmaz keyifle iniyorlar mideme.

Öteki demet ıspanak, pek taze pek güzel pek temiz pek lezzetli. Çiğ salatası minik yapraklarından yapılıp hemen yenecek. Körpe kökleri sızmalı pilav olacak. Yaprakları tencerenin buharında gevşeyince, tuzlanacak biberlenecek sızmalanacakta yenecek.

Kök pilavı yapmaya saplarla köklerin sızmada, soğanla çevrilmesiyle başlanıyor. Bir avuç arpa şehriye katılıyor, sonra pirinç, şeker, tuz, biber. Rice seasoning denen baharata neden pilav baharatı denmiş anlaşılıyor, ne kadar bol koysam pilavlarım neli olursa olsun o kadar güzel oluyor. Ben de tel tel yapıyor muyum pilavlarımı huyum kurusun, yapıyorum. Bu kadar kolay yani.

Bu furyada nane limonlu tavuk yapmayı başarıyorum. Nane ve limon birlikte benim favori lezzetlerimdendir ya, tavuğa uygulayalım diyorum. Kuşbaşından iri tavuk parçalarını, soğan, rendelenmiş patates ve havuçla birlikte kendi suyunda pişmeye bırakıyorum. Onların rendelenmiş olmaları, özlenip koyu bir sos elde etmeme yarayacak.

Bol naneyi, sarmısak ve limonun incecik alınmış sarı kabuğuyla birlikte kıyıyorum; mezzaluna ile. Bızzzt alışkanlığıyla mertlik bozulduydu, yarımay aletime yüz vermez olduydum. Haydi bakalım el işlesin alet ışıldasın, bugün böyle.

Limonun suyunu yumurtayla çırpıp sıcak suyla çoğaltarak, ki yemeğin içine girince pişmesin, yemeğe katıyorum. Ardından bir tat ve koku şöleni olan kıyılmış naneyi. Yine sızma tabii, cimri cimri değil, boca. Kaynasın bir iki taşım.

Bir yandan da yetişiyor nanelerim, bildiniz, mutfak penceremin önünde. Bir kök Mine'sinden getirip diktim. Teyzem Jale'nin bahçesinden köküyle çıkardıklarımı da diktim sonra. Şu pazardan aldığım kocaman demetten birkaç sap da girdi suya, kökleniyor. Hepsi başka çeşit bunların, hepsi başka tat.

Nane sevmeyen var mı?

Var mısınız nane sevmeye?














Cuma, Nisan 04, 2008

Katılın


TIKLAYIN...
OKUYUN...
KATILIN...
İYİLEŞMEK İÇİN, DOYMAK İÇİN BİZİ BEKLİYORLAR.

Köpeğe verilen kemik yardımseverlik değildir ,
Yardımseverlik siz de köpek kadar açken paylaşılan kemiktir.
JACK LONDON

Perşembe, Nisan 03, 2008

Nezaketen acaba?

Bu can bir pansuman çeker...


1. Terörist (Fransızca) kabalaştı, terorist oldu. Tut hükümet edenlerden gel spikerlere, terorist diyorlar...

2. Avrupa Adalet Divanı PKK'yı AB'nin terör örgütleri listesinden çıkarıyor.

3. Nezaketen yumuşasalar, yine terörist deseler mi?