Kedili Mutfaklar

Perşembe, Nisan 19, 2007

Şimdi erguvan zamanı

İstanbul'da erguvan şenliği başladı. Bu üçüncü hafta. Fuşya mı, siklamen mi, yoksa sadece açıklı koyulu erguvani mi demeli renklerine, dağı tepeyi bastı. Hep uyanık olmak, durmadan izlemek, hep izlemek gerekir erguvanların oyunlarını. Öylesine çabuk, bir o kadar da kararlı geçerler ki renkten renge; mor boyalı fahişe dudaklarından da tadar izleyenler, bebek yanaklarının tatlı şeffaf pembesinden de.

Bu gösteri süresi en deli hallerimin, en sulu gözlerimin, en fırıldak kalbimin, en düzensiz uykularımın zamanıdır. Mutfağımda ahlâksız girişimler yaşanır. Eve dönerken toplanan bir avuç erguvan çiçeği ya akşamın salatasını süsler ya makarnanın sosunu.

Hani ille de yemesi lezzetlidir demiyorum. Gözlerinizle yiyeceksiniz. Gözlerinize değen güzelliğin tadına doyamayacaksınız. Dayanamayıp yalayıp yutacaksınız.

Herkes başka bir şey der. Ben küflü peynir demeye alışmışım. Çocuk kafama rokforun ilk takdimini yapan Babam Nuri öyle uygun görmüştü. Artık o zamanın lezzetinde değil marketlerden alıp yediklerim. Zaten Rocquefort değiller, Danish Blue, Dana Blue veya Blue Cheese oldular. Rocquefort'u bulursak şık şarküterilerde, büyükçe tekerlekler halinde buluyoruz.

Mutfağım ahlaksız girişimlerimden birini de dün akşam yaşadı. Sos yapmak üzere başlayıp ekmek üstü / pain tartine olarak yediğim avocado ile küflü peynir ezmesi müthişti. Ceviz ve erguvandan tepe süsü vardı.

Ekmeğim her tahıllıydı.

Yanı şarap çekti.

10 Comments:

  • Günlerdir Erguvan sayıklıyorum... Hiç mi bir İstanbullu blogcu koymayacak fotoğrafını, gözlerim bu bahar fotoğrafını bile göremiyecek mi diye ağlamaklı dolaşıyordum. Sabah sabah mutlu oldum... Resmen farklı iki dünya gibi. Ankara'da kar yağıyor, İstanbul'da Erguvan açıyor.

    By Blogger Devletsah, at 20 Nisan 2007 09:35  

  • ekmekçikız'a sözüm vardı, orada yazacaktım, ama fotoğrafı koymaya gecikince kısmeti burası oldu. hayırlı olsun:

    Erguvan dilimize Farsça'dan geçmiş. Fransızlar ona "arbre de Judee" ya da "gainier", Almanlar "Judasbaum", İngilizler de "Judas Tree" diyorlar. Yani, Judas ağacı. Peki Judas kim? İsa'nın kötü şöhretli havarilerinden biri.

    Peki, Judas ile erguvan ağacı arasında nasıl bir bağ var? Eh, biri hain, diğeri güzel mi güzel bir ağaç? Judas, İsa'yı ele verince çok ama çok pişman olmuş. Nedametin doruğunda kendini asarak cezalandırmış. İşte, rivayet o ki, Judas intiharını bir erguvan ağacının dalları altında gerçekleştirmiş. ve devam edelim rivayete, önce beyaz renkli çiçekler veren erguvan, Judas kendini bu ağaca astıktan sonra belki kanından, belki utancından, çiçekler kırmızıya dönüşmüş. Zaman zaman da dediğiniz gibi, fahişe dudağındaki mordan, bebek yanağındaki pembeye.

    Bu arada "Judas öpücüğü" sahte üzüntü ve sevgiyi simgelermiş.

    Erguvanın hikayesini, Önder Şenyapılı, "Her sözcüğün bir hikayesi var" kitabında, Artun Ünsal'ın eski bir yazısından almış.
    Hikayesini öğrendikten sonra, güzelim erguvana, ihanet, suçluluk, ceza...gibi kavramları düşünmeden bakamaz oldum.

    Özür dilerim;)

    By Blogger endiseliperi, at 20 Nisan 2007 11:29  

  • Devletşah'cığım, sen gibi bir erguvan duyarlısı atlayıp gelmez mi bu hafta sonu buralara. Bak üç gün tatil var üstelik. Hava güzel olacak, erguvanlar altında/karşısında/kenarında çay içerdik birlikte.
    ----------
    Endişeli Peri, harikasın. Ekmekçi Kız n'apsın şimdi peki? Acilen erguvanlasın kendini de ben de onu seyredeyim gidip. Bir de erguvanlı ekmek yapsın. Neden olmasınnn???

    Judas Iscariot rivayetini Londra'da yaşarken incilden okuyarak öğrenmiştim. Geçenlerde erguvan konusunu azıcık daha karıştırayım dediğimde de, "State Tree of Oklahoma" olarak anıldığını öğrendim, ki allah bilir de dünya çapında tescillidir. Neye kızıyorum biliyor musun, erguvan zamanında İstanbul'da gerçekten bir şenlik yapılmadığına. Japonların sakura çiçekleri (kiraz ağaçları) nasıl bir şenliğe dönüşüyorsa öyle olmalı bizim erguvanlarımız. Japonlar her yıl hangi bölgenin ağaçları ayın kaçında açacak gibi ciddi çalışmalar yapıp halka bildiriyor ve herkes kendini bu şenliğe hazırlıyor. Aaah ah, ne değerler var elimizde ama değer bilene. Yarın öbürgün zaten boğazın iki yanında askeri bölge ve Yıldız Parkı dışında yeşil alan bile kalmayacak.

    By Blogger Oya Kayacan, at 20 Nisan 2007 16:13  

  • Eh Oya ah Oya...

    Allahtan buralarda da çok erguvan... Hatta biri bahçeye geldi yerleşti bile. Yine de boğaz kenarı İstanbul manzaralı, hele Rumeli ya da Anadolu Hisarlı' ların tadı gibi olmuyor.

    İstanbul' a gelirken sana bir peynir paketi hazırlamak da farz oldu. 3 yıldan önce tezgaha çıkamayan sepet peynirleri, koyun, keçi ve inek sütü karıştırılarak yapılan halis Ezine peynirleri, İzmir tulumları da tadına bakılmak için düşsünler yollara.

    Bu arada baba incirler kaynadı ve girdi kavanozlara o da arkadaşlık etsin yanında :-)

    By Blogger Çiğdem, at 20 Nisan 2007 18:49  

  • Beni sobelemişler, ben de seni sobeliyorum :)

    By Blogger kuzine, at 21 Nisan 2007 01:15  

  • Çiğdem ne güzel, İstanbul'dan Edremit'e süren erguvan dostluğu. Demek bunlar biraz da arsız sevgili gibi takipte oluyorlar sevdiklerini, sevenlerini.
    Şeyyy yahu, mahçup ediyorsun.
    -----------
    Kuzen, ben sobelenmeyi sineye çekip hep ebe kalsam???

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Nisan 2007 09:44  

  • Sevgili Oya, peynir yerken hep aklima gelir oldun, ne olacak bu halimiz? Sarap ta var, buyur gel istersen. Yok ille erguvanlarin altinda piknik yapalim diyorsan, peynirleri yüklenip ben geleyim.
    Sevgiler

    By Blogger tata, at 21 Nisan 2007 11:46  

  • Sevgili Tata siz yine iyisiniz, ben 14 Nisan mitingini seyrederken telefon açıp bir de başını ağrıttım Oya' cığımın. :-)

    Öyle bir tadı var ki satırlardan, telefon tellerinden süzülüp canına işleyiveriyor insanın.

    Oya' cım bir yolunu bulup seni buralara getireceğim ben :-) Önce buraları sana getireceğim, inşallah dayanamayıp geleceksin :-)

    Çok öpüyorum

    By Blogger Çiğdem, at 21 Nisan 2007 14:54  

  • Tatatataaaaa tatatataaaa, vallahi erguvanlar burada, sen gel Tata. Peyniraltı oluruz hep birlikte. Çiğdem de köyden özel peynirlerini getirecekmiş.
    ----------
    Kimin başıymış ağrıyan, a aaaa aaaayıp be yaw... Neyse şimdi aklım kabaklı balık çorbasında. Peynire mola veriyorum müsaadenizle.

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Nisan 2007 19:33  

  • Valla billa, ben gecikmedim!
    Ağacım gecikti bu yıl. hikayesini yazdım.
    Hem artık istediğiniz kadar erguvan fotoğrafı ekledim. Elimde kalanları da yıldız yapmayı düşünüyorum!

    By Blogger EKMEKÇİKIZ, at 22 Nisan 2007 01:14  

Yorum Gönder

<< Home