Üzüm suyunda incir tatlısı
Bizler o patlıcan moru, kabak yeşili incirleri yemeyiz anlayacağınız. Parası olmayan ağacından, olan sepetinden yer ama Kavak İnciri yer.
Üzüm Tokat üzümü. Her yıl getirir, sağolsun apartman görevlimiz İsmail. Tadı çok tatlı, tipi küçük ve çok çekirdekli. Böyle yemesem de ne yapsam, diye düşündürtür her yıl beni.
Suyunu sıksam da pelte yapsam mı?
Geçen hafta Cadı'dan aldığım iki kilo inciri henüz bitirememişiz. Kalan sekiz incir de dolaptan çıkıp üzüm suyuna girse mi?
Limon kabuğu tırtığı her yerde olduğu gibi burada da. Üç silme çorba kaşığı şeker, dedim ya üzümler çok tatlı. Başladılar kaynamaya.
İncirler dağılmadan aldım tencereden, suyunu kaynatmaya devam. Bir çay kaşığı toz jelatini demin kabuğunu tırtıkladığım limonun suyuyla küçük bir kavanoza koyarak çalkaladım. Yavaşça karıştırarak ekledim tencerede kıvamlanan şerbete; tatlının ekşisi olacak.
Kuruttuğum süs biberini parçaladım, bu da acısı oldu. Bir avuç kuş üzümünü hem renk, hem de ahenk için kattım.
Doğru dürüst bir iş çıkaracağımdan emindim. Lezzeti yıkıp geçecekti, biliyordum. Ne yazık ki malzeme kıttı. Şöyle kavanoza doldurup rafa kaldıramadım.
Tadımlık yani...
------------
Ahvalim!
Ah ben bu hallere düşecek kadın mıydım? Mutfağımı basit işlerle oyalayıp ortalardan yok olmak yakışır mıydı bana? Olur iş değildi de, bal gibi oluyor işte. Yap salatayı, aç ton tenekesini... Kır yumurtayı, ban ekmeği... Sokakta doyur karnını hattâ, iş kalmasın eve.
Böyle oldu, yemek yemeye 'iş' diye bakar hale geldim bir zamandır. İnsanlık hallerim var, günü gününe uymayan. Başkalarının canının acısı gelmiş benim canıma vurmuş oluyor mesela o sabah. Canımda acı hissediyorum, telâfisiz. Yorgun düşüyorum.
Yazmayışım bundandır.