Grappalı acılı, aykırı elma masalı
Aynı zamanda Beşiktaşlı kedi familyamızın oyun ağacı olan bu ağaçın elmalarından her yıl pek güzel şeyler üretir Annoya'm, daa bu yıl ağacımız pek verimsizdi. Üstelik tam toplanma zamanı gelmeden bir de yerlere döküp saçmaya başlamasın mı gözünün içine baktığımız ürününü.
Neyse, masalların sonunda gökten üç elma düşer, biri masalı düzene, biri anlatana, biri de dinleyene... Bize düştü yedi elma. Biraz aykırı da olsa, Annoya'm bir reçel masalı düzdüğüne göre; geri kalanı yapıp yiyene, yedirene.
Soymuyorum elmalarımı, zaten az iyice azalmasınlar diye. Bir de ben severim şöyle içi dışı ayrı, içinden daha kıtır bir kıvamla ağıza gelmesini kabukların. Önce dilimleyip sonra da o dilimleri dilimliyorum incecik incecik... Cemilzade'nin meşhur akidelerinden karanfillisinin, kavanozun dibine yapışıp kalan son tanelerini sıcak suda eritip elmalarıma karıştırmayı aklıma koydumdu zaten. Şekeri ise yaklaşık bir kilo elmaya göz kararı 600 gram diyelim, katalım tenceredeki elmalara.
Birbirlerine yakışmaktan hiç vazgeçmeyecek olan tarçın karanfil elma üçlüsüne acı mı acı süs biberleri eşlik etsin; tarçın bir çubuk, karanfil üçbeş, biber iki tanecik olsun. Bir limon kabuğu tırtıklanarak girsin aralarına ve bu tencere, içeriğinin ancak boğazına kadar gelen suyla orta ateşte başlasın tıkırdamaya.
Köpüğü yoktur bu reçelin. Ara sıra karıştırılır, kıvamını bulup bulmadığı izlenir. İşte o kıvam bulunmaya yakınken yarım kahve fincanı kadar grappa* çıkar gelir, çoofffff diye atlar kaynamanın ortasına. Kabartır biraz ortamı bu grappaların alâsı di Brachetto, sonra alkolü uçar durulur. Şimdi sıra yarım limon suyu ile kestirmekte ve bir taşımlık son kaynamada.
O incecik elma dilimleri şeffaflaşır iyice, pırıldar. İçi gıcıklanır insanın, ağzı sulanır dişleri kamaşır uzaktan bile. Bu görüntü can attırır adama az soğusa da bir yense, yenilse diye.
Paskalya çöreği var evde. Pek güzel uyum sağladılar birbirlerine.
Yanına acı bir espresso ya da filtre kahve.
Masal bitti.
Oooo!.. Bir elmayı pulladım, hepinize yolladım...
*grappa olmayan yerde cognac~konyak kullanırım ben olsam
26 Comments:
Oyacan'cım,
Elmalar nasıl da şeffaflaşmış yaw.
Çok güzel görüküyor..:)
Önümüzdeki hafta yine mi gelsem ne?
Amman sandalyeleri saklıyim mi dedin ?Duyamadım da...
By Unknown, at 16 Ekim 2010 17:28
Sen gel yeter ki, bak sana kıracak daha ne sandalyeler alacağım ;)
Elmalar harika oldu Mine'si, uzun zamandır böyle ağız şapırdatarak reçel yemiyordum. Artık reçel mi bu, neyse yani...
By Oya Kayacan, at 16 Ekim 2010 17:44
Yahu resmen ağzım sulandı, üstelik hiç reçel tutkunluğum yoktur ama bunlar cam gibi olmuşlar be yav. Size afiyetler olsun Annoya, ben yarın gidip elma alayım reçel yapmak için, yoksa şişecek bir yerlerim:)))
By Leylak Dalı, at 16 Ekim 2010 19:03
Eyvah eyvah, ağız sulandıracağını hesabetmiştim de bir yerler şişireceğini akıl etmedimdi. Artı puan ;) teşekkür Leylak Dalı...
By Oya Kayacan, at 16 Ekim 2010 19:10
Oya Hanım, elmalar şeker ama kedicik daha şeker..Ben o hain gözleri yerim. Gelelim elma reçelinize..Vallahi Nişantaşı ve İstinye Park'taki meyve şekerlemeleri halt etmiş..Ellerinize sağlık..
By LEZZETLİ SOMUNLAR, at 17 Ekim 2010 00:19
İstediği zaman öyle bir masum bakar ki şaşırırsın Lezzetli Somunlar. Acayip mimiklidir Cancan'ım.
Elmalarıma övgülerin çok hoş doğrusu. Delicatesse ürünler satışlarına başlasak mı, ne dersin?
----------
Her sabah cevizi bir yerlere sıkıştırır yer zaten mutlaka Annoya'm, elmalarının üstünde neden olmasın? Yakışııır Yüksek Ökçeli Ablam benim.
By Oya Kayacan, at 17 Ekim 2010 10:18
oya hanim bu elmalar neyin uzerine konulsa yakisir, artist gibi olmuslar. Kurabiye yada pastanin ustunde hayal etttimdee, offf harika olur.
ellerinize saglik
Sefa
By lezzet sefasi, at 17 Ekim 2010 23:39
Sevgili Oya
Tanışmamız acı üzerine olsa da memnun oldum ve bloguma bıraktığın yorum için teşekküre geldim.
Üç yıl evvel karşılaşmıştık hatırlayamadığım bir post da, yıllar sonra yine karşılaşmak varmış meğer, geldiğimde bulduğum elma reçeli ise mükammel.
Sevgilerimle...
By Yaşamın kıyısında, at 18 Ekim 2010 02:07
Sefa'cığım, yiyorum da nasıl yediğimi bilmiyorum vallahi, tadı o kadar güzel. Eh sizler de görüntüyü beğenince, diyorum ki 4x4'lük bu elmalar.
----------
Uzak değiliz birbirimize sevgili Nur, bir tık ötesi alt tarafı ama bazı böyle dere tepe düz gittim misali uzuyor aralar. Sevgimle.
By Oya Kayacan, at 18 Ekim 2010 08:25
Hah tam da boyle pisilerin uzerinde cirit attigi, kizaran elmalari bir adim otemde olan ama toplayamadigim bir agac da bizim burada var. Hatta o pisiler agacin dallarindan tirmanip bizim balkonu mesken edince, evin kucumeni gormedigimizi goruyor ve maaaawww hoppa diye haber ediyor :)
Ben de o agaca el atsam, bu recelden yapsam :) Ama kabugu olmasa ;-) Onlar caya kalsa...
By Berceste, at 19 Ekim 2010 05:37
Ufaklığın Türkçesi beni öldürecek kadar yalın. İnsan hiç büyümeseler istiyor, onlarla beraber çocuk olmak istiyor. Eveeeet, ben o ağacı okumuştum zaten senin blogunda. Şimdi elma zamanı, elmalı şeylere gaz verme zamanı.
Kabukları kendi halinde mi kurutuyorsun çay yapmak için? Ne zaman denemek istesem sanki küflenir gibime geliiyor ve vazgeçiyorum.
Öpüyorum sizi ...
By Oya Kayacan, at 19 Ekim 2010 09:10
Ufaklik duzgun soylemedikce konusmuyor! Icinden tekrar ediyor. O ve noktali O ile sorunu var mesela. Icinde onlarin gectigi kelimeler yok. Yok derken iki yana aciyor elini, karnindan konusuyor ok cikiyor ama aslinda soylemiyor da :) Komik bir durum... Elma kabuklari dogrudan canli gidiyorlar suyun icine. Ama kabuklari iyi tanirsam. Bazen uzerine mum gibi birsey suruyorlar ithal olanlarin. Onlar cope ne yazik ki. Boyle bahceden falan olanlar ancak kullaniliyor. Diger yandan kurutma firinda denenebilir gibi geliyor bana,ama aromasindan da kaybedermis gibi geliyor diger yandan ne dersiniz?
By Berceste, at 19 Ekim 2010 13:44
O dosi dosi, dosi saklambosi
saklambos saklambos Fransız dos
dos dos tren gelir, fos fos fos...
Çocuk oyunlarımızda ebe seçmek için böyle bir tekerleme söylerdik... Al sana Ufaklık için müthiş bir fonetik kargaşa ;) Yesinler onun karnından konuşmasını...
Fırında sadece kabuklarını değil de, minik doğranmış haliyle elma kurutmayı denemek isterim. Dur bakalım. Mum meselesi rezillik. Narenciye de aynı dertten muzdarip, oysa kış reçellerimi hep kabuklu yaparım ben. Çarşı pazar arıyorum mumsuzunu.
By Oya Kayacan, at 19 Ekim 2010 17:19
elmalar ve kuru arnavut biber çok kışkırtıcı yine bir Annoya klasiği :)))
ve sanırım yine tam bir kurutulmuş gıda sorununun içine düştüm elimden gelen yardımı yapayım dedim..
elmalar tahmin ettiğiniz gibi güneşte kurutulmuyor ne yazık ki.. kombine sistemlerle, kurutma fırınlarıyla kurutuluyor.. kabuklarını soyup soymamak size kalmış. fırında kurutursanız 12-14 saat gibi bir sürede kurutuyorsunuz.. bu benim evlerde önermek isteyeceğim bir yöntem değil.. enerji sarfiyatı açısından..
velhasıl güneşli bir günde elmalarımızı yarım cm kalınlığında dilimler halinde doğruyoruz.. çekirdekleri mutlaka çıkarıyoruz.. dilimlerin her iki yanına da limon suyu sürüyoruz.. bu önemli rengini korumak için ve sanayi tipi kurutmalar da kükürt kullanılıyor küflenmeyi önlemesi açısından işte biz bunun yerine limonu tercih ediyoruz.. sonra dilimleri fırında 50 derecede 3-4 saat yüzeysel ıslaklığını alana kadar bekletiyoruz.. ondan sonra şanslıysak bu aralar denk getirebilirsek güneşli bir günde önünü arkasını çevirerek kurutmaya devam edebiliriz.. şimdilik önerilerim bunlar..
annoyam benim bunları deneyecek zamanım özellikle şu aralar ne yazık ki pek yok.. denemelerini heyecanla bekliyorum :)))
By pembe, at 20 Ekim 2010 22:23
Kurutma uzmanı Pembe'ciğim, sen bir harikasın. Sarfiyata filan aldırmayıp bir sabah erkenden fırınımı elmalara tahsis edeceğim. Gece yarısına kadar kurusunlar işte. Güneş mevzuu biraz zor yoksa bu ara.
Şimdi uygulamayı düşündüğüm şu formülü bir onayla istersen.
Elmalar doğrandı, üzerine limon sıkılıp iyice harmanlandı. Tepsiye fırın pişirme kağıdı döşendi. Elma parçalarını tepsiye yayarken fazla üst üste yığılmamalarına dikkat edildi. Fırın 50 derecede tutularak kurutma başlatıldı. Ara sıra kapak açılıp elmalar tersyüz edildi, karıştırıldı. Olur mu?
By Oya Kayacan, at 21 Ekim 2010 10:38
Annoyacığım madem gözümüzü kararttık bi iş yapıcaz tam yapalım bari..
ön işlemler tamam bir sıkıntı yok.. yarım cm lik yuvarlak dilimler halinde kesiyoruz.. çekirdeklerini çıkarıyoruz ve heryanını limon suyuna buluyoruz.. sanayide bu iş, dilimler fırınların içerisindeki şişlere çekirdek yuvalarından geçirilerek yada delikli tepsilerde yapılıyor.. sanırım kururken bir yere temas etmesi ya rengini karartıyor yada kurumasını geciktiriyor.. ondan fırınımızın tepsileri geçirdiğimiz yuvaların arasına tahta çubuklar gerebiliyorsak çok iyi olur yoksada tel ızgaranın üzerine üst üste gelmeyecek şekilde dizebiliriz..
elma kurutmada nem kaybı tahmini %60 civarında olur yani % 80 lik nemle giren elmalar %20 lik neme kadar kurutulurlarmış bunu mutfak terazimiz varsa 12 saatin sonunda ölçüp doğrulama yapabiliriz.. fırın sıcaklığı 50 derece ile 70 derece arasında olabilir 70 derece biraz rengini karartabilir ama kurumayı hızlandırır.. elmanın cinsine göre zaman zaman 70 e çıkarıp gözlemleyebiliriz.. diğer bir noktada fırınımız fanlı ise fanını çalıştırmakta yarar var elmadan çıkıp içeride biriken nemin fırından çıkması açısından fanlı değilse de fırın kapağına tahta kaşık benzeri bişi sıkıştırıp hafif aralık bırakmamız da yeterli olacaktır.. limon yerinde portakal suyu da kullanılabilir önemli olan içerisinde askorbik asit olması..
bunları incelerken kitapta bişi daha gözüme çarptı annoyam oda süper olabilir.. Muz kurutma.. muzda aynı bu şekilde kurutuluyor delikli tepsiler yada ızgaralarla muzu dilimleyebilir yada ince şeritlere bölebiliriz.. muzda mutlaka limon suyu gerekiyor ama portakal yetersiz kalabilir.. muzda ağırlık kaybı elmadakinden daha çok olacaktır.. tüm meyveler ıslaklık kalmayacak elimizde esneyip bükülür ama kırılmayacak duruma kadar fırında bekletilir.. şimdilik sanırım bu kadar öpüyorum çok.. şu ağrılarım dinse bende bişiler yiyebileceğim ama hadi bakalım :)))
By pembe, at 21 Ekim 2010 12:09
Pembe Kadın, önce dileğim çabucak iyileşmen. Bu bademcik ameliyatı işi çocuklarda çok kolay oluyor da, büyüdükçe zorlaşıyor galiba. Ben de çocukken çok çektim bu dertten, sonra ameliyatsız falan yokoldu gitti nedense/neyse ki!
Fırınıma yeni bir düzenek kuracağım, anlaşıldı. Elmaları çekirdek deliklerinden ince şişlere geçirip fırının bir ucundan diğer ucuna asarak kurutma hali çok mantıklı gözüktü bana ;)
Ah Berceste ah, ne işler açtın başıma... Ama işi esahtan öğreniverdik bak. Bu aşamadan sonra hani o hem kurutulmuş hem de şekerlenmiş olan çeşit çeşit meyveler var ya, hooop o aşamaya geçeriz ;)) Sağol bu güzel ve faydalı bilgiler için Pembe'ciğim.
By Oya Kayacan, at 21 Ekim 2010 13:52
düzenek zor gelirse tel ızgaralarda iş görür ama işte yerden kazanıp az enerjiyle çok elma kurutmak lazım 12 saat fırın çalıştırmak kolay değil.. merakla bekliyorum.. eğer olursa yulaf ezmesinin içindeki muz kurularını elimle ayıklamaktan kurtulurum bende :)
annoyam gel anlaşma yapalım benim okul bilgilerim taze kalsın senin bu önlenemez mutfak aşkın :)) çünkü izlemesi inanılmaz keyifli :)) bir sonraki aşama ev yapımı antipastiler olabilir ne zamandır aklımdaydı..
By pembe, at 21 Ekim 2010 14:06
http://www.teatime-blog.com/turkce/2007/09/09/meyve-kurusu/
işte tamda anlatmak istediğim şey ben ip gerilebilir diye düşünmüştüm ama esniyormuş.. akıl akıldan üstündür..
By pembe, at 21 Ekim 2010 14:10
E yapılmış işteee, oluyoomuuuuş. Ben bu teatime blogu nasıl da bilmiyormuşum, harikaymış hem de.
By Oya Kayacan, at 21 Ekim 2010 15:33
Aaaa Mine'yi nasil bilmezsin Annoya? Yillarin yazaridir o da. En guzel denemeleri yapar! Bak olmadi simdi... Siz Pembe ile yanyana gelemiyor musunuz? Beraber bir calisma yapsaniz? Uzaklarda mi Pembe? Bu arada elektrik/gaz firin neyle calisiyorsa, astari yuzunden pahaliya gelip beni anmayin bak ona gore :)Ben masumum. Elmayi yiyorum, kabugu kaynatiyorum :) Firin falan yok! Bir de Turk Elma cayi meshur diye onume dikilenler var, siz hic duydunuz mu? Hani ihlamur falan dese anlarim da!
By Berceste, at 21 Ekim 2010 15:53
a)Ben de üzüldüm Mine'yi tanımadığıma da Mine beni tanıyor mu peki? ;) Bizi tanıştırsana Berceste lüüütfeeeen!..
b)Pembe bana göre müthiş bilimsel ve organize biri. Hiç tarif uygulayamam bilirsiniz, kafama göre takılırım. Şimdi çıktı ortaya ya şu elma kurutma meselesinin aslı astarı; Mine de harika yapmış ve görüntülemiş ya, ben yapamam sanki artık :(
c)Masumiyetinin başına her an bir iş gelebilir, tempter kuvvetliyse, why not be seduced ;) Bknz. Masumiyet Müzesi (burada kahkaha efekti var)
d)Kahvehanelerde falan yaparlar elma çayı ama oralet gibi bir şey midir bilemem, içmem ki öyle şeyler.
By Oya Kayacan, at 21 Ekim 2010 17:19
Ben de icmem ve bilmezdim hic Elma Cayi'nin Turk milli icecegi oldugunu! Acep Misir Carsisi esnafinin turist kandirmacasi midir bu bilemedim!
Mine'ye bir yorum yazip tanisirsiniz yahu, ben niye araya giriyorum ki? :)
Iyi ki yazdigin yorumu takip et "tik" i var artik Blogger'in!
By Berceste, at 21 Ekim 2010 17:25
berceste merhabalar bu arada,
annoyam sandığının aksine benim bilimselliğim okumuş cehaleti.. hiç bir zaman evde sanayi tipi üretim yapmadım :)) senin mutfak çılgınlıklarının hayranıyım ilham veriyorsun resmen..ne yazık ki uzağız Berceste İzmirdeyim ben..
elma kurutma işinde senin yorumunu bekliyorum annoyam.. neden yapamam dedin ki bir anda.. herkesin tarzı farklı.. seninki herkesten farklı :)
Türk elma çayına gelince ıspartalı üreticiler kurutulmuş elma cipsi ve çayının ihracatına başlamışlardı.. belki öyle yayılmıştır.. normal kuru elma çayı yani bir farklılığı yok bildiğim kadarıyla..
By pembe, at 22 Ekim 2010 15:32
Grappa görünce insanın canı İtalya'da olmak istiyor be Oya!
By Tijen, at 22 Ekim 2010 19:23
Bak elma çayı ihracatına başlamışız bile Berceste. Milli lafına gelince duracaksın ama iki dakka :) Tanıştır demem şakaydı tabii yaaa, davette miyiz?
----------
Pembe çok tuhaf bir tabir bu "evde sanayi tipi üretim". Hiç kullanmamıştım, alışmalıyım. Elma kurutma konusu..., ne biliiim işte, o düzenek kurulmuş, elmalar kurutulmuş, bir akıllı ben miymişim gibi bir alınganlık çöktü üzerime ;)))
----------
Evvet bre Tizo, hele de kuzeylerde şöyle, dağlarda.
By Oya Kayacan, at 23 Ekim 2010 08:58
Yorum Gönder
<< Home