Arttıysa at güvece...
Tabur deyince Binbaşı Mehmet geldi aklıma. Havacıydı, havalıydı. Üniformasının rengine cuk oturan çivit gözleri, yirmişerden kız kaşarı barındıran sınıflara askerlik dersi vermek gibi de bir talihsizliği vardı adamcağızın.
Bakardı ki başa çıkılamıyor bizle, "Tabur olun,*" derdi, "araziye çıkıyoruz." Asker dilinde tabur olmak ikili ikili elele tutuşulup arka arka dizilmeye deniyordu galiba, ki gülmekten kırıla düşe aynen öyle yapıyorduk. Okulumuzun dağ tepe koru mebzûl arazisinde deli etmeyi sürdürürdük Mehmet Binbaşıyı.

Askerlik çalışmaya hiç vaktimiz yoktu! Sınav sorularını önceden verirdi binbaşımız. Hattâ bu da yetmezdi, verdiği soruların yanıtlarını bacaklarımıza yazardık. Utancından burnu sarkar, hevesinden gözleri çakardı, da gıkını çıkaramazdı. Yirmi fıstık, kırk kadar bacağı neredeyse donuna kadar sıyırmış bilinen soruların kopyasını çekmekte... Haydi günahlarına girmeyelim, üç beş ineği kaldıralım kenara, askerlik dahi çalışmaya fırsat bulan sınıfdaşlardan.
Güveçte pilavın bende ilk anısı, Mehmet Binbaşı'yla yapılan bir askerlik gezisi ertesinde saklı.
(Geçtiğimiz günlerde, günün artığı pilavdı ve dibine tereyağda çevrilmiş dört adet iri karides koyulan güveçte bir süre fırınlanmıştı.)
Bizi atış talimine götürdü adam bir gün. Müfredatta yazılı mı, Ergenekon ilişkisi var mı bilmiyoruz tabii. Maksat şamata düştük yollara. O zamanlar, oldum olası varolmuş gibi hissettiğim Gelik http://www.gelik.com.tr/ bile yok. Dolayısıyla meşhur güveçte mantarlı Gelik pilavının tadı damaklarımıza nakşedilmiş değil.
Attığımız silahlar tepiyor elimizi kolumuzu acıtıyoruz. Mehmet Binbaşı kabarıyor, "Bakın aman kızlar, erkek adam ne de güzel silah sıkıyor," diye basıyor kurşunları havaya. Neyse bir iki tatsız vaka üstüste gelince okulumuza erken ama yemeğe geç ve aç döndük. Kantinden midelerimizi bastırmaya yanaşmayan bazılarımız için ahçımız mantarlı tavuk ve pilav artıklarını karıştırıp attıydı fırına; enfes bir güveç olduydu, doyurduydu bizi. Bizler gibi yemeğe geç kalmış toprağı aydınlık olsun Fransızca hocamız Mme. Dikranyan da bayılmıştı bu lezzete. "Artik martik neyse," demişti, "il faut mettre les point sur les ı**..."
Aklımda yazılı kalmış işte, tıpkı o günkü gibi, enfes bir lezzet.
http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2007/01/gravyerli-pilav.html adresimde yine güzeeel bir artık pilav tarifim var.
* sıra olmak / sıraya girmek sonradan alıştırılmıştır dilimize. Kuyruk olmaksa her zaman yapılan eylemlerdenmiş; savaş sonrası şeker kuyruğu, patiska kuyruğu, ekmek kuyruğu... Bir de Ecevit~Baykal ikilisinin herşeye kuyruk devrini yaşamıştık, yıl '78-'79. O devirden yanımıza kâr KKTC kalmıştı. Şimdi kuyruk yok amma KKTC elden gidiyor!
** yabancı dillerde küçük "ı" yoktur, hepsi noktalı "i" olarak yazılır. "Küçük ı'nın tepesine noktayı koymak lâzım" deyimini, püf noktası diye Türkçeleştiriyorum ben. Başka türlü tanımlayanlar varsa şimdi söylesin yoksa sonsuza kadar sussun!