Kaddafi diyeceğim ama sıra kalırsa ;)
Genelleme giriş
Yerler yurtlar, nehirler göller denizler..., gezilip görülmüşü, yaşanmışı, takılıp kalınmışı. Yalnızlıkların sessizce bölüşülmüş, birlikteliklerin çılgınca paylaşılmış mekânları. Beynim esnek bir torba sanki, çokça hüznün yanı sıra alabildiğine keyif sığdırmışım içine. Hüzünler yüreğimin sislerle bohçalanmış, ıssızlaştırılmış köşelerinde. Mutluluklar her yerde.
Özellemelerimden...
Yılmaz Özdil Kelaj deyip geçmeseydi, kendime sakladığım anılarımdan olarak kalacaktı.
Kalmasın, anlatasım geldi ;)
Nevin Teoman'la, Beşiktaş-Maçka arası Valideçeşme'de doğma büyümeyiz... O, kuzeni Güner, Ablam Hülya, ben; mahallenin güzel ve comme il faut kızlarıyız. Öncelikli saydıklarımın çömeziyim ama hatırım sayılır. Modern, zamanın hem Avrupai hem de Amerikan aşinalığındaki şık ailelerinin çocuklarıyız. Kat kat parisienne jüponları giyer partilere de gideriz..., saddle shoe ile bobby socks, penny loafers'la naylon çoraplarımızı giymesini bilip Maçka - Nişantaşı arası yürüyüşler de yaparız. Görgümüz yerinde; çayımızı karıştırırken kaşık fincana değmez, çıngır çıngır edilmez adabında yetiştiriliyoruz. Eeee, zaman o zaman!
Gel zaman git zaman, arada yaşananlardan envai roman ve arkası gelmeyen diziler yazarız otursak..., Nevin oldu mu size Öztürk'ün karısı, Serengil.
----------
Araya yine bir kaç roman malzemesi giriyor. Ben sinemadan Atilla Sarar 'la flörte başlıyor ve neticesinde evleniyorum. Atilla ile Fikret beraber film çeke dursunlar, film süresince zamanımı ekibin kalbur üstüleriyle Fikret'in karavanında geçiriyorum. Güzel düğün hediyeleri alıyor Fikret bize, bir gaz lambası var ki şirin mi şirin, halâ duruyor.
Dört sene ötesinde tutunamıyor evliliğim, olmuyor, kaçıp gidiyorum. İtalyan çizmesinde enine boyuna yaşanan başka romanlara kendi döngümde ana karakter oluyorum.
----------
Derken '70 ortalarında yine İstanbul, yine Fikret ama bu sefer biz beraberiz. O Hümeyra'dan kırgın ayrılmış, ben Nino'dan üzgün... "Bir teselli ver...", falan diyene kadar ateş bacayı sarıyor.
Kaddafi diyecektim hani? Desem ya artık :) Sıra mı kalıyor?
----------
Nevin ve Öztürk çiftiyle sık sık görüşüyoruz. Seren'in daha henüz taytay durduğu günlerden birinde Öztürk, Libya'dan aldığı müthiş sevindirici haberle çıkıyor karşımıza. "Kaddafi bizzat gelip beni ziyaret edecek," diyor. Aman da ne iş falan filan? Ortada müthiş bir yatırım söz konusuymuş... Libya'da kurulacak olan uçsuz bucaksız bir film stüdyosu için Kaddafi Öztürk'ten yardım istiyormuş. İkisi bir olup Hollywood'a nal toplattıracaklarmış... (Gülümsüyorum da neye? Bollywood değil Gaddywood olacaktı belki de filmcilerin şimdilerde gözdesi !)
Rahmetli Öztürk ve Fikret son derece heyecanlı insanlar. Sanatçı ruhlarıyla, paha biçilmez stüdyo şehveti de işin içine girince, vallahi o günün akşamında biz olayı bitirdik! Mütercim olarak benim de dahil olacağım, Kaddafi'nin şereflendireceği yemeğin mönüsü dahi hazırlandı. Yer Şişli Kent Sineması'nın en üst katında, o devrin paraya para demeyen Nevin-Öztürk Serengil çiftinin şaşaalı dairesi. Heyecan öyle zirve yapıyor ki, Libya'ya da yerleşiyoruz bir yandan. Diğer yandan, "Başımızı mı örteceğiz, yok yaaaaa? Nikah kıymak zorunda mıyız sahiden?" tartışmaları sürüp gidiyor.
----------
Zaman hızla ilerledi. Kaddafi gelemedi bir türlü. Onun yerine konuşan bir adamı var, o hep olan, (zaten Kaddafi'yi kim görmüş ki...) işte o durmadan ortaya bir yem atıp çekiliyor. Bizim tarafta derseniz ortaklıklar kuruluyor, senaryolar yazılıyor, yeni yaşam şekilleri provalarına giriliyor. Stüdyonun açılış davetiyelerini basmadığımız kalmış bir, sıra ona da gelmek üzere ki öncesinde Fikret ve ben, bilmem kaçıncı darılışımızın dosyasını açıyoruz.
Ben bir nişanlı atıyorum ortaya, Şair Ahmet Kutsi Tecer'in (Orda bir köy var, uzakta...) oğlu Mehmet Tecer. Mehmet'in romanlara lâyık/evlerden uzak bir kişilik olduğunu anlamam fazla zaman almıyor. Tarabya Oteli'nde yapılacak düğünümüze saatler kala, uçuyorum Bodrum'a. Bu sefer de barış dosyasını açmaya, yana yakıla beni çağıran malûm kişinin yanına.
Unuttuk gitti Libya'sını da, Kaddafi'sini de, daldık gittik kendi harala gürelemize.
----------
Yani bilemedim şimdi Öztürk'e film stüdyoları yerine gazino mu açtırtmıştı bu Kaddafi? Olmadık iş ama içki mi sattırmıştı, kadın kız mı pazarlattırmıştı Özdil'in yazısında olduğu gibi. Benim bildiğim, biz, Öztürk Libya hapishanelerinde çürüyecek haberleriyle sarsıldık.
Şimdi siz işin devamını beklersiniz. Kısadan keseyim.
Ben İzmir'in efsanesi bir adamla evlenip gittim. Dünya mücevher devleri arasında adı yükseklerde yazılı olan, Franco Sponza.
Fikret, Bodrum'dan arkadaşımız olan bir İzmir'li avukatla bana acı dolu ayrılık/aşk şiirleri göndermeye başladı.
----------
Bu işin sonu gelmez.
Anlatasım bu kadarmış.
Genelleme çıkış
İnsan insan insan..., aklıma takılan her kelimenin içinden fırlayıp çıkan onlarcası. Sevmişi sevilmişi sevişilmişi... İnsan deyince bu üçü zaten yüreğime oya gibi örülen, dantel olan. Erken öğrenmiştim yoksa buharlaşıp yok olmaları, yıpratılmış bir kitabınki gibi dağınık bırakmayı nefrete çevrilecek hayat sayfalarını.
Yerler yurtlar, nehirler göller denizler..., gezilip görülmüşü, yaşanmışı, takılıp kalınmışı. Yalnızlıkların sessizce bölüşülmüş, birlikteliklerin çılgınca paylaşılmış mekânları. Beynim esnek bir torba sanki, çokça hüznün yanı sıra alabildiğine keyif sığdırmışım içine. Hüzünler yüreğimin sislerle bohçalanmış, ıssızlaştırılmış köşelerinde. Mutluluklar her yerde.
Özellemelerimden...
Yılmaz Özdil Kelaj deyip geçmeseydi, kendime sakladığım anılarımdan olarak kalacaktı.
Kalmasın, anlatasım geldi ;)
Nevin Teoman'la, Beşiktaş-Maçka arası Valideçeşme'de doğma büyümeyiz... O, kuzeni Güner, Ablam Hülya, ben; mahallenin güzel ve comme il faut kızlarıyız. Öncelikli saydıklarımın çömeziyim ama hatırım sayılır. Modern, zamanın hem Avrupai hem de Amerikan aşinalığındaki şık ailelerinin çocuklarıyız. Kat kat parisienne jüponları giyer partilere de gideriz..., saddle shoe ile bobby socks, penny loafers'la naylon çoraplarımızı giymesini bilip Maçka - Nişantaşı arası yürüyüşler de yaparız. Görgümüz yerinde; çayımızı karıştırırken kaşık fincana değmez, çıngır çıngır edilmez adabında yetiştiriliyoruz. Eeee, zaman o zaman!
Gel zaman git zaman, arada yaşananlardan envai roman ve arkası gelmeyen diziler yazarız otursak..., Nevin oldu mu size Öztürk'ün karısı, Serengil.
----------
Araya yine bir kaç roman malzemesi giriyor. Ben sinemadan Atilla Sarar 'la flörte başlıyor ve neticesinde evleniyorum. Atilla ile Fikret beraber film çeke dursunlar, film süresince zamanımı ekibin kalbur üstüleriyle Fikret'in karavanında geçiriyorum. Güzel düğün hediyeleri alıyor Fikret bize, bir gaz lambası var ki şirin mi şirin, halâ duruyor.
Dört sene ötesinde tutunamıyor evliliğim, olmuyor, kaçıp gidiyorum. İtalyan çizmesinde enine boyuna yaşanan başka romanlara kendi döngümde ana karakter oluyorum.
----------
Derken '70 ortalarında yine İstanbul, yine Fikret ama bu sefer biz beraberiz. O Hümeyra'dan kırgın ayrılmış, ben Nino'dan üzgün... "Bir teselli ver...", falan diyene kadar ateş bacayı sarıyor.
Kaddafi diyecektim hani? Desem ya artık :) Sıra mı kalıyor?
----------
Nevin ve Öztürk çiftiyle sık sık görüşüyoruz. Seren'in daha henüz taytay durduğu günlerden birinde Öztürk, Libya'dan aldığı müthiş sevindirici haberle çıkıyor karşımıza. "Kaddafi bizzat gelip beni ziyaret edecek," diyor. Aman da ne iş falan filan? Ortada müthiş bir yatırım söz konusuymuş... Libya'da kurulacak olan uçsuz bucaksız bir film stüdyosu için Kaddafi Öztürk'ten yardım istiyormuş. İkisi bir olup Hollywood'a nal toplattıracaklarmış... (Gülümsüyorum da neye? Bollywood değil Gaddywood olacaktı belki de filmcilerin şimdilerde gözdesi !)
Rahmetli Öztürk ve Fikret son derece heyecanlı insanlar. Sanatçı ruhlarıyla, paha biçilmez stüdyo şehveti de işin içine girince, vallahi o günün akşamında biz olayı bitirdik! Mütercim olarak benim de dahil olacağım, Kaddafi'nin şereflendireceği yemeğin mönüsü dahi hazırlandı. Yer Şişli Kent Sineması'nın en üst katında, o devrin paraya para demeyen Nevin-Öztürk Serengil çiftinin şaşaalı dairesi. Heyecan öyle zirve yapıyor ki, Libya'ya da yerleşiyoruz bir yandan. Diğer yandan, "Başımızı mı örteceğiz, yok yaaaaa? Nikah kıymak zorunda mıyız sahiden?" tartışmaları sürüp gidiyor.
----------
Zaman hızla ilerledi. Kaddafi gelemedi bir türlü. Onun yerine konuşan bir adamı var, o hep olan, (zaten Kaddafi'yi kim görmüş ki...) işte o durmadan ortaya bir yem atıp çekiliyor. Bizim tarafta derseniz ortaklıklar kuruluyor, senaryolar yazılıyor, yeni yaşam şekilleri provalarına giriliyor. Stüdyonun açılış davetiyelerini basmadığımız kalmış bir, sıra ona da gelmek üzere ki öncesinde Fikret ve ben, bilmem kaçıncı darılışımızın dosyasını açıyoruz.
Ben bir nişanlı atıyorum ortaya, Şair Ahmet Kutsi Tecer'in (Orda bir köy var, uzakta...) oğlu Mehmet Tecer. Mehmet'in romanlara lâyık/evlerden uzak bir kişilik olduğunu anlamam fazla zaman almıyor. Tarabya Oteli'nde yapılacak düğünümüze saatler kala, uçuyorum Bodrum'a. Bu sefer de barış dosyasını açmaya, yana yakıla beni çağıran malûm kişinin yanına.
Unuttuk gitti Libya'sını da, Kaddafi'sini de, daldık gittik kendi harala gürelemize.
----------
Yani bilemedim şimdi Öztürk'e film stüdyoları yerine gazino mu açtırtmıştı bu Kaddafi? Olmadık iş ama içki mi sattırmıştı, kadın kız mı pazarlattırmıştı Özdil'in yazısında olduğu gibi. Benim bildiğim, biz, Öztürk Libya hapishanelerinde çürüyecek haberleriyle sarsıldık.
Şimdi siz işin devamını beklersiniz. Kısadan keseyim.
Ben İzmir'in efsanesi bir adamla evlenip gittim. Dünya mücevher devleri arasında adı yükseklerde yazılı olan, Franco Sponza.
Fikret, Bodrum'dan arkadaşımız olan bir İzmir'li avukatla bana acı dolu ayrılık/aşk şiirleri göndermeye başladı.
----------
Bu işin sonu gelmez.
Anlatasım bu kadarmış.
Genelleme çıkış
İnsan insan insan..., aklıma takılan her kelimenin içinden fırlayıp çıkan onlarcası. Sevmişi sevilmişi sevişilmişi... İnsan deyince bu üçü zaten yüreğime oya gibi örülen, dantel olan. Erken öğrenmiştim yoksa buharlaşıp yok olmaları, yıpratılmış bir kitabınki gibi dağınık bırakmayı nefrete çevrilecek hayat sayfalarını.
16 Comments:
Çok uzun zamandır okuyorum blogunuzu,yemeklerinizi..
ancak, hiç beklemediğim kadar hareketli bir yaşamınız olmuş,hem şaşırdım,hem hayranlık duydum..
demek ki ruhunuz hareketliymiş ki hayatınızda da hareket tecelli etmiş..
SEvgiler
By Adsız, at 24 Şubat 2011 15:07
Kaç kez okudum bilemiyorum üstüste. Şaşırdım ne okuyorum ben kimi okuyorum diye. Roman okur gibi. Hayat bir roman değil mi zaten, herkesin farklı rolü olan.Ne iyi etmişsiniz yazıya dökmeye, ama zaman zaman, yeri geldiğince. Artık sizin sadık bir takipcinizim. Hem üslubunuzu hem mizahi bakış açınızı hem de aralara serpiştirdiğiniz hüzünlü, boşvermişlik yüklü, şaşırtıcı, samimi duygu taneciklerini. Kimbilir belki ileride toplar bir kitap yaparsınız, hani sizde saklı olanları?
By Defne Soysal, at 24 Şubat 2011 16:07
Bu anılar yazılsa da bir kitap olsa, biz de keyifle okusak Oyacan, hıı?
By Leylak Dalı, at 24 Şubat 2011 16:53
Yemek kokuları gelse burnuma biryandan ve sen hep anlatsan ben hep dinlesem diyorum.
By hüznün tadı, at 24 Şubat 2011 18:12
İnanamadım bi an. Bildiğimiz Franco Sponza, İzmir'in karşı sahilinde de tanınıyor.. Roman kahramanısınız.
By Adsız, at 24 Şubat 2011 20:44
Nasil macerali, dolu dolu gecirmissiniz yillarinizi! Yemek yapisiniz gibi kafaniza eseni, o an caninizin istedigini yapmissiniz hep anladigim kadariyla. Cok da iyi etmissiniz. Yapmadiklari sonradan cok 'keske' dedirtebiliyor insana cunku.
By Unknown, at 24 Şubat 2011 21:54
Kesinlikle anılarınız yazmalısınız Oya hanım. Çok keyifli:))
By cenebaz, at 25 Şubat 2011 12:11
Bir önceki yorumumda yazmalısınız derken kitap olarak kastedmiştim. Sizden imzalı bir kitaba sahip olmak güzel olur.
By cenebaz, at 25 Şubat 2011 12:12
AHANDA İŞTE....BEN BU KADINI ÇOK SEVİYORUM.Hayatının bir ucuna ilişmiş olmak beni havalara sokuyor bilesin..
ECE
By Adsız, at 26 Şubat 2011 14:06
Sabaha kadar dinlerim seni Oyacanım, ağzım iki karış açık hemde:) Sabaha kadar bitmez diyorsun biliyorum, daha iyi işte bitene kadar dinlerim bende:) Valla bak...
Sevgiler
By Nüket Şenyüz, at 26 Şubat 2011 14:11
Hayatınız yaşanmaya değermiş.Güzel anılarınız varmış.
By seyabb, at 26 Şubat 2011 15:06
Merhaba Oya Hanim'cim,
Ani yazmada da ne denli usta oldugun uzu, ustelik cok renkli ve zengin bir malzemeye de sahip oldugunuzu farketmistim onceden.
Keske bir kitap gelse..
Sevgiler
Nuray
By Adsız, at 28 Şubat 2011 00:21
Ben de kendi hayatımı renkli sanırdım... "Nikah da kıymamız gerekli mi?" haaa işte tam da bu yüzden, ama benim yaş 33 :))
Peki ne saklı bu satırların arkasında?
By Unknown, at 28 Şubat 2011 14:19
Uzun zaman oldu ugramamistim buralara Oyacim,
Ne keyifli seni okumak, yuzume ne guzel gulumseleler yaydin yine.
Anilarini okudukca, roman gibi diyorum hep..
Ne hayat ama..
By Hanife, at 21 Mart 2011 07:28
Ben tüm bunları okumuştum oysa ki, şimdi tekrar okuyorum.
Ne hayat!
By Jardzy, at 1 Ağustos 2013 22:02
Rüzgar gibi...
By Oya Kayacan, at 4 Ağustos 2013 12:56
Yorum Gönder
<< Home