Kedili Mutfaklar

Perşembe, Ekim 20, 2005

Hop hop, tıkır tıkır

(Bu yazı aslında 1 Ekim'de huzurlarınızda ekran alan (sahne almak gibi hani) Artist miymişim? yazımın başı olmalıydı. Atlamışım konuyu, Artist miymişim?'i girmişim o gün öylece.

Şimdi ekran alacak bu yazının içeriğinde olanlardan, işte o zamanlar yeni taşınan üst kat komşularım, şimdi de buradan taşınıyorlar. Allah sizi inandırsın, onlar da bir güzel çocuk doğurdular, ayaklandırdılar, üstüne üstlük onlar da kendilerine güzel bahçeli bir ev aldılar. Bu üç etti. Üç çift, masum masum evlenip taşındılar buraya. Sooonra, yaptılar çocuklarını, aldılar evlerini, elvedaaaaa.... Var mı aranızda çocuk versin, ev versin falan gibi evliya nimetlerinden faydalanmak isteyenler? Evimiz dubleks efendim. Manzarası pek bir hoş. Komşuları deseniz balından yenmiyor.

Yazımız malum, bir zamanlar Açık Site, artık www.acikradyo.com 'da gözler önüne serilmiş idi.)


Yazmalı ki ne yazmalı? Hava açık, gün güzel diye girmeli, bahara güvenip hop hop eden yüreklere hayırlı işler dilemeli, sonra da topu gezdirip ortalamalı yazıyı. Gerisi tıkır tıkır gelir zaten, kolay.
Top Mustafa'da, Mustafa ortaladı, uzun bir pas, Güven. Güven kaleye doğru ilerliyor, şuuuut, kaleci yerde ve gooool. Beşiktaş üç, Fenerbahçe bir sevgili dinleyiciler.
Kulaklar radyoda. Benim gözağrısı Güven, Semra'nın gözağrısı Mustafa. Neydi o günler? Konuştuğumuz çocuklar milleti hop hop hoplatıyordu.
Akşamına da geliyorlar bizim Vişnezade Parkı'na, kulübün karşısına, buluşup konuşuyoruz işte. Yüreklerimiz hep hop hop. Mahalleli gördü mü? Babam eve geldi mi? Gidip Şark Kahvesi'nde otursak kulüpten ceza yerler mi?

Her bacaklarımızı uzatıp da oturduğumuzda, Semra ve ben birbirimizin yüzünde bu anıları seyrederiz işte. “Kötü bir haberim var sana,” deyince de Semra, ben tam susamlı kandil simitimi yeşil çayımın ılığında dilime yaymış, lezzetinin en kıvamına getirmiş vaziyetteyken… “Eyvahlar…”
Eyvahlar çünkü Semra'yı yedi yaşımdan beri tanıyorum. Mahallelim, yaşıtım, ilkokullum, sırdaşım. Hiç kopmadı da bağlar, girse de araya onun Houston'u, benim oraları buraları… Aşklar, işler, kavgalar, boşanmalar bize vız; “n'aber” demeye hep ama hep bilinen adres ve telefon numaralarındayız.
Şimdi Semra, yani bu benim Semra Erkanlı'm, hayli uzun yıllar Texas'ın Houston'unda Methodist Hospital'da çalıştığından, bir duruma kötü diyorsa kötüdür.
“Biliyor musun Güven öldü?”
Evden annemin onyedi pont pabuçlarını giyip kaçışlarım, Güven'in kolunda tıkır tıkır yürüyüşlerim geldi aklıma. Yaşım onaltı, onyedi.
Hop hop hopladı yüreğim.

Mümkün mü unutmak güzelim

“Turgut Baba, eski günlerini anlat bana,” derdim hep. Bilirdim hop hop hoplardı yüreği. Biriktirdiği anılarından birini, yumuşak sesiyle örselemeden açar, döküverirdi önüme.
Beyoğlu Özcan Meyhanesi'nde bir 29'luk rakının mezesiyle elli kuruş ettiğini… Meşhur avukat Sadi Bey'in kızları Rezzan'la Suzan'ın, çok efendi bir adam olan Haluk ile Efendi diye bir bar açtıklarını… Tokatlıyan Oteli'nin barına mutlaka üç isimli adamların gittiğini… Yahya Kemal'in yemek yerken, allah muhafaza, her tarafıyla ve şehvetle yediğini…
Kulis'in Kulis olmadan Buket Pastanesi olup, Jorj'un da Buket'te komilik yaptığını… Kulis'i rahmetli Jorj'dan önce Mösyö Grişa diye bir Beyaz Rus'un işlettiğini… İşte o Kulis'te, Jean Cocteau'dan tutun da, Ekrem Reşit Rey'e, Feridun Fazıl Tülbentçi'ye herkeslerin olduğunu falan duymuşluğum hep Turgut Boralı'dandır.
Önemli davetlere yanında beni taşır, kavalyem olduğu gecelerde pek keyifli olur, hele yüksek topuklar üzerinde tıkırdamam çok hoşuna giderdi Turgut Baba'nın. Onbeşler, onyediler filan giyer girerdim koluna, tıkır tıkır…
Aşklarını sorardım bazı, ki işte asıl orada olurdu olanlar, onun o hop hop hoplamaları filan bana da geçerdi. Sanki yanık bir terennümle, o akşamların halvetine racon kestiği sesinde duygulanırdı Baba, “Neeeydi oooo akşaaaaaaam, neeydi oo aaaaaakşaam?”

Tünel'de şnitzelci Fischer'in, sol yanağı benli kızı olurdu bazı anıların içinde. Ses Tiyatrosu'nun meşhur Muzaffer Hepgüler'i ile Asmalımescit'te pansiyoncu Madame Feni'nin evinde yıllarca oturduklarında olanları anlatırdı. Ya da,“Ah o Maksim Bar'ın hep ecnebi konsomatrisleri, Macar şantözleri falan…” deyip iç geçirmeler.

Bu haftanın içinde Nisan ayının ondokuzu da var. Bu Nisan ondokuzlardan 1994 olanı, Turgut Baba'yı alıp götürmüştü. Hep birkaç satır yazmak isteyip, o çok sevilenlerin arkasından hop hop kabaran yüreğime yenildim.
Bu yıl ıskalamadım işte.

İmparator bazaları

En son yukardakiler geldi. Bu evde taşınıp durma faaliyetleri sürekli ve bereketli olan iki daire var, yanım ve üstüm. Gelen geliyor, geldiği gibi de püüüffff diye yok oluyor.
Ben sanki burada gözcüyüm. Geçen trenleri ağırlayıp uğurluyorum sanki. İstasyon şefi. Peron sözcüsü. Yatak keşifcisi. Terlik bilirkişicisi. Kahretsin ne anasının nesi işse işte öyle bir işim var gibiyim.
Geliyorlar, giremiyorlar. Girmek kolay değil. İmparator bize uymaz çünkü. Bazadan söz ediyorum. Bu merdivenin bu büklüm yerinden bu imparator bazalar sığmaz kardeşim. Bazası geçmez ama yatağı eğer büker geçirirler bir çeşit. Çok yatak gördü bu ev. Üstü geçip de altı kalan.
Adamlar işinin eri meri farketmiyor. Hangi evden eve nakledici becerecekse bu işi, gelsin şapkasını koysun önüne, biz de adamı itibarlı müessesemiz belirleyip artık bütün taşınmalarımıza vekil tayin edelim. Zira bize gelenler evden eve yapamıyor bir türlü. Evden sokağa kısmında kalakalıyor, eve varış kurdelesini göğüsleyemiyorlar.
Yani bu yeni evliler de pek meraklı imparator boyut baza kullanmaya. Önce bana danışsalar ya, söylemez miyim kral alın, kraliçe alın veya üstü imparator altı iki prenses, neden olmasın?
Derken, soktuktu sokamadıktı işler büyüyor. Merdiven engeline takılan bazaların sorumluluğu sanki bana ait. “Oya'nım balkonunuzdan çekelim!" "Oya'cım şurandan girelim!" "Hanııım hanım aha bööle sohsak?”
Son iki ahvalde evde bulunmamaya dikkat ettim. Artık onların yatakları nasıl bazalı bilemiyorum. Bir şekilde sokmuşlar ya, keyifli uykular. Muhtemelen gerisin geri taşındıklarında da evde olmam. Böylece yatak muhabbetini sizinle ilk ve son kez yapmış olurum.

Ponponu tüyden topuklu terlikler

Haydi yatak muhabbeti böyle kolay kapatılıyor, bir kereye mahsus olup bitiyor mübarek. Bir de hiç bitmeyen terlik muhabbeti var benim buranın.
Bu hiç bitmeyen muhabbet benim takınaklı bir terlik duyarlısı olmamdan kaynaklanıyor. Terliğine göre muamele yapıyorum insanlara. Bir keresinde yanıma taşınan birilerinin terlikleri beni perişan etmişti. Hamal tokyoları sanki. En ufak bir evcil görüntüleri yok. Bakıştığımız her açıdan sanki mantara gel mantara gibi durumlar arzediyorlar. Veya bu delilik bende var. Kıymetli ayaklarımı öyle plastik mlastik şeylere emanet edemem ben. Onlar üretir müretir çünkü mikropları. Ben öyle o havuz senin bu hamam benim falan da dolaşamam ya. Neyse.
Şey oluyor; bu imparator baza seçenler genellikle yeni evli oluyorlar. Ve de haliyle, kız tarafı çeyiz malzemesine bir çift de onbir pont ponponlu terlik koymuş oluyor. Kafamda pembe veya kırmızı oluyor bu terlikler ve de yeni gelinler başlıyor gecenin belli belirsiz saatlerinde, ayak topuklarına tam oturmamış pembe pembe ponponlu terliklerinin üzerinde tıkır tıkır tıkırdamaya. Tıkırdamasalar bile bekliyor insan canım, ha şimdi tıkırdadı, ha şimdi tıkırdayacak. Yani uyku muyku hakgetire oluyorum. Hop hop ediyor yüreğim.

Bu ayaklar üstüne durum ve görüşlerimi anlatmaya çabalamam neden midir? Ayaklarımı çok sevmemin etkisi var, peki başka, başka başka… Mesela ben hiç ponponlu terlik giymedim. Evden kaçarak gittiğim için çeyizim de arkadan gelmişti. O telaşta unutuldu herhalde.
Şimdiden sonra giysem yakışık alır mı? Üstelik birlikte şişmanladığımız ayacıklarımda nasıl durur, yakışır mı?
Ben tıkır tıkır ettikçe alt katta oturan kızın fikrine uygunsuz vaziyetler düşmez mi?
Başkaaaa? Ne başkası yaaa, uyuyamıyorum işte, hepsi bu.
Hava açık, gün güzel. Bahara güvenip hop hop eden yüreklere hayırlı işler.

6 Comments:

  • Yok benim de ponponlu terliklerim, olani da gormedim hic, benim daeeevrimci annem mi evlendiklerinde (devrim nikahi degil, normal nikah) ponpon terlik giyip kiritacakti, ben mi su halimle kiritayim? Ama nisan bohcasinin icinde gelmis bir cift rugan anneanne terligim var, kayinvalidem dusunmus sagolsun. Bir gun 'gun'e gidersem, kahverengi diz alti etegimin ve 'altin set'imin ve dantel torbamin bir aksesuari olarak giyerim onlari sipir da sipir.

    Bu arada biz dusunuyorduk ki, senden harika otesi komsu olur, aksamustleri 'sefa pezevenkligi' oynanir votkalaya biralaya, muzik esliginde ama cocuk dedin, ustume tasdinan yavruluyor dedin, isi bozdun simdi. Istemiyorum ben cocuk mocuk. Noolacak simdi, ayran icip ayri dusecegiz galiba.

    By Blogger Deniz, at 20 Ekim 2005 14:32  

  • Annemin de vardi ponponlu terlikleri, sonralari benim de oldu, rahatsiz olabilirler, dikkatli yürümek gerekebilir ama yine de dünya güzeli, siir gibi terlikler, nostaljik tarafi da ayri tabii...

    Blogunuzu düzenli takip ediyorum, selamlar...

    By Anonymous Adsız, at 20 Ekim 2005 15:50  

  • Ah biz kızlar!!! Yani yazının onca yanı varken hepimizin aklı ponponlu terliklerde değil mi?

    Neden olmasın Seden'cim, alınır tabii alınmasına da, benim ayakkabı dolabımın üzerinde biblo gibi duran bir çift 17 pont rugan pabucumun yanına konur onlar da süs diye herhalde.

    Deniz'in rugan terlikleri ve vesaire aksesuarları evimizin iki dairesinde geçerli olabilir. Onlar ev hanımlarıdır. Günleri de vardır, elişleri de yaparlar... Ben de arada kaynarım aralarına, çaylarını içerim, çörek böreklerinin tadına bakarım. Senin halini bilmem Deniz, ancak benimki perişan... Yiyorum işte, şişmanım, yine de gerektiğinde kırıtıyorum yani...

    Yaşasın Neşe, bakın nasıl da sürmüş bu ponponlu terlik keyfini...

    Eeee, erkeklerimiz ne diyor bu meseleye? Nedir bu ponponların ev içinde hal ve gidişe katkısı?

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Ekim 2005 09:42  

  • Benim kokos terlikleri giyecek halimin olmamasinin nedeni kilolarim degil ki, (yani henuz sisman bile sayilmam, babannemin deyimiyle 'gelecegim parlak' henuz) genel olarak tarzim! Etekli topuklu ayakkabili suslu ve puslu bir kadin degilim ben, annem ve ablam beni ne kadar yontmaya calissalar da ayni gri penye tshirt, ayni kot ve ayni spor ayakkabilari giyiyorum son on yildir. Suslu kadinlarin, genel olarak kadinlik zerafetinin yuz karasiyim anlayacaginiz. Icimde olsayda halbuki topuklu ponponlu terlik, 1000 kilo da olsam takmazdim, giyerdim.

    By Blogger Deniz, at 21 Ekim 2005 13:37  

  • Çok yaşayın siz kızlar, vallahi bu fingirdemelerimiz çok hoş. Ruhumuzda var yani!!!

    Seden'cim, ben 120x190'a kadar tahammüllüyüm. Sonra birden en 90'a düşüyor, a ah o oh, uyunmuyor... Bir de anlat bakalım 96 kilodan nereye nasıl geldin? Ben 86'dan aşağı doğru 10 kilo oynamalıyım, da hani? Neyse, bu akşam senin notunu okuyunca vardığım sonuç: Şu çeyizimde gelmeyen ponponlu terliklerden alınacak. Gerekirse (ruhen) giyilecek, gerekmezse de seyrine bakılacak.

    Deniz'cim, aynı takımda oynuyoruz galiba. Ancak ben gençliğimi sen gibi bir pantalon bir t-shirt geçirmedim. Her tarzda giyindim yerine göre. Köprüaltına içmeye giderken başka, saraya davetliysem başka. Aslında şık olmak süslü olmayı gerektirmiyor. Bu bir tarz meselesi.

    By Blogger Oya Kayacan, at 21 Ekim 2005 18:31  

  • İlginç!

    By Anonymous Adsız, at 5 Ağustos 2007 16:01  

Yorum Gönder

<< Home