Kedili Mutfaklar

Salı, Aralık 29, 2009

Giderayak keyif bıraktı 2009

Kokina almadıktı bu yıl sonunda. Evvel ahir çiçekçimiz Karmen'e* şöyle bir uğradığımda bu delicesine kırmızı toptopları gördüm. Görüşüm bakışmaya, bakışmamız aşka dönüştü. Üzerinde küçük bir not ilişti sonra gözüme, içinde onbeş yirmi kadar toptop dalı bulunan kovanın, "Satılmıştır".

Ağlamam geldi, ağlamam gitmedi... Dudaklarımı büzdüm çocuk gibi.

Hangi Sabancı'ysa, vereceği yeni yıl partisi düzenlemesinde bu toptopları kullanacak olan, işte "O" Sabancı'nın evine bir dal eksik gitti.

Cancan gece boyunca ayrılmadı galiba bize gelen dalı yerleştirdiğim vazomuzun dibinden. Yatmaya da gelmedi yatağa, sabah kalktığımda yine/halâ oradaydı. Yeşillik keyfi yapsın diye al topların yanına verdiğim sazlardan da kemirdi bir hayli. Neyse sevmedi anlaşılan, midesi bulandı; kemirmekten vazgeçti ama nöbete devam.

Şemsi masayı boşaltıyor, tozu alınacak örtüsü değişecek filan. Bizimkinin gözü toptoplarda, inmiyor da inmiyor aşağı.

Paşabahçe nar serisi 2009'un en sıklıkla hediye ettiğim objeleri oldu. Her gittiği yerde sevildiler, baş köşeye oturtuldular. Ablam Hülya da almıştı nasibini bu narların birinden. İçini de nar çiçekleri ile donatmıştı. Eskittiğimiz yıla güle güle demek üzere ailece toplandığımızda, çektim aldım narlı narı sofra üzerine, poz verdirdim çerkez tavuğu ile.

Bereketini bizde unut giderken, diye dua ettim 2009'a.

Kereviz pişirmenin son perdesi budur benim evimde. Hazır söz toplardan açılmışken, iki top kereviz ve zarif sayılacak büyüklükte üç beş havuç bütün halleriyle girerler tencereye. Aynı kerevizlerin güzel dalları ve yemyeşil yaprakları da yerleştirilir aynı tencereye. Bir ajdaaa pirinç, karanfil tanecikleri, sızmanın alâsı, balın süzmesi; ayyyy dilimde tüy bitti tabii ki denizin tuzu...

Derken birer portakal ve limonun sularıyla inceden tırtıklanmış kabukları eklenir. Soğan koymadım nedense, olsa da olur. Su tabii ki gerekir ama sakın çok değil, pirinçleri yumuşatmaya yetecek kadar sadece. Amacım önce suyunu iyice çektirip kuru bırakmak yemeği, sonra mesela zeytinyağlı pırasaya da çok yakışan dibini tutturma muamelesini çekmek.

Ve de başardım. Müthiş oldu. Herşeyin dibinde az kızarıklık, pirinçlerde müthiş kıtırcıklar oluştu.
"Ne münasebetle bütün bütün pişirdin peki bunları, ne farkedecek ki doğranmışı ile," diyecek olursanız, ki olmayın, çokça şey farkediyor. Kereviz kendine has lezzetini merkezine doğru gittikçe yoğunlaşarak hapsediyor ve de bu durum, aynı kereviz topundan değişken tatlar almaya kadar vardırıyor işi. Havuçla ilgili diyeceğim, kerevize uyumlu dekor sağlamak üzere bütün bıraktığım, yok başka bir ard niyetim.

Yağdırın üstüne üstlük yaban mersinlerini, şakır şakır...

Dönüp dönüp kutladım kendimi.


Paris'ten çay geldi. Noël à Paris adı hoş tabii de, ben İstanbul'da demleyip içiyorum. Karanfili ve tarçını buram buram burundan girip genizden akan, ne kadar sıcak içersen göğüs ve mideye o kadar alev aldıran bir çay bu.

Bu ara kahvelerimi eksiltip bitkisellerimi çoğaltma fikirlerim arasında sıkça içtiğim yeşil çay, karanfil, zencefil ve tarçın dörtlüsüne de benzemiyor değil.


Ve deee, ve deeeeee tatatataaaaaaaa..., bebek müjdesi aldık ailece. Gelinim Nurci ve Yeğenim Aycan artık ANNE&BABA olmak üzere hazırlık yapıyorlar. Kız olacağını öğrenir öğrenmez kız bebek pastasını kapıp gelmiş Nurci Art Cafe'den.

Giderayak yaptın yapacağını 2009.

Mutlu mutlu baktıracaksın arkandan.

http://www.artcafe.com.tr/

Cumartesi, Aralık 26, 2009

Yarın Pazar ya...

İyi bir camembert bu, de Normandie... Minik marullarım da hem şirin hem de çok lezzetliler.

Zeytinlerimin içinde yattığı sızmam taze otlarımla aromalıdır, azalınca zeytinler başlarım sızmasını gereken yerlerde kullanmaya. Marulcukların üzerine de gezdirdim o sızmamdan aynen ve de zeytinlerden şöööylece, serpmece.

Bir marulcuk yanında bir dilim camembert ve zeytin, yesinlerrrr.

Çöp sucuk kürdanda, aralarında ufacık tefecik birer parça etli kırmızı bibercik. Folyoya kapatıp pişirir gibi yaptım. Tava, tavada az su, suyun içinde folyoya bohçalanmış çöp sucuklarım. Su fokurdar, fok fokkk fooook..., bohçanın içindekiler yumuşar..., yerleştirirsin bir yeşillik yatağına..., serpiştirirsin üzerine bu crostini tıkırtılarını...

Neşet Ertaş'tan Kesik Çayır Biçilir mi, "Ağam desinler deeesinler sucuk yesinler," diye söylenir.

Esaslı bir sıcağım var. Az sızmada incecikten ay ay doğranmış soğanla döndürülen ve öldürülmeyip bayıltılan ıspanak. Tuzsuz hellim Kıbrıs'tan, aile gezginimiz Teyzem Jale'den, üstüne üstlük komşunun köy yumurtaları kırılıpta üzerine..., tuz serpile, biber çekile...

..."Aman ben yandım, yandım yaaandım..."


Canım torunum Cancan'ım takmıyor bu mis kokuları, hiç oralı değil. Annoya'sı ona crazy ball almış. Yerinde durmuyor bu top. Cancan bir vuruyor, top kırk fırıldanıyor.

Tülay'ın Deli Etme Beni Aşk Deli Etme şarkısını, Cancan, "Deli etme beniiii top deli etmee...," olarak mırıldanıyor.

Evimizde geçen Pazar böyle bir brunch keyfimiz vardı.

Yarın yine Pazar.

İster yer ister yemezsin, keyfe keder...

Çarşamba, Aralık 23, 2009

Şehir efsaneleri

- Adamlar on araba kiralamış, yirmi gün boyunca aynı sokakta kol gezip durmuşlar. Kamera kayıtları öyle gösteriyormuş. Derken bu adamlardan biri, tam da suikast düzenleyeceği Başbakan Yardımcısı Arınç'ın evinin detaylı adresi yazılmış kağıdı yemeye uğraşırken yakalanıyor. Askeri kimlikli, özel kuvvetlere mensup bir subay.

Anaaaa, bu ne zeka? Yirmi gün dolaş sen, daha halâ dört harfli bir apartmanın adını yerini hatırlayama haaa?

- Yarbay Tatar veda mektubu yazmış karısına, tak kıymış canına. Dekor askeri lojman, Beylerbeyi.

Karısı maalesef alamamış mektubunu. Mektup savcılıkta.

Pansuman

Suçluların arkalarında yazılı deliller bırakmaya çalıştıkları garip bir dönem.

Herkese bi halley oluyoy.

Pazar, Aralık 20, 2009

Yeter, çok öldünüz artık

Şimdi de Ali Taygun.

Biz ona Erol deriz. Annesi Meral, babası Lütfü de Erol derdi.

Erol, gözlerim dünyayı görmeye başladığı günden beri tanıdığım arkadaşımdı.

İlk arkadaşımdı.

Sünnetinde pipisini gördüğüm, ömür boyunca her buluşmamızda, "Pipisini gördüğüm ilk erkek," diye dünya aleme ilan ettiğim arkadaşımdı.

Erol'un bedeni yarın taprağa yatırılacak.

Ruhu alabildiğine özgür kalacak.


Yukarıdaki fotoğrafı 23 Nisan 2007'de koymuştum bloguma. İşte burada: http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=bug%C3%BCn+23+Nisan
Hakkında öğrenmek istediğiniz herşey Ali Taygun yazarak bir tık uzağınızda.

Cumartesi, Aralık 19, 2009

Mantı fırın, yook canııım...

Bizim ailece üstüne mantı tanımadığımız 'Tanya's delish' konusunda bir gün Yeğenim Aylin'den aldığım fikir şöyledir. Demişti ki, "Teyzesi, atıyorum fırında kızarıyorlar. İçki yanında filan da harika oluyor."

"Hımmm yanına da dipler gerek," demiştim, içimden tabii. Aylin'e böyle şey söylenmez. "Ayyy Teyzeeee, dipsiz mipsiz yesen olmaz mı? Hem sen o dipler kaç kaloridir kimbilir biliyor musun? Mantı zaten hamur, yetmez mi oradan aldıkların...," filan falanca eleştirilere maruz kalmamak için tabii. Eleştiri dediysem hafifletilmiş hali, dayak yemişten de beter olursun.

Kaç zamandır, atılan sözler tutulur makamında mantı yazıları yazmak istiyordum zaten. Öyle ya dondurucuda bekleyenleri şekilden şekile sokmak üzere verdiğim sözleri unutmak yok elbette.

Deneme~tadım günü yapıyorum şimdi... Ayyy çoook heyecanlıyım. Mantıların dibine azıcık sızma fırçalayıp buz halleriyle folyo üstüne dizdim. Aynen Aylin Hanım'ın dediği gibi verdim kendilerini fırına...


Onlar, dondurucudan dosdoğru sıcak fırına girip daha ne olduklarını anlayamadan, soslarıma giriştim. Hepsi için bızzzztlarımı kullandım. Hepsi için beşer dakika desem, onbeş dakikamı bile almadılar. Hepsi neffisss oldu.

Sızmada yatan kuru domateslerim..., mutfak camımın önünü bekleyen biberiyem..., buzdolabımın olmazsa olmazı parmesanım girdiler önce bııııızzzt içine. Parmesanı kalın dilimler halinde koydum, bızzzztlanınca da iri iri kaldılar. Deniz tuzumdan nefis mi nefis, kuru süs biberimden acı mı acı...; sızmamdan, ki tadı tarifsiz Şirince Karıncalı Çiftlik, da sırayla bızzzzta.

Sarmısak sonra, bakın bu da önemli, sarmısağım Taşköprü, yerli. Resim gibi duran Çinli sarmısaklar var, pis kokusu eve gelince çıkıyor hani, onlardan değil haşâ. Taşköprü dünyanın en dayanıklı ve de en güzel aromasına sahip olan sarmısağıymış bu arada, biliniz yani.

Yeşil sosuma roka pestosu desem de olur. Cevizli. Sarmısaklı. İncecikten rendelenmiş parmesanı, sarmısağı, deniz tuzu ve sızmasıyla bızzztlanmış.

Neymiş ne, n'oolmuş? Ooof of mu olmuş?

Mantılarım daha kızarmaya başlamadılar. Üçlesem bari diplerimi. Tuzlu oldu allısı yeşili, bir de tuzsuz sarı mı gelse yanlarına? Acayip olsa bu sunum, tam benlik haaa?

Sarısı portakaldan, portakalı da arka bahçeden, bizim acayip ağacımızdan olsa... Şimdiiii, bu ağaç bize ilk meyve yıllarında limon veriyordu. Değişiminin ilk yıllarında ise bergamutumsu kadın memesi yaptı. Derken deee, son iki yıldır işi portakala çevirdi... Daha daha neler olabilir gelecekte, ev halkı olarak şimdiden kestiremiyoruz. Esas olan şu ki, ne verse iyi veriyor kerata, acayip bir lezzet ustası.

Süzme yoğurt içine portakal suyu, bir de kuru kayısı yakıştırdım. O da bızzzzztlandı bitti. Kabuğunun beyaz içlerini temizleyip kattım çentik çentik içine. Waaay ki ne waaaay...

Sonra çıktı mantılar fırından. "Acaba dipler ayrı, fırınlanmış mantılar ayrı ayrı mı gelse ortaya; yoksa birlikte mi daha güzel gözükecekler göze?" ikilemi yaşandı bir süre.

Sonrasında beraberlik daha uygun göründü gözüme.

Mantı fırınlar, küçük kaselerin içinde.

Küçük kaselerin önce dibinde dip, sonra mantı üstlerinde diplerle..., öf beee.

Yanında shot shot Absolut Mandrin ve Grappa di Brachetto vardı.

Shotlıklar da, şişeler de derin dondurucudan çıkmışlardı.

İnsanın içine bazı ılık ılık durumlar yayıyorlardı.

Salı, Aralık 15, 2009

Benden kabul oyu

Domuz gribinden ölenlerin sayısı haftada bir salı günleri açıklanacakmış.

Ergenekon çarşamba
PKK şehitleri perşembe
Cuma şehit cenazeleri ve Apo kurtarma girişimleri
Cumartesi sokaklarda caz
Halksın salaksın zam muhabbetleri pazardan pazara
Pazartesi, mis gibi bir haftaya osuruktan teyyare laflarla başlama
Salı, aşılar elimizde kaldı

Pansuman

Yok artık öyle her gün her gün her mevzu ile iştigâl.

Hazmede ede...

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Karidesli bulgurotto

Dehşet bir lezzet, nasıl ama nassıl da yapıverdim bir anda? "Açıııım açııım," diye bir ses geldi önce vurmalı gur guuur eşliğinde midemden kulağıma. Vahim hallerdeymişim de farkında değil miymişim neymişim? Mutfağa dalış aynen o hızda.

"Doyurucu bir tabak olmalı ama neeee?" derken gelişigüzel doğranmış bir koca domates ve kırmızı çarli, yedi sekiz tane iri yarı taze soğan, patlatılmış bol bol sarmısak dişleri, denizin tuzu, arnavutun biberi ..., sızma içinde başlıyorlar döndürülüp pişirilmeye.

Evde Sea Star marka dondurulmuş karides bulunduruyoruz çünkü donmuş deniz ürünleri satan bu markayı pek beğeniyoruz.

Bulgurcular derseniz bir alem vallahi. Bulgur markaları, tam manâsıyla bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar sanki. Neyse ki bu yıl elime geçen Noba'nın pilavlığı da güzel köfteliği de.

Barilla makarnalarına duyduğum hayranlık her zaman dilimdedir zaten ya. Soslarını yazmamışımdır ama hiç. Nedeeeen? Çünküüüü çünküüü 'hazır sos' benim için çok zor zamanların dostudur, kurtarıcısıdır o kadar. Eh, sos kullanma işinin içinde makarnayı haşlamaktan başka bir dahlim olamayacağına göre, yazmamışlığım bundandır.

Şimdi, "Vay sahtekar Annoya. Makarna sosunu kötü yollara düşürdün haaa...," ... deseniz de nafile; aha giren kulak bu, çıkan kulak diğer yanda. Barilla makarna sosları benimle beraber doğru yolu buluyor çocuklar. Anlatayım da dinleyin.

Annem Selma bende kalırken, ben de onu evde Şemsi'mle beraber koyup işime gücüme gitmişken, canları makarna çekmiş. Fesleğenli Barilla sosu ne güne duruyor, karıştırmış yemişler güzelce. Neyse, artmış kavanozun yarısı her nasılsa, koymuşlar buzdolabına. Ertesi gün barbunya pişiriyorum, hani benim kırmızı çarli biberlimden, dedim ki kendime, "Ziyanlık olmasın, at şunu da içine." Fazladan yani, öylesine....

Aboooo bu nee beeee, bu ne neee?

Sordular söylemedim, kendime sakladım taaa bugüne kadar. Bugün ifşaatımdır işte, sahtekarlık yapıyorum. Barilla makarna soslarını bazı bazı yemeklerimde kullanıyorum. Duyarlarsa beni keserler mi artık, yoksa, "Ömür boyu yiyip yiyebileceğin her Barilla şeyini al, sana bedawaaaa şeyttiriceezz..." mi derler, bilmiyorum?

Barilla Barilla duy sesimiiii, bu ses Annoya'nın ayak sesleriiii...*

Öyle işte. O tencerede olanların içine, bir kavanoz 'ricetta speciale' Ricotta Barilla'yı katın. Karidesleri de, az sonra.

Bulguru atın ve deeee..., azar azar sıcak su..., oldu da bitti.


Cancan önceden dört karides ızgarası yedi, bulgurotto sadece koklandı.

Ricotta mükemmel, kremalı bir lezzet kattı karidesli bulgurottoya.

Fazladan parmesan eklenmedi.

Oh ne alâ ne alâ.


*Sinangil'den alışıldık bir bedawaacılık oturdu üzerime de üzerinize afiyet. Farkediliyor mu?

Perşembe, Aralık 10, 2009

Noel ponponları kapıda

Böyle bir malzeme üretmek için çok mu düşündüler? Nasıl bir akla hizmeten piyasaya çıkardılar? Kimler aldı? Ne için kullandılar? Kullananlar en çok üreticiye mi, satıcıya mı yoksa kendilerine mi (misal ben) küfrettiler? Ayda Işıl Kristal, evlerden uzak!


Elimde iki sallasaydım görürdüm oysa döküntülerini. Olay iki yıl önce geçiyor. Şimdi kapattı o hanım, Nuh Kuyusu Caddesi'nde minicik bir yüncü dükkanı vardı. Ben stokçu olduğumdan ve bir odamı malzeme dolapları deposu olarak kullandığım/kullanmadığımdan, bir araba da yün/yünsü birikimim var haliyle. İşte o hanımcağızın şaşkın bakışları arasında, sırf renklerini beğeniyorum diye onbeş çile filan almışım. Demişti de, "Ne yaparsanız uğrayıp gösterin, merak edeceğim," diye. Edeceği kadar varmış...

Sonrasında, iki yıl boyunca elime aldım aldım bıraktım çileleri. Kepazelik, evde her yer allı morlu pul payet şıklığına bürünüyor. Cancan'ım oğlum, yılbaşı ağacı gibi parlayarak dolaşmaya başlıyor ortalıkta. Neyse ki yapışkan değil döküntüler, silkeleyince gidi gidiveriyorlar.

Uzun lafın kısası, cesaret geldi sonunda geçen gün. Yaygılar yayıldı, bilumum çekici süpürge güçleri hazırolda bekletildi ve başlandı renk renk ponpon çalışılmaya! Bir bant üzerine bağlandı hepsi, bant içinden tel geçirilip yuvarlandı.
Ponponlu Noel kapım böyle oluştu.
Bir sürü var daha o berbat iplerden elimde.
Seneye herkese kapı dışına asacağı süsler yaparım inşallah.
Bu yıl için benden paso.

Çarşamba, Aralık 09, 2009

Bir gece ansızın...

(Gazetelerden)

Ahmet Türk duygulandı...

Ahmet Türk, "Meclis İmralı'ya gitse bu ölümler olmazdı," dedi.

Pansuman

"Buyrun bize de bekleriz," denir gittiğin yerde, adettendir.

Bakarsınız bir gece ansızın gelivermiş.

Salı, Aralık 08, 2009

Mutfakta deli mi var?

Bastım kalayı kendi kendime. "Sana olmuş olanlar hatun, sanırsın ki mutfakta deli var." Öyle ya, mutfak mı icathane mi belli değil. Vır vır, bar bar...

Şııışşşşt... Duyan olur. Ayıp olur.


Kış kış dedik, geldi çarşıya pazara, kısıtlandım sanki birden sebzeden yana. Bizim mutfaklar zeytinyağlı yemeksiz olmaz. İki çeşidi bir arada durmazsa dolapta ayıp ederiz gibimize gelir kendimize, hele ki misafirimize. Alırız tabii arada marketlerin dondolaplarından sevdiğimiz mevsimsizleri de ama daha şimdiden kendi dondurucumdaki kışlık stoklarımı tüketmek hiç hoş değil.


Elim gitti, severim de şu bizde fençel diye vaftiz edilen finocchio'yu *, aldım. Karnabaharı sıkça haşlarım, yanında havuçla patatesle. Taze soğan, dereotu maydanoz, bol limon ve sızmasıyla sevdiğim kış zeytinyağlı/salatalarımdandır. Şimdi sıra geldi ikisini birlikte halletmeye, nedense bugün böyle. İlahi bir lezzet olur muydu olmaz mıydı bu ikisinden, diye de bir muhabbet bir çekişme kendimle.

Bilmiyorsunuz, bazı dövüşürüz mutfakta ben benle. Ne zaman mı? Bir benin aklına aykırı düşen tatları ille de karıştırmak isteyince iki ben..., kıyamet.

Bir ben der, "Ne arıyor be kadın anasona çalan kokusuyla finocchio'nun yanında sakız/mastika likörü. Bir baş sarmısakla sakız likörü ve fençel, hay aklına şaşsınlar. Bu üçünü bir araya getirdiğine pişman edeceklerdir elbet seni."

İki ben, az tırsar ama eğmez başını, üste çıkar daha daha, "Daha dahası var, bekle de gör," der..., ve de geriye elinde maazzallah dedirtecek bir malzemeyle döner. Ançuez.

"Tüy diktin," diyecekken tam bir ben, "bu işte bir iş var, mat olacağım galiba," der ve susar.

Karnabahar çiçeklerine ayrılır. İki soğan ve fençel kocaman kıyılır. Bir başın sarmısak dişleri ufalanır. Deniz tuzum ve süs biberlerim katılır. Sızması da salınır tencereye, suyu da koyulur. Pişiyor neredeyse değil mi, o zaman iki üç çorba kaşığı veya bence fazlası mastika eklenir. Bu mastika meselesi inanılmaz olay olur. Bir kere zeytinyağlıların olmazsa olmazı şekerin yerine geçer. Alkolle biberin acısı buluşur, sevişir dilimde. İki benin koltukları kabarır, bir ben susar.

(Şimdi sırası mı bilmem ama, likörleri yemeklerde kullanmak gibi sakladığım bir sırrım da vardır. Rengine tadına denk getiririm veya şimdiki gibi getirmem, uydururum ama, anlaşılamayan bir keyif çıkar yemeğin içinden. Neyse, sırası mıymış?)


Pişti velhasıl sebze kısmı. Beş dakika vakit ayırıp müthiş göz zevki verecek gibi yerleştirilir servis tabağına. Çiçekler kenara halka olurlar, tencerede kalan yardımcı malzemeler ortaya havuz şeklinde dolar.

Derken, fençelin otları ki arapsaçı tabir ediyoruz, incecik rendelenen bir limonun kabuğu ve de suyu ile dört beş adet ançuez karıştırılır iyice. Sos şeklinde yani. Hoooop hop boş boş bakmayın öyle yüzüme.

(Yüz vermeyin şu yeni moda limon sıkacağı alete de. Limon suyunun yarısı içinde kalıyor bir kere, üstelik biraz fazla sıkıştırdım bu ikinci denememde, çıt etti ve çöplük oldu.)

Her alınan sonuçla, "Allah seni nasıl bilirse öyle yapsın, e mi?" dedirten bir yer Kedili Mutfaklar.

"E," dedim dönüp kendime, "e tabii ki, e."

Memnunuz halimizden.


* http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=fen%C3%A7el (finocchio, fençel, arapsaçı, rezene yazılalrımın bazıları burada)

Pazar, Aralık 06, 2009

Pazar hoş'onu

En baştan açık ve seçik açıklıyorum. "Hoş'on da neymiş? diyecek ya kimileri şimdi... Hoşbeş diyecektim aslında. On fotoğraf girmişim. "Aaaa, hoş'on diyelim bari," dedim.

Kadının Türkçesi, benim yani, ne denli yaratıcılığa açık anlaşılsın, haaa değil mi?
Fotoğraflarda sıra mıra yok, aynı gözüme rastladıkları gibi.


Benim İcadiye Kardeşler Kasabı'mın özel üretimi sucuktan alınca, nohutun da sucuklusunu çekti canım. Yanında bayıldığım tel şehriyeli pilavım ve renk süsü de olarak, balkonumdan, tadına doyamadığım maydanozlarım. Breh breh breh...

Cancan'ın bana sinir yaparken çekilmiş hali. Benim anladığım, "Maymun ettin beni yaaa Annoya, bi rahat vermiyosun. Boyuna bas deklanşöre* bas deklanşöre... Baban da mı fotoğrafçıydı beyaaaa?" demek istiyor.

E n'aapalım yani oğulcuğum? Kedilere mimiksizdir der ya bazıları. Gösteriyoruz işte kim mimikli kim mimiksiz...


Sonra da girdiği her delikten kafasını uzatıp beni kolluyor. Bence, "Hadisene Annoya, hadisene çeksene bu pozumu da çeksene," diyor.


İşte tam da o sırada, benim içimden onu ısıra ısıra öpmek gelir. Sallar bıyıkları aşaaa aşaaa, diker kulakları yukarı yukarı, yedirir kendini.

Ablam Hülya'nın bir sofrasından benim tabağımın ilk hali. Aile sofralarımızın klasik ve dayanılmaz lezzetleri. Antree buysa... Dessert kabak tatlısıydı...
Rektör karısı, dekan ve bilumum profesörler yanlarına beni de almışlar ve bu fotoğrafa çıkmışız işte... Bu bizim ACG '65'in günümüze adapte edilmiş hali. Bebek Kırıntı'da önce hayli kalabalık, iyice bir tıkıntı sofrası. Sonra da kalan kadarımızla, ikram çaylarımızın gelip gittiği sohbet masamız. Tamam, pek ortama münasip değilim, titrsiz kalmışım ama vazgeçemiyorlar benden; arkadaşız ne çare.

Tepesinden tutup defalarca battı çıktı yaparak yıkamaya başlıyorum kıvırcık salatalarımı. Suyunu da duru çıkana kadar değiştirdikten sonra yapraklarını ayırıp tekrar yıkıyorum. Kolay. Mis.

Siyah domates diyorlar, aslında biraz arap ama zenci değil. Tadına doyumsuz diyecek halim yok, eh işte fena değil, diyebilirim. Chives** yatağında üzerlerine az taze kekikle hoş oluyor.

Divan macaronlar piyasanın en iyisi. Lokum gibi lokum! Hayati Kaptan ve ailesiyle yemek sonrasının daha da sonrasında Tio Pepe ve macaronla kapanış yaptık.


Kabuklu tuzlu badem. Kuruyemişlerin kralı sanki. Yedikçe yemek istiyorsun.

Yeme en iyisi.


* Deklanşör (Fransızca déclencheur), fotoğraf makinesi, kamera gibi optik aygıtlarda, fotoğraf veya film çekmek için basılan düğmedir. Deklanşöre basıldığında, ışık düzengeci (diyaframı) açılarak, filmin ışıklanması sağlanmış olur. (Deklanşöre devam şuradan:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Deklan%C5%9F%C3%B6r )


** Adını koyamadığımızdan olsa gerek, frenk soğanı olarak benimsendi. Sarmısakla soğan arasında lezzet veren nefis şeyler...

Perşembe, Aralık 03, 2009

Mantı ravioli açılımında olunca, gör başına neler gelir

Zaten de artık mantı demeyelim bunlara. Mantının ravioli açılımıdır bir nevi. iglo lezzetine Annoya eli karışmış, bir Tanya's delish tabağı çıktı ki meydana, gerisi gırtlağına düşkünlere peri masalı gibi gelir.

iglo malzeme, 400 gramlık bahçe bezelyesi ve bir paket kendi buharında beş dakikada pişen bezelye brokoli karışımından oluşuyor. Bezelyenin sultanisi bile var pakette, içerik biraz karışık tamam, biraz da tereyağlı filan ama ben bu lezzete bayılıyorum.

Bezelye üç dakika kaynar suda kalsın veya kalmasın... Alınsın sudan. Bezelyeye en çok yakışan ot olan dereotu katılsın, bir iki bızzzztlansın şööölece. Bezelyelerin içinde iyice ezilmişlerin yanısıra bütün taneleri ve yarım taneleri de kalsın. Bıııztınıza sahip olun yani, bezelyeler az ezilecek demek istiyorum.

Kreması eklensin. Karabiberi taze çekilsin. Tuzu Tariş deniz tuzu olsun. Bu tuzdan halâ edinemeyen kalmasın. http://www.hepsiburada.com/ 'a veya doğrudan Tariş'e ısmarlasın. Toz rendesinden muskat rendelenip serpilsin.

Bezelyeleri çıkardığım kaynar suya 2x200 buharda pişme paketlerinden biri atılsın. Beş dakikada onlar da poşetinden çıkarılıp kremalı bezelye bızzztlamasının içine karıştırılsın.
Tabağın altına sos, ortasına hani artık mantı demediklerimiz ve de üstüne yine sos koyulur.
Parmesan, olmazsa olmazıdır.
Bu tabakla haşır neşir olduğunuz sürede iyice kırmızı şarap içilir.
Beyaz da olsa olur.