Kedili Mutfaklar

Salı, Eylül 20, 2011

Tavada Samandıra türlüsü




"Yol sormakla bulunur," derler, külliyen yalan. Ben sorsam da bulamam. Öyle bir sorunum var. Taksi parası veririm, adam önden gider ben peşinden, ancak yani.  Kırk kere falan gidersem aynı yere, otomatiğe bağlıyorum neyse ki. 

O gün Samandıra'ya gidiyorum, Mine'sim bekliyor.  Artık otomatik düzene geçmiş sayıyorum kendimi, işim kolay sanıyorum ki...


Vardığımda nevalem toplanıp torbaya dolmuştu bile.  Her yılın bu zamanlarıdır, bahçenin son ürünleri bana düşer.  Kış başının yaz keyfi derim buna içimden.  Önce yemelere kıyamam bu güzellikleri, bakar bakar dururum tablo seyreder gibi.  Sonra ufaktan başlarım şusunu busunu yapmaya.  


Minik serçebaşı et kullandım, kuzudan. Bol soğanla üstü folyo ile sıkıca kapalı pişirip, soğanı da yanmakla karamelize olmak arasındaki o ince noktada yakalarsanız eğer, değmeyin lezzetine.  Hafifçe bir tutma vaziyeti olacak yani tavada, yanma değil.  Sıcak suyla çözün o tutmuş dibi, enfessss.

İşte o dip orada tutarken siz önce patlıcan parçalarını tuzlu ve sirkeli suya basacaksınız.  Sonra biberlerin çekirdeklerini çıkararak, domatesleriyse boylarına göre ya doğrayacak ya da kendi hallerinde bırakacaksınız. 

 


Soğanlı etin üzerine süsleye süsleye dizdim suyunu iyice sıktığım patlıcanları, biber ve domatesleri.   Azıcık sıcak su ve sızma..., acı Fas biberi, deniz tuzu..., çoğu yemeğin lezzetine ayrıcalık kattığına inandığım bir yaprak defne, bir dal biberiye, iki dal kekik...

 


Yine sıkıca folyolayıp tavayı, onbeş dakika kadar bıraktım orta ateşli ocak üzerinde.  Lokum gibi tabir ederiz ailece, etiydi, patlıcanıydı tam da lokum gibi oldu işte.   
  



Samandıra olmuş Sancaktepe, her yer Sancaktepe yol levhalarıya kaynıyor ama ben Samandıra diye arayıp sordukça herkes de alıştığı üzere Samandıra oklarını takip et diyor.

İşin tuhafı,  "Yandım, dört dönüyorum yine, bulamıyorum," diye aradıkça Mine'sim de öyle diyor.

Ben döndükçe dönüyorum.

Akıllı köprü arayıncaya kadar deli suyu geçermiş.

Çok mu akıllıyım ne? 

6 Comments:

  • ay bu Sanadra türlüsüne bayıldım Oyacım... Mücevher gibi dizilmişler...

    Çarşamba günleri Kuzguncuk pazarında ya da senin kasabın önünden geçerken gözlerim sanki seni arıyor...Kendimi öyle bir halde yakalayıp gülüyorum.
    Sevgimle

    By Blogger laleninbahcesi, at 20 Eylül 2011 18:37  

  • Bugün babamın ölüm yıldönümü. Önce Zincirlikuyu sonra da onun çok sevdiği Tarabya'da çok sevdiği Kıyı'dayız. Pazarda yokum haberin olsun da boşuna aranma Lale'ciğim ;)

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Eylül 2011 08:21  

  • Nurlar içinde uyusun sevgili babacığın Annoyam...
    Ne yapıp edip; köşe bucak kaçıp durduğum şu patlıcan nebatını, bana da sevdirdin, hatta aratıp en tazeciğini buldurtur yaptın ya; Allah hep iyiliğini, mutluluğunu versin senin ve tüm sevdiklerinin, her daim...
    Aklını severim ben senin... :))

    By Blogger dgül, at 21 Eylül 2011 11:57  

  • Türlü nefis görünüyr, bende de yol bulamama durumu var dediğiniz gibi anca kırk kere gidince öğreniyorum. Eşim bazen alayım seni nerdesin diyor, tarif edemeyince başlıyoruz tartışmaya, çoğu zaman taksideyim dönüyorum diyorum:))

    By Blogger bilge ve annesi, at 21 Eylül 2011 11:58  

  • Çok şey kazandın Demet'çiğim, patlıcan sevmek gibisi var mı :) Babamın 15'inci yılı bitti bugün. Teşekkür ederim nurlu dileğine.
    ----------
    Ah Sevda, 'ömür biter yol bitmez' ;) Bir ömürdür ki muztaribim bu dertten. Önce çok ciddiye alıyordum. Psikiyatristler falanlar, uğraştım. Ben de işte, yolları ne tarif edebilirim ne de bulabilirim. Neticede alıştım dersem yalan olacak ama, madem çare yok...

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Eylül 2011 18:44  

  • Oyacım , babanın yaşayan tüm sevdiklerine sağlıklı uzun ömürler dilerim... Hur içinde yatsın...

    By Blogger laleninbahcesi, at 24 Eylül 2011 19:09  

Yorum Gönder

<< Home