Kedili Mutfaklar

Çarşamba, Mart 26, 2008

À l'Annoya kum midyeli makarna

Kum midyesi, hele de misler gibi ayıklanmış, paketlenmiş... Yıldızlı Balık demişler adına, Sea Star veya... Paket arkasında iki sos tarifi verilmiş, biri kırmızı biri beyaz, birbirinden güzel olmalı mutlaka ama benim gibi başına buyruklara göre değil.

Hiç inanmıyorum tarif işine, hiç. Tarif takibini aynı kişi dahi yapsa, aynı tadı bulamıyor bir daha. Nerde kalmış Amerikan malzemesi kullanılmış tarifin Türk mutfağından çıkanı, Gaziantep mutfağının İstanbul mutfağına girmişi? Etin, otun, sütün, yağın tadı değiştikçe, yemekler zaten ne kadar aslına uygun uygulanırsa uygulansın, aynı olamıyor. Tarifin genelinde birşeyler yakalıyorsun ancak, özünde/gerçek tadı nedir kimse bilmiyor; bol yıldızlı restoranların bol yaldızlı şefleri dahi. Böyle bilirim, böyle yazar konuşurum.

Yakın zamanda, benim yegane internet grubum Kaybolan Tatlar'da* açılan yağlar konumuz var mesela. Paylaştığımız bilgiler topraklarımızı aştı, böbrek yağı İngiltere'de nedir (suet'miş, Londra'da yaşamışlığıma rağmen bilmiyordum) nasıl kullanılıra kadar çok keyifli bilgilere ulaştı. Lakin velakin, hangi otları yemiş hangi hayvanlardan elde edeceksin şimdi bu yağı da yakalayacaksın o kaybolan böbrek yağı tadını? Dahası da, kullandığımız su saray mutfağındaki pişen aşa katılanla aynı lezzette miydi acaba?

Elimde, tanışmış ve hayran kalmış olduğum, bir İngiliz aristokratı olan Alan Davidson'un hediye ettiği kitabı var. Güvenememiştim kendime doğrusu benden rica ettiği Türkçeleştirme konusunda. Benim kafamda yemek yapanlara göre fazla ciddi bir iş, değil mi?

Yıllar sonra http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=70669 , her mutfağa gerekli çevirisi çıktı.

Bir tabak makarna yiyeceğiz diye lafı uzattıkça uzattık. Üstelik yanında rakı içiyoruz ki yuh olsun... Şey oldu, daha kum midyeli makarna yemeye karar vermeden bardaklarımızı rakıya bulamış, damağımızı anasona alıştırmıştık; bu yüzden yani, affola.

Sonra da ansızın tavadaki sızma içine bol sarmısak, lime turşumdan (bakınız 29 Eylül, 2007) parçacıklar, kum midyelerim, kapari, acı kırmızı süs ve taze çekilmiş karabiber, limon suyu kattığım bir sos hazırlıyorum. Haşlanan makarnanın suyundan ekleye ekleye pişiyor on dakika. Tabağa alınmış halinde yine çekme karabiber ve sızmaya ihtiyaç duyuluyor.

Allah dedirtiyor yerken, midelerde bayram var Allaaaaaah...

Alan Davidson, Oya Kayacan, Tuğrul Şavkay... İki rahmetli bir fani sohbet ediyor. Yıl 1986.

Alan Davidson'un kemikleri rahat ediyor yattığı yerde, yıllar ötesinden anıldığı için.

Tuğrul Şavkay belki de benim haddimi bilmez açıklamalarıma (!) gülüyor. "Kaç gram Oya, kaç gram biber çekiyorsun!!!"

Hoppala yavrum hoppala, kaç ay kaldı bayrama?

*Kaybolan Tatlar'a meraklıysanız kurucumuz Bülent Tandoğan'a butando@yahoo.com , kendinizi açıklayan bir kısa yazı yazarak üye olun.

Salı, Mart 25, 2008

Rakıya meyan, amanin aman aman...

İşte ahçılar ahçısı Annoya'm. Özge Abla'mın hediyesi ahçı kıyafetini giymiş, salmış göbeğini de, mutfakta bir işler çeviriyor yine. Meyanla uğraşıyor. Likör demişti, bakınız 28 Şubat günü, yapmadıydı bir türlü. Öyle bir tat koyveriyormuş ki meyan mübareği, Annoya'mı dellendiriyor.

Sonunda akıl etti, "En çok en çok, olsa olsa rakıya gider," dedi. Ayan beyan böyle dedi. Rakıya da meyan amanin aman, şok şok şok oldum yani. Anason kokusundan mutfağa giremedim bir süre.

Girdiğimde de sarhoş oldum, yerlerde yuvarlanmaya başladım. Bu mutfak zaten tren vagonu gibi, orta yerinde debelenip dururken Annoya'mın ayaklarına dolanıyorum haliyle.

Vuruyor beni galiba böyle kokular. Bizimki derseniz içecek bunu. Allah sonunu hayretsin.

Meyan kökünü ıslattığı suda meyan balını eziyoooo, karıştırıyoooo, yarı yarıya rakıyı da katıyooo. Buz atıyooo kadehe. İçtiii, içiyoooo. Çoook heyecanlıyııız..., ve deeee, "Mükkhemmel oldu, mükkhemmel," diye çığlık atıyooo... Acıyan beline, topallayan baccağna bakmadan hoplayıp zıplamaya çalışıyooo... Annoya'm galiba deliriyoooo.

Şaka maka halletti bu işi de, pek güzel olmuşmuş diyooo. Tavsiyesi yemek üzerine, digestive şeklinde alınması!

Bu arada, Mine'si de meyan sabunlarını (licorice soap) halletti. Misler gibi oldular ki sormayın. O, http://www.mineflora.com/ 'da satıyor ya sabunlarını çiçeklerinin yanı sıra. Meyanlı da satar artık belki de. Mine'si sabunlarına çok özen gösteriyor. Zeytinyağını ya Candan kız gönderir Şirince'den, ya da Çiğdem Abla Edremit'ten. Kullandığı esansları %100 (hundred percent) doğaldır (natural) veya doğrudan doğadan temin eder. Damıtılmış yağmur suyu kullanır.

Deli deliyi çekermiş, Annoya'mızın Mine'sini neden çok sevdiği belli değil mi? Bir de süper haber var, Sağlık Bakanlığı tarafından onaylandı bu sabunlar. Artık istediğimiz yerde satar, istediğimiz yere ihraç bile edebiliriz! (Bu yüzdendir ki araya dereye ingilizvari tabirler oturtuyoruz, ecnebiler de anlasın.)

Sabunların bazılarının damgası pati, ayaklarımızın alt deseni gibi hani. Bu da beni pek mi pek gururlandırıyor.

Konuyla ilgili adı geçenler soldan sağa Candan ve Mine'si, geçmeyen Ceylan. Hiç görünmeyenler Eren ve Oya. Ayriyyeteeen, meyan durumlarını başımıza saran, Adana'dan http://www.dilara01.blogspot.com/ , Beyaz Gelincik Dilara'ya sevgiler.

Cumartesi, Mart 22, 2008

Bir+iki+üç+müç şey(ler)

Kalıplarım var. Ben gibi çocuk kalmışların ve çocukların bayılacağı gibisinden kalıplarım oldu, eveeeet. Tchibo denen, büyük mağazalarda açılmış o köşeler veya belli başlı Tchibo mağazaları var ya, açıldıkları günden beri ilgimi çekmeyi başardılar. Her malına bayılıyor muyum? Yooo, aman ha, kalitesizim diye bas bas bağıran bol döküntülü yerler bunlar aslında. Ancak birincisi Çin malı değiller, ikincisi alınabilir nitelikli keyfe keder ıvır zıvır her zaman bulunuyor, üçüncüsü de Tchibo marka kahveli cappucino yanında limonlu veya frambuazlı cheesecake dinlenceleri için ideal.

Kalp şeklinde pasta kalıpçıklarım da var, kutudan ikiz çıkıyorlar. Avucum kadar, kelepçeli hem de, şeker mi şeker.


Kuş, kedi, yonca ve kalp şekillerini tavaya koyup açın altını. Kırın yumurtayı kendi halinde, veya çırpılmış yumurtayı, ya da pancake bulamacını dökün ortalarına. Pazar değil daha, ki hani mutlaka bir yumurta yenecek demiştik ya, bu defa Cumartesi yumurtası var Kedili Mutfaklar'da.

Lahanamın turşumsu hali de eşlik edecek kedi kafalı yumurtama. Bal ve portakalın lahanaya kattığı hafif tatlımsılık şahane. Kereviz sapları, sarmısak, limon ve süs biberleri de sakın ola ki bahane değil... Birbirlerine kattıkları güzellikler anlatmakla olmayacak gibi sanki. Yapmadıysanız hala rap rap lahana almaya, sonra da marş marş mutfağa. Tarifi aşağılarda bir yerde duruyor zaten, lahana pişirirken artmıştı da yapmıştım ya hani.

O kağıtta görülen ise dev bir sucuk dilimi; içi fıstıklı cevizli ve de bol acılı, bağırsak muhafazalı hem de kağıt veya naylon değil. Günaydın Kasap üretimi, hani Bostancı'da esas yeri, İstinye Park'ta da şubesi olan. Acılı suyu tavaya dağılmasın, sucuk o suyun içinde pişsin diye kağıtta yaptım. Olması gerektiğinden daha fazla lezzetliydi. http://www.gunaydinkasap.com/

Sevgili Eren Cendey'in çevirisiyle kitap okumak harika. Hani beni yeminimden döndüren kadın desem yeri var. Sözde Türkçe olması gereken garip dillerde çeviri okumamaya o kadar özen gösteriyorum ki.* Bir harika akıcılıkta kitap, bir de defter yanısıra. Sahil bizim sahil olunca, kedi de kuvvetle muhtemel bizimkilerden, durmuş seyreyliyor denizi + bonus Kız Kulesi.

Sümbülüm dün kargo paketi içinden çıktı. İrice durduğuna bakmayın, soğanından henüz patlamış, toprağından baş kaldırmaya çalışan bir bebecik sümbül o. Edremit Körfez yağlarımın ortasında oturmuş ağlıyordu koliyi araladığımda, havasızlıktan tabii. Hemen açıldı pencere, çıktı oturdu deniz havasıyla Annoya havasını sürekli teneffüs edebileceği bir yere. Memnun, hem de çok. Selam eder Edremit'e, Çiğdem'e...

Daha daha var da, hava çok güzel.

Aattâââ...

* Fransız Babam, Can Yayınları, ilk baskı Mart, 2008, yani çiçeği burnunda.

Pazar, Mart 16, 2008

Mantarlı köfte, umumi arzu üzerine!

Cumartesi yemeklerimin arasına sokuşturdum, laf olsun diye. Berisi geldi, köftemin tarifi talebediliyor! Pazar'ola Oyaaa'nııım, hallerim her Pazar vardır zaten. Pazar bir özeldir bir güzeldir ki bana, kahvaltı şekillerimden yana. İçinde bir yumurta yemek şarttır, mutlaktır, vazgeçilmezdir. Gerisi Oya neye aşeriyorsa, Cuma alışverişinde Pazar'a dair neler fikredilmişse, Pazar uyanışlarında burunda en çok ne tütüyorsa, en önemlisi Allah ne verdiysedir...

İşte dünkü Pazar gününün yine kahvaltı denmeyecek kadar geç taam edilen menüsünde, ki nasıl derler brunch, köfte vardı. Ama ne köfte? Ama neli köfte?

Lafı bana bıraktı Annoya'm. Hem kokluyorum, hem de anlatıyorum işte. Mantar, bir paket almış ama kahverengi gibi olan kestane mantarlarından. Onlar orman mantarları tadına daha yakın, daha et lezzetindeymiş. Gözümün önünde bızzzztladı zavallı mantarları, kıyma gibi oldular. İki soğan da bızzztlandı bol sarmısakla birlikte. Karıştılar kıymaya. Karabiberi o kadar bol çekti ki anlatamam, ne kadar karabiber o kadar güzel olacakmış köfte. Kıymamız çoktu, dondurucuda bekleyecek köftelerimiz de olacak bu gidişle.

Mühim olan mutfak camımızın önünde ağaççık şeklinde olan dağ kekiğimiz. Bir filizlendi ki, taze taze her yemeğimize giriyor neredeyse. Siz de taze kekik bulursanız bol tutun elinizi, kurusunda dikkatli olun ama, acılanmasın köfteleriniz. Tuz da koydu tabii, iki avuç da bayat ekmek içi, tutsun yapıştırsın diye malzememizi.

Pazar Pazar Annoya'mın yediği, benimse kokladığım köfte kocaman. Orta boy tavanın ortası kadar. Üç beş damla sızmada önce bir yumurta kızarttı, sonra da o kocaman köfteyi. Marul yapraklarıyla, kurutulmuş domates parçalarıyla yedi.

O yedi ben kokladım.

O yedi ben ko...

O yedi be...

O yedi!


Geçen yıl 22 Eylül'de yaptığı patlıcanlı köfteyi hatırlıyor musunuz? Fikir aynı sanki de onları Çanakkale domateslerinin sosunda pişirmiş, müthiş olmuştu. Yediğimden değil yani, yiyenlerin ağızlarını şapırdatmalarından anlamıştım.

Cumartesi, Mart 15, 2008

Havuç var, lahana var, anılar var. Köfte gelecek programda olabilir.

Havuçlar var havuçlar, dolabın sebze gözünden gözümün içine bakıyor mübarekler. Emriniz olur, yaparız size de bir numara elbet. Bir soğan eşliğinde, azıcık suda, sıkıca örtüp yumuşatırız sizi mesela orta ateşte. Sonra bızzzztlarız süzmeden etmeden, püre olursunuz. Sızmanızı, tuzunuzu, az da şekerinizi ekler kapatırız altınızı.

Taze sarmısak ve soğan incecikten çentilir, bolca da maydanoz yoğurtla birlikte püreye yedirilir. Güzel olur.

Teyzem Jülide'den edindiğim hatıra eşyalardan birisi de bu şekerlik. Kapağı yoktu, kırılmış gitmiş besbelli. Benim anılar düşkünlüğümün kafa sesi hemen asıldı yakama, "Al," dedi, "kimseler kıymetini bilmez yoksa." Şart değil kapaklamak ya, zeytinyağlı yemekten tutun, turşusuna şekerine, her ahvalde kullanıyorum. İstinye Park'ın film seti gibi pazar yerinde kurulu Şekerci Cafer Erol'u atlamadım tabii. Halkalı şeker aldım. Biliyorum ki anılara çok yakışır. Ya taa çocukluğumun nanelimon şekerleri? Maçka Valideçeşme'den kalkılıp Kadıköy Çarşısı'na gidilerek Cafer Erol'dan nanelimon şekeri alınıp da geri gelinen o yıllar...

Bilseniz şimdi nasıl sızım sızım sızlıyor içim. Şu kısacık paragrafın içinde artık görüp sarılamadığım ne çok insan var bir bilseniz.

İki satır da benden olsun bari. Dedikodulu iki satır olsun hem de. "Sana köfte yapalım," diye mutfağa girdi. Lahana yaptı. Geldi oturdu yerine. Halbuki ben hayatımda hiç köfte yemedim. Yapsa da vermeyecek nasıl olsa. Yok otu yok biberi varmışmış içinde diye kaç dereden su getirecek... Eeee, ne boş boş konuşuyor o zaman? Bir de espri oluyormuş sanki gibi bana köfteci diyor. Kötü kötü bakıyorum işte, kızdım yani.

Geldik lahanaya. Kafam kadar bir lahana bu. Orta boy yani, bende kafa irice ya! İncecikten doğraya doğraya başladım işe ve de ne yapacağımı bu bıçak darbeleri sırasında düşünmeye. Tek başına lahana beni kesmedi, yedi yeşil iki kırmızı çarlilerimi de aldım tezgah üstüne. Yetmedi, taze soğan ve sarmısaklar girdi devreye; "E haydi arkamızdan bakakalmasınlar, ağlarlar," diye kocaman ve körpecik kereviz sapları da...

Lahanamın doğranmış yarısından fazlası..., çekirdekleri çıkmış biberler..., kılçıkları sıyrılmış kereviz sapları..., iri doğranmış taze soğan ve sarmısaklar..., tuz ve sızma, çok az su ilavesiyle pişti. Limon sıkıldı ve ocak söndürüldü.

Lahananın geri kalanını ekşi tatlı turşu yapsam. Tuzla mıncıklamak gerek önce incecik doğranmış lahanayı, benim aklıma göre. Kereviz saplarından arta kalan güzelim yaprakları da bu turşuya koyarım. Bir bardakta yine tuz, bal, limon, elma sirkesi ve portakal suyu karıştırıp harika bir lezzet elde ederim. Mıncıklanmış lahanayı yapraklarla birlikte bir kavanoza sıkı sıkıya tıkıştırırım sonra. Aralarına sarmısak dişleri ve acı mı acı süs biberlerini de sıkıştırmayı unutmam tabii.

Üstüne bir parmak sızma gezdirir, dolapta saklar, yeri gelince yerim.

Mutfakta geçen zamanım ne kadar heyecan verici.

Ne yapsam ne olacak hiç bilmeden...

Köfte, ya köfte?

Pazar, Mart 09, 2008

Patlat bir "cheesecake", mastihaya mastiha...

Önce sakızlı bisküvi yapmalıyım. Kararımda mastihaya mastihalı (mastiiyka okuyun) cheesecake (fotoğraf çektirirken "say çiiiiiz" ve keyik dermiş gibi okuyun) yapmak var! Bugün günlerden Pazar. Dün kadın kadına toplanma günümüze rastgelen Kadınlar Günü'nde yine hiç kadınca şeyler konuşulmadı. Bizim sınıf böyle. Sağına dönsen Prof. Dr., soluna dönsen dekan filan, haliyle anlamıyorlar ütüden mutfaktan, sudan sabundan kadınlıktan! Varsa yoksa memleket halleri bahse mevzu.

Bizimkilerin halinden üzüntü duymuşum dünkü gün velhasıl. Soluğu mutfakta aldım, aman pazar mazar demeden. Arman Kırım da prof dr mesela küçük harflerle, adam gocunmuyor mutfağa girmekten falan. Üstelik banana yazılır banağna okunur cinsinden faydalı bilgiler verecek kadar aydın bir kişilik sahibi. Size n'oluyor yani kızlar, değil mi ama?

Mastikaya mastika dememden sebep şu. Alt katman bisküvileri de sakızlı olacak, labneli kremalı dolgusu da. Tatlı pasta işlerinden hiç anlamam ya... Tarif uygulamayı da beceremem ya... İşte yani, tarifi ilk defa açıklanacak olan bir güzel cheesecake çıkacak ortaya, artık Allah'a havale. "Allah utandırmasın," derdi rahmetli kayınvaldem Sponza, ne zaman ocağa bir yemek atacak, fırına bir yemek sürecek olsa. Aynen diyorum ben de.

Sakızlı bisküvi için sakız reçeli ile damla sakızı birlikte kullandım. Aklımla bin yaşamam lazım, onikiden vurdum. Dört kaşık dolusu sakız reçelini bir paket kremada uzunca süre tahta kaşıkla karıştırdım. Zor eriyor mübarek bulamaç ama eriyor sonunda. Küçük paket tereyağı kullandım, yumuşamış bir halde kremaya katıp karıştırarak. Dövülmüş damla sakızı üç tanecik..., dört su bardağı elenerek ve karıştıra karıştıra kremalı karışıma yedirilen un ve bitti.* Sakız reçeli çok çok tatlı olduğundan, şeker ilave etmek için biraz düşündüm. Neyse koydum sonra üç tepeleme kaşık da şeker. Vıcık bir hamur oluyor, olsun.

İki adet ince düz fırın tepsilerimi hem yağlayıp hem de biraz unlayıp döktüm hamuru içlerine yaya yaya. Pişince gelişigüzel çıkardım tepsiden, nasıl olsa ufalanacak. Tam 550 gram sakızlı enfesss bisküvim oldu.


Bızzztlandılar. Yüz gram tereyağı da bızttttlandı, birbirlerine karışıp kelepçeli kalıbın dibine sıkı sıkı yerleşti.

Kalan mastikam / sakız reçelim ikiyüz gramdan fazlaca. İçine iki yumurta kırıldı, iki kaşık şeker atıldı ve tahta kaşıkla kola kuvvet karıştırıldı. Mastikanın macun kıvamı çözülünce, üç kaşık tepeleme un ve el bızzzztı. Labne peynir 600 gram, 200 ml krema bıııızzzzzzt, bu sefer yumurta çırpıcısı ile.
Kıvamı pek güzel oldu oldu. Buzdolabında beklettiğim bisküvi tabanın üzerine döküldü. Şimdi 180 derece sıcak fırına girecek. Tekrardan, "Allah utandırmasın," denecek.

Bir saat sonra, ta ta ta taaaaa...


Soğusun hele, dinlensin biraz. Önce biz yeriz. Sonra size de ikram ederiz.
Utanılacak bir durum yoksa tabii.

Gerilim had safhada.

Derkeeeeen...,


...ve de aha sonuç.

Yalanım yok. Delicious yazılır, deliyışız okunur!

*Sinangil unum kendinden mayalıymış meğer, farketmeden bir çay kaşığı toz maya da eklemiş bulundum, bir zararı dokunmadı.

Pazar, Mart 02, 2008

Kıymalı lahana turşusuyla şehriye pilavı

Çooook eski günlerden birinde, İstiklal Caddesi'nde bir dükkan. Dükkanın içinde bir ben, başka da kimse yok. Hani tam "Alooooo, kimse yok muuuu?" diye bağırılacak zaman. Bağırmıyorum ama, "Sess, sessss birkiyüç birkiyüç," diye kısık kısık söyleniyorum. Yukarıdan ses veriliyor, şükür, "Buyur gel üst kattayım."

Yukarı katta adamın biri, önünde sefertasının tası, karnını doyurmakta. Bir de güzel kokuyor ki yediği, haliyle gözüm üstünde. Buyur ediliyorum neyse ki. Hayatımda ilk duyduğum, gördüğüm ve yediğim zaman o oluyor işte fasulye turşusu kızartmasını, yumurtalı. Bırakın kızartmasını, fasulye turşusu yapıldığını da ilk duyuşum üstelik. Asri Turşucu bile denememişti belki de o devirde, fasulyeden turşu yapmayı.

Üzerinden yıllar geçmişti. Günlerden bir gün bizim Cide'li Firdevs the Fifi'nin köyünden gelen fasulye turşusuyla yeniden aklıma düştüydü o dükkandaki o adam. Bir güzel bulgur pilavı pişirmiştim, fasulye turşusu kavurmasıyla. *

O gün bugündür aklımın köşesinde durur hep turşu kavurmak. Kıymalı lahana turşusu kavurmasını da işte o köşeden çıkarıp şehriye pilavı üzerinde yemeyi denedim. Urfa'nın acı mı acı biber salçasının tadı da eklenince öyle güzel oldu ki.

Olsa da yine yesem.


* http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2005/12/bulguru-kaynatrlar.html

Yufkalamaya devam...

Affet beni yufka. Lezzetli ve doya doya doyma fasıllarımdan nicedir vareste tutulmuşsun yazık. Şu tirit midir yoksa papara mı yapışımdan hız kazanıp, yufkalamaya devam ettim. Aç bilaç girdiğim mutfakta şahane ve dahiyane doyurucu bir tabak yemeği on dakikada hazırlamak hoş doğrusu.

Ön çalışmalar var tabii ama onlar dolapta hazır beklemekteler. Tirit durumunda tavuk suyu hazır mesela. Yufka pizzasının da pırasası emrime amade.


Tavuk suyunda yufkaya soğan tiridim yeme de yanında yat oldu. Tavuk az suda, bir havuç, bir dal kereviz, bol soğan ve sarmısakla haşlandı. Soğanlar sekize bölünmüş, sarmısaklar tencereye kendi hallerinde bırakılmışlardı. Son aşamada içine taze kekik, taze çektiğim karabiber ve deniz tuzu katıldı, az daha kaynadı. Tencereden alındı didiklendi.

Yufka da didiklenerek veya didiklenmese de olurdu, fırın kabına girdi. Tavuk suyu içinde olanlarla döküldü yufkanın üzerine. Tavuk parçacıkları da katıldı, verildi fırına.

Üstü kızarmaya yüz tutuyor, kendi şöööyle löp löp bir hale geliyor... Kemal Kükrer'in erik ekşisinden gezdirdim üzerine yerken. Bilmem neden?

Neden olmasın?


Pizza için teflon tavada yufka kızartması yapılacak. Yufkamı ince şeritlere kestim ve sızmaya buladım hafifçe; öylece kızardı. Hazır olan pırasamdı bu sefer.

Bol çam fıstığını önceden kavurup incecik dilimlenmiş pırasalarla atmıştım bir gün tavaya. Şöyle yüksekçe ateşte, su koyverttirmeden... O gün kimbilir nerede nasıl kullanmıştım bu pırasayı ama küçük bir kavanoz ayırıp dondurucuya atmayı da ihmal etmemişim işte.

Kapak yardımıyla çevirseydim yufka pizzam düzgün bir yuvarlak olurdu. Olmadı çünkü kıvırarak çevirmeyi deneyip şeklini bozdum.

Bizim mahalle yufkacısı da şahane yapıyor yahu yufkaları. Tül gibi, yumuşacık.

Pizzamın üzerinde ne var peki?

Parmesandır parmesan.