Limon da limon, illâ ki...
Önce limoncuklarımın boyunu posunu gösterelim bakalım. Normal boyutta limonların yanında bebecik kalıyor bu yeşil limonlar. Öyle çoklardı ki önce sağa sola, votkacılara, kullanmayı bilenlere özleyenlere filan dağıttım. Sayesinde cin tonikler içildi, limonatalar lezzetlendi, birkaç damlasıyla çayı Hintlilerin limon aromalı çay tadından bin güzel etti, acımsı ekşisiyle salatalara nerden geldiklerini şaşırtı...; daha daha anlata anlata bitiremem ben bunların mutfağımda nelere kadir olduğunu.(Bakınız naneli laymonata 29 Temmuz, 2006 http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2006/07/naneli-laymonata.html#links )
Hintlilerin limon çayını nasıl yaptıklarını anlatırım ama. Çaydanlıkta ısınmaya başlayan suya çay ve limon suyu koyularak kaynatılacak. Şeker arzuya göre! Veya evdeki limon aromalı Hint çayını kullanarak, üstelik ipek kese içinde, sırma bağcıkla bağlı.

Yine de bir hayli limoncuk kaldı buzdolabı çekmesinde ve günlerce, "Ne yapalım bakalım sizden," sorusuyla karşılaştı zavallılar.
Limon turşusu diye Google'a girince Özgül, Dilek, Ev Cini ve dahası var..., tarafından hazırlanmış olanları bulacaksınız. Bu da yeşil minik limon / lime turşusu olsun bakalım, katılsın aralarına.Nedenini anlamadığım bir adeti var bu işi yapmanın. Limonlar boyuna dörde bölünecek ama tepelerinden tutar bir nokta bırakılacak. Peki o zaman, işe böyle adeti veçhile başlamakta yarar var; gerisi bana nasıl eserse devam eder.
(Yeşil limon turşumun iki hafta sonraki hali. Solunda sek votkalı siyah üzüm, sağında ise şekerli votkada kızılcık nöbette.)
İçine sivri süs biberleri, deniz tuzu, limon suyu, sarmısak dişleri ve su koyduğum yeşil limon kavanozumu altüst ederek ve kâh tepetaklak, kâh dikine bırakarak iki hafta beklettim. Malzemenin su yüzüne çıkmaması için pişirme kağıtlarından kullandım. Bu iş için kağıtları buruşturup kavanoza tıkıştırıyoruz.
Bugün, yani ikinci haftanın sonunda tadına baktım. Daha çok sert ve içine değişik kokular karıştırmak gerekiyor. Kereviz sap ve yaprakları, defne yaprağı, kocaman bir kekik dalı, biberiye, zencefil; hepsi de taze taze, bence bu iş için mükemmel.
Biraz daha da limon sıkmalı..,
daha şık bir kavanoza koymalı...,
kavanoz içindekileri bu sefer kağıt yerine limon kabukları ile bastırmalı...,
zamanı gelince icabına bakmalı.
----------
Limon turşumun iki hafta sonraki durumu: limonları yıkayıp temiz bir kavanoza geçirdim. Dışarıda durduğu için kapağa yakın yerler beyazlanmıştı biraz. Suyunu da tel süzgeçten geçirerek yeni kavanoza aldım. Yeniden bir limon ve laf olsun diye bir de mandalina suyu sıktım içine. Artık buzdolabında duruyor.
Annoya'm, "Haftadan artan haberleri yazalım mı?" dedi. Ben de hazır bilgisayar başındayım, yardım edeyim bakalım, patilerime yapışmaz ya...
Mevsimi değil ama bizde var. Kokusundan mutfağa girilmiyor üstelik. Edremit dağlarından toplamışlar, Çiğdem Abla da koymuş kargo kutusuna, yallah İstanbul. Kutuyu açarken Annoya dokuz sekizlikti zaten, bir zilleri eksik.
Bayramlık likörler sıram sıram kuruldular mutfağa. Bizim deliye her gün bayram olsa da, el öpmeye gelenlere ikramımız hazır. Hoş, ne güzel bir anlatımdır, "Herkes deliye hasret, biz akıllıya..." Valla billaaaaa.
İlk defa başıma böyle bir iş geldi. Bari keyfini çıkarayım bakalım. Otur Annoya'm sen de yanıma, başımı sev yavaş yavaş, minik sesinle mırıldan benim gibi...
O kocaman karpuzu ne zaman keseceğiz diye merak ediyorduk. Annoya Pazar sabahı aldı bıçağı eline, tam karpuza batırdı batıracak, çatır da çutur çatlayıp patlamaz mı karpuz? "Hiç böyle şey görmedim," dedi Annoya. Sonra elleriyle parçaladı koca karpuzu. Çok komik ve çok ilkel bir görüntüsü vardı. Ben ve oğlum Cancan mutfakta durup güldük eğlendik. Yere sıçrayan karpuz çekirdeklerini kovaladık, yaladık.

Komik bahçıvan her kabağa bir yatak yapmış gazete kağıtlarından, hayli de varmış üstünde. Bir iki tanesi yerdeymiş ama diğerleri bitkinin tepesinde büyüyormuş. Annoya'mız ilk defa tatlı kabağını yetişirken gördüğü için, sık sık kontrol ediyormuş. Sahi bunlar kocaman olunca nasıl duruyorlar dal üstünde?


Köfte bildik bir lezzette ama ne?




Favayla, turşuyla iyi gider. Varsa, yanında ekşi kremaya bayılır. Sizde acılı bir fasulye olur mesela kuru veya barbunya, onunla da çok yakışır. Keşke bende de olsaydı.
(Kuru olanlar geçen yıl Bozcaada'dan geldiler, Ablam Hülya getirmişti. Ye ye bitmedi tabii ve yanına bu yıl Edremit'ten Çiğdem'den gelen tazeleri de asıldı. "
Herkesler çocuklarını Ikea’ya götürüyorlarmış. Oyuncaklar filan varmış, hattâ mama da satılıyormuş diyor Annoya’m. Biz kedi çocuk olduğumuz için götürülemiyoruz öyle yerlere. O da n’aapmış, mama önlüklerini bize getirmiş.
Yine ortalığı birbirine katıyorum. Bana ve oğlum Cancan'a hiç kızılmaz bu evde. Çocuklara kızılmazmış çünkü.
Kızdı mı öper bizi Annoya, sevdi mi öper, hoyrat hoyrat burnunu sokar tüylerimize öyle öper, böyle öper... Yoksa ben ve oğlum bu dünyanın en çok öpülen kedileri miyiz?
Mutfakta yerimizi aldık. Bekliyoruz. Boşa çıkıyor beklentimiz. Kolide bize göre şeyler yok. Çıkanların arasından, Oğlum Cancan yanlışlıkla süs biberi yaprağından yemeye çalıştı. Öööö yaptı sonra. Annoya ağzına süzme yoğurt sürdü hemen. O biberler zehir gibiymiş, ya zehirlenirseymiş oğlumuz mazallahmış. ..
Annoya ganimetlerini yıkadı. O üzümlerden yine geldi. Bağ bahçe yıkılıyormuş Şarköy'de, süper hasatmış bu yıl.
Canımın istediği lâpa olunca hemen yaptım. Domatesli yaz lâpası. Acele, kolay tarafından. Nasıl da keyifli yedim anlatamam, hafiften Urfa acısı da gezdirince hele üzerine.
O ara aklıma kızarmış pirinci ne kadar sevdiğim geliyor. Diyorum ki kendime, "Aç şunun altını iyice, kurusun kızarsın, kızarmış lâpa olsun..."

Rağmen, rağmeeen bütün bu dediklerime, sen kalk az önce git çorba kaynat. Tabii önceden bilme o yaptığın / yapacağının çorba olacağını. Maksadın, dolabın sebzelik çekmecesinde duran iki havuçla bir minik lahananın dörtte birini haşlayıp yemek olsun sadece. İki patatesle iki soğan da girsin işin içine sonradan, elimiz bol ya. Allah kimseyi gördüğünden ayırmasın.
Huriye komşum köyünden dönünce ev biber doldu. Kaç çeşit bunlar? Çok çeşit, işte ondan biber&biber. Lakin dört küçücük patlıcan da katılmış yanlarına, ki onların da pişip meydana çıkması gerekiyor eş zamanda. Bu arada biberlerin seyir zamanı doldu dolacak, ki şükürler olsun, “Miiiyyk ben Remy.” Artık tanışıyoruz ya...
Kızarmaya başladıklarında çevirmem gerektiğini de Remy’den öğrenmeyeceğim, e yok artık. Remy uslu uslu otururken ben mutfağa giriyorum ve daha fırının kapağını açarken al sana, "Viiiiiiyk..."
Remy, saplarından tuttuğu gibi iki üç bacaklı kesiyor onları. İçlerine bol dil peyniri koyuyor. Yaldız tepsiyi kenarlarından buruşturarak küçültüp tekrar fırına koymak üzere hazırlıyor. Ve deeeee, mısır unu, çekme biber, caribbean jerk* ve tuzu fırın torbasında karıştırıp bir koca somon parçası sokuyor içine. Peynirli patlıcanlarla birlikte aynı zamanda fırına veriyoruz, yan yana.
“Hani yemek yoktu? Dışarı çıksa mıydık hani?”




