Kedili Mutfaklar

Pazar, Nisan 26, 2009

Enginar yemenin pornosu

Bu halim hiç bildiğiniz hallerimden değil. Çok özelim olan hallerimden. Yakın saflarımda ancak ve ancak sevgiliydi kocaydı tayfasından biri olabilir/di ki, şimdilik bitti bu ayaklar; yalnız yaşıyoruz bu sahneyi.

Hepi topu durum enginar yemeyi gerektiriyor ama mahreme açık değil. Feci şehvetli. Tek tek yolaraktan, emerek ısıraraktan, yalanıp yutkunaraktan... Salyası da süzülüp akıyor insanın bazı dudak kenarlarından.

Adabıyla yemek yemeyi bilenlere anlattığımı varsayıyorum. Yoksa genelgeçer yemek yeme tarzı zaten bu olanlar var, anlamayacaklardır beni.


Akşamımın yemeği iki enginar, üç baş sarmısak, iki dilim ekmek, rakı. Rakı değil de beyaz şarap olsaydı daha daha gırla keyif olurdum ama olmayışının nedeni var. Açıklayacağım tabii.

Olay iki enginarla başlar. Şu bizim Şemsipaşa Şok'u sınırlarına yakın enginarcımız son anda enginar çeken canım için en iyi adrestir.

Mutfağa buyurup, enginarları yıkayıp, tepelerinden hafifçe tıraşladıktan sonra yaprakları şöyle dışa doğru açmaya yelteniyoruz. Bir kaç diken darbesi alıyoruz, özellikle de çok acıtan tırnak diplerine doğru. Geçmişte bu durumu hatırlamak üzere kendimize çokça söz vermiş olsak da unutmuş oluyoruz, birkaç gün canımız acıyor.

Küçük fırın tepsisine oturttuğumuz her bir enginara yarım limon suyu ve halisinden bolca sızma akıtıyoruz. Bol tuz, taze çekilen karabiberle birlikte tat ilavesi için yeterli. Limonun kabuklarını da yanlarına koyalım, enginar saplarını da ayıklayıp koydum ben ve bir parmak su ilave edelim tepsiye.

Folyoyla sıkı sıkıya kapatılıyor tepsi, sıcak fırına veriliyor. Tepelerinden açıp çiçek gibi yapılan sarmısak başlarını da tuz ve sızmayla ödüllendirdikten sonra aynı tepsinin kenarında veya ayrı bir folyoya sararak fırına koyuyoruz.

Enginarları çok fazla pişirmek söz konusu değilse de uzunca kalıyor fırında, diyelim ki en az bir saat 200 derecede. Benim setüstü midi fırınım da az saar (sağır) ya neyse...

Şimdi iş yemeye geliyor. Önümde mutfak önlüğüm takılı vaziyette bırakılmış, boynuma kocaman bir peçete bağlanmış. Yanımda destesinden kolayca ayrılabilan ıslak ve kuru mendil çeşitleri. Bu önlemler temizlikten ziyade sızmaların kollardan dirseğe akmasını önlemeye yarıyor. Rakı bardağımdan içmeye yeltendiğim her yudumda bir temiz mendil de bardak çevresine sarılıyor.

Şarap neden içilmiyor peki? Yani şarap servisimi zor yaparım düşüncesiyle. Soğuk dursun diye alınacak önlemler var, üst baş yağ içinde, kalk otur; velhasılı kelam koca bardak rakımı doldurup bir yandan da televizyona yamanmak işime geldi. Seçili film izleniyor ki kumanda kullanılmasın, telefonlara cevap verilmiyor üstelik.

Sarmısak dişleri bir yandan, enginar yapraklarının dipleri bir yandan emilip ağızda şıpırdatılıyor. Tepside kalan lezzet ötesi su, kaseye alınmış, ekmek batırılıp höpürdetiliyor. Çıkan sesler önlenemez ve zaten önlenmesi de gerekmez. Nasıl da erotik. Eski Alman yapımı pornolarda 'aaaaah yaaaa ohhhhh yaaaaa' çığırtıları vardı, koy arkasına film müziği diye, o kadar olsun yani.


İki saate yakın süren bu keyif bitiyor sonunda. Üstüme başıma bir çeki düzen versem, verecek gibi değilim. Enginarlarımın şekli bozulmasın diye içinden almadığım tüyleri de saçıma başıma bile yapışmış üstelik. Bir güzel duş paklar beni.

Film de bitti.

Yapın demiyorum, yapanı da Allah islah etsin.

Çarşamba, Nisan 22, 2009

Kavun kelek çıkarsa ya?

Kavun küçücük ve pek ehl-i keyif duruyor ama tadı eh işte, kabakgillerden olduğunu inkar etmiyor. Böyle olmaz. Ben durumu yumuşatır, onu sevdiğimi böyle de yenebileceğini söylerim ama başkaları anlamazsa ya? Hani tutar da kelek derse biri?

- Benim kavunuma haaaa? Kelek dedin haaaaa?

- Al sana, al sana, dan daaaan daaaan.

Gitmeyelim fail-i meçhule...


Konumuz garip kavunu kurtarmak adına yapılan faili belli bir lezzet girişimi. Önce iki minicik parça damla sakız dövmesi, az muskat rendesi ve file dedikleri kesimde şamfıstık parçaları Peysan ricotta peyniri ile halleşecek. Sonra da bu karışım, içi çekirdeklerinden temizlenmiş kavuna doldurulacak. Kesilen kapağı yeniden kavunun tepesine geçirip streçleyin sıkıca ve dolapta dinlensin.

Çıktı dolaptan, kesiliyor. Tam da o sırada akla iki fikir arz-ı endam ediyor. Daha daha keyiflenmeme vesile oluyor.

İlki bu küçücük kavundan shot votka yanında yararlanmak. Vakit akşamın o vakti zaten. Dondurucuda duran shotlıklara, yine dondurucuda demlenen votka, dondurucunun içinde doldurulur.

Shotlıklarımızın buğusunu kaybetmeyelim dikene kadar shotımızı, değil mi efendim?

Gitti iki dilim, elde var iki.

İkinci iki dilim tatlıya dönüşecek. Ayva tatlımsı/reçelimsim* dolaptan çıkarılacak. Peynirli kavun dilimleri üzerine birkaç ayva parçası süs oldurulup, ballı suyundan da daha daha üstüne gezdirilecek.

Sahi yaaa, aklıma iki faili meçhulün failleri takılıyor ikidebirde.. Gay çocuğu kapısında kurşunlayan(lar), liseli kızın kafasını kesip çöpe atan(lar).

Kavunla ne ilgisi var derseniz; durumlar kelek geliyor bana.

Odur ilgisi.


http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=ben+koydum+annem+kald%C4%B1rd%C4%B1


Pazar, Nisan 19, 2009

Bakla nasıl yenir?

Taze sarmısağın keyfi taze baklanın tezgaha çıkışıyla hâd safhaya varır. Taze baklamız Annem Selma usulü pişer her daim, bol soğanı, sızması ile. Dereotu kuşanır piştikten sonra yerleştiği tabağında. Yenmekteyse eğer, yanına yoğurdunu alır, taze sarmısakları da kıtır kıtır kıtırdattırır adamın ağzında. *

Derken kafama taze iç baklaların kabuklarını ayıklayıp fava yapmayı sokarlar. Kıyar zamanıma ayıklarım bir güzel. Taze soğanı bol katar, azıcık da kereviz yaprağı eklerim. Neden? Çünkü kereviz tadına ölürüm biterim... Bir küçük patates de doğramışım, ki bunun nedeni baklalaların gözüme pek az görünmesi. Artıralım bakalım yemeğin hacmini, bir de eklenen patates tadının baklayla ne kadar evlendiğini görelim.

Pişen bakla yemeği limon suyu eklenip bızzzzt edilir. Bu fava şekli alması için atılacak en kolay adımdır. Tadına bakılır ve iki kepçesi derhal suluca haliyle çukur tabağa alınıp yarı çorba yarı yemek gibi kaşıklanır. Aklıma sonradan düşüp, rendelenen hellim peynirini kızgın tavada iki kere çevirip bu çorbamsıya katınca, içten gelen bir neşeyle iki kere zıplamak istenir**.

Kalan da soğuyunca fava olur. Hep bayat bakladan yapılan ve kuru bakliyat kokusu taşıyan bu yemek, bu sefer taze baklanın taze güneş kokusunu taze patatese de yapıştırır.
Eşsiz lezzette sızma, üzerinden bir daha şöyle bir gezdirilir.
Acı biberiyle dereotu, af buyurun pezevenklik ederler.
**Dip not olarak eklemek gerekirse, müsait değiliz, zıplayamıyoruz!

Bakınız: http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2007/06/kekikli-i-bakla-yahnisi.html

Salı, Nisan 14, 2009

Pilav biiir, pilav ikiiii; çalakaşık bahar

Aile mutfaklarımızın sınırlarından içeri sokulmuşluğu hiç yoktur. Doğrusunu isterseniz düne kadar duymuşluğum da yoktu. Farz-ı mahâl duysaydım, burun kıvırıp pis pis sırıtmış olacağımdan da eminim.

Büyük söylemeyeceksin.

Kavanozun dibinde kalmış bir bardak kadar baldo, elimde köfte şekline dönüşmeyi bekleyen 400 gram kıyma, mutfaktaki ileri geri hareketlerime başlamaya tam başlayacakken...

Uzun lafın kısası kıymalı pilav yaptım, çıktım işin içinden. Sızmada kavurdum pirincimi. Kıyma da katıldı pirince, rengi dönene kadar birlikte çevirip kapattık sıkıca tepesini. O arada suyunu salan kıymada pirinçler şişmeye başladı tabii ve de çekti o suyu.

Artık içine acı yeşil biberler doğramak mı istersiniz, bol bol taze soğanlar diş diş sarmısaklar mı, maydanozdu dereotuydu naneydi yeşil yeşil yapraklar mı? Ben hepsini istedim. İri çekilmiş renkli biber, tuz ve elimde tozu olan nefis kokulu kişniş de istedim. Biberlerle soğanları doğrayınca, pirinçleri örtmeyecek kadar sıcak su ekleyip pilavı yaptım. Göz göz olma faslında yeşillikleri doğradım ve demledim tabii altını kapatıp.

Çalakaşık biiir.

O günde canımın bulgur çekme haliymiş demek ki. Ne edersem ederim diyerekten yıkamış koymuşum ocağın kenarına. İncecik jülyenlenmiş fasulyelerimi de kavuruyorum o arada nedense, soğansız filan, hafif sızmada öylece...

Derken gelsinler bana. Dünkü kıymalı pilavda da geldikleri gibi. Bir sazla iki kuşu şakıtmanın vereceği keyifle kat sen bulguru da fasulyelere. Devam et kavurmaya. Sonra ver biraz suyu sıcak olsun... Kat ağzına layık taze soğandı, sarmısaktı ve de yine olağan yeşilliklerdi bızztlanmış halde, incecikten az kaba.

İspanyol sızmam var, kullanıyorum ama öyle oley oley bağırışmıyorum ne yalan. Bin yaşasınlar benim yağcı dostlarım Edremitli Çiğdem'im ve Şirinceli Candan'ım. Sızma mı dedin, olacaksa onlardan olacak.

Kemal Kükrer manyağı da oldum arada, ekşiticilerimi Kemal Bey marka kullanıyorum. Vallahi kükretiyor adamı. Güzel demek istiyorum yani...

Bu bulgura erik ekşili sosu pek de yakıştı.

Çalakaşık ikiiii.

Bahar işte.

Perşembe, Nisan 09, 2009

Ben yapayım da kim yerse yesin

Beni çok eğlendiriyor. Çağırdılar, atladı bir otobüse ertesi sabah buradaydı. Gelmeden son bir kez torununu tuzlamış. Tanışmamızın beşinci dakikasında anlattığı bu tuzlama hikayesiyle bir daha bağlanamaz hallerde koptum zaten. Zehra, Bulgaristan'dan. Oralarda adetmiş. Çocukları kırkları çıkmadan dört beş kere tuzlarlarmış. Kokmasın diye, doğru bildiniz. Kocaman adam olurmuş ama tuzlanmış çocuğun eli ayağı ağzı teri falanı malanı kesinlikle kokmazmış ömrü boyunca.

Yemek alışkanlıkları da bir tuhaf. Gıda konuları açtığımda, anlıyorum ki benim bayıla bayıla yediklerimi orada hayvanlar yiyor. En baştan alırsam eğer, kerevizin kökünü yemezlermiş, "aywanlarğ yiğer, biz yaprakğlarığnı turşudağı kurağrığz."

Dün annemle konuşuyoruz, "Kendime bir tane enginar pişiriyorum," diyor mesela. "Anneeem ya, Zehrayı unuttun galiba?" "Yooo," diyor annem, "onlarda enginarı hayvanlar yermiş."

Lahanaydı karnabahardı filan hiç lafını bile etmeyin Zehra'nın yanında. "Aywnlarğ ne yiyğcekdeğ biz onlağrı yiyerseğk?"


Karnabahar koçanından yaptığım turşuyu bu vesileyle anlatmam şart oldu. Atmıyor yiyorum ya, salata diye haşlayacağım minik karnabaharın körpecik yapraklı bir koçanı var atmamalık. İnce ince kıyarsın onları Oya, kereviz saplarını da, kaynatırsın birlikte iki taşım.

Süzüp bekletirsin az biraz, ılınınca atarsın tuzlu suya. Tuzlu suya da önceden sarmısak dişleri, dereotu sapları, süs biberleri ve elma sirkesi katmış olursun. Bir gün sonra ye, acele turşu oluyor önceden haşlandığı için. Nesi hayvanlık yani şimdi bu karnabahar koçanının kırt kırt yapraklı köklerinin?



Geçen ay yaptığım sultani bezelye turşumsusu ile küçük bir aperatif sehpacığına yerleştirdiğim gibi, benden alâsı yok vallahi.

Özel lezzetler bunlar.

Kim yerse yesin.

Cumartesi, Nisan 04, 2009

Haftanın laklağı

Aklıma gelip gelip giden, dilimin ucunda bir sürü şey oluyor; benim elim ayağımın, Şemsi'min kızı Nurhan mesela. Meslek Lisesi, 3. sınıf Grafiker Bölümü'nden. Staj arıyoruz ona bu yaz için. Salacak'ta oturuyor. Çok uzaklardan talepleri var ama hani biraz yakın gelsek diyorum, Üsküdar, Kadıköy, Beşiktaş... Var mı yaklaşan?

Bilin bakalım ben kimim? http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=bekir
yazıdan Rocky Etem'i hatırladınız mı? Beni artık Sapanca'da İlmiye köyünün Paşa'sı olarak çağırabilirsiniz. Müthiş bir yer burası. Havası, suyu, yemyeşil koşu alanları. Annoya'mın yeğeni Aycan Babam ve gelini Nurcihan Annem'in himayelerinde çok güzel bir yaşama kavuştum. Görüyorsunuz işte Aycan benimle oynarken Lucy, ağzında benim kemiğimle arkamızda dolaşıyor. Darısı Dixie Bekir'in başına.

http://www.ibeking.blogspot.com/ poşet savaşını yeniden açmış. Poşet yerine kullanılan file ve torbalarımız için de http://www.pazarfilesi.blogspot.com/ 'un kapılarını açmış. İyi oluyor, durup durup hatırlatıyor içimizden biri. Eminim bir iki kişi de olsa, her seferinde aramıza yeni yeni antipoşetçiler katılıyordur.

Benim daha çoook var ayıptır söylemesi. Araba bagajında hazırolda bekliyorlar. Haydi poşet yerine ne kullanıyorsanız fotoğraflayıp ibekingg@gmail.com 'a gönderin. Çoğalalım.

Mutfağımda başımın tacı ettiğim aletlerin önünde tabiii ki bıztlarım geliyor. Akşamın salata sosuydu; havuç, sivri biber, domates, taze soğan, limon suyu, az pekmez, çekme karabiber ve sızmanın bızzzzztlanmış haliydi. Salatalarıma bir miktar tatlı katkım olduğunda çok daha lezzetli oluyorlar haberiniz olsun. Bir kaşık bal, bir kaşık pekmez, aromasına bayıldığım bir reçelin suyundan filan...


İnsanlar zor durumda. İşinden gücünden olan, biten işlerinin ardından yeni anlaşmalar yapamayan nice yetenekler var. Biri de Gelinim Nurci'nin yakın arkadaşı Selvi. Selvi'nin özelliği işletmeler kurmak, restoran zincirleri vesaireler, ki ben çok anlamam bu işlerden; bir süredir işsiz. Şimdilik köyden şehre getirip sattığı ürünlerle ayakta kalma çabasında. Alıp kullandıklarım arasında olağanüstü bir pekmez, acayip lezzetli kabak çekirdeği, beyaz kiraz reçeli, çekirdekli kara üzüm kurusu, kayısı kurusu filan bir sürü şey var. Bugünlerde favori tatlımız da pekmezli süzme yoğurt.

Daha daha köy ekmeğinden taze otlara kadar özel ve güzel lezzetler...

Çanakkale ve Konya Ereğli köylerinde yaşayan kadınların,
kendi bahçelerinde yetişen malzemelerle yaptıkları az miktarda doğalgıda ürünleri geldi.
Bu ürünlerden almak isterseniz bilginize..

ÜRÜN LİSTE...

ÜZÜM PEKMEZİ ( BAHÇEDE YETİŞTİRDİKLERİ KENDİ ÜZÜMLERİNDEN )
KURU KAYSI (GÜNEŞTE KURUTULMUŞ-BAHÇEDEN)
KABAK ÇEKİRDEĞİ ( DENEMELİSİNİZ ÇANAKKALE )
KÖY EKMEĞİ ( EV YAPIMI TOPRAK OCAKTA PİŞİRİLMİŞ ÇANAKKALE )
SALÇA ( ACI & TATLI )
REÇEL ( SADECE EREĞLİDE YETİŞEN BEYAZ KİRAZ REÇELİ )
REÇEL ( KÖY ÇİLEĞİ )
ADA ÇAYI ( DAĞDAN TOPLANMA YAPRAK )
NOHUT
FASULYE
ERİŞTE ( ÖZELLİKLE TAVUK SUYU ÇORBAYA KONUR )
BULGUR ( KÖFTELİK )
ÜZÜM PESTİLİ
TEREYAĞI ( ÇANAKKALE )

Ürünler mevsime göre değişken geliyor.

Selvi'nin paketinden çıkan beyaz kiraz reçeli aklınızı çeldiyse sonmezselvi@hotmail.com

Güneşleniyorum işte sere serpe, ne rontgenliyorsunuz yani?