Kedili Mutfaklar

Perşembe, Kasım 29, 2012

Palamut pilakisi yapmışım, ne yaparmışım ama...



 

Dondurucuya attım sözde, tabiri böyle ya, koymak kaldırmak değil, atmak...  Eylül palamutlarım bunlar, kışı bekletmeye niyet etmiştim ama doyamamışım demek ki palamut yemelere, bu da demek ki devam etmeli palamutlu denemelere.  Pilakisini yaptım. Üç aşağı beş yukarıdır pilaki yapımı.  Bildik bir harcı vardır, o harçtır ki her pilakiyi pilaki yapar.
 

Bol soğan ve sarmısak..., havuç, patates, kereviz istenen boyutlarda ve şekillerde kesilir önce.  Şimdiki palamutlu pişirme durumumda, buharlı kullanılabilen bir tencereye sızma da katılarak yerleştirilir.  Bu, bu yemeği pişirmeye başladığımda bulduğum bir yöntem ve de çok başarılı oldu.  Buharla pişen balık parçaları diri diri kaldı, enfeeesss. 

Malzemeyi tencereye yerleştirme işlemini arzu eden sıraya koyarak, yani zorlaştırarak yapabilir.  Şöyle ki, önce soğan ve sarmısak çevrilecek, sonra havuçlar katılıp yumuşatılacak, bilahare patates ve kereviz girecek tencereye.  Bence hiç gerek yok.  Hepsi aynı zaman dilimi içinde ağızlara layık pişebiliyor çünkü.  Hattâ pilakilerin olmazsa olmazı domatese de bence hiç gerek yok.  Bu yemekten toprağın köklere ve denizin balığa verdiği tatları almak istiyorum.  Domates çok baskın/dominant bir lezzet; her yere girmese, yine bence, çok iyi oluyor!


Tencereye yeterli suyunu ekleyip önce hızlı ateşe sonra da tıkırdamaya bıraktım.  Bu arada iki iri palamutu, ellerimden öperler, başladım filetolamaya.  Biraz hırpalandılar kabul ancak tek kılçık bırakmamışım üstlerinde, vay ki ne... 

Buhar teli üzerine yerleşti filetolarım, limon dilimleri ve defne yaprakları ile donatıldı.  Tuzu biberi kırtkırtlandı iri iri.  Bir limonun da suyu sıkıldı.  

Artık tadar bakarsınız ne ne kadar pişmiş diye. 


Sıcak yenen pilaki sevmem.  Ilıtın önce.

Kalırsa da ertesi gün soğuk soğuk... 

Meze meze, rakıya.


Cumartesi, Kasım 17, 2012

Helvacı kabağından kabak helvası



Annem Selma'nın deyişi, helvacı kabağı idi.  Çabuk pişene öyle der.  Ateşe direniyorsa eğer kestane kabağıdır. Balkabağı işte, turuncusu koyu, kokusu baskın.  Aldırmış, fazla geldiğinden yarısını pişirmiş.  Bildiğimiz gibi pişirmiş tabii. Akşamdan şekere basarsın, sabahına da koyverdiği suda pişirirsin tıkır tıkır.  Aynı hafta içinde Ablam Hülya'da da enfes bir kabak yedim.  Akşamdan şekere basılmış, sabah kalkınca....

Bir gün sonra komşum da gerçekten lezzetli bir kabak yapmıştı.  Akşamdan şekere basmış tabii, sabaha...

Neyse, dün eve Annem Selma'nın iki dilim fazla kabağı ve içimde fena halde bir kabak tadı ile döndüm.
 
 

Akşamdan şekere basmadım.  Sabah kalkınca önce rendeledim, biraz seyrettim rendelenmiş halleriyle.  Mutfakta iki boy gidip geldim.  Şimdi elimde bir yapışmaz tava var.  İçine az tereyağı, az sızma koyup eritiyorum.  Kılçıklı unum var, içinde buğday taneleri falan var hani, pek lezzetli.  Hayati Kaptan'lardan gelmişti, az az kullanıyordum ama bugün kıydım valla, üç dört tepeleme kaşık attım eriyip ısınan yağa.

Beşamel yapar gibi. 
 
 

Un ve yağ iyice kaynaşınca rendelenmiş kabağı ekleyip karıştırdım durmaksızın.  Önce tahta kaşıktan medet ummuştum ama nafile, spatula bu işi çok iyi becerdi.  Uzunca uğraştıktan sonra nispeten homojen bir karışım elde ettim. 


Portakalla balkabağını çok yakıştırırım. Bir portakalın kabuğunu tırtıklayıp suyunu da sıkarak kattım içine.

Onları da az yedirdim birbirlerine ve de ağzımın tadı kadar kahverengi şeker ilave ettim.

Durmaksızın karıştırıyorum.  Helva yapmanın kolay olduğunu kim söylemiş?  Zordur.  Ben de zaten kafam zorda olan zamanlarda yaparım helvalarımı.  


Offffff, ellerime sağlık, diyecek başka lafım yok.

----------

Kabak zamanı kabaksız geçmez. Blogum blog olalı nerede KABAK demişsem BURADA.

Cumartesi, Kasım 10, 2012

Bir küçücük kolicik, içi dolu tazecik...


Burası sebzesepeti.com.tr .  Şimdi reklamlar :)


Zeytinin fotoğrafı tamam da, çekirdeği neden burada?  Güzel kafamı boyalı zeytinlere taktığım için.  Şöyle şeyler de okuyunca, aldığım zeytinlerin tadından ziyade çekirdeklerinin rengini kontrol eder oldum nice zamandır.  Kömür karası oluyorlar ya, olmasınlar; onlar bence de yüzde doksandokuz boyalı.  Küçük kolimden çıkanların çekirdekleri işte bu yüzden burada, pastel pastel kahverengi size bakmaktalar.

Lezzet derseniz eğer, yerinde.  Dozunda tuzlu, yumuşamamış, gevşememiş, kabuğu kalın değil.  Siyah zeytinlere diyeceğim bu kadar.  Yeşillereyse kütür kütür, güzel demekten başka sözüm yok. 


Fındık var tadımlıklarımın arasında.  Tadına bakıyorum derken bitiriverdim.  Pek kıtır, pek güzel.


Maydanoz yaprakları mutfak penceremde ve balkonumda yetişenler kadar narin.  Bizim büyükşehirde maydanoz deyince neredeyse deve tabanı anlaşılıyor.  Kokusuna bayıldım hem de.  Dün akşamın salatasına karışan taze soğanların da öyle, hem kokusuna hem tadına...

Az sonra kahvaltı soframda, görücüye çıkmaktan yiyiciye çıkmaya terfi etmiş olan salatalık, sivricik biber ve domates üçlüsüne de laf yok. 


Hello Cookie çıktı kolimden.  Kahvaltı sonrası kahveme eşlik ettiler.  Güzeldi.


Sordum arkadaşıma, "Ne iş, nasıl yetişiyorlar bunlar?"  "Özenli tarım," dedi.

Organik çığlıkları atmıyorlar ya, sevinesim geldi.

----------

Dilerim iyi gitsin işleriniz.