Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Palamut, lüfer, sarhoşum Azer



(Sarhoşumuz Azer getirmiş, şimdilik kokluyorum, pişince bize de düşecek mi bakalım? Daha bilmiyoruz çünkü Annoya baharatlı yaparsa eğer bize yedirmez. Nitekim...)

Bir, deniz mutedil dalgalı içinden de balık geçmişse sarhoşum Azer benim kapıma vurmuş demektir. İki, hava durumları vahim, balığa çıkılamıyorsa eğer sarhoşum Azer benim kapıma vurmuş demektir.

Açıklaması şöyledir: bir, balıklı günlerde keyifler bollaşır sahil balıkçılarında. Sarhoşum Azer’in de keyfi hayli yerinde olur. Ayıldığını varsaydığında atlar bir küçük sandala, kıyıya az uzaktan rızkına sallar oltasını. Üç beş adet büyük veya iki üç kilo ufak artık hangisi geçiyorsa balıkların oradan buldu mu, gerisi “Ben senin evladınım,” diyerek kapıma dayanmaya kalır.

İki, balıksız günler keyifsiz günler demektir. İçecek ne şarap var ne de sigara demektir, boyun büküktür, gözler yerdedir. Fırtınalı günlerdir bunlar, hani balık suda yol alır ama tekneler barınaklarda yalpalar durur, işte o günler. Ne mümkündür çatmak hırçın sulara, deli dalgalara türkü yakmak, “Karınlar aç, şişeler boş, olur mu böyle yatmak?” demek ne mümkün. Deli hava öfkesini kesene kadar beklenecek çaresiz... Balıkçılarda keyifler kırgın. Sabah beni geçiren mahalle kedilerinin yerinde, akşam sarhoşum Azer beklemektedir.

Allahı var, bırakmaz Oya da sarhoşum Azer’i yolda. Şarap artı, “Boş mideye içme sakın haaa!” diyerekten kaş çatmalı katık ödeneği yanısıra. Biraz buruktur Azer durumuna binaen ama, bir anlayanı var diye de sevinir bıyık altından.

Bu kısa öykünün altından ne çıktı bakalım dün akşam? Üç palamut, bir lüfer... Sarhoşum Azer henüz karaya çekmiş sandalı, eli kolu buz gibi, kabanı ıslak. Az sonra ekmeği ve şarabı ile koşacak barınağa, teneke sobanın karşısında hem karnını ısıtacak hem de kuruyacak.



(Palamutları ayıkladım, yıkadım ve kuruladım. Derin dondurucuya girdiler)

Beni sorarsanız eğer, mutfağıma girip ayıklayacağım önce balıklarımı. Aklımdan bu yazıyı yazmak geçecek bir yandan, bir yandan lüferi ‘nasıl’ yapmak. Bu akşam kıvırcığı ellerimle iri iri parçalamak yerine bıçakla kıymayı akıl edeceğim en basitinden. Tadı bambaşka olur, bilen bilir. Lüfere de bir sos kurgusu hemen oracıkta. Gravy gibi olsa sos, mantarlısı, domateslisi misal her şeylisi olur da, balıklısı olmaz mı ya gravy’nin?

Tavaya azıcık sızma her zamanki gibi. Yakıştırdığım her baharat, yapraklardan ille de defne olacak, tuz tabii koyulacak. Lüfer yatıp çift taraflı kızarırmış gibi yapıp aslında ızgara olacak. Lüfer çıkınca tavaya mısır unu katılıp, tava içinde kalan lezzetli yağ ile yoğunlaştırılacak. Limon suyu ve biraz da su ekleyerek karıştırıp koyuca sos gibi olunca da lüferin üzerine gezdirilecek.


Bu kadar taze balık yediğim için, sarhoşum Azer her kapıma vurduğunda şarabını da azığını da garanti edecek.

Sahi çok mu yıpranmıştır, yoksa çok mu yaşlı bilemem ama, “Ben senin evladınım Oya Abla,” demesini çok severim.

5 Comments:

  • Daha kahvalti bile etmedik, reva-i hak midir bu bize?
    Yesilerik ve Dalgici

    By Blogger YesilErik, at 11 Kasım 2006 16:11  

  • Eyvah, yine ne halt ettim ben çocuklar? Karşıma çeşitli saatler assam mı, N.Y. Paris, Londra, Tokyo? Sevgiler size, affola...

    By Blogger Oya Kayacan, at 11 Kasım 2006 16:44  

  • İkili arasındaki dialog çok sıcacık, içim ısındı.

    By Blogger Birsen Şahin, at 12 Kasım 2006 18:06  

  • Ayy agzimin sulari akti, hikaya gozlerimi doldurdu:))
    Ne guzel yemekler, ne guzel yazilar Oya'cigim.. O kedileri yerim ben, bilgisayardaki patiyi isiririm ben:)
    Bogaz luferini ne zaman yeriz allah kerim:)
    Seyreyliyoruz sayende Oya'cigim, ellerine saglik..

    By Blogger Hanife, at 15 Kasım 2006 00:54  

  • Sağol Birsen. Belli senin de yüreğin sıcak, ondandır.
    ----------
    Hanife'ciğim, üzülüyorum bir yandan bir yandan da, bizim burada ulaşamadığımız neler var oralarda yaşayanların elinin altında, diye teselli ediyorum kendimi. Yine de yeterli teselli olmuyor. İnsanın memleket alışkanlıklarından ayrı kalması gerçekten zor.

    Benim çocuklar da senin yanaklarından ısırırlar Hanife ablaları... "Gelsin de bütün balıklarımızı yesin," diyorlar.

    By Blogger Oya Kayacan, at 16 Kasım 2006 09:30  

Yorum Gönder

<< Home