Vişneli acılı votkalı antrikot
Marketten çıkarken iki avuç vişneye iki arnavut katıp yemeyi koymuştum zaten aklıma. Alışveriş hallerimde nasıl oluyorsa oluyor, en olmadık malzemeler de olsa, "Bak şimdi bunlar nasıl da yakışacaklar," diye gaza getiriyorum kendimi. Birazdan da tarifin devamını getireceğim, hele bir mutfağa girelim bakalım.
Babamdan öyle öğrendimdi. Kırmızı mı kırmızı, acı mı acı; ince ve uzunlamasına zarif sivri biber kurularına arnavut biberi derdik bizim evde.
Biraz uçuk bir Arnavut bostancımız vardı; korkuluklara da giydirilen modelden hasır/rafya şapkasıyla, kulak arkası ettiği gülü ya da karanfiliyle... Koluna da yuvarlak yayvan bir sele/sepet asardı, şimdilerde sonradan görme baayağnların, görse de hazmedememiş hanfendülerün falan Louis Vouitton astığı gibi aynen. İçinde üçer beşer sap mevsim çiçeği, yine adetle sayılacak fasulye domates bakla biber vesaireyle, Taşlık Teşvikiye filan dans eder gibi dolaşırdı.
Sepetindekileri satmazdı garibim, hoşuna giden genç kızlara, şık hanımlara reveranslar yaparak ve de tatlı sözler döktürerek armağan ederdi. Teatral bir kişilikti zaten.
O biçim biberlere o da öyle derdi.
Artık cayenne diyoruz ya canım, işte onlar!
O biçim biberlerin öyle bol kepçe tencere yemeklerine basıldığı mutfaklardan değildi bizim mutfağımız. Annem Selma acıyı tadında kullanırdı.
Babam Nuri'yi sorarsanız eğer, turfanda sivri biber yemeyi nasıl sevdiği film gibi geçer gözlerimin önünden. Buz gibi birasını tazecik salatalıkları ve de sivri biberlerine yaren açar, yer içerken keyiften dört köşe olurdu. Taa ki biberin bir acısı denk gele, aman o ne görülecek surat asmak, yüzü gözü nasıl buruşturmaktı o öyle.
Sade biberin değil, hıyarın da acısı çoktu o zamanlar; iki ucundan da tadardık kesip sofraya getirmeden, cacığımıza çobanımıza doğramadan önce. "Suyundan olur, kuyu suları acılaştırır," derlerdi!
Geçmiş zamanda biberlerin acısıyla tatlısı birlikte yetişir, tezgahlarda hemhâl olmuş vaziyette satılırdı. Üç çeşittiler zaten topu topu, sivri dolmalık çarliston olmak üzere. Acının acısı olan arnavut dediklerimse bilahare iplere dizilip kurutulmak üzere yetiştirilen ayrıcalıklı bir biber türü olsa gerekti. Tezgahlarda görürdüm dersem yalan olur vallahi. Sonra gelecek zaman geldi, biberler acı gradolarına ve envai çeşitlerine göre yayıldılar çarşıya pazara.
Acıya tahammülüm Calabria'da sınanmış ve hayli sınıf atlamıştı. Türkiye'nin ihracat tipi süs biberi turşuları ile tanıştığı yıllarda, benim acıdan zevk alan müthiş dilim/damağımla örtüşen belden aşağı esprim pek tuttuydu. "Woooof beeee, orgazm gibi," demişim :)
Antrikotum nasıl mı yapılacak? Kolay.
Tavaya önce tereyağı, donmuş vişne, dilim dilimlenmiş arnavut ve taze kekik koyula. Çevrile. Keyfe kadar tuz biber baharat kırtkırtı, şeker ve taze kekik eklene, karıştırıla ve beklene ki tava muhteviyatı koyulaşa.
Şimdi koyulaşan vişne sosunu tavanın etrafına çekerek ortayı açalım. Etleri ortaya alıp ızgara misali kızartalım. Oldular mı çift taraflı nar gibi? Verin votkayı, cooossssss* dedirte dedirte.
Bitti. Budur.
Eh yani, böylesi görülmemiştir.
Dondurucuda yatmış kadehlerde votka ile yene içile.
* Ev mutfaklarının davlumbazları alçak olabiliyor. Votkaya alev aldırmak yangın çıkarabilir. Çok gördük, benden söylemesi. Ya ocağı iyice kısın ya da tavayı bir an ateşten kaldırarak ekleyin votkayı, sonra yine ateşe oturtun ve çektirin.
7 Comments:
hay allah bu yemek dışarda bir yerde bulunmaz
sen başka bişeysin be oya
aklıma gelmez benim vişne biber
By Handan, at 3 Mart 2011 08:53
Oyacım, bloglar açılmış gözümüz aydın, bu sayede yazını da okuyabildim. Benim kızın da var bir blogu da, hayata dair arada yazar... Neyse o arnavut bahçıvan, Maçka'nın eskilerde kalan tipinin adı Latif idi. Hatırlıyor musun? Dolmabahçe stadının arkasındaki topraklarda yetiştiriyor marulları, lağım suyuyla suluyor diye de bir rivayet dolaşırdı. İlk yıllarda marul filan satardı, kızlara çiçek sunma işi marullar bittikten sonra başladıydı... Şimdi niye yok böyle aykırımsı tipler sence? Ya da ortalık çok kalabalık da ondan mı görünmüyorlar acaba. O yılların Maçkasın hakikaten tenhaydı.
64 senesinde ilkokula başladım, üstelik 5 yaşındaydım, maçka acısu sokakta oturuyorduk, babam bir kez öğrettiydi, sonra her gün akaretler yokuşunu karşıdan karşıya geçip, maçka ilkokuluna gidip geldim, öğleleri de eve yemeğe gelmek üzere üstelik... Şimdi beş yaşında bir çocuk değil, ben geçemem o yokuşta karşıdan karşıya... İşte şekerim, senin arnavut biberinin çağrışımları.... Sevgiler. Eren Cendey
----------
Hayli düşündüm de bulamadımdı, Latif tabii yaa. Bostanına giderdik biz, marulumuzu hıyarımızı filan alırdık; artık lağımlı mağımlı ama organik yaani ;)) Yıl farkıyla aynı yerlerde aynı şeyleri yaşamışız neredeyse.
Sağol Eren'ciğim. Tamamlayıcı bilgi verdiğin için seni e-postamdan sürükleyip buraya getirdim. Kusur etmedim değil mi?
-.-.-.-.
Nerdeee Handan'cığım ;)) Müthiş lezzet ama, acısı tatlısı ekşisiyle...
By Oya Kayacan, at 3 Mart 2011 09:56
Immmm nefis nefis şimdi biraz acıktım galiba.Sizin blog sayfanıza bir uyarı gerekiyor
" DİKKAT AÇKEN OKUMAYINIZ YOKSA BENDEN GÜNAH GİTTİ" diye. Antrigotu ben çiğ bile yiyebilirim. Vişneli kekikli acı biberli ve votkalısını düşünemiyorum bile ne yaparım. Ellerinize sağlık. Arnavut biberini ben de çok severim. Daha doğrusu acı lezzetini. Meksika biberini bile. Arnavut Biberine niye arnavut denmiş bilmem ama bana arnavutlar biraz ters gelir. Bizde bir adet mevcut. Dilini değil ama kızdılarmı fena yakarlar.Sebep bu olsa gerek diye düşündüm.Senin benzetme de harika. Cuk oturmuş. Bilmem ben yaparmıyım, sanki vişneleri chesecake için saklarım gibime geldi.Birde ben sakarımdır sigortamda yok evi mevi yakmim gece gece. Bunu yapan bir restoran bulim en iyisimi...Sevgiler
By Defne Soysal, at 3 Mart 2011 20:50
Olur olur, yakında şef menülerinde yerini alır, hiiiç merak etmiyorum. İki damla krema ile 'bağladık' derler, bir karanfil de atar kendilerine malederler ;)) O zaman yersin artık Defne'ciğim... Kızgın tavalarda alkol kullandığımda alevlendirmiyorum. Sen de vişnelerine kıyıp antrikota kullanırsan eğer diye söylüyorum yani ;)
By Oya Kayacan, at 4 Mart 2011 08:31
Mmmm vişne bayılırım !Bu mutfak baba uydu,hem kedili hem de lezzetli ,daha ne olsun :)
By Nilgün Torunoğlu, at 7 Mart 2011 18:02
Colette, iade-i ziyaret yapmış. O harika kuyruklularını da getirmiş. Fotoğrafta yoklar ama ben görürüm :)
By Oya Kayacan, at 8 Mart 2011 11:18
Sen böyle güzel yemekler pişirirsen kızlar peşime takılmazlar mı hiç ?Keşkül'ün diğer adı ''ver Şaban'a gitmez yabana !''
By Nilgün Torunoğlu, at 8 Mart 2011 13:07
Yorum Gönder
<< Home