Cihangir'in cılkı...
...çıkmış diyemiyorum. Tefe koyarlar adamı. Cihangir eşrafından olan baba ailem de başı çeker. Özenti bir mahalle olmuş çıkmış desem. Renklerin ahengi tutturulamamış, her kapının önüne kuru yapraklarıyla çöplük olmuş saksılar dizilmiş, kedi köpek bakmak adına tatsız görsellikler yaratılmış bir muhit desem. İyi demiş olurum iyiiii... Yeşil dostu olarak, her bitkinin suyunun ayarını bilmesem, her kuruyu ayıklayıp yeşerene yer açmasam... Onlarca yıldır mahalle dört ayaklılarını yedirip içiriyor olmasam..., bu işler demek böyle pis yapılıyormuş derdim. Neyse geçelim bunları...
Esasen Pako’ya gittim. Hayvan haklarını koruma yolunda ülkemizde insanlardan daha etkili olan sevgili Köpek Pako’nun Cihangir Parkı’nda çocuklarla oynamasını, onların yüreklerine daha daha hayvan sevgisi doldurmasını izlemeye gittim. Hayvan Hakları Dernekleri, Hayvan Dostları Platformları, böyle veya değişik söylenişlerde hayvanlarla ilgili bazı insanlar ve nedense hepsi kadın orada toplandılar. Yüzüne baktığım herkes bir diğer kurumun mensubunu çekiştirdi, ben yine soran gözlerimi mi takmıştım yoksa? Çocuklara da elişi etkinliği yaptırıldı. Organizasyon mu buyurdunuz, hayır o dediğiniz orada yoktu.
Huysuz İhtiyar’ın heykeli dikildi ya Cihangir Parkı’na. Çok beğendim. Gazetelerde göremediyseniz, yolunuz oralardan geçmediyse falan diye fotoğrafını da çektim. Parkta seyrettiğim yetmedi, hemen karşısında oturan arkadaşım Tülay Bediz’e uğrayıp bir de tepeden ve mabadinden izledim Oğuz Bey’i. Bahadır Baruter tasarımı Şekil Heykel Atölyesi’nde çalışılmış diye de bir bilgi faydalı olur diye düşündüm. Oldu mu?
Gitmişken Cihangir arşınlandı sokak sokak. Kahve içmek için ille de bir kafede oturmak zorunda kalmanın sıkıntısı her sokak günümde olduğu üzere yine yaşandı. Yahu ben yürürken on onbeş dakikada bir kahve molası vermek istiyorum. Ayaküstü yaslanıp bir yere, kahvemi yuvarlayıp yola devam etmek istiyorum. Hayır olmaz, ille de buyur otur, garsonu kolla, servis açsınlar, kahve masaya gelsin, etraftan kesilme hallerine maruz kal, hesap pusulası çıksın, bekle para üstü gelsin; sıktınız vallahi sıktınız. Ayaküstü kahve tezgahları olan kafeler istiyorum, bu ülkede istiyorum, hemen istiyorum.
Bazı Cihangir notlarım var, şöööyle diyiiim:
a) Öz Hakiki Cihangir Turşucusu mevsim dolayısıyla kapalıydı. Benim aklımca da zaten öyle olmalıydı.
b) Leyla’nın aşkına dağları delenler vardı. Yığılmışlar mekana yıkılıyorlar(!), n’oluyor belli
değildi. Zaman yoktu, hemen üstü olan Doğa Balık yoklanamadı.
c) Antre’nin peynirlerine göz atıldı. Dişe dokunur birşey göze çarpmadı. “Şunun tadına bakiiim mi?” dahi yapılmadı.
d) Susam Sokağı’ndan yine anılarla yüklü geçildi. Ah Ege Bahçesi vah Ege Bahçesi diye diye, o güzelim bahçenin yıkık dökük giriş kapısı seyredildi. “Ege Bahçemi geri isterim" kampanyası neden başlatılmıyor diye de merak edilmedi değil tabii.
e) Lüküs Hayat kapanmış kimbilir ne zaman, yerine pizzacı kurulup oturmuş. İyi işler az ömürlü olurmuş kanaati bende yeniden hasıl oldu. Yemiş miydiniz hiç otlu su böreklerinden, zeytinyağlı dolmalarından filaaaan felaan?
Esasen Pako’ya gittim. Hayvan haklarını koruma yolunda ülkemizde insanlardan daha etkili olan sevgili Köpek Pako’nun Cihangir Parkı’nda çocuklarla oynamasını, onların yüreklerine daha daha hayvan sevgisi doldurmasını izlemeye gittim. Hayvan Hakları Dernekleri, Hayvan Dostları Platformları, böyle veya değişik söylenişlerde hayvanlarla ilgili bazı insanlar ve nedense hepsi kadın orada toplandılar. Yüzüne baktığım herkes bir diğer kurumun mensubunu çekiştirdi, ben yine soran gözlerimi mi takmıştım yoksa? Çocuklara da elişi etkinliği yaptırıldı. Organizasyon mu buyurdunuz, hayır o dediğiniz orada yoktu.
Huysuz İhtiyar’ın heykeli dikildi ya Cihangir Parkı’na. Çok beğendim. Gazetelerde göremediyseniz, yolunuz oralardan geçmediyse falan diye fotoğrafını da çektim. Parkta seyrettiğim yetmedi, hemen karşısında oturan arkadaşım Tülay Bediz’e uğrayıp bir de tepeden ve mabadinden izledim Oğuz Bey’i. Bahadır Baruter tasarımı Şekil Heykel Atölyesi’nde çalışılmış diye de bir bilgi faydalı olur diye düşündüm. Oldu mu?
Gitmişken Cihangir arşınlandı sokak sokak. Kahve içmek için ille de bir kafede oturmak zorunda kalmanın sıkıntısı her sokak günümde olduğu üzere yine yaşandı. Yahu ben yürürken on onbeş dakikada bir kahve molası vermek istiyorum. Ayaküstü yaslanıp bir yere, kahvemi yuvarlayıp yola devam etmek istiyorum. Hayır olmaz, ille de buyur otur, garsonu kolla, servis açsınlar, kahve masaya gelsin, etraftan kesilme hallerine maruz kal, hesap pusulası çıksın, bekle para üstü gelsin; sıktınız vallahi sıktınız. Ayaküstü kahve tezgahları olan kafeler istiyorum, bu ülkede istiyorum, hemen istiyorum.
Bazı Cihangir notlarım var, şöööyle diyiiim:
a) Öz Hakiki Cihangir Turşucusu mevsim dolayısıyla kapalıydı. Benim aklımca da zaten öyle olmalıydı.
b) Leyla’nın aşkına dağları delenler vardı. Yığılmışlar mekana yıkılıyorlar(!), n’oluyor belli
değildi. Zaman yoktu, hemen üstü olan Doğa Balık yoklanamadı.
c) Antre’nin peynirlerine göz atıldı. Dişe dokunur birşey göze çarpmadı. “Şunun tadına bakiiim mi?” dahi yapılmadı.
d) Susam Sokağı’ndan yine anılarla yüklü geçildi. Ah Ege Bahçesi vah Ege Bahçesi diye diye, o güzelim bahçenin yıkık dökük giriş kapısı seyredildi. “Ege Bahçemi geri isterim" kampanyası neden başlatılmıyor diye de merak edilmedi değil tabii.
e) Lüküs Hayat kapanmış kimbilir ne zaman, yerine pizzacı kurulup oturmuş. İyi işler az ömürlü olurmuş kanaati bende yeniden hasıl oldu. Yemiş miydiniz hiç otlu su böreklerinden, zeytinyağlı dolmalarından filaaaan felaan?
1 Comments:
isteriz, isteriz, fotolari isteriz..
(devamini söylemiyorum)
bir kere daha yükle, bazen ad karisikliklari olabiliyor, kontrol ediniz bitte)
By Tijen, at 30 Temmuz 2005 21:11
Yorum Gönder
<< Home