Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Ekim 30, 2010

Dut kurulu kekle bloga sitem


Keklerimi böyle parça purça yapmaya bayıldım ben.  Böylece fırına girebilen her kap, biraz da şekli itibariyle elveriyorsa oluyor mu bana birer kek kalıbı.  Yeme kolaylığı da var.  İrili ufaklılar arasından herkes kendine göresini seçebiliyor.   



Meraklısı değildim ya eskiden kek yapmanın, hamurla oynaşmanın filan.  Artık meraklısıyım.  Kendimi süpermarketlerde un çeşitlerini incelerken bulduğum zamanlar oluyor sık sık.  Eşe dosta kullandıkları unlar konusunda fikir bile danışıyorum. 


Un olan evde kek olmaması mümkün değil sanki.  Ölçüp biçmek gibi lüzümsuz işleri de kaale almadığımdan çocuk oyuncağı gibi  geliyor bu iş bana. 

Dut kurusunu su buharında iki dakika tutup yumuşattım.  Ceviz bııızzztı ve kavanozun dibinde kalmış iki incir reçeli ve suyunu kattım.  Unum Sinangil fındık aromalıydı, fındık yağım Sırma.   



Maksadım bu kadar saçma sapan bir kek yazısı yazmak değildi.  Blogla sorunlarım var. Bırakın işin içine biraz keyif katmayı fotoğrafların yerlerini bile değiştiremiyorum.  Yazı ayarlarını tutturamıyorum.  Başa çıkamıyorum anlayacağınız.  Bir çırpıda yapılan bir kekin hikayesi bana uzun zamana maloldu.   

Ben blogumla keyif için uğraşıyordum.  Sıkıntı olacaksa böyle...

   

Cumartesi, Ekim 23, 2010

Hafta sonluk şeyler

Bu post aslında bir post değil.  Öyle gibi durabilir de ama değildir. 

Benim teknolojik boyutum yeniliklere müsait değil.  Öyle gibi durabilir ama değildir.

Bu cümlelerden çıkabilecek sonuç:  Bir halt ettim.  Halt tabii bana göre halt, size göre değildir. 

Herkesin altından girip üstünden çıktığı blog dünyasının yeniliklerine bir el de ben atayım dedim.  Ben bittim yaa. Beceremiyorum.  Bloglar alemindeki ilk günlerime döndüm sanki.   



Şimdi çalışıyorum.  Deeerkeeen, ahaaaa büyük boy fotoğraf elde ettim.  Sanki benim geçtiğimiz Pazar günü brunch menüme düşen pazılı yumurtalar canlandı.  E bu kadar olur yani ama aması var, sayfanın sağına tecavüz etti.  Küçülttüm yeniden. 

Pazıyı Annem Selma vermişti.  Yıkanmış falan mis gibi beş altı yaprak.  O pirinçli sızmalısını yapmıştı, yedik birlikte, nefisti.  Bu yapraklar fazlaymış, bana ayırmış, "Sen bunlara yumurta kırıp yemeyi seversin," dedi.  Ben de sapıyla mapıyla kıyıp, taze soğan kulakları ve Mine'si biberleri ile iki dakika çevirip kırdım yumurtaları üzerine.     



Gelelim fırında makarnaya.  Bir yanda hafif tertip haşlanmış Barilla tortiglioniler yarım paket, iki rendelenmiş kabak, bol dereotu kıyılmış..., karıştırın iyice.  Diğer yanda azıcık sızmada azıcık unla kavrulup light sütle inceltilmiş meyane var.  Koyverin içine istediğiniz kadar krem peynirini ve de iki yumurtayı çırpa çırpa..., oldu mu size bir nevi beşamel.  Harmanlayın iki yandakileri bir araya, tepeden tuz ve biber kırtkırtı ile verin fırına.  



Palamut yesek diye balıkçıma uğrayınca, "Yanına yarım kilo karides almazsan palamut da yok," dedi.  Çok taze mal olduğunda hep yapar bunu ama benim de vaktim olur ayıklatırım.  O gün vakit yok.  Bu demek oluyor ki kabuklu karidesler geliyorlar benimle birlikte eve ve de ben onları ayıkladıktan sonra üç beş gün ellerim kaşınacak.  Bu hayvanların bana kastı mı var nedir, neden ayaklarını bıyıklarını batırıp duruyorlar ellerime?

Tavaya ip incesi gezdirilmiş sızmada palamut yarısı ızgara/tava edildi.  O çıktı, aynı tavaya ince kıyılmış sarmısak dilimleri ve karidesler girdi.  Salatasıyla birlikte bir kayık tabak içinde, rakısı unutulmadan yendi. 


Balık hazırlanır da torunum Cancan'ım mutfak masasındaki yerini almaz mı?  Palamutun kuyruk tarafından hallice bir tabak, birkaç da karides. Bitirene kadar dili ağzından içeri girmedi vallahi.

 

Di Parma tabii ki, prosciutto crudo...  Yine di Parma, parmiggiano.  İncecik pizza hamuru diyeceğim ama değil, resmen bizim fırıncının ekmek hamuru.  Hamuru açıp fırınladıktan sonra, üzerine de Parma'lı malzemeyi bizim roka ve domatesle yayıp pizza şekline getirinceeee...

Ben tekrar fırına sokmuyorum.  Ekmeğin sıcağıyla halloluyor herşey.

 

Yine Barilla, tam buğday/integrale serisinden burgu...  Sosu pişmeyecek.  Makarna al dente haşlanır haşlanmaz sıcağına minik doğranmış domates, sizi mutlu edecek taze veya kuru otlar~baharatlar ve azıcık da yoğurt katılacak.  Sulu sulu, ne lezzet ne lezzet...


Aklınıza esen bir poğaça hamuru yoğurun.  Biraz tıkızca olsun, koyu renk buğday unu akça unundan fazla olsun.  Rendelenmiş kabak, bir yumurta daha ve beyaz peynir katarak bir daha yoğurun. Şimdi de biraz suluca oldu, değil mi?   Tamam o zaman.  Yayın tepsiye fırın kağıdını.


Avucunuzla şekillendirirmiş gibi yaparak, ki yumuşak olduklarından pek şekillenmeyeceklerdir, sıralayın poğaçalarınızı.  Kızarsınlar fırında.  Bu kadar basit işte. O kadar da lezzetli.



Mia Bebek Annoya'sını ziyarete geldi yine.  İnce uzun, çok zarif bir genç kız oluyor artık.  Keyfi de yerinde çünkü Şemsi'nin evinde gerçekten çok seviliyor.

---------- 

Ne öğrendim, hiç. 

Ne anladım bu yenilikçi düzenden.  Hiiiiç.

Neden durduk yerde kafamı karıştırdım peki?

Eski hamam eski tas.

Cumartesi, Ekim 16, 2010

Grappalı acılı, aykırı elma masalı


Bahçemizden yedi elma..., şu görüp göreceğiniz irili ufaklı yedi elma bizim bahçeden.



Aynı zamanda Beşiktaşlı kedi familyamızın oyun ağacı olan bu ağaçın elmalarından her yıl pek güzel şeyler üretir Annoya'm, daa bu yıl ağacımız pek verimsizdi. Üstelik tam toplanma zamanı gelmeden bir de yerlere döküp saçmaya başlamasın mı gözünün içine baktığımız ürününü.


Neyse, masalların sonunda gökten üç elma düşer, biri masalı düzene, biri anlatana, biri de dinleyene... Bize düştü yedi elma. Biraz aykırı da olsa, Annoya'm bir reçel masalı düzdüğüne göre; geri kalanı yapıp yiyene, yedirene.

Soymuyorum elmalarımı, zaten az iyice azalmasınlar diye. Bir de ben severim şöyle içi dışı ayrı, içinden daha kıtır bir kıvamla ağıza gelmesini kabukların. Önce dilimleyip sonra da o dilimleri dilimliyorum incecik incecik...
Cemilzade'nin meşhur akidelerinden karanfillisinin, kavanozun dibine yapışıp kalan son tanelerini sıcak suda eritip elmalarıma karıştırmayı aklıma koydumdu zaten. Şekeri ise yaklaşık bir kilo elmaya göz kararı 600 gram diyelim, katalım tenceredeki elmalara.


Birbirlerine yakışmaktan hiç vazgeçmeyecek olan tarçın karanfil elma üçlüsüne acı mı acı süs biberleri eşlik etsin; tarçın bir çubuk, karanfil üçbeş, biber iki tanecik olsun. Bir limon kabuğu tırtıklanarak girsin aralarına ve bu tencere, içeriğinin ancak boğazına kadar gelen suyla orta ateşte başlasın tıkırdamaya.


Köpüğü yoktur bu reçelin. Ara sıra karıştırılır, kıvamını bulup bulmadığı izlenir. İşte o kıvam bulunmaya yakınken yarım kahve fincanı kadar grappa* çıkar gelir, çoofffff diye atlar kaynamanın ortasına. Kabartır biraz ortamı bu grappaların alâsı di Brachetto, sonra alkolü uçar durulur. Şimdi sıra yarım limon suyu ile kestirmekte ve bir taşımlık son kaynamada.
O incecik elma dilimleri şeffaflaşır iyice, pırıldar. İçi gıcıklanır insanın, ağzı sulanır dişleri kamaşır uzaktan bile. Bu görüntü can attırır adama az soğusa da bir yense, yenilse diye.


Paskalya çöreği var evde. Pek güzel uyum sağladılar birbirlerine.
Yanına acı bir espresso ya da filtre kahve.
Masal bitti.
Oooo!.. Bir elmayı pulladım, hepinize yolladım...
*grappa olmayan yerde cognac~konyak kullanırım ben olsam

Pazar, Ekim 10, 2010

Toast Margot


Margot sorduydu geçenlerde, sızmada kurutulmuş domates terbiye etmiş ama edilmemişler, özene bezene yaptığı tost da olmamış, n'aapsınmış peki?
"Domatesler terbiyesiz olduğundandır," gibi bir yanıt verdimdi yazımın yorumlarında. Gerçek bu. Domates kuruları çok satar oldular ya, biz şehirliler adına konuşuyorum, iyisini bulabilene aşkolsun. Ağaç yongası daha yumuşak olur, daha rahat çiğnenir bu gün kurusu niyetine satılanlardan. Şundan iki üç yıl öncesine kadar yumuşacık, sanki sulu sulu gibi olurlardı.

Domates terbiyecisi olarak hem zaman kaybedip hem de ağzımın tadını bozacağıma, hooop diye Tariş kavanozcuklarına geçtim ben. Öyle yani, uzuncadır...
Pazar sabahıyla öğlen arasına da Margot'nun tarif ettiği tostu yaptım. Adını ne koyacaktım peki? Toast Margot tabii ki.



Kepek ekmeği kullandım, içini hafiften boşaltarak tost makinesine yatırıp içli dışlı ısıtıp önceden. Tam buğday ekmeğim olsaydı daha lezzetli olacaktı sanki de, yoktu. (Keçi peynirlerini çok sevdiğim için beyaz peynir lezzetimi de değiştirdim. Değişik keçi beyazlarını deneme aşamasındayım şimdilerde.)
Keçi peyniri ve gün kurusu domates, domateslerin içinde yattığı lezzetli sızma ve pencere önü fesleğenimin yapraklarından girdi ekmek arasına. İkiye katlanıp tostlandı.
Pek güzel oldu. İnsanın kendi Toast Margot'su gibisi yok ;)



Böğürtlenli melisa çayımı sorarsanız eğer, o da harika. Melisa yapraklarım da benim melisa yapraklarım olur veya Mine'si bahçelerinden aşırma olurlar. Böğürtleni donmuş alınan böğürtlenlerdendir, istediğim zaman istediğim çayıma katarım üçbeşini...
Pek keyifli bir Pazar sabahı yaşadım.
Şimdi Salacak'ta öğle vaktidir.
Akşama ne yeneceği düşünülmektedir.


Pazartesi, Ekim 04, 2010

Patlıcan fırın da fırın patlıcan haaa...


Çok sevimli oldukları için dayanamadım aldım. Aklımda yoktu yoksa. “Patlıcan sezonu sefalarının sonu geldi Oyaa’nııım,” demiştim kendime neredeyse üç hafta önce.

Tövbe tutamıyorum, anlaşılıyor işte. Mevsimler de şaştı bir yandan. Ayar da tutmuyor insan.



Bu mini mini şeylere gelişmiş patlıcan muamelesi yapmak da istemedi canım. Allah sizi inandırsın elim gitmedi saplarını kesmeye bile.


Oturttum her birini avucumun içine, uçlarından saplarına doğru dilimleyerek dörder beşer yapraklı yelpazeledim.* Tuzlu suda bekleterek karamsı suyunu attırıp sıktım çıkardım.


Dilimlerin arasına domates ve çıtır bahçe biberleri, kıyılmış sarmısak dişleri yerleştirdim. Taze mercanköşk, kekik ve defne yaprakları ile süsledim. Baharatlı deniz tuzu kırtkırtı ve sızmayı tabii ki unutmadım. Bir süreliğine folyoyla kapatarak sonra da açık kızartmak üzere attım fırına.

Bu işi buraya kadar düşünmüştüm açıkçası. Sözde hafif hafif yemekler yapmak artık niyetim. Etim budum fazlaymış gibi duruyorum ya baskül üzerinde, bu yüzden.


Lakin folyosunu açıp kızartmak üzere tekrar fırına vereceğim bebek patlıcanlara çıtır bir kaplama yakışırdı sanki. Yulaf ve Kars gravyeri karışımına bol da köri koymalıydı mesela, karıştırıp dökmeliydi baymış patlıcanların tepesine. “O zaman gör asıl sen bunları Oyaa’nıııım,” diyorum, yine kendi kendime.

Şimdi işte bittim ben. Bu lezzeti tarife muktedir değilim. İyisi mi fırından taşan kokuyu anlatırım.

Patlıcan biber domates üçlüsünün taze bitki yapraklarıyla sarmısağa sarılıp açığa çıkardıkları bileşik kokuya, gravyerin belirgin anlaşılan ancak baskın olmayan kokuları bulaşıp, körinin burun direğine doğrudan yaslanan kokusunu destekleyince......, bla bla bla.



Ya sonra? Etti buttu hani? N'oooldu?

Merak buyurmayınız lütfen, kalori hesabı bilmem ama hafif bir yemekti her şeye rağmen.


* Tabii sokaklara dökülüp, "Geh geh küçük patlıcanlar geh," diye aranacak halimiz yok. Büyüklerini dilimler sıralarız tepsimize şöyle ara ara domatesi biberi falanı felanıyla... Üstüne de yulaflı şeyini dökeriz bolca. Sunum farkıyla börek gibi olur bu sefer de; ay valla öyle de pek güzel olur.

Cumartesi, Ekim 02, 2010

Bir levrek kuyruğuyla 2x2 yemek


Levrek kuyruğu, etli, balığın neredeyse yarısı, balık iriymiş... Baş kısmını halletmişim, kuyruk dondurucuda durmakta idi. Oluyor bazı bazı böyle fazla gelipte dondurduğum balıklar. Tazeymiş gibi hazzetmesem de, hiç de bayatmış gibi olmuyorlar merak etmeyin.

Bir yerde haşlayıverin şu kuyruğu on dakikada, suyuna lezzet takviyeleriyle. Yani nelerle? Biberiye dalıyla, defne yaprağıyla, kekikle; hepsi dalından yemyeşil, taze. Tuz ve biber çekmeleriyle.

Yanına şipşak bir salata gerek. Biraz doyurucu olmalı. İki kişiye yarım balık zaten biraz tuhaf bir durum.



İki avuç bulgur. Köftelik olsa belki daha iyi olurdu ama değil, pilavlık; yumuşatılacak. Bir avokado, bir katı yumurta, bir avuç maydanoz, bir tutam taze soğan, bir limonun kabuğu ve suyu, tuzu biberi, sumağı; kıyın, sıkın, ezin, karıştırın bulgura.

İyi oldu valla. Hafiften sızması da gezdirildi tabaklara koyulunca, dörttebirer levrek ve bulgurlu avokado yanyana. Anlaşılamadı yani yarım balığa ziyafet muamelesi yaptığım. Hele de önden hinlik edilip, haşlama balık suyunun çorbası ikram edilince.


Önce içindeki lezzetlendiricilerle birlikte bıızzzzztlandı balık suyu. İki kaşık sızmada bir kaşık unla meyane yapıldı, yavaş yavaş ve karıştırarak katıldı tencereye. Yumurta ve limon çırpılıp terbiyesi verildi. Sumak çorbada da kullanıldı. Günün baharatı sumaktı.

Kaselere yerleşince benim yetiştirdiğim maydanoz sapçıklarımla süslendi. Öyle bol bol yemeklere kullanmaya yetmeseler de, süslemelerdeki yerlerini hiç kaçırmazlar.

Doyduk hem de nasıl.

Yoktan varedin, azınız bereketli olsun.