Kedili Mutfaklar

Pazar, Aralık 30, 2007

Kırmızı başlıklarla kabak tadında 2008

Tığlardan altı numara, kalın kalın ipler kırmızı illa ki mevsim itibariyle.

Önce ben girdim kareye, Annoya'm şapkaları güneşe göre sıralarken masa üstüne. Hemen çekti beni tabii.

Ben bu karede diyorum ki, "Dileklerimize sahip çıkalım, ki gerçek olsun. Yeni Yıl hepimize kutlu olsun."

Şapka mı başlık mı neyse, yapıp duruyor Annoya'm. Elimizi öpene verirmişiz yılbaşı hediyesi diye, diyor.

Modelleri değişik değişik. Ben biliyorum, sen biliyorsun ama bilmeyenler için tekrarlamak gerek, Annoya'm aynı şeyden iki tane yapamamak gibi bir hastalık sahibi. Bakınız mesela yemek yapmasına, bana bir pirzolayı bile aynı lezzette ızgara edip yediremedi bu güne kadar!


Daha bir sürü örgü malzememiz var. Daha daha başlıklar yapacak galiba da, bir sorun var. Evde tek insan kafası var, o da kendininki. Bütün şapkaları kendi kafasına göre ölçüp biçiyor. Kendisi de biraz koca kafalı.

Şimdi söz hakkı istedi eyvah. Sanırım önce beni kınayıp sonra size iyi seneler dilemek isteyecekti.

Olmadı. Burnumuza bir koku geldi, bizimki, "Tüh yawww," diye fırladı yerinden.

Kabak reçelini unutmuş ocak üstünde. Rengi biraz koyu olmuşsa da, tadı bir olmuş, bir olmuş ki... "Kabak tadında yıllar hepinize," diye bağırıyor mutfaktan.

Ben de şöylece bir tarif edeyim. Bir kilo kabakmış, bir kilo şekermişle yatmışlarmış bir gece. Sabahında en ama en kısık ateşte pişedurmuşlarmış saatlerce. Pişedururlarken azıcık portakalın suyu sıkılmış ve kabuğu rendelenmişmiş incecikten içine. Ocakta unutulmuşken, dibini tutar gibi yapmışmış. Vay anam vaymış.

Elçiye zeval olmaz.


Cuma, Aralık 28, 2007

Isırganlı bir akşam...


Dün kargomuz vardı. Annoya'mı uzun zamandır bu kadar sevinçli görmemiştim. Mine'si Ablamız içine bahçenin taze ısırganını bile koymuş, "Bir omletlik," demiş. Belli ki kendisi yemiş yine, Annoya'm çok sevdiği için boğazından geçmemiş.

Kalın iş eldivenleri giydi ellerine Annoya'm. Doktor eldiveni ile yıkadığında bir hafta boyu kaşınmıştı, akıllanmış. Bıraktı süzgeçte ki iyice kurusun ısırgan yapraklarımız tavaya girmeden önce. O sırada ben, sinsice yaklaşıp koklamaya çalışmayayım mı ısırganları, ot ne de olsa severim zannedip.

"Amanıınnnn Caaaan, çek burnusunu çabuuuk," diye Annoya'mın üzerime atlamasıyla korku içinde geri adım attım. Unutmuşum, burnumu dilimi falan sürsem kaşınırım belki ben de, ne malum?


Derken Şirince sızmasının hasosunda kavurduk ısırganlarımızı. İçine üç yumurta kırdık, bol bol yiyelim diye, ikisi göz göz oldu, birisi de benim gibi yalanmaya başladı. Annoya'm hemen ağzıma sürdü birazıcık, rahatladım.

Soonra böööle rulo gibi yaptı omletini.

Telefon çaldı. Teyzemiz Jülide...

Annoya'm rakı koydu bir kocaman bardağa.

Pazar, Aralık 23, 2007

Kolaj

Bir sürü dergi alınmış. Madem okumalara kadar uzamıyor, madem ki dayanıksız şu sıralarda akıl, bakılır hiç değilse. Daha dahası, olur da bakılamazsa bile eğer, sayfa hışırtısına tahammül mümkünse çevrilir sayfalar. Renk geçidi yapar dergiler gözlerde, aylardan Aralık, yok Noel var, yok yeni yıl. Üstelik içinden bayram da geçti.

Uzun bir yas havası tutuldu kaldı Aralık’ın içinde, kapkarası çerçeveledi dünyamı. Gidilmedi, gezilmedi, görülmedi, gülünmedi; ne yendi ne içildi bilinmedi. Kimsecik’imin Kasım karaları bağlattığı günlerde, Teyzem Jülide düştü hastanelere. Kim derdi o yaşam sevinciyle, o güler yüzü anılar ipinde asılı kalacak da..., tanınmayan bir şekl-i beden, bir yoğun bakım yatağında geçirecek diye sayılı günlerini. İncecik bir hatta o şimdi, gitti mi ha döndü mü bilmiyoruz, sayıyoruz. Ay dediğin ne zor geçiyor, nasıl da saymakla bitmiyor günler.

Çalan telefonlar yürek ağızda açılıyor, o sabahın erkeninde de öyle oluyor. Beklenen değil ama, bildiniz işte Savaş ölüyor. Savaş, alıp yanına gidiyor onlarca yılımızı. Kalakalıyorum elim böğrümde.

Üstelik aylardan Aralık, dergiler çok renkli, çok şenlikli. Trendleri izleyip, ilhamlarımızı alıp, stillerimizi belirleyip..., yok yapamıyorum, besbelli ancak hızlı sayfa döndürmelere kadar sabrım.

Aralık şenlikleri dergilerde.

Sanki ince bir alay eşliğinde kalın bir geçirme.

Çarşamba, Aralık 19, 2007

Bayram diyorlar, desinler varsın

Adını sevmiyorum işte. Ben böyle bayrama bayram demiyorum.

"Peki," diyor Annoya'm, "tamlama kullanmayalım, bayram diyelim sadece..."

Ben de, "Peki," diyorum Annoya'ma.

Bana tahsis ettiği renkahenk battaniyeme sarınıyorum. Yıllaaaaar önce örmüş onu. Roma'da. "Ne anılar," diyor, "derdest edilip getirildi oradan buraya bu battaniye ile. Neler neler birikti sonradan her renk her ilmekte..."

Acısıyla tatlısıyla bol olsun anılarınız.

İyi bayramlar herkese, hepimize.

Cumartesi, Aralık 15, 2007

Masaüstülerim

Annem Kimsecik'le birlikte keyif yapardık masanın üzerinde. Bugün ilk defa onsuz çıktım. Annoya'm yakaladı, "Çekelim artık," dedi, "başlamak gerek bir yerden..."

Çekmiyordu çünkü, anneciğimin hastalanmasından itibaren fotoğraf makinesini almamıştı eline.



Annoya'm ipti saptı her şeye ağlar oldu. Teselli etmek bana düşüyor ya, hemen poz vermeye başladım. Anneciğim Kimsecik kadar olamam tabii ama fotojenik durmaya çalışacağım.


Sevsinler... Eline geçen çanlı manlı bir örtüyü serdi masaya. Geçen yıldan kalan bir de mum, Noel Baba kılığında. "Bu yıl bu kadar," dedi.

Portakal ağaççığımızın dibinde saksıda oturmuş bir kurt köpeği kardeş de var.

Menekşemizi tek bir yapraktan yetiştirdik.

Annem Kimsecik'siz bir dünyada ilk pozlarim bunlar.

Görüşmek üzere.


Haa, Aycan & Nurcihan, kızları Lucy ve bebeleri için blog yapmışlar. Yavrularını emzirmekten başını kaşımaya vakti olmayan Lucy yazacakmış sözde. Ziyaretinizi bekliyorlar.


http://lucyandherpupies.blogspot.com/



Salı, Aralık 04, 2007

Haber var da, veren yok...

Yok işte keyfim. Yok yok yok... Uyuyorum da uyuyorum. Ara sıra uyanıp haberler vermek istiyorum hepinize. Yine sıkılıyor içim, yine birşeycikler diyemiyorum. Hatta dokuz tane kuzenimin olduğunu bile haber veremedim henüz.

Annoya'mın yeğeni Aycan ve gelin kızımız Nurcihan, sığınmacı golden Lucy ile bir olup dokuz bebek yaptılar. Hem Lucy hem de dokuzu el bebek gül bebek oldular. Lucy sahipleri tarafından dışlanıyordu, üstelik hamile haliyle. Evin erkek golden köpeği tarafından hamile bırakılmış.

Yeniden sahiplenilip rahat bir eve kavuştu şükürler olsun ve geldiğinin haftasına doğurdu. İki veteriner, Aycan ve Nurcihan gözetiminde; Annoya'nın ablası Hülya, eniştesi İnal, yeğeni Aylin ve oğlu Kaan da tesadüfen oradayken.

Bu mutlu tablolar geçen Pazar gününden. Bebeler bu hafta bir aylık oldular. İki aylık olunca yeni yuvalara dağılacaklar inşallah. Onlara ömür boyu gözü gibi bakacak aileler bulunacak. İkisi bizim ailede kalacak deniyor, durun bakalım.

Bu kardeş kedi var ya, adı Kimsecik. Amerika'da yaşayan ve kedileri çoook seven Oya Abla, Annoya'mın okurlarından. Başımız sağolsun diye aradığında aldığı son kedi bebeğine Kimsecik adını verdiğini, annem Kimsecik'i böylece hiç unutmayacağını söyledi. Telefonda ağlıyordu Oya Abla. Annoya'm çok mütehassis oldu. Çok aradılar Annoya'mı, o kadar çok arayıp sordular ki; meğer ne çok seviliyormuş anneciğim Kimsecik.

Dün Mine Teyze geldi. Elinde bir mini selvi fidanı ve minik menekşelerle. Anneciğim Kimsecik'in mezarını süslediler. Annoya'm çok kötü oldu. Bana sarılıp ağladı uzun süre.

İçimiz yanıyor.


Kuzenlerim iyi haber ama değil mi?

Ya Amerikalı Kimsecik'e ne demeli?