Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Ağustos 30, 2008

Orhan Ağbiii...

Birlikte yeni bir hayata başlamak istediğim adamın yaşantısıyla benimki uygun değildi. Beni vermediler. Kıyametlere sahne olduk evcek.

“O” girdi araya, hattâ merkezine geçti başlanacak olan bu yeni yaşamın.

“O” benim Orhan Ağbiii’mdi. O zamanlar sahip olmadığımız pek çok şeyin yokluğunu bize hissettirmedi. Evi, kalbi, sofrası hep açıktı bize. Karısı Zeynep en iyi dostum oldu. Kucağımda Mahir ve Aslı çocuklarımdı sanki.

Birlikte geçen güzel günlerimizi keyiflerimizi hiç unutmadım Orhan Ağbiii.

Pansuman

Kal rahmetle...

http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=y%C4%B1lmaz+g%C3%BCney

Anılarda kalanların bir kısmı bu yazımda...

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

Votka dolduruşa geldi

Eski zamanlarda modası yoktu. Daha ziyade alkoliklerin tercihiydi. Kokmaz ya. İkinci sırayı da akşamcı votka-biracılar alırdı. Sifon biralı pasaj ayakçılarından Apostol'da Babam Nuri de votka-bira takılırdı.*

İşin doğrusu ya, votkaya ezelden alışkanlığım görsel. Gölköy'ün devr-i salaşında Somer'in Yeri vardı mesela. Aslen Kapalıçarşı'da antikacı olan Somer, sonradan Bodrum Göl'e yerleşip lokantacılıkla karışık pansiyonculuk da yapmaya başlamıştı. Somer canım ciğerimdi. Gittim mi yerleşir, mutfağından servisine her işe burnumu sokar, tatilin bana göre en kıvamında dozunu yaşardım. Ye iç yüz uyu. Dostlar yanaşsın teknelerle, nereye götürürlerse git, kaybol günlerce. Somer kaçmıyor ya.
Oranın işte, bir votkacı müdavimi vardı. Dürnev Tunaseli.** Günde iki büyük götüren ve rağmen ayaklarına basmayı başaran biri. Ağzına yemek namına lokma koymaz, vira içerdi. Bir gün dedim ki bir kıyak yapalım şu kadına. Cazibeli bir iki katık koyalım şişesinin yanına. O günün buluşudur bu votka yanına içi artık balık etleri dahil her ıvır zıvırla doldurulabilen sebze meyve filanlar.
Yedi mi hatırlamıyorum vallahi.
Elmaya biberli hindi salamı, bibere Yörsan'ın yörük peyniri artı kekik karışımını doldurmaksa bugüne mahsustur. Biberin tepesi alınıp içi itinayla temizlenir. Elmanın koçanı oyularak çıkartılır. Nuhu nebiden, gençliğimden ve modern çağlardan mutfağıma malolmuş üç adet oyucu & delici alet bu işler için idealdir.
İçtiğimiz Absolut. Bardaklarda minik kayısısı, mor çiçekli nane dallarıyla fevkâlbeşere nasip bir lezzet ve görsellikte. Haliyle mezesini arıyor gözler. Burada böyle. Ne içeceğimize karar vermeden girişmiyorum yanı sıra ne atıştıracağımızın hesabına. Neyin yanında ne keyif verir, bana verir de ona verir mi filan sorgulaması yapılıyor önce.

Yöntemim aperatif alma zamanlarında geçerli. Maksat yemek yemekse katı kurallar uygulayabiliyorum. "Bunu yiyor, yanında bunu içiyoruz tamam mı?" diyebiliyorum. Yanıt önemli değil! Lüferle palamutla rakı, levrekle çipurayla beyaz şarap gibi raconlar kesilip iş bitiriliyor, içersen...

Anında görüntü veren yiyeceklerle eş dost şaşırtmam çok eğlenceli oluyor. Burnumu oynattım da yaptım sanki ne yaptıysam.

Bardakçıklarından buz dumanı tüttüren Absolut Mandrin'e renk açısından kayısıcıklarım inanılmaz uygun. Daha daha renk naneden yeşil, nane çiçeğinden mor.

Dolmuş biber ve granny elma zaten renkahenk.
Yanlarında votka da dolduruşa gelip çok gidiyor.




* Burada okumamış olanlar için Babam Nuri'nin votka bira anısı var... http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=amerikan+kovboylar%C4%B1+aslan+cinotri

** Gelmiş geçmiş en etkili sese sahip spikerimiz








İnsanın insana ettiği...

Boğazlarımızdan savaş gemileri geçer mi geçmez mi, derken geçtiler...

Gürcistan'a yardımcı olmak üzere İspanyol Almirante DonJuan Bordon ve Alman FGS Lueback, bayraklarını gözümün içine dalgalandıra dalgalandıra...

Daha da geleceklermiş, bu sefer başkaları ve de bilhassa Amerikanları.

Karadeniz'de şenlik var.

Amaç insani.

Pansuman

İnşallah.

Perşembe, Ağustos 21, 2008

Dalından sofraya

Bir hafta yardımsız kaldım ama değdi. Şemşi köye gitti. Babasının tarlasından, konu komşu bahçesinden ne topladıysa bana da getirdi. Nasıl derler yani, dönüşü muhteşem oldu.

Bizim ailenin zeytinyağlı fasulyesi tadı kadar görüntüsüyle de meşhurdur. İki dakika kadar vaktimizi fasulyelere özen göstermeye ayırırız. Yarım domates ve soğan dibe oturtulur önce, fasulyelerle çevrelenir. Ben iki diş sarmısak da koyarım. İki üç çevirmelik karabiber de çekerim. Daha daha fasulyelerle üstünü kapatırız bu renkli tabanın. Şeker, tuz, sızma, bir iki parmak su ve verin ateşe. Dalından sofraya boncuk ayşe, tepetaklak edilip bezenmiş tersi ile gelir sofraya.

İki dakikadan fazla müsaitseniz fasulye sıralamasını da daha düzgün yapıp eşe dosta, "Aman da pek kıyak şekillendirmişsin fasulyeleri," dedirtebilirsiniz.


Köyden gelince nasıl olur bilirsiniz. Keskin gözler bile kilosunu tartamaz. O kadar çok olur bir kere. Sonra her renk olur, her şekil olur. Kırmızılı yeşilli pembeli sarılı morlu irili ufaklı çarpıklı düzgünlü ekşili ballı... Biz kentsoyluları çok kıskandıran, yemeden doyuran, doydukça acıktırıp oooof çektiren kokusunu yayar mutfağa. Yeşiller olgunlaşmaya ayrılır. Olgunlardan hemen bir salçalı makarna yapılır.
Tam da aynı günlerdir, aman da aman ne tesadüftür ki Şirinceli Candan Kızım'dan yılın kekik torbaları gelir. Zaten mutfağımın size her daim anlatmadığım sırlarından biri de bu dağ tepe kekikleridir. O domatese bu kekik, Allah Allaaaah çektirir.

Şemşi'nin domatesi biberi, altına üç beş kemiksiz tavuk butunu alıp, üstüne de arpacığını sarmısağını kekiğini biberini örttü mü...; işte salçalı tavuk budur dedirtir ki salça malça kullanılmamış, domatesin tadı ve rengi kendine zaten salça süsü vermiştir.

Makarna dediğim işte bu salçayla, salçalı tavukla yenecektir. Hatta yenmeyecek yutulacaktır.

Tam zamanıdır, mutfağın domates ve kekik şenliğine antrikot katılabilir. Domatesin sızmasını katiyen unutmamalı, etin iri çekilmiş karabiber bolluğunu ağzınıza göre ayarlamalısınız.

Bu esnada zaten mutfağın efendisi olan Cancan, günün en heyecanlı anlarını yaşamaktadır. Bekler ki şarabımızı açalım, tabağımızı kadehimizi alıp oturalım bir köşeye, şükredelim bu günümüze.

Sakin sakin bekler.

Domateslerimize beş duyumuzla sahipleniriz.

Cancaaaan, senin kaç duyun var sahi?


Pazar, Ağustos 17, 2008

Ahmed-i ne zat?

İçinden iki günlük Ahmedinejad çilesi geçen hafta bitti.

Ziyaret, Ankara mecralı tepe yönetim ve İstanbul yerel yönetiminden iki takke daha düşürdü, keller daha da barizleşti.

Takke bir... Başkent Ankara’nın, Merkez Bankası’ndan sonra başkentliğinin de İstanbul’a taşınmasının provası gibiydi. Böylece, Anıtkabir ziyaretlerine yan çizmece oyunları kolaylaşacak, yan çizenler de ödüllendirilerek saraylarda ağırlanacaktı.

Takke iki... İstanbul’un 2012 Olimpiyatlarına hazırlanan dev dünya kenti olmasından dem vuranlar için iyi bir gösteri oldu. Olur da olursak eğer, kırk gün kırk gece sürmesini önerebilirim sadece, trafiğe rağmen anca varırız...

Pansuman

Bir toplantı sonucunda, toplanan iki cumhurbaşkanı 2009 yılının İran-Türkiye Ortak Kültür Yılı olduğunu ilan etmişler.

Cumartesi, Ağustos 16, 2008

Sakızlı mısırlı kabak çorbası

Geçen gün hava buuu dedi. Tepemizde üç beş siyahi bulut, İstanbul'un bir orasına bir burasına kafa tutuyor sanki. Buyur edene boşaltıyor kovalarını. Esiyor, gürlüyor, almış yaprakları katmış önüne koşuşturuyor.

Sonbaharlık provalar bunlar. Oyunun premierine var yoksa daha.

"Nereden çıktı bu cumartesi~pazar çorbası?" diye soracaktınız biliyorum. "Yaz vakti zamanında üstelik, sırası mıdır çorba yapıp içmenin?" diyecektiniz. "Evet sırasıdır," demeye getiriyorum işte. Ağustos'un yarısı yaz, yarısı kıştır, demeye getiriyorum. Ağustos 16'dan n'aaber? Kışa girdik kışaaa!


Sabah sabah da sucuk ızgara yedim yumurtamla beraber. Bu kadarcık hava muhalefeti yetmiş yani kulağıma kar suyu kaçırmaya, kışı özletmeye. İçime çorba çektirmenin sırasını getirmeye. Var mı başka diyeceğiniz?

Rendelenmiş üç küçük kabak sızmada çevrilecek, fazla pörsütmeden, henüz yemyeşilken kapanacak altı. Üç dört kaşık mısır unu yine sızmada, un kokusu gidene kadar derler hani, o anı kollayarak sürekli karıştırılacak, meyane hazırlığı yapılacak. Yarım litre süt, yine unlu bulamacı karıştırarak yavaştan eklenecek.

Bir küçük sakız parçası dövülerek, bol miktarda labne ile karışıma katılacak. Çekme karabiber ve tuz unutulmayacak. Az önce altını kapattığımız kabak rendesi katılacak içine.

Küçük bir kutu mısırın yarısı çorbanın içinde, kalanı da sofraya gelen tabaklarımızda süs olarak kullanılacak.

İncecik sızma gezdirin çorba tabaklarınıza, biraz da yeşillikle renklendirin.

Alternatif süsleme kızdırılmış tereyağında kırmızı biber.

Burada hafta sonu böyle böyle.


Kafa sesim... Ellerinden öperim Oya, valla. Evde krema olsaydı daha iyi olurdu, diyorsun ama beşamel mantıklı labne karışımı da fevkalade oldu. Bir de o sakız parçası... Amma da yaptın haaaa... Sahi kız, nasıl da akıl ettin de kattın o dövülmüş sakız parçasını oraya? Sakız kabağından filan mı çağrışım yaptı yoksa? Allah iyiliğini versin, çok güzel oldu yani...

Salı, Ağustos 12, 2008

Sıkma patlıcan salatası (13+)

Yıllar yıllar önceydi. Beyoğlu'nda Jorj'un Kulis'inde oturuyoruz. Ben daha bir hayli genç bir kadın. Barda herkesin birbiriyle halvet olduğu bir kalabalık var. Yanımda günün jönlerinden bir jön... Barın hemen dibindeki masada Zeki Müren ve İsmet Ay. Jön de jönlüğüne jön ama şaibeli. Rahmetli İsmet Ay gibi 'hala' diye seslendiklerimizden değilse de, güvenip 'yiğidim aslanım' diyebileceklerimizden hiç değil.

Zeki Müren'e hitabımız 'bey' şeklinde. Oysa o bana Ali diyor. Efendim kaşlarımdan sebepmiş. Ne de Ali MacGraw'a benzermiş kaşlarım, ah o kaşlarım. Külliyen yalandan. Maksat taraftar toplamak. Kız olarak doğmaktan öte, kendi özgür irademle sürdürdüğüm kadınlığımdan şaşırtmak beni. Ya tutarsa.

Neyse, biz orada neredeyse kadın kadına durmuş patlıcandan bahsediyoruz. Nedeni benim o yaşıma kadar ağzıma patlıcan koymamış olmam. Jön tutuyor bir patlıcan tarifinin ucundan ve temel pijamalı soyma girizgahının ardından verevine doğrama faaliyetine giriyor. Amacı beni patlıcana özendirmekse deeeee...; Zeki Bey, pek müstehcen kahkahalarından birini atarak fırlıyor oturduğu yerden, "Ayol n'aptttın ayoool, bütün bütün yiyeceksin patlıcanı bütüün bütüüüün..."

Bittim yani. Bittim. Sarıdan mora renk skalası yapan yüzümü, loş dükkanın barı arkasında duran dumanlı aynasından bile izledi millet. Yirmi yıl daha patlıcan yemedim, yiyemedim. Sonra günün birinde bir sevgili eğer yemezsem sevgisini geri çekeceğini ihsas edince başlamıştım patlıcana, salatasıyla. O gün bugündür...

Haa işte, o gün bugündür her şekle sokarım patlıcanı. Ağır yağlı yemeklerini değil de, iki kadeh attıran sofraların mezeleri arasına karışan buluşlarımı severim.

Artık okuma yazma bilen herkes okuyabilir...

Önce patlıcanları pijamalı soyuyoruz. Koyu çubukları ince ince olursa daha iyi. Yemeğimin oluşacak rengi açısından tercihim budur... Bıçakla dilimliyor, ufalıyoruz. Gelişigüzel, uğraşıp didinmeden ufalıyoruz işte.

Ufaladıkça bir kasede bol tuzla mıncıklıyoruz. Yine ufaladıkça kaseye katıp mıncıklıyoruz. (Dört tane orta boy patlıcan mıncıklanıp pişince bir avuç oldu. Ona göre davranıyorsunuz.) Derken yıkama faslı. Yıka yıka yıka, mıncıkla, aksın kapkara suyu. Yine yeniden mıncık mıncık, yıka yıka...

Bu arada nasıl oluyor anlamıyorsunuz ama çekirdek namına ne varsa hepsi terkediyor patlıcan parçacıklarını, dökülen suyla birlikte akıp gidiyor. Müthiş bir yöntem, haaaa değil mi?

Bir süre süzgeçte bıraktığımız patlıcan parçacıklarını, kağıt havlularla iyice kuruttuk. Sızma da tavada kızdı. Attık patlıcanları, kızartır gibi yaptık. Fazla öldürmeden, çiğnenecek karardayken karabiber çekiyorum biraz. Tuzu iyidir bence. Tekrar kağıt havluyla kızartma yağını kuruluyorum.

Sarmısaklı labne peyniriyle karışacak. Süs biberi tepesine patlatılacak. Maydanozlar çerçeve şeklinde çevre süsü yapacaklar. Bir de durdukça güzelleşecek lezzeti.

Durmadan mıncıklayıp sıktığımdandır ki adı sıkma patlıcan takılacak.

Yerken bayılmayın lütfen.

Toprakla buluşan İsmet Hala ve Zeki Bey'e hasret ve nusretle.

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

Yetiş ey mutfak yetiş imdadeee...

Memleketin halleri vicdan sızlata sızlata yol alırken, özelimde de karartmalar vazgeçilmez oluyor. En basitinden, Neco'nun dulu ve yetimi, sulu sepken sunucu eşliğinde program yapıyorsa mesela daralıyorum. Bakmamakla kurtulamıyorsun, haber almaya Habertürk izlemek yetiyor, dakka bir sokuyorlar VTR'yi* gözüne gözüne.

Madalya vermeli Neco'ya, hani bunca yıl nasıl dayandıysa diye bu baayanlara.

Sayın hanımefendinin haşemasıyla Ege sularını şenlendiriyor olması yalanlansa da, havantopu ucundaki Selimiye ürkütse de, ölüm küçücük Konyalı kızları sabah namazında yakalasa da...; olsun varsın!

Pamukoğlu Paşa'nın parti kurması kadar komik, iktidara geleceğini söylemesi kadar kahkahamı körükleyen acıklı durumlar yaşıyor olmam da sorunum olmaktan çıkıyor. Ankaralı bebeciklerin doğmaktan gayri bir katkıda bulunmadıkları dünyaya vedalarını da unutuyorum varsayın.


Var mı yok mu çipuram. Bir çipura nelere kadir. Buharda pişirince hele, Kedili Mutfaklar'da bu güne özel bir tarifle...

Defne yaprakları, biberiye dalları, deniz tuzu, taze çekilmiş karabiber; incecikten rendelenmiş bir koca diş sarmısak ve zencefil. Bir misket limonu; yarısının suyu, yarısının da tamamı. Sızması. Patates. Zencefilden ayrıca küçük parçalar, tadını artırmak için. Suyunu koyuyoruz buharlaşsın da çipuramızı pişirsin diye, kapatıyoruz kapağını.

Çok sürmez pişmesi. Küçük taze patatesleri kontrol edin, pişme süresi balığa da yeterli oluyor.

Çipura piştikten sonra sosu biraz daha kaynatarak yoğunlaştırmalı. Açtınızsa, içine beyaz şaraptan katmayı unutmamalı. Balığın tadına bakmadan yapacağınız ilk iş şu sosa ekmek bandırmak.

Sonra usul usul başlarsınız yemeye.

Yetiş ey mutfak yetiş imdadeeee...

... veya bir başkadır benim memleketim.

Artık dünya ahvâline girmeyelim.





* Video Tape Recorder demek oluyor!






Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Dünya'nın kedisi

Bitiremiyordum. Hepsi hepsi 209 sayfa olan kitabın 159. sayfasında kaldım da kaldım. Kitap yanıbaşımda her yerde, yatağımda mutfağımda kanepemde masamda banyomda... Benden önce benden sonra hikayeleri yazıyorum ona. Bir kitaptan, o kitaba dair onlarca yüzlerce yaşam türetiyorum.

Aycan yeğenimle Nurci gelinim NYC'den alıyorlar kitabı. Tam da Oya'ya göreymiş, nasıl bıraksınlarmış 18 millik hercümerç içinde?* Henrietta'nın maceralarına böylece dahil oluyorum. Dünyayı birlikte geziyoruz Wren** ailesi, Henrietta ve Helen Barnhart. Helen, kitabın eski sahibi, eski de dostum sanki.

Derken 159. sayfa geliyor. Bir kurt düşüyor içime. Bir acı haber saklanıyor sanki henüz okunmamış sayfalarda. Henrietta'ya dar geliyormuş gibi oluyor dünya. Strand'e düşen kitabının ilk sahibini, Helen'i bulmak istermiş gibi oluyor. Aklımı Henrietta'da bırakıyorum. Okuyamıyorum.

İki türlü kitap seviciyim. İlki tertemiz, benden önce ellenmemiş; çevirdiğim her sayfayı bana, sadece bana sunmuş sanki yazarı. Bu durumda işim hafif. Kitabı okuyorum. Yazarla aramda çıkan ufak tefek anlaşmazlıkları çözmek için okumalarıma kısa aralar veriyorum. Çözmüşsem devam, yok çözülecek gibi değilse eğer..., kavga edecek halim yok.

Kullanılmış kitap okumak derseniz bambaşka, umulmadık hazlar yüklüyor ruhuma. Kitabıma benden önce sahiplenmiş düşçülerin dişlilerine geçiriyorum kendimi. Geçmiş zaman kaleydoskopunda kayboluyorum döne döne. Çıtımı bile çıkarmıyorum, değil tartışmak.


Günlerden dün olduğunda, neredeyse üç ay süren Henrietta maceramı sonlandırmak, Helen'i bulup, "Nerelerdesin yahu, karşılıklı birer kahveye iki çift laf sokuşturalım," demek istiyor içim.

İki tık uzaktan bir çırpıda okuduğum, üç gün sonra Helen'in ölüm sene-i devriyesi olduğu. Kaç dakikada geliyor ya Henrietta'nın o beklediğim sonu? Kaç dakikada kavuşuyor Dünya'nın kedisi Henrietta sayfaların içinden başını yaslayıp mırmırlandığı eski dostu Helen'e?

Kitap bitti.

Ne Henrietta var artık ne de Helen. Bir ince acı sadece kalan, Dünya'nın kedisinden.

Paid Notice: Deaths BARNHART, HELEN.
Published: August 9, 2007
BARNHART--Helen., The Board and staff of Bideawee mourns the loss of our Board Member Emerita, Helen Barnhart, and wish to recognize her many years of support and advocacy on behalf of homeless cats and dogs. We extend our sincere condolences to her family.
http://query.nytimes.com/gst/fullpage.html?res=9803E6D7133AF93AA3575BC0A9619C8B63

Çarçabuk eriyen, kolayca kırılan, eriyiği her yere yayılıp parçaları taa oralara dağılan, sili süpürü temizliği güç bir yürek benimki.

Günlerden çokça duyarlı günlerim.

Tahminlerimin beni yanıltmadığı tuhafça günlerim.


* New York City "STRAND" 18 miles of books ( http://www.strandbooks.com/ )

** Christhopher S. Wren http://reportingcivilrights.loa.org/authors/bio.jsp?authorId=84