Sütlaç desem değil...
Kuru kayısılar, kahverengi olanlardan, dilimlenmiş... Çekirdeklerini çıkardığım ve çıkardığım bütün çekirdeklerini kıtır kıtır çiğneyip yuttuğum kocaman kara kuru üzümler... Dut kurusu... Kabuğu çekirdeği çıkarılmış Medine hurmaları... Fırınlanmış ufalanmış kestane... Muz ve Amerikan üzümü kuruları Malatya Pazarı’ndan... Yine sadece Malatya Pazarları’nda bulabildiğim zencefil şekerlemesi ama sadece ısıran lezzetleri sevenlere ve çok az kullanmak şartıyla... Üç dört karanfil... Çok şık görünen bir küçük tepsi enerji deposu, daha şimdiden belli bu işin sonu. Olacak!
Mis gibi tereyağ, bir parmak eninde, yeter de artar bile. Bir mug dolusu yıkanmış pirinç... Kavurun biraz, aynı pilav yapar gibi. Bir litre sütü ağır ağır ve karıştıra karıştıra katın pirince. Çeker gibi olsun sütü. Bal katın içine. Şeker yerine, canınız ne kadar isterse. Bal yoksa şeker tabii. (Pirinçlerin pişmesini beklemeniz gerekiyor bal veya şeker katımından önce. Yoksa kıtır kıtır kalır pirinçler.) Şimdi de meyve karışımı giriyor tencereye, bir iki karıştırılıp söndürülecek ocak. Biraz dinlenecek, hani tencerenin üstünde temiz bir örtü ile kapağını da kapatarak. Diyorum ya, aynı pilav gibi olacak.
Şimdi izleyebileceğimiz iki yol var. İlki tatlı pilavımızı bir çukur kaseye biraz bastırarak yerleştirmek. Geniş bir kapta su kaynatarak kaseyi on onbeş dakika süre ile kaynayan suyun içine oturtmak, yani bain-marie; tıpkı benim bezelyeli peynirli pilav yaptığım gibi. Sonra tıktıklayarak kaseyi tepetaklak bir tabağa almak. Şamfıstığı falan rendelemek tepesine, biraz da tarçın ekmek. Pasta gibi olsun, hoş olur.
İkincisi de bu ilk denememde yaptığım fırınlanmış hali. Tatlımı güveçlere pay ederek süt ilave ettim. Önce folyo ile sıkıca kapatıp, sonra da üzeri renklenene kadar açık olarak fırınladım. Üzerine de tarçın.
Hesap tuttu. Komşular beğendi.
Bir fikrim daha var. Bu pilavı tuzlu yapmak. Yani süt yerine tavuk suyu, bal yerine tuz biber yenibahar tarçın. İçine koyduğum kuru meyveleri de belki biraz kısıtlamalı mıyım? Amaaaa, hani o beceremediğim keçiboynuzu suyuna kestaneli yılbaşı hindisi pilavı meselesi vardı ya? Vardı! İşte onun yerine bunu koymak zilleri çalıyor kafamda.
Yılbaşı hindisi ille de sadece ve sadece kestaneli olacak diye Allah’ın emri yok ya.
4 Comments:
E haydi İpek, bak üst katım halâ boş. İnce eleme sık dokuma hallerinde kat sahibi. Sizler tam aradıklarımız olursunuz.
Ben de daha az yemeye gayret gösteriyorum doğrusu. Öğün yemeği olarak o sütlacı yersem başka bir şey yemiyorum mesela. Sevgiyle.
By Oya Kayacan, at 29 Kasım 2005 06:35
ben de sefai gununde boyle birsey yapmistim, taze seftaiye tabii. harika omustu. kuru sutac demistik ismine esimle, tadi cok hostu. en kisa zamanda bu tarifi deneyecgim...
elerine saglik. baliklara bakamadim, icim gecti valla:) olsa da yesem dedim.
By Hanife, at 30 Kasım 2005 05:49
Hanife'cim, vallahi bu balik konusunda, siz uzaklardakilere ne diyeceğimi bilemiyorum. Biz de sizi kiskaniyoruz desem. Mesela soyle kocaman bir paket donmus deniz urunleri alip paellalar yapsam, spagetti soslari yapsam. Var burada da olmasina ama icinden cikan bir avuc sey analarinin nikahi pahasina nedense...
Bu pilavimsi sutlac gercekten cok leziz oldu. Yaptiktan hemen sonra yas meyve ile yapmayi da dusundum. Aklima hep cilek seftali gibi yazlik meyveler geldi.
Isini kapatmayi dusunuyorsun galiba. Hayirlisi. Hic bir is fazla hirpalanmaya degmiyor. Yarisi keyif olmali en azindan yoksa iskenceye donuyor. Sevgiler, guzellikler...
By Oya Kayacan, at 30 Kasım 2005 07:35
Merhaba,
Bu tarifiniz bana Fas sutlacini hatirlatti. Ama bildigim kadariyla onun icinde bu kadar cesit yemis yok. Cok orjinal bir tarif olmus. Ellerinize saglik!!
By Pitircik, at 2 Aralık 2005 23:38
Yorum Gönder
<< Home