Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Eylül 13, 2008

Cumartesi teranesi...


Soğanlı ekmek* kızarır önce, krem peynirle örtülür. Üzerine zeytinin yağından ve kendinden koyulur. Jalapeno turşusu dilimleri de eklenir. Güzel bir Cumartesi kahvaltısı babında önüme koymaya hazırlanırım ki Cancan'ım devreye girer, "Hani bana hani bana?" der.

"Duuur oooğluuum, Lapsang Souchong demliyoruuum."

Bizim evde zeytin sizin evde yendiği gibi yenmez. Yeşili yeşil, karası kara, moru mor başlarına koyulmaz tabaklara. Her rengi ve her çeşidi ayrı ayrı ve azar azar alınır, yanyana ve karışık olarak sızmaya basılır.** Sızma tadına da her daim yeni bir lezzet vurulur. Bu keresinde turşulaşmış jalapeno biber dilimleri sızmanın lezzet kıvamını bulmamda hem başrolde ve hem de her bir yardımcı roldedir.


Zeytinlere kullanılan zaten çok fena bir sızmadır. Şurup gibi içesini getirir insanın. Bir de jalapeno acısı bulaşınca işin içine... Tüh be, tüüüh beeee Cancan'ı unuttuk işte. Yalama, yanacaksın oğlum duuuur, krem peyniri sade sade sürelim ağızcığına.

"Hah işte tamaaaam, yalan dur şimdi."

Neyse bir güzel doyduk, Annoya ve Cancan. Şimdi acaba n'apsaydık?


Doğum mevsimiyle fevkalade katlanan ofis civarı, ev bahçe ve sokak ekibimizi doyurmakta yaşanan zorlu günler gittikçe daha da zorlaşmaktadır. Boylarına göre mama stoklarını yeniden düzenlemek adına kahvaltıdan hemen sonra kapak Çengel'e atılır. Veteriner mamacı Alper Abi'den muteber mamalar yüklenip eve dönülür.

Tombalak Alper'in çocuğudur. Suratına bak süngüye davran edası sadece eda, kendisi kaymaklı lokumdur. Çengel'in ahalisi ve esnafı tarafından onaltı kiloya getirilmiştir, yine de gelen gidene mamalar arasında poz vermekten utanmamaktadır. Traşlandığı için de utanan kedilerden değildir.


Çengel'den dönüş, yolda işkembeci önünden geçilir. Canı çekse de girmez Oya. Dondurucuda duran sosis şeklinde işkembeyi eve gelir gelmez simitleyerek yer.

Az suda haşlanan işkembe dağılıyor. İçine defne yaprağı, biberiye, çekilmiş kara biber, iki acı süs biber ve tuz koyularak kaynatılıyor biraz. Servis tabağına simit dilimleyip üzerine suyunu neredeyse çekmiş işkembe parçalarını alıyorum. Sızma, limon suyu ve sarmısakla yeniyor.

Simit keserken ayrılan susamları atmayıp tabağıma serpiştirmeyi de unutmuyorum.
Sirke seven sirkeyle yer. Ben limonlu tercih ediyorum.

Terbiye yapanı da severim.

Ne Cumartesi ama?



* soğanlı ekmek Josephine'den alınır...

** "Ne iş, böyle zeytin mi yenir?" sorusuna karşılık şurada:

http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2005/09/kahvalt.html




7 Comments:

  • Nihayet bizler gibi zeytin çeşitlemelerini, sızmanın tadıyla beraber sofraya koyana rastladık...
    Birde sızma içindeki hele yeşil ile caka siyaha az biber salçası ve kırmızı toz biber...
    Neyse birkaç hafta sonra yeşil zeytinlerimiz gelir, siyahlarından da cakatuz yapınca sabah keyfi yapmalı...
    Afiyetler olsun...Şirinlere de ...

    http://gittiklerimden.blogspot.com/
    http://soframdan.blogspot.com/

    By Blogger SeyyAh, at 14 Eylül 2008 23:05  

  • ben size ara sıra bakıyorum kapının aralığından, zeytinsiz de hiç duramam, sızmalı, kekikli, biberli zeytini en kral sofralara deiğşmem hani desem yeri var. rulolarınıza bayıldım, et yemem ama olsun, pişirmeyi çoookk severim kızıma, kocama. aynı sizin gibi yazdım ben. Merhabalar, selamlar

    By Blogger Aslı Budak, at 14 Eylül 2008 23:11  

  • Merhaba, ben de artık durmuş oturmuş eski seyyahlardanım! Zeytin yemek bir sanat sanki. Sabah, akşam... Hele bizim gibi renklendirilmiş, lezzetlendirilmiş halleriyle yiyenler için keyif ötesi. Cakatuz nedir kuzum? Çizip tuzlu suya basmak mı? Sevgiler...
    ----------
    Aslı'cığım kapıyı açabilirsin istediğin kadar! Bebekler konuşmaya başlarken ilk söyledikleri sözcük/isimlerden biri de Oya'dır ;~} Merhaba...

    By Blogger Oya Kayacan, at 15 Eylül 2008 10:30  

  • biz küçükken Gebze'de zeytin ağaçları vardı, bizim küçük arsamızın üzerinde de üç tane. Babam abimi üzerine çıkartır tek tek özenle toplatırdı, yetmezse eski çarşıda hamamın orda satardı köylüler onları da eklerdi. sonra hepimizi oturtur çiz babam çiz kalamata zeytinleri çizdirirdi, küçükleri seleye basar, yeşil yağlı olanları taşlar, kırar bidon, çuval zeytin kurardı. Gebzeliler bu kocaman etli mor-eflatun-siyah zeytinlere eşek zeytini derler. Evlerin bodrumlarında zeytinyağı sıkarlardı o zamanlar. Ah yaşlandımmı nedir desem ama daha otuzun başlarındayım. O kadar uzak değil yyani, şimdi tek bir zeytin yokmuş canımı çektirdiniz sordum anneme. kollarım ama sanmam bulabileceğimi dedi. bulup kurmayı başarırsam sizi de unutmayacağım valla.:)

    By Blogger Aslı Budak, at 15 Eylül 2008 22:28  

  • Çoook gençsin Aslı'cığım ama bak senin bu yaşlarında dahi arkanda artık yerli yerinde bulamadığın neler var! Devran dönüyor. Neyse ki henüz keyif için zeytinle uğraşan dostlarım var da süper sızmalarla enfes zeytinler geliveriyor soframa. Kalamataya Babam Nuri bayılırdı, kahvaltı değil ama içki sofralarımızda her daim vardı. Ben de çok severim. Eşek zeytini lafını da hemen benimsedim. Kullanacağım. Haydi Babam Nuri'yi ikinci kez analım. Bizler, anne baba ailelerden Boğazlıyız; küçük morlu yeşilli Kavak incirleri yemeye alışığız. O kocaman patlıcan incirlerine babacığım ayıcı inciri derdi ve hiç almazdık. Halâ almam. Zeytinler bulursan afiyetle kur ve yerken beni hatırla. Sevgiler...

    By Blogger Oya Kayacan, at 16 Eylül 2008 10:05  

  • Sızma içinde bol baharatlı biber salçalı kırma zeytin, hasret kaldığım tatlardan :(

    Ne yalan söylimm çoook canım çekti çok :)

    By Anonymous Adsız, at 16 Eylül 2008 11:23  

  • Sevgili Nilay, işin başından başlayıp zeytinlerini kendin yapamıyorsan eğer, ilk işin güvendiğin bir şarküteriye uğramak olsun. Hiç utanmadan bütün zeytin çeşitlerini tat adamın. Poşetlet azar azar beğendiklerinden..., sonrasını sen bilirsin artık. Ben bunu hep yaparım!

    By Blogger Oya Kayacan, at 16 Eylül 2008 13:53  

Yorum Gönder

<< Home