Sıkma patlıcan salatası (13+)
Yıllar yıllar önceydi. Beyoğlu'nda Jorj'un Kulis'inde oturuyoruz. Ben daha bir hayli genç bir kadın. Barda herkesin birbiriyle halvet olduğu bir kalabalık var. Yanımda günün jönlerinden bir jön... Barın hemen dibindeki masada Zeki Müren ve İsmet Ay. Jön de jönlüğüne jön ama şaibeli. Rahmetli İsmet Ay gibi 'hala' diye seslendiklerimizden değilse de, güvenip 'yiğidim aslanım' diyebileceklerimizden hiç değil.
Zeki Müren'e hitabımız 'bey' şeklinde. Oysa o bana Ali diyor. Efendim kaşlarımdan sebepmiş. Ne de Ali MacGraw'a benzermiş kaşlarım, ah o kaşlarım. Külliyen yalandan. Maksat taraftar toplamak. Kız olarak doğmaktan öte, kendi özgür irademle sürdürdüğüm kadınlığımdan şaşırtmak beni. Ya tutarsa.
Neyse, biz orada neredeyse kadın kadına durmuş patlıcandan bahsediyoruz. Nedeni benim o yaşıma kadar ağzıma patlıcan koymamış olmam. Jön tutuyor bir patlıcan tarifinin ucundan ve temel pijamalı soyma girizgahının ardından verevine doğrama faaliyetine giriyor. Amacı beni patlıcana özendirmekse deeeee...; Zeki Bey, pek müstehcen kahkahalarından birini atarak fırlıyor oturduğu yerden, "Ayol n'aptttın ayoool, bütün bütün yiyeceksin patlıcanı bütüün bütüüüün..."
Bittim yani. Bittim. Sarıdan mora renk skalası yapan yüzümü, loş dükkanın barı arkasında duran dumanlı aynasından bile izledi millet. Yirmi yıl daha patlıcan yemedim, yiyemedim. Sonra günün birinde bir sevgili eğer yemezsem sevgisini geri çekeceğini ihsas edince başlamıştım patlıcana, salatasıyla. O gün bugündür...
Haa işte, o gün bugündür her şekle sokarım patlıcanı. Ağır yağlı yemeklerini değil de, iki kadeh attıran sofraların mezeleri arasına karışan buluşlarımı severim.
Artık okuma yazma bilen herkes okuyabilir...
Önce patlıcanları pijamalı soyuyoruz. Koyu çubukları ince ince olursa daha iyi. Yemeğimin oluşacak rengi açısından tercihim budur... Bıçakla dilimliyor, ufalıyoruz. Gelişigüzel, uğraşıp didinmeden ufalıyoruz işte.
Ufaladıkça bir kasede bol tuzla mıncıklıyoruz. Yine ufaladıkça kaseye katıp mıncıklıyoruz. (Dört tane orta boy patlıcan mıncıklanıp pişince bir avuç oldu. Ona göre davranıyorsunuz.) Derken yıkama faslı. Yıka yıka yıka, mıncıkla, aksın kapkara suyu. Yine yeniden mıncık mıncık, yıka yıka...
Bu arada nasıl oluyor anlamıyorsunuz ama çekirdek namına ne varsa hepsi terkediyor patlıcan parçacıklarını, dökülen suyla birlikte akıp gidiyor. Müthiş bir yöntem, haaaa değil mi?
Bir süre süzgeçte bıraktığımız patlıcan parçacıklarını, kağıt havlularla iyice kuruttuk. Sızma da tavada kızdı. Attık patlıcanları, kızartır gibi yaptık. Fazla öldürmeden, çiğnenecek karardayken karabiber çekiyorum biraz. Tuzu iyidir bence. Tekrar kağıt havluyla kızartma yağını kuruluyorum.
Sarmısaklı labne peyniriyle karışacak. Süs biberi tepesine patlatılacak. Maydanozlar çerçeve şeklinde çevre süsü yapacaklar. Bir de durdukça güzelleşecek lezzeti.
Durmadan mıncıklayıp sıktığımdandır ki adı sıkma patlıcan takılacak.
Yerken bayılmayın lütfen.
Toprakla buluşan İsmet Hala ve Zeki Bey'e hasret ve nusretle.
Zeki Müren'e hitabımız 'bey' şeklinde. Oysa o bana Ali diyor. Efendim kaşlarımdan sebepmiş. Ne de Ali MacGraw'a benzermiş kaşlarım, ah o kaşlarım. Külliyen yalandan. Maksat taraftar toplamak. Kız olarak doğmaktan öte, kendi özgür irademle sürdürdüğüm kadınlığımdan şaşırtmak beni. Ya tutarsa.
Neyse, biz orada neredeyse kadın kadına durmuş patlıcandan bahsediyoruz. Nedeni benim o yaşıma kadar ağzıma patlıcan koymamış olmam. Jön tutuyor bir patlıcan tarifinin ucundan ve temel pijamalı soyma girizgahının ardından verevine doğrama faaliyetine giriyor. Amacı beni patlıcana özendirmekse deeeee...; Zeki Bey, pek müstehcen kahkahalarından birini atarak fırlıyor oturduğu yerden, "Ayol n'aptttın ayoool, bütün bütün yiyeceksin patlıcanı bütüün bütüüüün..."
Bittim yani. Bittim. Sarıdan mora renk skalası yapan yüzümü, loş dükkanın barı arkasında duran dumanlı aynasından bile izledi millet. Yirmi yıl daha patlıcan yemedim, yiyemedim. Sonra günün birinde bir sevgili eğer yemezsem sevgisini geri çekeceğini ihsas edince başlamıştım patlıcana, salatasıyla. O gün bugündür...
Haa işte, o gün bugündür her şekle sokarım patlıcanı. Ağır yağlı yemeklerini değil de, iki kadeh attıran sofraların mezeleri arasına karışan buluşlarımı severim.
Artık okuma yazma bilen herkes okuyabilir...
Önce patlıcanları pijamalı soyuyoruz. Koyu çubukları ince ince olursa daha iyi. Yemeğimin oluşacak rengi açısından tercihim budur... Bıçakla dilimliyor, ufalıyoruz. Gelişigüzel, uğraşıp didinmeden ufalıyoruz işte.
Ufaladıkça bir kasede bol tuzla mıncıklıyoruz. Yine ufaladıkça kaseye katıp mıncıklıyoruz. (Dört tane orta boy patlıcan mıncıklanıp pişince bir avuç oldu. Ona göre davranıyorsunuz.) Derken yıkama faslı. Yıka yıka yıka, mıncıkla, aksın kapkara suyu. Yine yeniden mıncık mıncık, yıka yıka...
Bu arada nasıl oluyor anlamıyorsunuz ama çekirdek namına ne varsa hepsi terkediyor patlıcan parçacıklarını, dökülen suyla birlikte akıp gidiyor. Müthiş bir yöntem, haaaa değil mi?
Bir süre süzgeçte bıraktığımız patlıcan parçacıklarını, kağıt havlularla iyice kuruttuk. Sızma da tavada kızdı. Attık patlıcanları, kızartır gibi yaptık. Fazla öldürmeden, çiğnenecek karardayken karabiber çekiyorum biraz. Tuzu iyidir bence. Tekrar kağıt havluyla kızartma yağını kuruluyorum.
Sarmısaklı labne peyniriyle karışacak. Süs biberi tepesine patlatılacak. Maydanozlar çerçeve şeklinde çevre süsü yapacaklar. Bir de durdukça güzelleşecek lezzeti.
Durmadan mıncıklayıp sıktığımdandır ki adı sıkma patlıcan takılacak.
Yerken bayılmayın lütfen.
Toprakla buluşan İsmet Hala ve Zeki Bey'e hasret ve nusretle.
14 Comments:
Ooo supermis bu patlican salatasi. Denemeli! Yalniz ben su jonun kim oldugunu cok merak ettim :))
By ycurl, at 12 Ağustos 2008 23:58
Curly, nerelerdesin? Salatayı yap bana dua edeceksin, gerisini merak etme sen ;~}
By Oya Kayacan, at 13 Ağustos 2008 09:17
Sabah sabah güzel sohbetinle içim nasıl açıldı bilemezsin, asık suratla geldiğim işyerinde şu an sırıtır pozisyondayım. Patlıcan konusunda hissiyatımız aynıymış seninle çok şaşırdım bunu duyduğuma. Kendimi bildim bileli sevmem demekteyim, nedenini bilmiyorum, ama nikotin içeriğinin tadından olabilir diye düşünmekteyim.Oğluşum sever diye közlenmiş çeşitli salatalarını ya da Ali Nazik vs. gibi formlarını (pardon Ali adı burada sadece tesadüfen geçti, bir gönderme filan yoktur haşa.) yapardım arada. Artık öğle tatilinde gidip malzemeleri temin edip akşama bunu denemek farz oldu, lezzet konusunda pirim sensin çünkü. Keyif dolu bir gün diliyorum sana Annoyam.
By dgül, at 13 Ağustos 2008 09:44
Oyacan'ım,
Nasıl bir gülümseme kondurdun yüzüme, ağzım yayıldı kulaklarıma kadar:))
Kitap yazmasanda , yemek tarifi önünde, arkasında, arasında , uygun hangi aralıkta olursa olsun yazdığın şu güzellikler yok mu? Onları kitap gibi okurum ben:)
Bu patlıcan tarifini uygularkende yerkende korkarım ağzımı toparlayamayacağım:)
Çok yaşa sen, hep iyi yaşa...
By Adsız, at 13 Ağustos 2008 11:26
Valla Demet'çiğim, bu patlıcan denen lezzet benim bir kere ağzıma koymama bakıyormuş meğer. Belki de, keş kolik man filan gibi ismin berbat hallerinin bünyeme kolayca yerleşme eğilimi nedendir bu duruma. Çocuk yaşta bir sigara içip neredeyse 30 yıl nikotine köle olduğum için varıyorum bu sonuca. Patlıcanman olmam söz konusu çünkü... Allah beterlerinden esirgedi çok şükür!
----------
İyi, senin hayatında da güldüren patlıcan olacak demek sevgili Nüket.
By Oya Kayacan, at 13 Ağustos 2008 13:25
Sevgili Oya,
"Ellerine" sağlık pek güzel olmuş patlıcan salatası.
Benim gibi bir patlıcan severe göre tam da...
Bu arada patlıcanla bu kadar haşır neşir olan parmaklar kararmadı mı?
Pazar günü bir karnıyarık yaptım vallahi pazartesi işe siyah parmaklarla geldim.
Sevgi ile kal
By Hülya, at 13 Ağustos 2008 14:44
Şahane hikaye Oyacım :))
Evdeki patlıcanların şekli şemali belli oldu.
Öperim yanacıklarından.
By Margot, at 13 Ağustos 2008 18:02
hımm patlıcana sarımsaklı labne peyniri ha?Labneyi tramisu dışında kullanmam ama bir deniyelim.Zaten sarımsağın girdiği her şeyi severim ben.
By Nenoni, at 14 Ağustos 2008 09:14
Yoo Hülya, patlıcan benim ellerimi hiç karartmaz. Şimdi tamamını hatırlamadığım bir sohbetin konusuydu, bazı ciltlerin belli maddelere hassas olduğu. Doğru yanlış, bir araştırmalı...
----------
Koca beğendi mi koca? Margot'cuk da mutfağa hevesli hevesli giriyor ya artık, ah bu *~yamyam~* kocalar nelere kadir!
----------
Aaaaa Nenoni'ciğim sen labneyi tatlı bellemişin galiba?! Kullan kullanabildiğin kadardır labnenin girdiği yerler halbuki. Sarmısak deyince de durmalı yani, her lezzet bir yana, sarmısak diğer... İki gündür de yaslardayım, yani sarmısaklarına bir şey olmamıştır inşallah ama Kastamonu / Taşköprü'de yıldırım düşüp yanan köy beni iki kere üzdü.
By Oya Kayacan, at 14 Ağustos 2008 09:22
Oya' cım ellerine sağlık. Gülüp duruyorum iki gündür... Bir vakitler bir arkadaşımın dilinden düşmezdi... "Üzme tatlı canını, salla patlıcanını"
Elif' in okul kaydı, ondan çok benim heyecanım filan derken ilaç oldu yazın.
:))
By Çiğdem, at 14 Ağustos 2008 09:39
sevgili oya hanım, siz benim en muhteşem yemek tarifi yazarımsınız. sizi okuduğumda tuhaf, yaşam dolu bir coşku duyuyorum. her yemek sizin tarafınızdan tarif edilmek ister. ben de siz tarif edin isterim.
geçenlerde yine idefix kolimiz geldi. içinden de üç adet zeki müren CD'si. Radyo günleri 1,2, 3 diye geçiyor adı. CD'de zeki müren'in o çok hoş giriş konuşmaları filan da var. aklınızda bulunsun.
çok, çok sevgiler.
By endiseliperi, at 14 Ağustos 2008 14:55
Elif kızın yarattığı heyecana ben de dahil oldum buradan. Hayat şimdi başlıyor asıl. Kolay gelsin bakalım ufaklığa.
Sen bana ben sana gülelim Çiğdem'ciğim... Ağlanacak halimiz yok çok şükür, her beterin beteri varsa eğer...
----------
Hey hey heeeeey, en birinci benim. Ennn birinci benim... Peri'ciğimin bundan hiç endişesi yok... Sıradaki???
Zeki Müren CD'lerini bulacağım mutlaka. Şimdi herkes çok kızacak bana ama geçtiğimiz yıllarda yaklaşık 250 adet 33'lüğümü bağışlamıştım. Ne koyacak yerim vardı, ne de plaklarımı bana dinletecek olan eski Dual'imin bakım şartlarını sağlayabiliyordum. Anlayacağın iki taşınma arası sıfırladım gitti 33'lüklerim. Aralarında 1950 sonlarından itibaren toplanmış neler neler yoktu ki... Zeki Bey de dahil tabii.
Neyse moderen kayıtlarını dinlerim artık. Aklımda, sağol...
By Oya Kayacan, at 15 Ağustos 2008 11:56
Oya'cığım,sen çok yaşa..!
Öykünü,okurken yüzümdeki tebessümler hiç eksilmedi..))Bende patlıcanı çok severim,belkide en çok sevdiğim sebzedir..Fakat ocak kirleniyor diye salatasını pek yapmıyordum..Şimdilerde bir közmatiktir gidiyor.Bende alırsam artık bol bol patlıcan salatasını yaparım..Hemde labneli labneli..))
Öpüyorum o tatlı yanaklarından..Aslında geçmişten gelen öyküler adlı bir kitap çıkarsan..))(veya ona benzer)
Sevgiler..Sevgiler..
By Damak Tadı, at 16 Ağustos 2008 01:37
Gül'cüğüm, közleme işi beni yıldırdı. Bu yüzden, közlemeden patlıcan salatası çeşitleri yaratmaya çalışıyorum! 10 Haziran'da bir de 'çakma patlıcan salatası' yazmıştım... Valla lezzetli oluyorlar. O dediğin közmatik aleti eğer bende olansa, hani Migros'ta filan satılan basit olanlardan, bir işe yaramıyor. Altı delikli ve de ocak aynı ayarda batıyor.
Bak aklıma ne geldi. Pürmüz kullanarak ne yapılabilir? Patlıcanı kabukluyken pişireceğinden değil tabii, başka bir etapta/yöntemle o yanıklı köz kokusu elde edilebilir mi? Pürmüzüm yok işte ne yazık. Yoksa dalmıştım mutfağa ;~}
Kitap yazma konusunda hiç hevesli olmadım nedense. Teşekkürler güzel önerin için. Ve de şapur şupur güzel yanaklarına.
By Oya Kayacan, at 16 Ağustos 2008 09:56
Yorum Gönder
<< Home