Çizmenin burnundan haberler
Bir yazı olsun ki , yaklaşan Sevgililer Günü'ne, bir sevgiliye dair olsun... Önce linkler lütfen çünkü bu sonuncu ve üçüncü kısım...
Oya Kayacan
07/07/2003
Geliyoruz diyene, neden geliyorsunuz diye sorulur mu? "Buyurun," dedim tabii. Tanımıyorum, "Nino'nun öğrencisiydim," diyen Gaetano adlı adamın biri. Takmış karısı Gina'yı da yanına onca yoldan geliyorlar, İstanbul bahane beni görmeye. Başladı mı bende bir ön heyecan? O ön heyecan, yerini bendini aşan heyecana çevirip ortalığı heyecan selleri götürmeye de başlamadı mı?
Heyecan böyle birşey de oluyor demek ki… Özleyip de sadece özlemekle kalacağından, hani o bir daha hiç kavuşamayacağından, mührü zamana uğramış haberler alabilecek diye de heyecanlanabiliyor insan.
Beklediğim o haberler, o gün bugündür bana bir türlü ulaştırılmayanlar. "Uzaktan uzağa verilemez," duyarlılığını kesinkes hissettirip, beni bir nevi savuşturdukları sessizlikler ve daha sonralar, bir münasip zamandalar...
Bugün yüreğimin sesini dinleyeceksiniz. Artık götürdüğü yere mi gidersiniz, yoksa kuzu kuzu dinler, "Allah bu kadına selamet versin," mi dersiniz, siz bilirsiniz…
Pronto Oya, sono Gaetano
Hikaye şöyle başlıyor. Posta kutumda Franco'nun, 'Gaetano ve Gina'yı takdimimdir, İstanbul'a geliyorlar' mektubu belirene kadar sakin yaşamımı sürdürüyordum. Hemen cevapladım tabii, çok memnun olacağımın altını çizerek. Az sonra telefon çaldı. Arayan, "Alo Oya, ben Gaetano," diyor, "Franco'nun bahsettiği Gaetano."
(Bu noktada hemen, hepinizi eskilere sürüklemem gerekiyor. Yerel dot comlarda eski sevgiliyi aramak veya… …veya kasabanızdan bir genç sevmiştim yazılarımı okumadınızsa eğer, önce onları sonra bunu lütfen…)
"Cittanova'dan ne istersin?"
İki saniye şoklanma hakkımı kullanıyorum. Sonra, burnumun, dudaklarımın ve ağız teşkilatımın sesini dinleyip, "Canım çok baccala*, çekiyor," diye bağırıyorum. "Baccala, baccala." "Başka başka?" Salame piccante come quello che faceva Mamma Rachaela a casa…"Si va bene, biscotti alla mandorla, mustazzola?" "Mamma mia, ister miyim bilmem ki? Ben de burada birilerine zayıflama sözü verdim de." "Artık biz gelip gittikten sonra zayıflarsın!"
"Yaşasın yaşasın, bütün Cittanova'ya selam. Dört gözle bekliyorum."
Sanki kırk yıldır birbirimize gelir gidermişiz de, bu gelişlerinde de ben onlardan, morina balığı, acı salam, bademli bisküvi ve de karışık aromalı acıbadem bisküvileri istiyormuşum!
Yahu ben bunları tanımıyorum!
Tanımıyorum da şimdi neden ortalık bir yerde durmuşuz da üçümüz birbirimize sarılıp ağlaşıyoruz? Ağlamaktan öte böğürüyoruz? Kimlerden ne selamlar, kimlerden ne sevgiler getirmişler, hepsini birden saya döke beni öpüyorlar.
Cittanovalılar karar vermiş, demişler ki…
Cittanova'da Via Colomba'nın başındayım. İki ev ötede, kapıda Mamma Rachaela kollarını açmış bekliyor. Kucaklaşıyoruz. Nino'nun Oyam diye koşması, Greco'nun yüzündeki yüzlerce kırışığı birbirine bağlayan sevimli gülüşü ve de mahallenin çocukları. Onlarca çocuk, şehirli kızı merakla izleyen, çaktırmadan dokunan, arabamın bir kapısından binip öbüründen inen, koşan yetişen.
Yok değilim. Burası Cittanova değil İstanbul. Sarıldıklarım da artık olmayan o insanlar değil. Bunlar, artık onların neden olmadıklarının haberini verecek olan aracılar.
Cittanovalılar karar vermiş ki, nikahlıymış veya nikahsız ben onlara gelin olmuşum bir kere…Cittanovalılar demiş ki, "Onca yıl sonra çıkmış olsa da ortaya, Oya gelin acılarımızı bilmeli." Ve de insanlık şu ki, Cittanovalılar, "Oya üzülür," demişler, "haberi duyduğunda. Bizden birileri mutlaka yanında olup ona sarılmalı."
Öyle oldu zaten. Biz üçümüz, üç gün boyunca hep birbirimize sarıldık.
Onların söylemesine meydan vermedim. "İntihardı değil mi?" deyiverdim. Hissediyordum çünkü.
Kumkapı'da rakı bardaklarına, Boğaz'ın ışıl ışıl sularına, evimde duran Nino anılarına, Mamma Rachaela'nın yaptığı gibi acı salamlara, baccala pişirdiğimiz tencereye, içine bademli bisküvilerimizi batırdığımız şarap kadehlerine, yürüdüğümüz yollara, üç gün boyunca üçümüzün gözyaşları karıştı.
İşte orada hak verdim Cittanovalılara. Burada, bizden birilerine sarılmak kesmezdi beni.
Üç gün geçti. Artık dönüyorlardı. "Git artık," dedi Gaetano, "yoksa ayrılmak gittikçe zorlaşacak." Ne ben el sallayıp ayrılabildim, ne de onlar uzaklaşıp gidebildi, son dakikaya kadar.
Nedendir bilmem, Cittanova'da beni halâ çeken bir şeyler var.
* sondaki a aksanlı ama becerip koyamıyorum, bakalaa diye vurgulu okunuyor.
Pansuman / uzun uzun
- İtalya'da yemek pişiren ne kadar insan varsa, eminim o kadar da baccala tarifi vardır. Baccala kurutulmuş morina balığı, cod fish veya stock fish dedikleri. Balıklar Norveç'te yakalandıktan sonra parçalanarak tuzla varillere basılınca adı baccala oluyor. Tuzlanıp açık havada kurutularak tüketime sunulmasına da stoccafisso deniyor. Bu Norveçli balığın İtalya'da çizmenin burnu ile ne ilişkisi olabilir peki? Hatta dünyada yenen en lezzetli stoccafisso'nun Cittanova'da işleniyor olması nedendir? Pek mantıklı gibi gelmeyen işin özü şu: Stock fish, yani İtalyanların dilinde stoccafisso, ancak Cittanova'nın Zomaro dağlarından akan su (aqua di Zomaro) ile ıslandığında gerçek lezzetini buluyor. Tuzlanmış veya kurutulmuş balıklar en az iki gün, sık sık değiştirilen bu suyun içinde tutulduktan sonra çiğ veya pişmiş olarak yenebiliyor.
Gina ve Gaetano'ya pişirttiğim kokusu burnumda tüten domateslisiydi. Bir kilo balığımızı, iki domates ezmesi, üç diş sarmısak, taze soğan, arnavut ve pul biber, kekik ve kapari, tabii ki sızma zeytinyağ ile pişirdikten sonra ateşi söndürüp maydanoz serptik. Sonra spaghetti ile yedik. Sonra dediğim, onların Cittanova'ya dönmesinden bir gün sonra. Tabii ki onca yoldan bana getirdikleri balıkları onlara yedirmeyecektim, değil mi? Ertesi gün 2 Temmuzdu. Benim doğum günümdü ve bir yengeç insanı için bu kadar lezzetli bir yemek daha söz konusu bile olamazdı. İncecik dilimlere kestiğimiz bir parçayı da, yine sarmısak, kekik, zeytinyağ, zeytin parçaları ve limonla marine ederek çiğ tükettik. (İtalyanca bilenler veya tesiste sörf yapmak isteyenlere http://www.stoccoestocco.com/ )
Mutfakta işimiz bitince, onları Kanaat Lokantası'na götürdüm. Bir sürü çeşit yarımşar porsiyon olarak geldi, tadına bakıldı. Patlandı tabii ama yine de bütün tatlılar ve dondurmalara yer kaldı.
Oya Kayacan
07/07/2003
Geliyoruz diyene, neden geliyorsunuz diye sorulur mu? "Buyurun," dedim tabii. Tanımıyorum, "Nino'nun öğrencisiydim," diyen Gaetano adlı adamın biri. Takmış karısı Gina'yı da yanına onca yoldan geliyorlar, İstanbul bahane beni görmeye. Başladı mı bende bir ön heyecan? O ön heyecan, yerini bendini aşan heyecana çevirip ortalığı heyecan selleri götürmeye de başlamadı mı?
Heyecan böyle birşey de oluyor demek ki… Özleyip de sadece özlemekle kalacağından, hani o bir daha hiç kavuşamayacağından, mührü zamana uğramış haberler alabilecek diye de heyecanlanabiliyor insan.
Beklediğim o haberler, o gün bugündür bana bir türlü ulaştırılmayanlar. "Uzaktan uzağa verilemez," duyarlılığını kesinkes hissettirip, beni bir nevi savuşturdukları sessizlikler ve daha sonralar, bir münasip zamandalar...
Bugün yüreğimin sesini dinleyeceksiniz. Artık götürdüğü yere mi gidersiniz, yoksa kuzu kuzu dinler, "Allah bu kadına selamet versin," mi dersiniz, siz bilirsiniz…
Pronto Oya, sono Gaetano
Hikaye şöyle başlıyor. Posta kutumda Franco'nun, 'Gaetano ve Gina'yı takdimimdir, İstanbul'a geliyorlar' mektubu belirene kadar sakin yaşamımı sürdürüyordum. Hemen cevapladım tabii, çok memnun olacağımın altını çizerek. Az sonra telefon çaldı. Arayan, "Alo Oya, ben Gaetano," diyor, "Franco'nun bahsettiği Gaetano."
(Bu noktada hemen, hepinizi eskilere sürüklemem gerekiyor. Yerel dot comlarda eski sevgiliyi aramak veya… …veya kasabanızdan bir genç sevmiştim yazılarımı okumadınızsa eğer, önce onları sonra bunu lütfen…)
"Cittanova'dan ne istersin?"
İki saniye şoklanma hakkımı kullanıyorum. Sonra, burnumun, dudaklarımın ve ağız teşkilatımın sesini dinleyip, "Canım çok baccala*, çekiyor," diye bağırıyorum. "Baccala, baccala." "Başka başka?" Salame piccante come quello che faceva Mamma Rachaela a casa…"Si va bene, biscotti alla mandorla, mustazzola?" "Mamma mia, ister miyim bilmem ki? Ben de burada birilerine zayıflama sözü verdim de." "Artık biz gelip gittikten sonra zayıflarsın!"
"Yaşasın yaşasın, bütün Cittanova'ya selam. Dört gözle bekliyorum."
Sanki kırk yıldır birbirimize gelir gidermişiz de, bu gelişlerinde de ben onlardan, morina balığı, acı salam, bademli bisküvi ve de karışık aromalı acıbadem bisküvileri istiyormuşum!
Yahu ben bunları tanımıyorum!
Tanımıyorum da şimdi neden ortalık bir yerde durmuşuz da üçümüz birbirimize sarılıp ağlaşıyoruz? Ağlamaktan öte böğürüyoruz? Kimlerden ne selamlar, kimlerden ne sevgiler getirmişler, hepsini birden saya döke beni öpüyorlar.
Cittanovalılar karar vermiş, demişler ki…
Cittanova'da Via Colomba'nın başındayım. İki ev ötede, kapıda Mamma Rachaela kollarını açmış bekliyor. Kucaklaşıyoruz. Nino'nun Oyam diye koşması, Greco'nun yüzündeki yüzlerce kırışığı birbirine bağlayan sevimli gülüşü ve de mahallenin çocukları. Onlarca çocuk, şehirli kızı merakla izleyen, çaktırmadan dokunan, arabamın bir kapısından binip öbüründen inen, koşan yetişen.
Yok değilim. Burası Cittanova değil İstanbul. Sarıldıklarım da artık olmayan o insanlar değil. Bunlar, artık onların neden olmadıklarının haberini verecek olan aracılar.
Cittanovalılar karar vermiş ki, nikahlıymış veya nikahsız ben onlara gelin olmuşum bir kere…Cittanovalılar demiş ki, "Onca yıl sonra çıkmış olsa da ortaya, Oya gelin acılarımızı bilmeli." Ve de insanlık şu ki, Cittanovalılar, "Oya üzülür," demişler, "haberi duyduğunda. Bizden birileri mutlaka yanında olup ona sarılmalı."
Öyle oldu zaten. Biz üçümüz, üç gün boyunca hep birbirimize sarıldık.
Onların söylemesine meydan vermedim. "İntihardı değil mi?" deyiverdim. Hissediyordum çünkü.
Kumkapı'da rakı bardaklarına, Boğaz'ın ışıl ışıl sularına, evimde duran Nino anılarına, Mamma Rachaela'nın yaptığı gibi acı salamlara, baccala pişirdiğimiz tencereye, içine bademli bisküvilerimizi batırdığımız şarap kadehlerine, yürüdüğümüz yollara, üç gün boyunca üçümüzün gözyaşları karıştı.
İşte orada hak verdim Cittanovalılara. Burada, bizden birilerine sarılmak kesmezdi beni.
Üç gün geçti. Artık dönüyorlardı. "Git artık," dedi Gaetano, "yoksa ayrılmak gittikçe zorlaşacak." Ne ben el sallayıp ayrılabildim, ne de onlar uzaklaşıp gidebildi, son dakikaya kadar.
Nedendir bilmem, Cittanova'da beni halâ çeken bir şeyler var.
* sondaki a aksanlı ama becerip koyamıyorum, bakalaa diye vurgulu okunuyor.
Pansuman / uzun uzun
- İtalya'da yemek pişiren ne kadar insan varsa, eminim o kadar da baccala tarifi vardır. Baccala kurutulmuş morina balığı, cod fish veya stock fish dedikleri. Balıklar Norveç'te yakalandıktan sonra parçalanarak tuzla varillere basılınca adı baccala oluyor. Tuzlanıp açık havada kurutularak tüketime sunulmasına da stoccafisso deniyor. Bu Norveçli balığın İtalya'da çizmenin burnu ile ne ilişkisi olabilir peki? Hatta dünyada yenen en lezzetli stoccafisso'nun Cittanova'da işleniyor olması nedendir? Pek mantıklı gibi gelmeyen işin özü şu: Stock fish, yani İtalyanların dilinde stoccafisso, ancak Cittanova'nın Zomaro dağlarından akan su (aqua di Zomaro) ile ıslandığında gerçek lezzetini buluyor. Tuzlanmış veya kurutulmuş balıklar en az iki gün, sık sık değiştirilen bu suyun içinde tutulduktan sonra çiğ veya pişmiş olarak yenebiliyor.
Gina ve Gaetano'ya pişirttiğim kokusu burnumda tüten domateslisiydi. Bir kilo balığımızı, iki domates ezmesi, üç diş sarmısak, taze soğan, arnavut ve pul biber, kekik ve kapari, tabii ki sızma zeytinyağ ile pişirdikten sonra ateşi söndürüp maydanoz serptik. Sonra spaghetti ile yedik. Sonra dediğim, onların Cittanova'ya dönmesinden bir gün sonra. Tabii ki onca yoldan bana getirdikleri balıkları onlara yedirmeyecektim, değil mi? Ertesi gün 2 Temmuzdu. Benim doğum günümdü ve bir yengeç insanı için bu kadar lezzetli bir yemek daha söz konusu bile olamazdı. İncecik dilimlere kestiğimiz bir parçayı da, yine sarmısak, kekik, zeytinyağ, zeytin parçaları ve limonla marine ederek çiğ tükettik. (İtalyanca bilenler veya tesiste sörf yapmak isteyenlere http://www.stoccoestocco.com/ )
Mutfakta işimiz bitince, onları Kanaat Lokantası'na götürdüm. Bir sürü çeşit yarımşar porsiyon olarak geldi, tadına bakıldı. Patlandı tabii ama yine de bütün tatlılar ve dondurmalara yer kaldı.
2 Comments:
Intihar acisi baska olum acilarina da benzemiyor, iki turlu yaniyor insanin cani. Allah sabir versin geride kalanlara.
By zinnur, at 10 Şubat 2006 19:11
Sevgili Oya Kayacan,
Yazılarınızı uzun bir süredir hafif kıskançlıkla ve büyük bir keyifle takip ediyorum. Her yazıdan sonra "olamaz böyle yaratıcılık, bu kadarı da fazla" dedikten sonra yüzümde ancak bir kedinin yüzünde oluşabilecek bir haz gülüşüyle kalakalıyorum. Sonra bir gün Cittanova isimli bir yere gideceğim tuttu. İtalya'da ancak Roma, Venedik gibi yerlere aşina olan bendeniz (ancak hiç İtalya'ya gitmediğimi belirtmem gerek), AB programlarının Arion çalışma ziyaretleri kapsamında bir hafta Cittanova'ya gideceğim. Çalışmaktan ziyade beni yeme kısmı ilgilendiriyor desem?? Ne yenir ne içilir bu Cittanova'da kuzum?? Nesi meşhurdur? Ne yapmak gerekir bı bir haftayı en iyi şekilde değerlendirmek için? Sanırım en doğru bilgileri sizden alabilirim.
Sabırsızlıkla bekliyorum yanıtınızı, saygılarımla..
Candan
By kekik, at 19 Ekim 2007 09:56
Yorum Gönder
<< Home