Kedili Mutfaklar

Pazar, Eylül 21, 2008

İlk ayaz, ilk çorba

Niyette değildi ama kısmette varmış. Akıl ettirenime kurban olduğum...

Alarm değil verilen, kısa sinyaller henüz... Soğuyorum, soğuyacağım, diyor. Kereviz kokusu sarıyor burnumu, gece üşüyen bir ayağımı sıcakta duran diğerinin yanına çekmelerim başlıyor, sokak kedilerimin yağmur çamur korunmalı iki katlı evlerinin inşaatı tamamlanıyor. Daha bir sürü iş var torbada ve yanı sıra bir de canım çorba çekiyor.

5N1K belli değil. Her an her şey olabilir.

Karnabaharın burnu uzamış, haberiniz var mı? Bu yıl gördüğüm bütün karnabaharların en ortasındaki toparlak çiçeğinin olması gereken yerde sivri bir burun var artık. Şaşırdım tabii kime kızacağımı, anasına mı babasına mı?

Aldım geldim neyse bir tane, üstünde körpe yeşil bir sürü yaprakla sarmalanmış olanından. Hiç kıyamam o yapraklara, doğradım tencereye. Kocaman kereviz saplarının sadece sap olarak satılanlarından da üç tane, üç havuç iri iri dilimlenmiş ve de karnabaharın kendisi hop tencereye. Sızması, tuzu biberi, suyu...

Pişen karnabaharı dışarı alıp da tencerede kalanların nasıl da doyurucu ve enfes bir çorba olabileceğini görünce gözüm döndü doğrusu. Hemen karnabahar suyuna ıslattığım iki kaşık tarhanayı, bir porcini mantarı küpünü ve bir avuç darı şehriyeyi kattım tencereye. Yarım limon, çekme karabiber, Urfa’nın kırmızı pulu ilave edildi. Tarhanayı iyice eritene kadar tahta kaşığımla çevirip kaynamaya bıraktım.

İki kocaman çorba tabağını yedim. Yedim malûm, çünkü bu benim yaptığım çorbalar yenecek çorbalardır, içilmez haşa... Öyle olmuş, öyle olmuş ki gözüm halâ tencerenin dibinde kalan iki kepçede.

Ne? Çorba.

Neden? Kısmetmiş!

Nasıl? Anlattım ya!

Ne zaman? 21 Eylül, 2008 Pazar.

Nerede? Salacak’ta bir evde.

Kim? Annoya.

13 Comments:

  • Aynı anda mutfağa dalıp çorba yapmışız da sonra bilgisayara koşup basmışız :)
    Ama benim yemekler seninkiler kadar yartıcı ya da yenilikçi değil.Az biraz klasik tattalar benimkiler.
    Kereviz benimde çorbada çok sevdiğim bir tattır.

    By Blogger Nenoni, at 21 Eylül 2008 17:03  

  • Oruç başıma vurdu herhal yorumda habire ben demişim:))

    By Blogger Nenoni, at 21 Eylül 2008 17:03  

  • Can kardeş ömrüm Avrupa'da geçti, bunlar önce salatayla başlıyorlar yemeğe; bir tabak salatanın arkasından yemek faslı başlıyor.
    Bense Gurbete çıkarken çorbayı yanımda getirmişim.İster hava 40 derece sıcak olsun.İsterse ayaza çeksin illada çorba.Hele bir de kardeşim gibi yaratacı olduktan sonra valla çin alfabesi gibi çeşitleri çıkıyor ortaya.
    Hele o bizz bizz yokmu çorbaya başka tadım verecek nelerin içine girmesini sağlıyor.Bulmaca cözmektense hanımın bil bakalım bu ne çorbası ile başlıyor.
    Saygılar-Sevgiler.

    By Blogger ERDIL, at 21 Eylül 2008 17:31  

  • Ohhh. Mis gibidir o kereviz yaprakları..
    Ellerine sağlık Oyacan'ım...
    Çorbaya bayıldım bayılmasına , amaaaa... aklım o tencereden çıkan karnıbaharda kaldı, ne hallere girdi diye:)))
    Bekliyorum:)

    By Anonymous Adsız, at 21 Eylül 2008 19:36  

  • nefisss canim ellerine saglik sebze gibisi varmi.
    sevgiler.

    By Blogger Unknown, at 21 Eylül 2008 21:01  

  • Nenoni'ciğim şimdi baktım da, seninki de çorba ötesi sulu bir yemek; köftesi, eriştesi, nohutu... Kimbilir ne lezzettir. Klasik her zaman güzeldir ayrıca.
    ----------
    Güzel bir alışkanlık Erdil Bey... Çok sevdiğim ancak hiç becerip yapamadığım bir adet de sabah çorbası. Hani küçük yerlerde, çarşı içlerinde, esnaf lokantası tarzı yerlerde falan vitrinde yazar, "Kahvaltıda çorba bulunur!" Ne keyiflenirim görünce.
    Hanımefendi kimbilir ne marifetlidir. Her ikinize de sevgiler.
    ----------
    Kereviz sapları için Erüst Tarım'a duacıyım sevgili Nüket. Upuzun sapları üzerinde o güzelim yaprakları ile evimden hiç eksik değil. Karnabahar konusu benim de içimde kaldı. Eskiden Annem Selma'nın yaptığı gibi, dilimleyip yumurtaya galeta ununa batırıp kızartmamak için zor tuttum kendimi. Kırmızı biber, nane serpiştirip yemek pek güzel olacaktı değil mi? Yapmadım, sızma ekledim daha, limon filan. Öyle yiyorum.
    ----------
    Kış için muhteşem bu çorbalar sevgili Özgül. Dolu dolu, hem yer hem içersin. Sebze gibisi yok tabii, otlar hele.

    By Blogger Oya Kayacan, at 22 Eylül 2008 09:21  

  • Nüket hanımcıgımla hep benzer noktalara takılıyoruz devamlı, ben de görür görmez bu karnabahar nasıl kesildi, servis edildi filan gibi, derin mevzulara dalmıs idim, ne mutlu ki yanıtı gelmis bile, onun ve sizin sayenizde. Aceba üzerine yogurt da olur muydu diye düsünüyorum, ama cok mu absürd olur ki...
    Corbanız tam bir kış ilacı, görmek bile iyi gelir insana. Kaldı ki lezzeti, tahayyül bile edemiyorum şu anda, denenecektir illa da.
    O sokak kediciklerini siz nasıl ısıtıyorsanız, eminim onlar da sizi ısıtacaktır hem beden, hem sevgileriyle... Bereket üzerinizden eksik olmasın...

    By Blogger dgül, at 22 Eylül 2008 10:44  

  • Demet'çiğim, yaptıklarımdan çok yapmadıklarımla ilgileniyorsunuz bakıyorum siz ikiniz... Yoğurt da olurdu tabii ama henüz kızarmış, sıcak ve kıtır kıtır daha iyi gelirdi bana. Kediciklerim çok şekerler çoook. Zaten onları düşününce içim ısınıyor.

    By Blogger Oya Kayacan, at 22 Eylül 2008 14:38  

  • Ufkumuzu o kadar açtın ki Oyacan'ım, gözümüz öteki tencerelerde kalıyor:))))
    Elimizde olsa buzlukta, sebzelikte ne var ne yok, nerelere neler saklanmış diye tırım tırım dağıtacağız dolabını:))))

    By Anonymous Adsız, at 22 Eylül 2008 15:46  

  • Yok valla, her bir satırını, her bir icraatını yüreğimle okuyor ve de saklıyorum zihnimin her bir köşesinde. Bizim sorunumuz, yetmemesi o satırların, Nükhet Hanımın dediği gibi, duyduklarımız/gördüklerimiz o kadar mutlu ediyor ki bizi, duymadığımız her bir ayrıntıyı da merak eder, hayal eder buluyoruz kendimizi. Biz seni çok seviyor ve hiç kaçırmak istemiyoruz...

    By Blogger dgül, at 22 Eylül 2008 17:06  

  • Sevgili Nüket ve Demet... Boynuzlar kulakları geçecektir bir gün. Siz bu kadar meraklı olunca... Baksanıza mutfak mutfak gezinip, aklı aklımızdan üstün herkeslerden neler neler öğreniliyor. Okuduğum bütün paylaşımlar çok değerli benim için. Herkesin değişik yetenekleri var.
    Aaaay, bir koşu gidip dolaplara çeki düzen vereyim bari. Yine dağıtmış bu Annoya!

    By Blogger Oya Kayacan, at 23 Eylül 2008 11:59  

  • Geçen tv de aşçı ile yemek sanatçısı arasındaki farktan sözediliyordu. Hah dedim işte bu 'yemek sanatçısı'deyimi Annoya için. Her yaptığı yemek özgündür, asla bir eşi yapılamaz. Yaratılmıştır çünkü:))
    Eline sağlık.

    By Blogger Boncukçu, at 23 Eylül 2008 19:18  

  • Teşekkür ederim canım Boncukçu. Eşi olmasa da benzeri yapılsın, tek düze mutfaklar canlansın diye yazıyorum yaptıklarımı. Daha önce de söylemiştim sanırım, ben yemek yapmayı öğretmiyorum kimseye. Haddim değil. Hayatım boyunca iki kaşık üç bardak diye ölçülerle denemeye kalktığım hiç bir tarif ağzıma layık olmamıştır ne yazık ki. Böyle düştüm işte bu kötü yollara ;~}

    By Blogger Oya Kayacan, at 24 Eylül 2008 09:02  

Yorum Gönder

<< Home