Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Kasım 27, 2010

Ayvayı yeme halleri



Mevsimi geldi çoktan. Ben halâ mırmırlanıyorum, alsam mı da, yapsam mı da... Hani nar suyunamdan mı, elmalımdan mı, bal kabağına yamadığımdan mı? Sonunda çarşıya vardım, ayvadan aldım. Niyetimi de kurmuşum bir güzel, pişmeden etmeden ayva ayva yiyeceğim ayvalarımı. Yanında rakımın kadehini buza gömmüşüm görüyorum kendimi.  Hep içtiğim buzlu rakı değil, buzda rakı yani. 

Ekmek ayvası rica ettim. Yerken sulu suludur ve nispeten yumuşak.  Şaplatacağım ayva ısırığıma dilimi, alacağım zarif kadehimden sek yudumumu, bir de bulut şekillerinden fal tutacağım kendime o sırada.  Niyet bu.  

Bulutlar var ya, tutuyorlar bazı. Bulut falları demek istiyorum. Bir kümeye yumuyorsun gözlerini, artık cirrus cumulus neyse ne, yirmi otuz falan sayıyorsun içinden; pıt açtın gözlerini ve anında benzetiyorsun bulutu.  Neye benzetiyorsan artık.  Onlar hızla değişken, gözler kapandığı yerden çoook başka şekillere açılıyor ve bu benim bulut falım oluyor.  Keyifli de oluyor.



Kısmet değilmiş yine ayvayı ayva gibi yemek. Kısmet ummadık bir lezzeteymiş yine. Ayvanın böylesi de keşfedilmeyi bekliyormuş meğer. 

Daha aklımda ne yapacağım yok ama ayvalarımı elma oyacağı ile oymaya başlamışım bile.  Zor oluyor biraz, uğraşıp yapıyorum.  Azmin elinden ne kurtulmuş?  İki taraflarında ikişer delikle iki ayva kalıyor elimde.  İkiye böldüğüm iki kayısıyla tıkarım ben bu delikleri.  Önce bir tarafları tıkansın.  Birer ufak çubuk tarçınla ikişer üçer karanfil de atarım deliklerden içeri.  Sonra çay kaşığıyla şeker doldururum deliklere.  Tepelere yine yarımşar kayısı, buraya kadar iyi.  Ya şimdi?




Fırınım yanıyor hazır, ayva fırın olur mu?  Olmam, demez ya.  Ayvalarım fırın torbalarına girer mi peki?

Torbalar önce unlanır malûm.  Azıcık un pof pof sallanır torbalarda, sonra içimden şeker koymak da gelir, ikişer koca kaşık şeker koyarım.  Bağlarım torbalarımı, ikişer de delik açarım tepelerine.  Küçük bir fırın kabı, içine iki parmak su, suyun içinde ayvalar; hoop fırına girdiler bile.

Birlikte yapıyoruz işte, ne olacağını nasıl yeneceğini ben de henüz bilmiyorum. 

  


Elliyoruz fırındaki ayvaları ara sıra, algıda yumuşadı gibiler sanki, güzeel.  Renkleri geçti bahar hazan erdi bu yerde sanki, bu da güzeeeel. 

Çıktılar fırından da açtık ya torbalarını, bir de ne görelim, hafif unlu şeker de buzlanmış gibi yapışmamış mı ayvalara, kısmen...  İşte bu fevkalâde.  Sanki bir yerlerde Noel, bir şömine çıtırdıyor bir evde, frosty quince şaraba eşlik edecek o şömine önünde.  Hani İspanyol usulü, manchego peyniri ile membrillo (quince paste ~ püre ayva jölesi) yer gibi.




Yiyoruz ayvayı, biraz sert, biraz yumuşak.  Azıcık kıtırdıyor çiğnendikçe, az biraz eriyip yutuluyor.  Ayva tazesi tadı aynen kalmış, tarçınla karanfile pek de bel bağlanmamış..., tatlı değil, varla yok arası şekerli.  Yemek üstüne aman aman tatlı niyetine çıkarılacak bir durum yok yani.

Vuralım kendimizi iyisi mi şaraplı bir akşama.  Neye niyet..., kısmetse keçi peyniri, kırmızı şarap ve ayvanın böylesi.

Cam önü nanelerim bitti bitecek derken sürdürüyorlar yaşamlarını elan, iki süs püslük bağışlıyorlar ayvalarım üstüne.

Mestim bu geceee, sen de banaaaa mest olarak geeeel... 

Makam Hicazkâr.  Usûl Curcuna.  Bestekâr Lavtacı Ovrik.

Şu bulutlar da bir alem canııım.   

Pazartesi, Kasım 22, 2010

Kereviz pişecekse böylesi pişsin



Bakın buraya yazıyorum, ben yaptım diye değil ama kerevizin zeytinyağlısı olursa böylesi olsun. Ne renkler karışıyor birbirlerine ne de lezzetler.  Burada benim bayıldığım renklerin armonisi ve tatların uyumu var.  Ya kokular?  Mandalina, kumkuat yavruları ve laymdan oluşan üçlünün baygın narenciye kokusu..., soğan ve sarmısakla gelen zambaksı burun dürtüsü..., kuru kayısı ve bir kaşık toz şekerin handiyse karamellenmiş hali..., kerevizin zaten insanın beynini sarsan asil parfümü..., biberin genize dayanan acılı, zeytinin mayhoş halleri...

Kullandığım sızmayı anlatmalıyım üstüne üstlük.  Kavanoza inceden tırtıklanmış portakal kabukları, taze biberiye ve kekik dalları koyuluyor.  Bir acı arnavut da olursa daha iyi oluyor.  Kavanoz sızma ile dolup bekletiliyor.  Öylesine kuvvetli, öyle nefis bir aroması oluyor ki, tencereler hop oturup hop kalkıyor. Yemekler nereden geldiklerini şaşırıyor. 
    


Sapları ve yapraklarından ayrılmadan ayıklanan iki orta boy kereviz bütün, dört kocaman tekerleğe bölünmüş bir soğan, örtadan ikiye ayrılmış bir mandalina, dört dilim halinde bir laym, bütün sarmısak dişleri, müthiş lezzetli taze~kuru kayısılar, iri yeşil zeytinler...  Tuzlu baharat karışımı kırt kırtım ve de işte o anlattığım sızmadan, dört kaşık.  Su biraz, bir bardağın yarısı...



Pişirme kağıdıyla sıkı sıkıya örtün tencereye koyduğunuz malzemenin üstünü, kenarlardan sıkıştıra sıkıştıra. Sonra da tencereyi folyoyla kapatın, öyle ki hiç buhar kaçmayacak dışarı.  En küçük göz ocağımızın en düşük ateşinde bırakalım bir saat tıkırdasın bakalım.  

Enfes pişti, ılındı.  Tabağınıza koyulan her şeyi yiyorsunuz sonra.  Hele de kabuklu mandalinalardan daha daha olsaydı, keşke soğanı daha bol koyulsaydı filan diye hayıflanılıyor bir süre.
    
 


Kerevizin duyduğum en güzel özelliği sinirleri yatıştırıcı etkisi olması. Uyarıcı olup cinsel gücü artırmasını da yazın bir kenara. Kaldı mı bakiiiim kereviz sevmeyeniniz? Kaldı mı aranızda, "Bize Sinop'lu derler biz kereviz yemeyiz," diye türkü çığıran?

Ha bir de ne diyecektim?  Belki siz de kereviz pişirmişsinizdir de, böylesini hiç yemediğinizden kendinizi kereviz pişirdim zannetmişsinizdir.

Pardon pardon, ağzımdan kaçtı ;)

Kereviz kereviz olalı böyle lezzet görmemiştir.

Salı, Kasım 16, 2010

Pırasa bağı yanında 'crevettes au poivre'



Karidesleri kabuklarıyla mı kullansaydım keşke?  Daha bir çıtır çıtır olacaktı sanki tabaktan gelen sesler.  Daha neşeli olacaktı sofra hallerimiz.  Kabukların ayıklanıp doldurulduğu tabak pek güzel duracaktı sofranın ortasında.  Mis gibi kokacaktı o kabuklar; sarmısak sotelenmiş tereyağında kızaran karideslerin kabuklarını soyan o ellerimiz... 

Neyse neyse bu haliyle de très savoureux değil mi ki?  Üzmesem ya kendimi.
 



Pırasa bağları nereden girdi ki fikrime?  Saman bağlarını özlemiş miyim ne?  Samanın preslenip balyalanması yoktu eski zamanlarda.  Anadolu yollarında, harman yerlerinde, ahırlarda falan böyle bağcıklı samanlar görürdük.  Masal kitaplarında da... Pek severdim o inekli koyunlu falan olan ve hayvancıkların önünde saman bağları duran görüntüleri.  Tavuklar da olurdu aynı karede, yan rollerde gıtgıt dolaşan.

Dıştan iki üç kabuk kaldırıp soyarak, pırasaların nisbeten körpe iç kısımlarını çubuk çubuk boyuna kestim.  Dış kabuklardan bağcıklar yapıp bağladım demetlerimi.  Çiğ gibi yemek/yedirmek istiyorum pırasaları, taze soğan misali...; deee yine de az ateş görsünler diyorum renk alma babında, yani görsellik açısından.

Bu durumda yumurta ile çırpılmış tarhana pek iyi fikir.  Bulanacak pırasa bağlarım ve içinde varla yok arası sızma olan sıcak tavaya koyulacak. Bir iki çevirip kızarmışlık efektini bulunca iş tamam.  Mutfak kağıdına alalım ve az da olsa üstüne yapışan yağdan kurtulalım.        





Karidesleri, aynı tavaya küçücük bir parça tereyağı da katarak kızartacağız.  Tereyağını pek sever karides ama önce sarmısakları gezdirelim tavada, onların kokusunu alınca ilave edelim karideslerimizi.  Limon kabuğu rendesi de pek yakışacaktır, rendeleyelim bir limonu o halde, yine tavaya.  Karidesler renklenmeye başladığında kırt kırt bol bol kara biber ve tuz.  Bir yemeğin alametifarikasında 'au poivre' varsa eğer, bu demek olur ki o yemekte karabiber acısı baskındır.

Crevettes au poivre tabağa alındığında, bir iki narenciye damlası ile tatlandırılmalı. Tavsiyem greyfrut naçizane.

Beyaz şarap soğuk.  

Ekmek taze baguette.    

Bayramlık


Sıtkı Usta ağır hasta, diyorlardı.  Bayram sabahına ölüm haberi geldi.  Onun ellerinden çıkmış küçücük bir kaplumbağa, benim ellerimden çıkmış güzel bir tığ örtü üzerinden size kocaman bir kalp çikolata verse.  Bu bayram da böyle geçse.  Acısıyla tatlısıyla...

Perşembe, Kasım 11, 2010

Breaking news

Kavala'dan sevgiler



Benim seferi ailem, gittiler getirdiler.  Şu Kavala Edirne arası paylaşılamayan mis gibi tereyağlı, yanık unbadem kurabiyesi var ya; paylaşılamadığı kadar da var.  Un kurabiyesi severler daha bir sıcak yaklaşırlar mutlaka.  Ben genelgeçer zamanlarda un  kurabiyesine yan çizdiğim halde, Kavala kurabiyesini tam geçiyorum.

Ev kurabiyecileri için Çerkez Kızı'nın tarifi okunuşta mükemmel duruyor. 


Mevlüt shower !




Gelin kızımız Nurci meğer Melisa bebek doğduğundan beri okutmak istermiş.  Düne uymuş işte sonunda.  Ben işin dualı başını göz göre göre ;)  kaçırdım ama hocaya bayılmış herkes, öyle modern böyle efendi şöyle şekermiş.  Davetin ortası ve sonu derseniz muhteşemdi/ mükemmeldi.  Ortası dediğim zamanda acayip görsellikte ve lezzette müthiş bir yemek yendi. Finale doğruysa gelen hediyeleri açtık. 

Konu başlığı benim icadım oldu bu durumda.  Baby shower efsanesi yıkıldı, bitti.  Mevlüt shower is the latest concept :) 


Cancan'ımla örüyoruz




Gece gece Cancan'la TV izleme halimizi beyan edelim istedim.  Ben uzuyorum, elimde basitin basiti bir örgü; Cancan patilerini bacağıma dayıyor, icabında başını da yaslayıp uyukluyor.  Kalın yün, 6.5 şiş, onbir ilmek...  Bir çile örülecek, bittiği yere tığla bir brit yapılacak.  Başladığım tarafa da kocaman bir örgü gül, volanlı volanlı ponpon gibi.  İki kere dolanacak insanın boynuna boynuna, sıcacık bir şıklık olacak.  Oluyor da. 


İsteyenin bir yüzü kara


Leylak Dalı bu işleri pek güzel yapıyor.  Ben hiç yapamıyorum, haliyle kıskanıyorum ya.  Ismarladım, "Şöyle ince ve şuh bir kadın olsun," dedim, "mutfakta chef Oya."  Çiziktirdi işte bana da bir şeyler, sus payı diye.  Bayıldım.  

Pazar, Kasım 07, 2010

Sucuklu kaşık böreği


Olur bana, hem de sık sık olur ama nefsim tam olmasa da yarı terbiyeli ya..., geçiştiririm böylesi can çekmeleri.  Sokaklarda satılan ne idüğü belirsiz şeyleri sırf güzel kokuyor diye yemem.  Amman da ne cicili ambalajlanmış diye satınalıp gıda teröristlerini evime buyur etmem.  Bilmemne marka muhallebi yapanları, margarin bulundurulan mutfakları sevmem.  Sonra da kendi sokak lezzetimi kendi mutfağımda yaratırım, elceğizlerimle misler gibi.

Bu yaptığım da böyle bir olay.  Kokusuyla, lezzetiyle ve de şeklen, olay diyorsam olaydır.  Meyhane mezeleri arasına sokulası birinci sınıf tariftir.  Demlik kocalara evlerde demlenme şevki verir, karılara aferin aldırır.  Çocuklar her daim talep edeceklerdir analarından, sucuklu kaşık böreğini, ağızlarına layıktır.

Bir de kolay ki yapmak.  Şöyle...  Bizim mahallenin tertemiz yufkacısından bir adet yufka, en bildik güvendik markadan bir parmak kadar acılı sucuk, iki yumurta ve sert bir dilim peynir bııızzzzt aletinin haznesine girer.  Bitmedi, iki üç sap taze soğan, kıyıp atamadığımız bir demet maydanozun sapları ya da kendisi, cuppa aynı yere.  Alet işler, bııızzz bızzzzzzzt...




Hâlloldu mu harcımız?  Oldu.  Şimdi elimize iki  kaşık alıyoruz.  Birinci kaşığa aldığımız bir miktar köfte harcını ikinci kaşıkla döndürüyoruuuuz; kaşıkları birbirlerinin içinden üç beş kere çevirerek harika köfte şekilleri elde ediyoruz.  Kokmadık bulaşmadık.  Börekler hazır bile on dakikaya varmadan. 

İçine azıcık sızması gezdirilmiş tava ateşte zaten biz bu köfteleri kaşık kaşık şekillerken.  Hazır olan hop tavaya giriyor, başlıyor benim ızgara~tava dediğim usulde kızarmaya. 

Bu iş burada bitmez.  Sucuk gider pastırma girer, kıymalısı da olur tavuklusu da.  Sebzelerle yapılır, baharatlarla zenginleşir vejetaryen olur.  Balıkla yapın bakın, diyecekler ki, "Oooff beee, balık köftesi işte budur."
 
Hani sokak sokak pizzacısı dönercisi köftecisi pidecisiydi falan dolaşıp duracağınıza, "food court / fast food" dadanacağınıza...

Alın işte size evde sokak pisliği lezzeti...

Mis miiis. 

Perşembe, Kasım 04, 2010

Grip böyle geçer mi?




Geldi bir kere.  Yatağa yapıştırmasa da, kafayı yaslatıyor ille de.  Güneşlenme zamanlarında ense kökümü dayayıp keyif çatmak için bulundurduğum bir alet pek işime yaradı bu evcil günlerimde.  Yatıyorum, ense sabit, bir rahat bir rahat.  Ah bir de birisi olsaydı da saçımı okşasaydı...

 

Var.  Mustafa Mutlu.  O benim için çok değerli.  Vatan Gazete'sinde okuduğum köşesinden içime yaydığı huzuru pekiştiren bir ilk kitap bu.  Sağol Mustafa, çok kitaplar olsun isterim.  Bizi yalnız bırakma.



Gribal hallerim olunca meyve tüketimim arttı.  Keyfime göre de tabaklar hazırlanıyor, yiyorum bol bol, ara öğün mü desem tam mı bilemem.  Sarı turuncu ve kırmızının enerjisine inanıyorum bir de, artık ne demekse :)

   

Hasta yemeği diye mi yaptım?  Yooo...  İyi geldi ama.  Brokolinin sert saplarıyla havuçları rendeledim.  Zencefil de rendeledim.  Soğandı sarmısaktı yeşil biberdi falan kıydım...  Brokoli çiçeklerini ufaladım.  Sızmada üç beş dakika döndürüp mandalina ve limon suyu kattım.  Biraz da bulgur ve kaynar su...  Kırt kırt tuz biber... 

Süsümüz de eksik olmayacak, göze süs olduğu kadar ağzımıza da tat katacak ya.  Zeytin ve kapari çok yakıştı, çooook.




Dilin içeri girmiyor...  Bu bir tabir.  Öksürmekten dilim dışarı mı sarkardı artık nedir, Annem Selma çok kullanırdı çocukluğumda öksürük olduğum zamanlar.  Ballı biberli sıcak su ile geçiriyorum artık öksürüğümü.  Bu da Annem Selma'dan çok etkili bir kocakarı ilacı.  Bol karabiber kırtkırtı ve bal, iki parmak kaynar su ile karıştırılıp içiliyor. Dibine çöken karabiber zerrecikleri de kaşıklanıp yeniyor, bardakta bırakılmıyor.  Mükemmel.  Rahat rahat uyuyorum, dilim içerde.


Eskiden camdan bakmak diye bir şey vardı.  İnsanlar ciddi ciddi camdan bakarlar, 'camdan bakmak' diye bir tabir kullanırlardı.  Sonra ne oldu?  Sıkıştırılmış hayatlar yaşanmaya başlandı. Camdan bakmayı geçtim, baksalar bile görememe halleri başladı. 

Ben halâ camdan bakanlardanım.  Çayımı kapar otururum cam önüne, başlarım uçan kuşu gözlemeye.  Rakımı alır çökerim cumba içine, renk kollamaya, ışıklardan resim çizmeye manzara üzerine...



Cancan kaşlarını çatıp oturuyor sessiz sedasız.  O kuyruk var ya, tam fotoğrafı çektiğim anda oynatıldı, yoksa tam kadraj yatıyor olacaktı masa üzerinde!  Kuyruk vurmak bir protesto halidir de, n'oooldu canım Cancan'ım?   Ha tabii yaaaa, top oynamıyoruz kaç gündür.  Kırıklığıma ver, bağışla bir tanem.  Yarın başlarız yine, tamam mı?




Grip halleri işte.     

Artık kafayı yaslasam yeniden head up chair'e.  

Mustafa'nın son sayfalarına doğru yollansam, son satırını da okusam...

...dalıp gitsem geceye.


Pazartesi, Kasım 01, 2010

Domatesin kurusu kırmızı kırmızı



Olmaz ki böyle bir söveceksin bir öveceksin. Geçen gün domatesin kurusuna dilinden geleni söylemeden etme, çık arkasından methiye düzmeye başla, ki şimdi yapacağım odur.



Yeni mahsül belli ki, paketinde 'yarı kurutulmuş' yazıyor. Böyle hallerini buluyordum eskiden, yaşımsı kuru domates, işte yine çıktı karşıma. Sevinçliyim ki nasıl. Hem yarım yarım bölünmüş hem de ince dilinmiş şekli var. Tam da istediğimiz gibi bir de kıvamı yok mu, yani vallahi canımı ye be Yeşimsoy domatesçi kardeşim, sana helâl.

 



Paketten çıktığı gibi kullanılabilir domates gerektiren her yemekte, lezzeti alabildiğine yerinde. Yeniden alınacak paket paket ilk rastlandığı yerde, stoklanacak buzdolabında, bitmemesi hep olması sağlanacak taaaa ki yaz gelene...

Artı lezzet keyfi  katmak için bir avuç reyhan/fesleğen, iki diş sarmısak ve sızma gerekecek bir zahmet. 




Sıkıca basılacaklar kavanoza.  Sızması tepesini örtene kadar doldurulacak, ki emildikçe biraz daha katmak gerekecektir.  Koyun bir kenara sonra beklesin sizi orada.  O düşünsün artık nerelerde ne lezzetlere gark edeceğini siz aziz yemek düşmanlarını.  

Benim kavanozum tam da gözümün hizasında rafta bir yerde beni beklerken, ben de mutfakta bir yarım palamutun daha pişme usulü hakkında şahsi görüşlerimle istişare ederken..., durum şu oldu.  Yağlı kağıda yatırdığım palamutu üzerine reyhanlı domates sererek paketledim.  Kızgın tost makinesinde yedi sekiz dakika durdu durmadı..., taze soğan, biber falan da yanında...

Lezzetinden kafayı yedim.

Çeşitli balıklara bu yöntemi uygulayıp yemeye de devam edeceğim.

Ye ye yeeee...   

Etiketler: