Kedili Mutfaklar

Salı, Aralık 30, 2008

Ne kutlayacaktım?


Belalım gibiydi. Gidiyormuş. Ne hali varsa görsün.

Gideni kutlar, gelenden orta halli beklentilerim olduğunu beyan ederim.

Herkes umutları kadar/gibi yaşasın.

Ben hep öyle yaptım.

Çarşamba, Aralık 24, 2008

Venedik'ten gelen Noel

Annoya'm bilgisayarını açtı. Sabah sabah afiyetle yediği panettone dilimlerinin fotoğrafını basacak. Ben de yerimi aldım hemen, konuya müdahil olmalıyım.

Bizim Yeğen Aycan ve Gelin Nurci Venedik'te su tatili yapmaya gitmişlerdi. Bence de hayırlı bir iş yaptılar. Bir daha ya gidilir ya gidilmez, millet beline kadar suda geziyormuş Venedik'te, gondolcular sinek avlıyorlarmış. Yakında sular boğazlarına kadar yükselecek hiç gezemeyecekler belki de, ağzımı hayra açayım ama küresel ısınmaymış.

Söylemesi ayıp, Noel panettone'miz Harry's Bar, Cipriani, Venezia imzalı.* Annoya'm diyor ki, "Ah nasıl oluyor da oluyor, canım ne çekse gelip beni buluyor?" Tabii yaaa, daha iki gün önce demedi miydi, "Aaaaah bu sene de bir panettone'miz olsa da yesek," diye.

Ayağının Venedik suyuyla geldi, getirdi dün Nurci. "İşte sana Noel günü kahvaltısı Annoya, bugün ve yarın yersin."



Yanına da kumkuat ** reçeli yedi. Üç gün önce Mine'sinin bahçesinden http://www.mineflora.com/ gelen kumkuatlardan yaptıydı.

"Başka türlü lezzet valla bunlar," diye diye yalandı durdu.

Ne mutluydu Annoya'ma.

Hadi yine iyiydi, iyi.
Noel bu yıl Venedik'ten geldi.


S. Marco, 132330124 Venezia (VE), Italy+39 041 5285777

** kumkuat hakkında yazdıklarım şu linkte. Sonuna kadar gidin lütfen.
Ve devam... Bu sabah, 1 Ocak, 2009'da gördüm...
İşte benim Zinnur'um... 28 Aralık 2008 tarihinde bloguna "esas panettone / aslına yakın panettone" tarifini de ekledi... Zinnur'dan kaçmaz!

Cuma, Aralık 19, 2008

Engin, the angel boy

“Hadi canım olamaz,” demiştim önce o gün. Bir iş gezisi, Münih sokaklarındayım. Bürodan çıkmış, yakın sayılacak mesafedeki otelime keyifle yürüyorum ki; bir anda kendimi almış başını seller gidiyor sahnesi yaşarken buluyorum. Hani film setlerinde olur, başlarlar suları damlardan camlardan kovalarla dökmeye, hortumlarla sıkmaya. Olacak iş değil. Yanıbaşımdaki bar kapısından içeri can havliyle atıyorum kendimi. Aynı hızla karşı kuvvet kullanan iki üç kişi, beni yağmurun altına itiyor gerisin geri.

Şaşırmışımdır haliyle. “N’oluyoruz?” gözlerimle bakmışımdır adamlara ve muhtemelen görmüşümdür ki adamlar bir hoş.

----------

Evet aynen böyle olmuştu. Adamlar da, tavırları da bir hoştu. Bir sürüsü dizilmişler bar kapısına, açmışlar kollarını yanlarına yanlarına, “No lady, we’re all angels here,” korosu oluşturmuşlardı. Barın logosu da bir melekmiş meğer, sonradan gördüm.

Anlaşıldı. Olurmuş pekalâ.

----------

Sıçan gibi dönmüştüm otelime. Yanlış hatırlamıyorsam girebileceğim ikinci kapı bir sex shop kapısıydı ve kimbilir o kapının arkası nelere kadirdi?

----------

Çocuğun sırtındaki melek dövmesiyle birlikte aklıma düşen sahnelerde o günü yaşadım hemen.

Öğretmen baba, bankacı anne, sırtı melek tablolu Engin... Vay ki ne. Azami acılı bir Türkiye tablosu.

----------

Eminim ki Engin, cinsel kimliğinin erkek olduğunu savunmak adına komik duruma düşen insanlara gülüyordur gittiği yerde.

Melek gibi uyusun.

Çarşamba, Aralık 17, 2008

Dekman

“Nereye gitti bu altınlar? Yastık altına. Ya kollarına takıyorlar, ya yastık altına atıyorlar. Halkımızdan şunu rica ediyorum, lütfen yastık altındaki bu varlıkları ekonomiye kazandırın. Bunları şirketlerimize koysak, güçlü şirketlerle ortaya çıksak kötü mü olur?" İmza Unakıtan *

Pansuman

Halk soruyor... O güçlü şirketleri kime satcaz sonra Sayın Unakıtan? Benim payıma avcumu yalamaktan başka ne düşcek?

*yazının tamamı http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/10584000.asp?gid=254

Perşembe, Aralık 11, 2008

Kara mizah

Üstünden zaman geçse de üzerimden atamadığım şeyler olur. Takarım kafaya. Dolarım parmağıma. Sararım dilime. O çok sevdiğim eşek hayvanının yerine konduğumun farkındalığı bir yandan sevindirir beni, üzer diğer yandan.

Son takıntım Baykal ve CHP ve çarşaf ve şalvar dörtlüsü. Artık ne taraftan yanıp nereye döneceğini şaşıranların ağzına balı teknesiyle çaldı Baykal. (Görünmemek için örtünenleri, bir güzel dokunarak, elleye melleye rozetledi!) Koca koca uygar görüntülü adamlar, babaannelerinin çarşaflı fotoğraflarını gururla topluma sundu.* Çağdaş Türkiye'ye pek uygunmuş gibi. Kara mizah sanki.

Ben de bir Pansuman atayım dedim yarama. Aha Babaannem Hidayet Hanım kızı Halam Mürşide ile. Kırmızı uçlu Bahar cıgarası tütüyor elinde gel keyfime, kim takar baş örtüsünü saç bağını.

Fotoğrafı süsleyen torunlarından biri, Arzu Kuzenim.

* linklerini vermiyorum, buralara leke sürmemek için

Çarşamba, Aralık 10, 2008

Dikişe dair...


İçine doğulmuş bir sesti. O sesi, kol hareketiyle çıkarırdı Annem Selma. Bayılırdım, bayılır. Çıkırçıkırçıkırçıkıçıkıçıkçıkçıkçıçıçıııııııııııııııııııı diye hızlanır ve ıççıççççççııçççıççççıççççççççç kıççççkıçççççççzzzzzzzz stop.

Sonra ayakla hareketleneni aldıydı yerini. Çıkıçıkıları azaldıydı sanki, tırtırtır gibi gelmeye başladıydı bana. Olsun, onu da sevmiştim. Annem artı o, bizim cicilerimizi yaratırlardı. Gel de sevme.

Kendi dikiş makineme Londra'da sahip oldum. Yapacak başka iş yokmuş gibi sanki, bir gün hem de en gelişmişini kapıp gelmiştim eve. Elektrikli tabii, bilgisayarlı üstelik, zıızzzzzzzzzzzzt diye zırıltı sesiyle çalışıyor. Çabuk uyum sağlamıştık birbirimize. Oralarda harika patronlar satarlar, e vallahi uydurup kaydırıp diktimdi bir kaç parça kendime. İngilizcemin ilerlemesine de ufak katkıları olmuştur bu makinenin. Birgün kopça arıyorum, içinde olduğum mağazada dikişe dair olmayan yok. "Loops," diyorum, "loops," diyorum, trene bakar gibi bakıyorlar suratıma. Derken Cockney accented bir kızcağız çözüyor beni. "Öööööö lüüüps!"

"Heee yaaaa kopçeee..."

----------

Bu anlattıklarımın hepsi, Allah Issac Merritt Singer'den razı olsun, 2001'de dikişte 150 yılını dolduran Singer'e dair.


Son Singer'imi sorarsanız, iki üç ay önce katıldı bize. En ucuzunun bir pahalısını aldım. Hani fazla derdi tasası olmasın, bastım mı diksin. Ertesi gün Müjgan Hanım buyurdu geldi, oturdu makinemin başına, iplik takmaktan ilik açmaya anlattı ve gitti.

Sonra işte başıma gelenler geldi. Müjgan Hanım'dan hemen sonra kılıfını giydirdiğim Singer'imle halvet olmayı bir türlü başaramadım.

Zaten dikiş deyince sıkıntı basıyor içime, yirmidörtlük atmışlar kalça üzerine sök sök bitmedi. Söküldükten sonra kantaron yağı* ile tedavi etmeye başladım.

Mum gibi iyileşiyor çok şükür.

Doğal şifa...


* Şirince'den Candan Kızım getirmişti. Nedir ne değildir burada:



Pazar, Aralık 07, 2008

Bayramlık tabii ki, kısacık...

Engellenmiş keyiflerimi geri çağıra çağıra, tutukluk yapan aklımı ite kaka bayramı getirdim işte. Artık rakılarımı da koymaya başladım bazı akşamdan bazı akşamlara.

Dahasına az kaldı. Az kaldı darlanan yüreğimin ferahlamasına.

Hepinize diyeceğim şu ki, beni çok hoş tuttunuz. Ne elim yetti ne dilim sizlere iki satır etmeye..., bir şifa ikramını bile beceremedim.

Benim kadar zoru kolay edene iyi bir öğretiydi bu. Zor, bazı gerçekten zordur ve de zor aşılır.

Olsun. Aşılıyor ya, ona bakın.

----------

Bayram ikramım içinde kiraz likörlü sevgim olan bir çikolata.

Hemen atın ağzınıza.