Kedili Mutfaklar

Perşembe, Aralık 28, 2006

Kargoooo...

Kapıyı çalan kim? Ooooof, kapıyı yine kargo çalmış. “Kargoooo,” diyor taa dış kapıdan. “Yine mi?” diyorum.

Ben bulunmaz hint kumaşıyım ya... Harvey Nichols bile bana dergisini ve dergisine ilave hediye kataloğunu göndermiş mesela. Şu sıralarda en gözde mağazam o malum, gün sektirmeden uğruyorum, giyim kuşam delicatesse, ne alırsam oradan alıyorum; sanki.

O ve eli yüzü düzgün veya yamuk her yerden renkli alışveriş çağrıları sökün etti de etti yılbaşı ve bayram niyetine, kargoooo nidaları eşliğinde. Ressamdı heykeltraştı fotoğraf sanatçılarıydı, onlar ve galerileri zaten hiç unutmazlar beni, sağolsunlar. Müzayedeler ayrı koldan saldırıda. Ben çok kolleksiyonerim ya, her açılışta elde şarap kadehi, alıyorum, alıyorummmm... "Saaattıııım," hep üstüme kalıyor, sanki.

Velhasıl, kağıt çöpüm çok zengin. Çoğunlukla kaliteli, lüks, ağır kağıtlardan oluşuyor. Gazete basmıyorum yani çuvallara sadece. Kağıt toplayıcıları arasında kanlı kavgalara neden olabilecek denli değer yatıyor kağıt çöpümde.

Neyse neyse, asıl anlatmak istediğim bu değildi. Baştan alıyorum.

-Kim o?

-Kargo.

-Offf yine mi çöp?

Geldi çocuk yukarı. Elinde bir paket, kurdeleli murdeleli. Aaaa, çöp değil bu yaaa. Ciddi hediye. Şimdi size paketimin içinden çıkanları göstermek istiyorum. Ama önce, Şirinceli Candan'ı tanıyın ve de Karıncalı Çiftlik Ailesi'nden Bozo'yu, yani gönderenleri.


İmzamı zor attım, heyecandan. Kargo adam gitti, paketimi parçalar gibi açtım. Görüyor musunuz içinden çıkan keyifleri?

Peki okunuyor mu neyin ne olduğu?

Telefon, telefon nerdeeeee?

Alooo, Candaaaan... Sen çok özel bir insansın.

Pazar, Aralık 24, 2006

Güllaç karamelli...

...yetmedi fındık ezmeli, yetmedi kestaneli

Bundan iyi bayram tatlısı can sağlığı olur doğrusu, size tarif yetiştireyim dedim, bayramlık. Biraz yanar dönerlik edip bugünden yapmamın bir diğer nedeni de bizim apartmanın yabancı damadı, İngiliz James. Ona da bir tabak götürüp “Bak sana Noel tatlısı hazırladım, “ diyeceğim. Çok ‘festive bir Christmastime activity,’ all Turkish!

Sırası gelmeyen işler vardır hayatımda. Her işte bir hayır vardır ya, onlar da hayırlısıyla aklımda durur ama yapılmazlar. Güllaç da öyle oldu, o koca tekerlek paket gözüme gire çıka, bata çıka bekledi Kedili Mutfaklar’da taa Ramazan’dan bu yana. Kaç tarif yüklendi kafama güllaçlı, kaçı uçtu kaçı kaçtı saymadım. Bu yaptığım da bir başka tarif oldu. Dün haşladığım ve suyunu atmadığım* kestanelerle, buzdolabında hazırımda bekleyen dövülmüş şekerli fındığım elebaşı oldular, vesile oldular da güllaç paketi açıldı çok şükür.

Paketinin üzerinde 400 gram yazıyor, üç kilo süt bir kilo şeker kaldırır diyordu. Adabıyla olsun deyince aynen uyguladım ancak üç kilo sütün ikisi yağsızdı. Bir kilo şekerin karararak erimesini, iyice sulanmasını ve de karamelleşmesini seyrettim. Ilıttığım sütü yavaş yavaş karamele ekledim ve biraz topaklanan karamel açılana kadar ara sıra karıştırarak seyre devam ettim. E süt bu ne zaman kızar kabarır ne zaman taşar saçılır belli olmaz, gözünü üzerinden ayırmaya gelmez.

Karameli iyice erimiş süte 5-6 kaşık fındık ezmesi ve yarım kilo kadar haşlanıp ayıklanarak parçalanmış kestaneleri kattım. Bir iki çevirdikten sonra ocağı kapatarak sütün ılınmasını bekledim.

Annem Selma’nın bana geçen bakırlarından pırıl pırıl bir yuvarlak tepsiye, başladım sonra kıtır güllaç yufkamsılarını dizmeye. Parlak yüzeyi üste gelen her kat üzerine karamelli süt dökerek, kepçenin tersiyle de hafif hafif sütü yedirerek yufkamsılar bitene kadar devam.

Konu komşu ve yabancı damat İngiliz James için biraz da renkli şekerleme süsler üzerine, hani bayram havası ya... Pardon pardon herkese ayrıca, ben de istemezdim aluminyum folyoda getirmeyi sizlere bu güzelim tatlımı ama, telaş olmasın diye, ille de doldur getir geriye gibi...


*Süslemeden önce kendini çekmesini, toplamasını beklemek gerek ya, o arada bir de duş yapılır mı? Kestanenin haşlama suyuyla bir güzel saç yıkanır mı? Neden olmasın? İçinde vitaminlerin C’si B’leri, PP’si olan, potasyum, fosfor, magnezyum, klor, kalsiyum, demir ve sodyum mineralleri içeren kestanenin suyu neden atılsın ki? Saçlarım bu nimetten neden faydalanmasın ki?


Zaten bu evin bir huyu da haşlanmış sebzelerden elde edilen suları hiç atmamaktır. Yeriz, içeriz, olmadı çiçek sularız, ya da saç yıkarız o faydalı sularla. Görün işte Atatürk çiçeğimi, canım benim özellikle brokoli suyunu pek seviyor!

Cumartesi, Aralık 23, 2006

Aile şenliği, salmalı

Davetin kokusunu bir ay önceden almıştık zaten. Arada sık sık da Kuzenim Ahmet'in uyarı mesajları geldi. Pazar, ayın 17’si, gelmeyen n’olsuuuunnn, gibi.


Gelmeyen değil ama gelemeyen iki kuzen ve aile efradları adına üzüldük doğrusu. O gün benim Kuzen Ahmet ve 25 yıllık karısı Gelin Semra’nın hazırladığı “Aile Şenliği” vardı.

Onlar, karı koca mutfakta harikalar yaratmışlardı. Ahmet’in annesi olan Teyzem Jülide derseniz, yaprak sarmasında yine şöhretini aşmıştı.

Börekleri tatlıları falan hiç konuşmayalım, olağan gibi gelebilir size ama Kuzenim Ahmet’in mantarlı midye salması herkese kafayı da yedirdi.



Çok gerekirmiş gibi iştah açıcı / appetizer muamelesi yaptığımız şarapta sirkede ekmek banmaca midye de bana.



Gelin Semra, her zamanki inceliği ile Kedili Mutfaklar’ımdan iki fındıklı tarif denemişti ki, beğeni üzerine davet mönüsüne ekledi. Bir özel kabak zeytinyağlısı vardı, buharda pişen kabaklara kat kat pesto yayılarak yaptığı, öfff be. Kabak kitabı için Gelin Semra’ya tarifi tekrarlattırılarak hazırlanacaktır tarafımdan, üzülmeyin.

Fazla uzatmamalı bu konuyu, geçti gitti, şenliği ruhumuzda, tadı damağımızda kaldı.


Annem Selma, Teyzem Jülide ve Teyzem Jale, fotoğrafta soldan sağa, hepsi de ağızları dolu yakalandı. Zaten beş saat boyunca kimsenin ağzı boş durmadı.

Yarın Pazar.

Her Pazar bizim aile salma yemez.

O geçtiğimiz haftaydı.

Perşembe, Aralık 21, 2006

Şipşak Annoya mutfağı

Herkes yapıyor ama biz bilmiyoruz. Kolaj falan hani. Resimleri üstüste altalta yapıştırıp güzel görüntüler elde edemiyoruz. Annoya çalışmıyor bu işleri, çalışmayınca da dört fotoğrafı bir araya getiremiyor.

Ben şuracıkta Annoya'mın mutfak eldivenlerinden birinin üzerinde kıvrılmış bekliyorum. Söz konusu olan burada gördüğünüz çipura.... ki ben beklerken o teflon tavada pişiyordu. Sadece tuz koyduk çipuramıza, biz de rahat rahat yiyelim diye.


Mutfak eldivenine çikolata bulaşmış, derhal yıkanacak merak etmeyin. Fotoğrafımdaki üçüncül öge, yani ben ve eldivenden sonraki, şu bizim vefakar güllaç paketi. Ortaya koyduk yine, ki belki bayramlık yapar ikram falan ederiz. "Şart mıdır," diyor Annoya'mız, "Ramazan'da tüketmek? Yooooo!"

Şipşak mönümüzde limonlu yeşilli makarnamız da var. Çok lezzetli olmuştu. Tuzlu ve sızmalı suda yarım paket deniz kabuğu makarna haşlayıp suyunu çektirir gibi yaptık. İçine dereotu, maydanoz ve taze soğan doğradık, yarım limon sıktık. Kapak kapatıp dinlendirdik on dakika. Sonra yeşilliklerle makarnayı karıştırıp bir beş dakika daha. Annoya yerken japon havyarı da kattı içine. Kolesterol kabusunuz yoksa katı haşlanmış ve ezilmiş yumurta da katın. Havyarımız olmadığı zaman ton balıklı da yaparız bu lezzetli otlu makarnayı.

Gelelim mutfakta uzanıp veya dikilip beklediğimiz işin neticesine. Annoya balığımızı böldü. Oğlum Cancan için küçük bir tabağa koydu. O payını yalayıp yutarken (bak resim), bana da alışık olduğum üzere lokma lokma ağzıma ağzıma yedirdi. Hem yedirip hem fotoğrafımı çekemedi. Üçümüz yalnızdık çünkü!


Bir mutlu mutfak akşamımız da böyle geçti işte. Şipşak nefis yemekler hazırdı.

Makarnamızın çoğunu da bu sabah kargalar yedi.

Bir sürü karga gak dedi.

Biz bu fotoğrafları aslında kolaj yapmayı çok isterdik ama...

Salı, Aralık 19, 2006

Bağış ve başarmak

Pansuman / Tık tık eşittir bir kitap mı mesela?

http://www.fikiratolyesi.com/index.php/2006/12/18/time-dergisi-yilin-adamini-secti-sen/

Lütfen yukarıdaki linki okuyun önce... Meramımı anlatmama bu kadar denk geldiği için Time dergisine atfen fikirlerini blogunda yayınlayan Sayın Tunç Kılınç'a (Fikir Atölyesi) teşekkürler.

Sonra gelin aşağıdakilere göz atın.

Internet yemekçiler camiamızdan bir arkadaşımız, bir diğer sevgili arkadaşımızın blog yorumlarında dün bana seslenmiş /dokundurmuş. Bloggerlar olarak, telif gelirimizin fakir okullara yardım amacıyla kullanılacağı kitap(lar) projemiz için şöyle diyor:

Sevgili Arkadaşlar, çıplak ayaklara ayakkabı, çıplak vücutlara mont için NTV Radyo ile TOÇEV'in ortaklaşa düzenlediği bir kampanya var. Oturduğunuz yerden arayarak kredi kartı ile bağışta bulunabiliyorsunuz. Bir çocuk giydirmenin bedeli (bot ve mont) 22 YTL; 30 mesaj 30 kişi desek kitabı yarılamış sayılırsınız. Hele iki çocuk giydirmeye niyetlenirseniz kitabı yazdınız demektir : ))Ne kitabı yayınlatmak için kapı kapı dolaşmanıza ne de acaba ne kadar gelir elde edeceğiz diye endişelenmenize de gerek kalmaz, hızlı ve pratik bir çözüm; arayanlara !

Kampanya ile ayrıntılı bilgi için http://www.tocev.org.tr/degisir.htm

Ben de bugün okudum, güldüm ve aynı kanalda yanıtladım:

Wxyz çok haklı çocuklar. Bunlar hepimizin her an yapmamız gereken işler. Tıklayarak zahmetsizce ferahlatıyoruz yüreklerimizi. Ben de yapıyorum, bir ferahlıyorum, bir rahatlıyorum ki anlatamam. Wxyz arkadaşımız da zahmetsiz ferahlamak isteyenler için en doğru yolu gösteriyor. Haydi bakalım iki çocuk giydirin, kendinizi kitap yazmış gibi hissedin. Hatta her ay iki çocuk giydirin, aylık dergi çıkarmış gibi olursunuz.

Pansuman'a gelince: yaratmamız, bir adım öne çıkmamız, paylaşarak büyümemiz, yeni yardımlaşma yolları araştırmamız, kendimizi kanıtlamamız, hızla gelip geçtiğimiz dünyada kalıcı işler / iz bırakmamız pek de yabana atılacak işler değildir. Hayır kuruluşları için tıklamamıza ve KK'larımızı kullanmaya da engel değildir.

Önümüz yılbaşı, bayram... LÖSEV, Lösemili Çocuklar için tüm Türkiye'deki bütün banka şubelerinden havale ücreti ödemeden YTL için 0660, Dolar için 0661, Euro için 0662 nolu LÖSEV hesabına bağışlarınızı yatırabilirsiniz.

Bu yardımlarınız da kitaplarımıza katkıda bulunmanızı engellemeyecektir.

Cuma, Aralık 15, 2006

Cancan geldi meydane...

Hoşgeldiniiiiiz. Burası Annoya'mın yatağının başucu. Renkahenk yatar kalkar Annoya, çiçekler yapraklar içinde. Yatak Annoya'mındır ama keyif benim. Bütün gece kadının yatağının başından ucuna dolaştığım yetmezmiş gibi, gündüz de pufi yastıkların olduğu yere yayılırım. Annem Kimsecik gece Annoya'mızın karnında yatar. Ben sadece yaslanırım sarılırım Annoya'ma, sıcaklığını hissederim. Üstüne çıkmam, ağırım çünkü.



Evimizin kapısına asılı kuşumuz var, kuşumuzun kuyruğunda da yavrucuğu var. Bu kuş kardeşi Kapalıçarşı'da bulmuş Annoya. Çok sevmiş, eve getirdi. Ben de çok seviyorum ama Annoya onu yükseğe astığı için oynayamıyorum. Bu ara biz de keçe arıyoruz böyle renkli renkli. Kim satar, nerede satar bilen varsa yazsın, Annoya bize oyuncaklar, sağa sola süsler yapacak.


Ben fotoğraf çektirmeyi pek sevmiyorum. Zaten gözcüklerim kendiliğinden kapanıyor makineyi görünce ya da kafamı çeviriyorum hemen. Bu fotoğrafta da ancak muhteşem bıyıklarımı görebiliyorsunuz.


Burada n'apıyoruz peki, bilin bakalım. Annoya'mızın oturduğu kanapenin kolunda kıç kıça duruyoruz annem Kimsecik'le. Annoya'mız evde olduğu sürece ona en yakın mesafelerde bulunmaya gayret ederiz. Değmeli bir yerlerimiz ona ille de.


Çarşı pazar gezerken Eminönü civarında, Hamdi'de yemek yenmezse nerede yenirmiş? Tabii ki Hamdi'de yenirmiş, başka yerde değil. Şu baklavanın içindeki fıstıkları görünce bence de yani. Eminönü deyince Hamdi, başka büyük yok.

Perşembe, Aralık 14, 2006

Kimsecik'ten haberler

Benden hiç bahis yok ne zamandır. Hanım hanımcık oturuyorum, yaramazlık yapmıyorum diye yazmıyor Annoya. Birazdan evin altını üstüne getiririm, görür gününü.

Annoya bu kuru meyveleri çok seviyor. Hem artık yılbaşı da geliyormuş ya, her yere sokar bunları. Sütlü tatlılara, keklere hele pek yakıştırır pek.


Balkabağı dolması modası var. Annoya modaya uyar mı, uyar... Dolma içini hazırlar. Zor bela kabakları dilimler incecikten. İncecik dilimleri ızgara yapar ki yumuşasınlar. Sonra da sarar fırınlar dolmalarını. Fırın tepsisine azıcık su da koymalıymış, biraz da sızma gezdirmeliymiş...

Sinir içindeyim. Bunca zamandır kedisiyim bu evin, Kedili Mutfaklar'ın gözlem ahçısı ve baş yiyicilerindenim, halâ üstüme göre bir önlük dikilmedi. Annoya'mın önlüklerini bir görseniz, sürüsüne bereket.

Evettt, yılbaşı geliyormuş demiştim ya, Annoya diyor ki bu yıl süslerimiz doğal olsunmuş. Mini boyda elmalar nasıl ama? Sapanca bahçesindenmiş. Hadi bakalım, bedavaya getirecek yılbaşı süslerini.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Ivır zıvır, dırdırdır...

Pansuman / gereken gereken yerine yapsın

Tayyip Beyefendi hatiptir. İmam hatiptir. Hatip konuşması düzgün, telaffuzu başarılı kişidir.
Tayyip Bey TV’lerde yaptığı kibar konuşmalarına şöyle başlar; “hanfendiler, beyefendiler...”.
Olmaz, kibarca konuşmalarda beyefendi karşılığı hanımefendi olur. Hanfendi diye olsa olsa dalga geçilir. Dalgaya devam beyfendi demekle olacaktır. Tayyip Beyfendi demek mesela hiç hoş olmayacaktır.
----------
Proğram denir mi? Yumuşak g alfabemizde mevcut olduğu halde sözlükler program yazıyor. Başta Başbakan imam hatiplerden başka yumuşatan yok. Protokôl deyince de durun biraz. Eh o halde bence gelsin, spôr, telefôn, alô lâ lâ lô lô...
----------
Gündeme bomba gibi ne düştü? Deve. THY, batıl inançları uğruna deve kurban etti, üstelik devletin apronunu mezbaha farzederek. Neymiş? Arızalı çıkan son RJ100’ün de kira sözleşmesi bitmiş de, iade edebilmişler sonunda. Her birinde 1200 adet arıza tesbit edilen onbir adet uçağı sorgusuz sualsiz Türkiye’ye getirtenlere apronda bir temiz apron dayağı çekselerdi keşke. Olan deveye oldu.
----------
Bomba iki: Tuzla’da bulunan zehirli varilleri atanlar serbest bırakılmışlar. Onlar atarken, çevreyi kasten kirletmek suç değilmiş. Yazık yazık, devletin mahkemelerinde harcanan mesaiye yazık. Bundan böyle suç tarihinde suçsuz olanları mahkemeye sevketmemek için, zahmet olmazsa bakıverin suç TCK’ca yürürlükte mi değil mi?
----------
Bomba üç: Haram parayla kesilen kurbanın haramı olmuyormuş, yeter ki kes. Hırlı hırsız sormuyormuş yaratan, haram helal demiyormuş anlaşılan, Diyanet’e göre. Diyanet dinimize hakaret mi ediyor? Karayı aklamanın son çaresi kurbanlar mı olacak? Kestirin haramzadeler, sürü sürü kestirin. Kimse hesap sormuyor.

Salı, Aralık 12, 2006

Bizim Tiyatro, şu benim Zafer


Zafer mahalle arkadaşım. Zafer, çocukluğunu da bilinçli yaşayan, farkında büyüyenlerden.

Zafer, oyunlarının sonunda herkesi dakikalarca ayakta dikip avuçlarını patlatanlardan. Kolayına geçmedi tam 25 yıl onun tiyatro serüveni, Zafer zoru başaranlardan.

Zafer şimdi Özkıyım’la sahnede, tek kişilik oyununa 13 kişinin oyun gücünü yüklemiş oynuyor.

Sahnede oyuncu gibi oyuncu görmek isteyenlere, ‘68 kuşağından olup da burnu her daim sızlayanlara, ‘68 duyarlılığını güncel kılmayı başaranlara ve de ‘68’lileri anlamak isteyenlere açık kapı işte.


Zafer'i bir yerde yakalayın mutlaka, ama İstanbul'da ama turnede.

Helal olsun sana Zafer Diper.

Pazar, Aralık 10, 2006

Hindi boynu ana tema


Hindi boynu hiç almadığım şey, hatta hindilerin bedenen bir yanda boyunları bir yanda satıldığını bile bilmezdim. Boyun severim ama. Tavuk boynu kemirgeni olarak tanınırım ailede. Onlar öyle demezler tabii, kısaca ve kibarca, “Oya boyun sever,” diye tavuğun boynunu bana vererek işi geçiştirirler.

Bu hafta hiper alışveriş sırasında gözüm takıldı hindi boyunlarına. “ Hindi boynu temalı bir kaç saat geçiririm mutfakta, bakalım ne yaparım?” dedim. Büyükçe şeyler bu boyunlar ama aklım kemik miktarının ne kadar olabileceğini kesmedi bir türlü, bir de değil iki tane aldım.

Uzun uzun haşlandılar köpükleri alına alına, sadece tuz, taze çekilmiş karabiber ve bir büyük soğanla. Süzerek suyunu ayırdım ve soğuyunca didikledim etlerini. Kemikleri hayli etli bırakarak ve de sivri olmadıkları için Maskot’a verdim. Ona da değişik geldi, daha tabağını koklar koklamaz şapırdadı yanağımda koca dili. Hep kuru mama, hep kuru mama olmuyor tabii. Meraklısına, Maskot bir süredir bizim yoldan sadece geçiyor. Nerden gelip nereye gittiğini bilmiyorum. Tuhaf olan, benim evden çıkışlarımı kollayıp son derece vakur bir edayla o anda oradan geçiyormuş gibi yapması. Mamalar bagajda. Beş litrelik su şişelerim, su kapları da bagajda. O da biliyor, yiyor içiyor ve yoluna devam ediyor.

Şimdi geriye kalan didiklenmiş boyun etlerini düşünmeli ve de bence, öncelikle malum fındık takıntımı halletmeliyim. Çerkez tavuğu ‘gibi’ yaptım. Karıştırıcıda fındık, sarmısak, azıcık Urfa pulla bolca tatlı toz kırmızı ve bayat ekmek karıştırıldı. Boyun suyu ile soslaştırıldı, kıvamı bulundu ve didiklenmiş etlere ekledim. Sızma ve kırmızı biber karışımı da üstünün süsü oldu aynen çerkez tavuğundaki gibi. Pek lezzetli oldu.

İyi bir pilav, tane tane, yine boyun suyu ile yapılmış, o da pek nefis. Bir mini kasenin dibine didik etlerden, hafifçe bastırarak pilavdan ve de ters yüz ederek tabağa, öffff be.


İri iri kuru fasulyeler, haşlanmış hazır madem dondurucuda, bu etlerle pek de güzel olacaktı kafama estiğine göre. Eh yani, eh hem de ne oldu. Taze soğanla yaptım. Her şey pişmiş olunca eti de, fasulyesi de, incecikten doğranmış taze soğan çabucak yumuşadı, fevkalade bir fikir.

Eski köyün yemekleri yeni adetlerle koyuldu tabağa, yendi. Mükemmellerdi.

“Ne de bereketli çıktı bu hindi boyunları. Daha kaç kişi doyar,” demeye kalmadı, zır telefon.

“Bugün mutfakta ana tema hindi boynu,” dedim.

“Sen yapmışsan olmuştur,” dedi.

Birazdan gelecek.

Salı, Aralık 05, 2006

Gaffur'un çizgili pijaması


Pansuman / Sapık reytingi

Turan Gültekin bugün Hürriyet'te yazmış.

Gaffur’la Sümerbank pijaması satışı arttı

Sümerbank’ın 40 yıllık çizgili pazen pijaması Avrupa Yakası’nın yeni tiplemesi Gaffur ile yeniden moda oldu.

Müşterilerin pijamayı "Gaffur pijaması var mı" diyerek istemeleri üzerine Sümer Holding’in İzmir Karşıyaka’daki satış mağazasının yetkilileri vitrine "Gaffur pijaması geldi" yazdı, 2 ayda 500’den fazla sattı. "Avrupa Yakası" adlı dizinin yeni sezon bölümlerinde ünlü tiyatro oyuncusu Peker Açıkalın’ın canlandırdığı kapıcının oğlu "Gaffur" tipiyle özdeşleşen Sümerbank’ın pijaması yeniden moda oldu. Mağaza Müdürü Özgür Babacık, "Eskiden dar gelirliler sorardı. Son günlerde sahteleri bile çıktı.

Ekonomik pansuman: Sapıklık Sümerbank'a yeniden hayat verebilecek bir şans mıdır, Ya Rab?

Sosyolojik pansuman: Sapık Gaffur'un pijamasına hücum insan kirliliğinin önemli göstergesi.

Psikolojik pansuman: Dikkat, her yer sapık dolu, fikren donanımlı olmamızın dışında yapacak bir şey yok.

Pazar, Aralık 03, 2006

Şükrü Kızılot yaklaşımı...

3 Aralık Pazar günü, Şükrü KIZILOT skizilot@yaklasim.com , Hürriyet'in 14. sayfasındaki Mali Yaklaşım köşesinde aşağıdaki yazıyı yazmış.

Çantayı ya sevgilisine alsaydı

İŞADAMI Ercan Canmutlu’nun, eşine aldığı 24 bin YTL’lik timsah derisi çanta nedeniyle, vergi incelemesine alınması, geçtiğimiz haftanın en çok tartışılan konularından biriydi.

Bazıları "24 bin YTL’ye çanta alınır mı?" derken, bazıları da "Efendim, adam vergi rekortmenleri sıralamasında yer alıyormuş. Vergisini ödediği parasıyla, istediğini alabilir" diyordu.

Bu arada "Adam gidip, Paris, Londra ya da Milano’dan çantayı alsa, KDV’sini de havaalanında geri alacaktı. Şimdi bu haberi okuyanlar, yurtdışına ya da faturasız alışverişe yönlenecekler. Bugün çantayı sorgulayanlar, yarın da pahalı bir saat ya da mücevherat nedeniyle vergi incelemesi yapabilirler" diyenler de vardı.

BETERİN BETERİ VAR

Bu konuyu tartışırken, sevgili Fatih Karaca; "Beterin beteri var. Daha kötüsü olabilirdi" dedi ve başladı anlatmaya...

"Adamın birisi, seyahatten erken dönünce, karısını bir erkekle yatakta yakalamış. O sinirle, çekmiş tabancayı ve karısını da adamı da vurmuş. Ardından, kendini de...

Ertesi gün camide üç cenaze yan yana... Adamın biri arkadaşına, ’Beterin beteri var, daha kötüsü olabilirdi’ dediğinde, arkadaşı dayanamamış; 'Yahu arkadaş, bundan daha beteri ne olurdu ki?’ diye sorduğunda, yanıtı şu olmuş; 'Adam seyahatten bir gün erken dönseydi, bu tabutlardan birinde ben olabilirdim...’

SEVGİLİSİNE ALSAYDI

Karaca, yukarıdaki fıkrayı anlattıktan sonra, devam etti:"İyi ki karısına 24 bin YTL’lik çanta alan biri yakalanmış. Ya sevgilisine 24 bin YTL’lik çanta alan birisi tespit edilip, vergi incelemesine alınsaydı. Bu olay da basına haber olarak yansısaydı, o zaman ne olurdu?

Bir yanda maliyeciler diğer yanda da eşi..."


Ben de az aşağıda Sürmanşetten başlıklı yazımda demişim ki...

Ya eşine aldığı pahalı hediyelerle tanınan adamın biri Kanyon’a gitmiş ve yine o eşine 24 bin YTL’lik Balenciaga çantayı Harvey Nichols’dan almak gafletinde bulunarak sürmanşet olmuşsa? “Hah ne iyi, sevgilisine değil de karısına alarak sürmanşet olmuş, ne mutlu kadına diyeceğim,” ama değilmiş. Neden, çünkü Maliye Bakanı Unakıtan, bu mutlu olması gereken kadının kocasının tüm hesaplarının incelenmesi direktifini veriyor, hem de sürmanşetten. E ne açtı bu mağaza kendini orada o zaman? Ne yaptı o potansiyel müşterinin yollarına halı döşeyip mumlar yaktığı tanıtım organizasyonunu? Satmayacaksa yani? Ya da, oradan her çanta manta alanın Paris, Londra, Roma, New York, Tokyo alışverişleri de kontrol altında mı?

İyi malzemeyiz değil mi Şükrü Bey? Keşke her gün yazsam. Size ne iş çıkar ama...

Haberse haber...

Kuzguncuk İcadiye Caddesi, Deniz Eczanesi / Eczacı Haluk Bey'in kedisi Ateş kasaya sahip çıkar, vitrinde uyur, ben gibi laklak müşterilerinin kurulur kucağında oturur.


Annem Selma'nın kardeşleri Teyzem Jülide ve Teyzem Jale. Bizim Altın Kızlar, üçü bir yerde. Yer Moda Kulübü. Etraflarında da biz, anne tarafından bütün aile.

Nilgün Gedikoğlu / Vatan Gazetesi yazarı. Yer Nişantaş Paul. Onlar hep ellerinde dururmuş, her işi yaparken, uyurken kalkarken... Tanıdığıma memnun oldum Nilgün.

İsa ağaçta. İn oooolum aşşaaaa. Yok inmez, aşağıda köpek var. Emre Kongar'ın iti İsa'ya havlar da havlar. Yer bizim büronun sokağı. Bütün mahalle kedileri aşşada, İsa neden havada?

Ben sende tutuklu kaldım. Yer Üsküdar Meydanı mı desem Üsküdar kazıları mı? Demir kapıyı ağaca bağladılar gittiler. Kim bilir ne iş peşindeler?