Kedili Mutfaklar

Perşembe, Aralık 30, 2010

Sarhoş çorbası, Yeni Yıl'a yeni lezzet

Her şey kendi rengince konuşur.
Can Yücel

Kendi adıma konuşuyorum.  Noel kırmızılarının etkisinden kurtulamamış olacağım.  Karyağdı efekti beynimin boşluklarında tozutacak.  Çam yeşillerinde Yeni Türkü söyletip Can Yücel dinleyeceğim kulaklarımdan. Çakır olacak keyfim.

Bana göre bakir olacak yıl henüz. Gazete okunmamış, TV açılmamış o zaman dilimi içinde sanki kimse kimsenin ırzına geçmemiş, kanına susamamış olacak. Sadece yeni doğan bebekler ağlamış olacaklar kaderlerine, geriye kalan herkes suskun henüz bana göre.

İşte o zaman bu zamandır. Yatmadan önce aklı yeniden başa taşıyacak bir çorba kaynatmalı, yeni yılda yeni kıyametlere doğru yol alınmaya başlanmalıdır.




Koyu kırmızısı bir gün önceden közlenip kenara koyulmuş etli biberlerden gelecek.  Yazdan kalma domates püresi de mutlaka bu kırmızıya yardakçılık edecek.  Et suyu kullanılırsa çok yakışacak ve de iki taşım kaynayıp tuzu kırtkırtlanacak.  Bııızzztlanınca çorba hazır olacak.  Elde var kırmızı.

Doldurunca nerede içeceksek oraya, tepesine henüz uyunmamış yeni yıl sabahlarının olmazsa olmazı sirkeli sarmısak gezdirilinip  beyaz peynir ufalanacak.  Elde var kar yağdının beyazı.

Yeşili kereviz yapraklarından alsak..., doğrusu hem renk hem kokudan yana en doğrusu olur.  Elde var çamın yeşili

----------

Haydi bakalım baylar bayanlar merdivenden kayanlar, kendinize gelin... 

Bol bol karabiber çekin bakalım şimdi de. 

Bir süre Allah rahatlık verip bizi uyutup uyandırdıktan sonra..., göreceğiz bakalım nerdeymiş o temizmiş beyazmiş yeniymiş falan sayfalar açmak?  Hani nerede bunun eskisinden farkı, nerede?

Yeni Yıl'a girmiş bulunuyoruz.



--------------------

Yeni yılda kendiniz ve sevdikleriniz için güzel şeyler yapın. Cebiniz %90'a varan indirimlerle ferahlasın. Gel keyfim gel, gelsin keyifler ;)

Perşembe, Aralık 23, 2010

Kereviz sapları her yere



Ben nerde kereviz sapları orada. Sallıyorum yeller gibi, kokusu alıp gidiyor mutfağı bir baştan bir başa. O saplar evde oldukça rahat yüzü görmem zaten, ille de içine girecekleri  bir tencere kaynattırırlar bana. İlle de bir kadeh votkaya iki yaprak attırıp içirirler.

Kendini zorla koklattırır yoksa yanımda; vermişse kokusunu kolayına geri almaz, terketmez ellerimi zira.

Biber bulguru barbunyası, yok daha neler


 

Biberlerim var, Çanakkale son turfanda, bahçe.  İki kahvaltı üç salatada falan yenmiş, durduk yerde ısırık ısırık tüketilmiş, halâ da var.   Tencereye girsinler artık o kalanlar, yanlarına soğan alsınlar, portakal alsınlar ve tabii ki yazımıza konu yapraklı kereviz saplarını alsınlar.   Az sızmada dönünce iki dakika, buzluktan haşlanmış barbunya fasulyesi çıkıp katılsın aralarına.  Bir avuç bulgurla kırt kırt baharatlı tuz, bir kaşık bal, daha daha burnumun çektiği baharatlardan...


Hindi butla fırından çıksın



Aldı başını gidiyor.  Her yere burnunu sokuyor.  Burnunu soktuğu her yer kokusundan inim inim inliyor.  Bu kereviz böyledir, sevildiğini bildiği yerde keyfine doyum olmaz.

Hindi butu da alır kereviz saplarını kenarına bir patatesle beraber, doyumsuz bir lezzet olur.   Yağsız tavada şöyle bir kızarır önce but, sonra fırına girer yandaşlarıyla.  Biraz uzunca pişer ama değer doğrusu.  Yok patatesini butunu haşlar da koyarsanız yine olur, daha az yanar fırın ama o zaman benim sevdiğim o diri tadı yakalayamaz.


Kereviz saplı brokoliye terbiye verince      

 

Yeşillerinin güzelliğine bakıp pişiresi gelmiyor insanın ama kıyıyoruz işte, haşlayıveriyoruz iki parmak suda brokoli ve kereviz saplarımızı.  Tencereden delikli kepçeyle çıkarıp geride kalan azıcık suyuna da sos yapalım bakalım.  Sızma, limon suyu, limon kabuğu tırtığı, zencefil rendesi, biber ve tuz kırtkırtı ile bir taşım kaynatıverelim. Bir de yumurta kırıp acele acele karıştırınca bir nevi terbiye olacak. 

Ne oldu ne oldu.


Yine mi brokoli, yine mi o saplardan  




Sebzeli poğaça hamuru gibi bir şey işte. Kara unu beyaz unla karıştırıp, beyaz peynir, süzme yoğurt, yumurta ve sızmayla yoğurdum. Günün esas malzemeleri olan brokoli ve kerevizle yan rollerdeki yeşillikler taze soğan ve maydanoz, hepsi incecikten kıyıldı. Ay çekirdeği de girdi içine, biber ve tuz da çekildi.

Adedi tanesi gramı falan yok malzemelerin. Ele yapışan, hafif akışkan bir hamur olacak. Sert olursa iki üç kaşık su katarak yumuşatıyoruz. Tepsiye, fırın kağıdına döküp yayarak yerleştirdim. Üzerine yine sızma, Urfa pulu ve deniz tuzu...


O pişip fırından çıktığında, Darjeeling demlenmiş hazırdı.

 

Pazar, Aralık 19, 2010

Pazarlardan bir Pazar


Hafta sonuna doğru Annem Selma gelecek. Kalmak istediği kadar ve üstüne de benim israrlarımı ekleyerek ne kadar kalabilirse artık, kalacak. Evin havası değişecek, namazlarına ayarlı düzen tutturulacak. Her gün taze yemekler hazırlanacak, onun saatlerinde yenecek. TV programlarına ayar verilecek, film ve dizilere kısıtlama, musikiye ağırlık getirilecek. "Yat hadi uyuklama buralarda," dediğinde yatılacak. Her sabah, "Yine mi kalktın erken erken a kızım, yatsaydın ya," diyerek hazır bekleyen kahvaltı sofrasına mutlu mutlu oturulacak.

Annem Selma gelecek.  Her yıl hepimizin evine kavanoz kavanoz, renk renk reçel yığan Annem Selma bu yıl reçellerin başında durup bekleyememekten, yorgun düşmekten sikayetçi.  İki üç çeşide inmiş, azardan kaynatmış...  "Sana şu küçük kavanoza ayırdım," derken içi sıkılıyor, belli.  Benim de.  Kaydı gitti zaman.  Dün gibiler bir zamanlar oldu.  Şimdiler meçhûl.  Umut geleceklere, kim kime dum duma zamanlara kaldı.



Bugünler öyle günler ki, ruhum yüreğimin sevinçlerine pırpırlarla eşlik ederken bir yandan da ağır ağır taşlar bastırıyor bağrıma.

Pamuk Kızım Kimsecik bahçeye çıkalı üç yıl oldu Kasım sonunda.

Ailemizin bebeği Melisa Kız kocaman oldu artık, dişleri bile var. Ablası Lucy hayatını yaşıyor, Melisa'ya sarılırken keyiften yusyuvarlak/dört köşe oluveriyor.

Teyzem Jülide de göç yolunda üç yılını doldurdu.  İçlerimizde kocaman birer boşluk; aile toplantılarımızda bir yanımız hep kırık, hep alçıda.    

 


Cancan kış uykularını kalorifer yanında konuşlandırdığım sepet veya kutusunda uyuyor.  Yılbaşı süsleri olarak yakın çevre ve komşularıma ördüğüm yün bebeklerden de beğendi kendine bir tane, alıyor koynuna, gel keyfim havaları...



Bebekleri fabrikasyon üretiyorum neredeyse.  Gövdeleri bitiyor önce, üçü beşi birden.  Dolum yapılıyor ve sıra saçlara suratlara geliyor.  Derken etiketlendirmeyi de akıl ettim bu sabah.  Bir zamanlardan kalan OK paraflı etiketlerimi dikivereceğim artık ellerimle yaptığım her şeye.

Benim icadım değil bu yünden bebecikler.  Taaa Körfez depremi zamanı, rehabilitasyon kurslarında öğretilmiş insanlara.  Üç beş derken onlarca almıştım bu bebeklerden, bir gencecik kızın yaşamına katkıda bulunabilmek için.  Bende gören ve eli yüne şişe alışkın herkes de başladı bunlardan örmeye.  Deprem Dede kadar ünlü olmasa da, çok yaygınlaştı yani Deprem Bebek.
   
Bu yıl da ben katıldım Deprem Bebek üretim kervanına.  Çift lastik ördüm, kendimce bir değişiklik yapmış olmak için.  Daha kolay sanki, minik bir çuval gibi oluveriyor hemencecik, kenar dikme derdi kalmıyor. 

Kime versem seviyor, seviniyor.
 


Annem Selma gelecek ya, ağzımı arıyor geçen gün.  Demiş ki Ablam Hülya, "Oya pek güzel amber reçeli yapar, nasıldı yaaa, sorsam da yapsam sana..."   "Sen iste yeter," dedim.  Dün suya yattı narenciye faslı.  Bu sabah erkenden mutfaktaydım, kaynatma hallerimde.  Hepsinden ikişer tane kullandım, portakal, greyfrut, mandalina, limon.  İki kilo da şeker.  Tarifi şudur:  Hepsinden birer taneye bir kilo şeker ;) 

Geceden bızzzztlanacak meyveler.  Kabuğuyla mabuğuyla doğrayıp atın aletin içine ve de bııızzzzzt.  Ben çekirdeklere çok dikkat ederim bu arada, siz de edin.  (Çekirdekleriyle yapılan reçeller tembel işidir, bunu bilir bunu söylerim!)  Kocaman tencerenize koyun bıızzzlanmış meyvelerinizi, suyunu da üzerini örtecek kadar basın tepesine, bırakın.  Sabah sabah ilk iş mutfağa girip, tencere muhteviyatına şekeri ilave ederek başlayın kaynatmaya.  Bu kadar işte.  İki üç köpüklense de karıştırın gitsin, alınacak kadar köpürmüyor çünkü.  Kestirmedim de, limon zaten içinde bol bol var diye.

Annem Selma ve Yeni Yıl geldi gelecek.   

Salı, Aralık 14, 2010

Tajarin, tavuk ciğeri soslu spaghetti



Torino civarlarındaysak eğer Piemonte'de dolaşıyoruz demektir.  Pek öyle dolaşmaya bayıldığım bölgelerden değildir, ağır sanayinin kurşuni karanlığına gömülmüş yerler gibime gelir.  İnce ince İtalyan keyiflerine mumla arayarak rastlanır.  İşte o keyiflerden bir miktar yakalanmış  günlerden bir gün, bir Torino mutfağında tajarin açılmasına şahit olmuşum meğer ben, deeee haberim yok.

Açılan hamurun tajarin olduğunu ve Piemonte özellikleri taşıdığını çeyrek asır sonra öğrendim.   

Tajarin, 00 ince un ve yumurtanın dozunda karışımıyla açılan oralara özel bir tagliatelle hamuru.  Kesildikten sonra üzerine irmik serpiliyor. Hamuru cıvıtmadan kolay tutturmak için irmik ve ince un karışımı ile yapanlar da var ama aslı ilk anlattığım. Bir kilo 00 una 12 yumurta..., yumurtaların sekizi bütün, dördünün de sadece sarısı kullanılıyor.

Yine Piemonte mutfağında, evde tajarin yapıldığında şaşmayan gelenek, tavuk ciğeri sosu ile yemek. 




Bu tavuk ciğeri pek matah bir gıda değil.  Besleme değerleri kedilere dahi tavsiye edilmez. Yine de seveni vardır.  Benim bacon karışımıyla oldurduğum patesi mesela, ağızlara layıktır.  Bu yakınlarda yapacağım yok galiba; tarifini burada, birazdan versem o zaman.*  Yılbaşı sofralarınızda özel bir lezzet olabilir.

Tajarin yoğurmalara hiç kalkışmayıp spaghetti n.5 Barilla integrale kullanarak yaptığım tavuk ciğeri soslu makarnamı da gönül rahatlığıyla yedirebilirim size.                               

 

Buyrun bakalım.  Dört kişiye bol bol 400-500 gram tavuk ciğeri, soğan, sarmısak, kırmızı çarli..., defne yaprağı, biberiye, kekik tazesinden ve de yürekler, ciğerlere yapışık satıldığından onlar da girdi sosuma.  Kırt kırt biberliğimiz tuzluğumuz çalıştı.  Sızma, beyaz şarap ve suyla kısık ateşte malzemeler iyice hallolana/yumuşayana kadar pişti.  Pişme bitince yine bir miktar tuz ve biber kırtlayıp, maydanozunu doğrayıp kapattık ateşi.

Al dente haşlanmış spaghettimizi tavadaki sosa katıyoruz, bir dakika kadar altüst ederek sallıyoruz tavayı.  Makarna suyundan da azar azar katılır bu arada tavaya.  

Tabağa alınınca da parmesan yayılır tepesine.  Yeniden kırtkırtlar çalışır...


Tavuk ciğerinin dile vurduğu sertçe lezzetten hoşnut olmayanlar, bu sosu yarı yarıya kıyma kullanarak da yapabilir.  Bu fikri havuzda yüzmeyi bitirip jakuzide keyif yaparken birbirimize yemek tarifleri yaptığımız İtalyan ahpabım, ahçı Andrea verdi. 

Torino'lu Andrea'ya, üstünden yıllar geçince kafamda hayal meyal lezzetlendirip şekillendirdiğim tavuk ciğerli makarnayı sormuştum. 

Tajarin meselesi de oradan, onun başının altından çıktı zaten. 

Bir gün bana tajarin yoğuracağı sözünü verdi. 


tavuk ciğeri & bacon pate:  Bir orta boy soğan, tereyağı ve sızma karışımı az yağda kavrulur. 250 gram ciğer ve 150 gram bacon kavrulan soğanlara katılır, iki dakika sotelenir.  Defne yaprağı, kekik, karabiber, tuz ve biraz su ilavesiyle pişirilir.  Bir dilim bayat ekmek içi ile bııızzztlanırken rom veya whisky katılır.  Aynı tarif dana ciğeri ile de yapılabilir.

Pazar, Aralık 12, 2010

Palamut sott'olio


Bir elimde cımbız, diğerinde palamut fileto.  Etlerde kalan kılçıkları ayıklamaya çalışıyorum.  Tüh ama tüh valla.  Bu işi önceden yapmalıymışım.  Balıkçının filetoladığı ve benim yağda palamut yapmaya niyetlendiğim parçalar kandan arındırmak maksadıyla kaç gündür suda yatmaktan yumuşamışlar zaten.  Ahmet'in o hiç zedelenmeyecek diye bastıra bastıra anlattığı palamut etini, ben derisinden ayırmak ve kılçıklarından arındırmak için uğraşarak da hayli hırpaladım.

Yapmış olmam gerekeni yapmamışım yani.  Kulağıma bir küpe daha takıldı; merak etmeyin daha çok yer var :)

"Kuzen Ahmet'in aşağıdaki yazısında anlattığı lakerda işi uzun iş!" diye düşünen benim gibiler adına, palamuta takla attırmak gelmişti içimden. Gazeteci tabiridir hani, aynı olaya değişik açılardan bakıp yazar da yazarsın.

Bir kere takoz yerine fileto kullanırsam yapım işleminin uzun bir kısmını atlamış olurum. Kavanozda lakerda yapmak niyetim, sızmaya basacağım. Biraz İtalyan olacak tarz itibariyle, sott'olio.



Nerede yanlış yaptım, nasıl yapmış olmam gerekiyordu peki? 

Öncelikle balığın derisini de balıkçının alması gerekiyordu.  İki gün suda yatmış balığı ittire kaktıra derisinden arındırmaya çalışmam olacak iş değilmiş.  İkincisi,  ince kılçıkları filetoları suya yatırmadan önce cımbızlamak durumundaymışım. Bu işlemi sert balık etine hep uygularım kolayca çıkar kılçıklar, sudan çıkmış balığa sökmedi!  Üüüç, suya fileto olarak değil de dilimlenmiş olarak koysaydım çok iyi olurdu.  Bu üç yanlışım balık etinin hırpalanmasına neden oldu.

Şansıma küsüp geri adım atmak yok tabii, yola devam.  Limon dilimleri, deniz tuzu, taze defne yaprakları ve küçücük ama acıcık mı acıcık bir süs biberi ile katkatlayıp bastım balık parçalarımı kavanoza.  Sızmayı kavanozun dibine inene kadar bekleye bekleye ağır ağır döktüm tepesinden.

İstanbul soğuğuna bıraktım kavanozumu, pencere önüne.   




Görsellik sıkıntısı çekeceğiz değil mi sizce sunumda? 

Size öyle geliyor.

Palamut sott'olio belki kızarmış ekmeğe sürülen avokado üzerine didiklenerek bir nevi bruschetta'ya dönüşecek..., belki az daha ezerek kapari süsleri ile renklendirilip sürsür şeklinde kullanılacak...,belki bol yeşillikli bir makarna salatasını lezzetlendirecek...

Takla atacak yani bir şekilde...

Yapılan yanlışların farkına kimseler varamayacak.

Oya da keyfinden göbek atacak. 

Perşembe, Aralık 09, 2010

Ahmet'le lakerda yapsak

 
Ahmet dediğim Ahmet Cansever, benim Kuzen Ahmet'tir.  Gırtlağına düşkün, mutfağına hamarattır.  Deniz mahsullerine girişti mi hele, yemeye doyum olmaz, kıvamına lezzetine pek dengelidir eli.  Gourmet desem de, olur mu olur...
 
Lakerdayı rahmetli Teyzem Jülide usulünde yapıyor.  Ahmet Kuzen'in yıllar öncesinden devralınmış lakerda tarifi onun kaleminden yıllar sonrasına da kaydolsun istedim. 
 

Lakerda'nın rahmetli annemden öğrendiğim ve yıllardır yapılagelen tarifini sizinle paylaşmak istedim. Bu tarifin annemin çocukluk ve gençliğinin geçtiği Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Sarıyer-Yenimahalle'den yani çok kültürlü bir mozaik içinden çıktığını ve nesilden nesile bizlere kadar eriştiğini de eklemek lazım. Şimdiye kadar yakın çevremdeki meraklılara bu reçeteyi hikayesi ve uygulamasıyla birlikte aktardım ve aktarmaya devam ediyorum.

1)Lakerdalık palamut taze ve yemsiz palamuttur; tercihan büyüklüğü 5'lik (1 kasaya 5 adet sığan büyüklükte) olmalıdır. Yemsiz palamut aç palamuttur (ya kendiniz galsamayı sıkarak su gelmediğinden emin olunuz ya da balıkçınıza güveniniz). Dikkat lodos balığı almayınız!


2)Palamutun ortasından 4'er parmak genişliğinde 2 tekerlek kesiniz, yaka ve kuyruk yemeklik için ayrılır, karnı balığı zedelemeden dikkatlice temizlenir (bu işlemi balıkçınıza da yaptırabilirsiniz). Karın içindeki hem barsaklar hem de zar içindeki kan temizlenecektir. Dikkat! Bu işlemler sırasında ve sonrasında daima çok keskin ince sırtlı ve ensiz 25-30 cm'lik bir bıçağa ihtiyacınız olacaktır. Keskin bıçakla zedelemeden tek seferde kesim yapmak önemlidir.


3)Tekerleklerin omuriliği (dikkat! omurilik kılçığın sırta yakın olan tarafındaki deliktedir) yorgan iğnesi ya da süpürge çöpü ile ittirilerek dikkatlice dışarı alınır, omuriliğin tam olarak çıktığı tekerlek üzerinden ölçülerek garanti edilir (içerde kalan küçük bir parça balığınızı kokutur!).


4)Temizlenmiş tekerlekler bol soğuk su ile yıkanır (palamut hiçbir zaman doğrudan musluk suyu altında tutulmaz yoksa çabucak zedeleniverir)


5)Yıkanmış tekerlekler tercihan cam/porselen vb. derin ve kapaklı bir kapta üstüne çıkacak kadar su+buz karışımı içine alınıp buzdolabında 1 gece bekletilir, ertesi gün pembeleşmiş su dökülüp temiz su ile takviye edilir ve gerekirse 1 gece daha pembe renk kayboluncaya kadar beklenir.


6)Kaptaki su renksiz veya çok hafif pembe olduğunda tekerlekler sudan çıkarılır ve kağıt havluyla nazikçe kurutulur, su dökülür, kap kurutulur. Tercihan toz şeker tanesi büyüklüğüne öğütülmüş kaya veya deniz tuzu tekerleklerin derilerine değmeyecek ancak alt ve üst çıplak yüzeylerini max.1 mm kalınlığında örtecek şekilde kaplanır ve içi kurutulmuş kap içine yerleştirilip kapağı kapatılır, buzdolabının orta sıra rafına yerleştirilir.


7)Bir gün sonra kap içinde birikmiş olan su (reverse osmosis: tuz içeri - su dışarı) boşaltılır ve yeniden buzdolabında bekletmeye devam edilir. Suyu boşaltırken tuzların dökülmemesine dikkat edin, ya da dökülen kadar-fazla değil- tuzu tekerleklerin alt ve üstlerine ekleyiniz. Lakerda kabınızı 4-5 gün boyunca kontrol edip biriken suyu aynı şekilde boşaltınız. 5 günden sonra su birikimi pek olmaz, tekerlekler artık sertleşmişlerdir, bunlara takoz da denir.


8) Kesim için 10.cu günü bekleyiniz. Tekerleğin çıplak yüzünü kesme tahtası üzerine yatırınız ve keskin lakerda bıçağınızı sırasıyla orta kılçığın her iki yanından aşağıya indirerek kılçığı çıkarınız (kılçık üzerinde kalan eti sıyırmayı unutmayın, en lezzetli yeridir!).


9) Elde ettiğiniz 2 yarı silindirin derilerini bıçak ucu yardımıyla tulum çıkarınız, karın tarafında kalan kılçıklı bölgeyi de fazla zedelemeden keskin bıçak yardımıyla temizleyiniz. Yarı silindiri geniş yüzeyi kesme tahtasına yatırarak 2-3 mm kalınlığında kesiniz (zedelemeden, keskin bıçakla ve adeta tereyağını keser gibi).


10)Kesilmiş dilimleri tercihan beyaz porselen kayık tabak üzerine tek sıra dizip yemekten hemen önce üzerini sızma zeytin yağı ile örtünüz, limonu sıkmadan limon tekerlekleri ile süsleyiniz (Yemeden önce yarattığınız sanatı seyretmeyi ve fotoğraflamayı unutmayınız!). Lakerda zeytin yağı içinde (hele limonlusunda) 1 günden fazla bekletilmemeli, lezzetinden kaybeder. Bundan sonrası size kalmış, hangi şişeyi açarsınız bilemem. Bana göre taze ekmek yanında mutlaka rakı olmak zorunda değil, beyaz veya kırmızı şarap da mükemmelen gidiyor.


11) Bu lakerdanın ömrü 3 ayı geçemez. Salamura içinde yapılanların ömrü daha uzundur ama yapımı çok meşakkatlidir.


Not: Lakeridas hikayesi


Kolay gelsin & afiyet olsun.



Ahmet Cansever

Cuma, Aralık 03, 2010

Siz görmeden atıştırdıklarım

  Yeşil soslu karnabaharım




İki parmak suda haşlandı karnabahar. Tabii tencere kapakları buhar kaçırıyor diye ben sıkıca folyoluyorum böylesi az suda/susuz halledeceğim şeyleri.  Pişme ayarı da bence diri olmalı, çamur gibi yemeklere itirazım var malûm.  Kıtırtısı çıtırtısı olacak yediklerimin. 

Oldu karnabaharım tam da o minvalde, çıktı tencereden ve alındığı tabakta buharı pofur pofurdarken sızma gezdirildi üzerine.  Haşlayarak, zeytinyağlı limonlu falan yediğim her şeye, her zaman bu muameleyi yapıyorum.  Güzelce çeker içine o zaman sızmasını, 'içer' yani eski bir mutfak tabiriyle.
 



Küçük yeşil çukur tabağım anlatsam en kısasından seksen yıllık tarih yazar.  Salonumuzda yer alır, gözümüz gibi bakılırdı.  İçinin çiçekliği, heykelciği gibi aksesuarları bir bir yok olup tabak başına kalınca mutfağa aldım onu.  Canım neyi yeşilde görmek isterse onun içine koyuyorum. 

Karnabahar oraya girince, bir de yeşilli sos çekmez mi gözüm gönlüm?  Maydanoza gitti elim.  İki katı yumurta, süzme yoğurt ve sarmısakla bııızzzztlayıp seveceğim kesin olan lezzette bir sos hazırladım.  Çılbır denen sarmısaklı yoğurtlu yumurtaya nasıl olsa bayılmam mı ben, oradan yola çıkarak işte...   


Fırında biberiyeli kabağım




Kabaklarım ince ve küçük boydalar.  Ortalarından ikiye bölerek balıksırtı döşedim onları  fırın tepsisine.  Çarli kırmızısının yeşile meydan okumasına bayılıyorum, irice de doğradım, iyice gözüme gözüme girsinler diye.  Yarım limonun kabuğunu tırtıkladım, suyunu sıktım.  Sızmasını gezdirdim.  Biberiye taze taze, menşei malûm mutfak penceresi önü.  Baharatlı tuzum zaten ağzımın başlıca tadı.  Siz de mutlaka yapın, sonra da o tuzsuz yapamayın e mi?



Fırından çıkışının bir kokusu var, bir kokusu var ki, muhteşem.  

Yeme şekliyle de kişiye özel olsun. Bana özeli sarmısak ezip az sızmaya, inceden gezdirerek üzerine; ızgaraların yanına ya da zeytinyağlı niyetine...

Ey kabak eeeyyy, sen neymişsin be. 


Mantar soslu pennette integrale'm



Sağolasın Barilla, getirdin tam buğdaylı ürünlerini taa bize kadar ya, az daha çeşitlendirsen olmaz mı?  Vazgeçiyoruz işte yavaş yavaş, biz bilinç düzeyi gelişmiş türkler, beyaz undan.  Koysan önümüze her tipini bol bol da, aralarından seçip yesek.

Üç çeşit arasından Pennette rigate alınmıştı.  Mantar sosu bu esmer makarnalara pek yaraşır, aaaa evde mantar da mı varmış?  

Yapılan sos aynı zamanda italyanların antipasto (yemek öncesi) olarak yedikleri enfes bir lezzet.  Mümkünse yıkamadan, mantarları süngerleştirmeden temizleyelim.  İncecik bir bıçakla çok kirli kısımlarını soyup kalan taraflarını da nemlendirilmiş kağıt havluyla ovarak yaparız bu işi. 

Dilimlenir mantarlar ve azıcık sızmada, bir de kuru süs biberiyle iki dakika çevrilip yumuşatılır.  Kıyılmış maydanozu ve iki üç diş sarmısağı da katarak üç beş dakika daha döndürdük mü iş bitmiştir; tuzu ve karabiberi kırt kırtlanır sadece.  Ben ikinci aşamada limon kabuğu da tırtıklıyorum içine, pek yakışıyor.
   


Yaptık madem hakkını verelim, parmesanını bol tutalım; ince rendelenmiş haliyle önce makarnasına karıştırıp, peynir sıyırıcı veya sebze soyucu ile dilimleyerek tabaklara da  katalım.  Fazladan karabiber kırtkırtı da hem süsler hem de lezzetler bu makarnayı.


Ihlamur çiçekli pırasam




Patates ve soğanları serçebaşı.  Pırasaları incecikten almışım zaten, onlar da aynı büyüklükte doğranıyor.  Havucu rendeledim, yemeği serpme serpme renklendirsin istedim.  Sonra da pırasa gibi pişiyor işte, sızmasıydı tuzuydu, az şekeriydi falan... 

Tabii bu kadarla kalmayacak.  Bir kocaman tutam ıhlamur çiçeği katılacak içine.  Fark atacağı yer burası olacak. 




Şu hep pırasa gibi yediğimiz pırasa bir ıhlamur çiçeği dokunuşuyla bambaşka oluverdi işte.

----------  

Hafif ve birbirinden lezzetli yemeklerimi sundum. 

Sağlıklı yiyin. 

Kalın sağlıcakla.