Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Nisan 29, 2006

Patlıcan sos



Şirinceli güzel kızım Candan elinden tattığım bir patlıcan sosu var. Sonradan da yana yakıla tarifini istemiştim. Gönderdi sağolsun. Bugün ara tara tarif yok meydanda. Kalakaldım elimde iki bostan patlıcanı ve kafamda nasıl yapılacağına dair bir miktar fikirle. Geçtiğimiz hafta güneşli güzel bir Bebek gezisinde edindiğim Laleli zeytinyağlarım da bana bakıyorlardı öylece. Hepsi beş tane*, mandalina, sarmısak, bergamut, rosemary ve defne. Defnelisinden bu sosta kullandım, çok yakıştı.

Kürşat'ın domates kuruları, kavanozda sızmada bekliyorlar...

E ben daha ne bekliyorum peki?

Patlıcanları tamamen soyup kuşbaşı doğradım. Kuru domateslerden aşağı yukarı onbeş parça, iki orta boy soğan ve altı diş sarmısakla birlikte vurdum** ocağa. Önce aromasız sızmada pişirip yumuşattım, kapağı sıkıca kapalı olarak. Sonradan biraz sıcak su, bir kaşık halis Urfa'nın acı biber salçası, deniz tuzu ve defneli Laleli ekleyip iyice ezerek karıştırdım. Suyunu çekene kadar kaldı ocakta, kısık ateşte.

Ne oldu? Enfes oldu. Çok amaçlı patlıcan sosu oldu!

Kıtıra doğru kızarmış ekmeklere sür sür ye.

Güzel bir al dente makarna haşla; tavaya aldığın sos içinde bir döndür, sofradan zeytini de eksik etme bu sosla yerken makarnayı. Kürşat'ın zeytin kavanozu da bu yüzden bakıyor size fotoğrafın içinden. Mini mini lezzet küpü zeytinciklerle bu sos, işte muhteşem bir tabak makarna.

Haşlanmış veya kızarmış patates yanında ne güzel olur.

Başka?

*Laleli Bebek Mağazası, minik aromalı zeytinyağlarını dördü bir arada 30 liraya satıyor. Tek tek alınınca 10'ar lira.

**Neden kullanmıyorum ben bu güzel sözcüğü yemek anlatırken? Eski tabirdir 'yemeği ocağa vurmak', öyle çok duyardım ki.

Cuma, Nisan 28, 2006

Haftanın lezzetleriydi...

Keçi peyniri ve Kürşat'ın kuru domateslerinin yanında salatalıklı rakı. Domatesler minik lokmalıklar olarak kesilmiş ve tabii ki sızmayla tatlandırılmış. Peki rakıda salatalık ne arıyor? Eski takım adetlerimizdendi de, o yüzden orada. Bize öyle gelirdi ki, salatalık veya daha şık olması için incecikten kabuğunu kattığımız rakılar, alkol tadından arınır ve yumuşardı. Bana halâ öyle geliyor. Daha açık anlatmak gerekirse, o günlerde salatalıkla içilen Yeni Rakı, bugünlerin Yeşil Efe'si olurdu!


Ayıklanır baklalar, haşlanır. Derken, delinin pösteki saymasına benzer ama kıyarsınız zamana, belki televizyon karşısında oturma hakkını da elde etmiş olarak, başlarsınız iç kabukları ayıklamaya. Bir dış kabuk soyuldu. İki haşlandı. Üç iç kabuk soyuldu. Artık kuzu etli, tereyağlı, bol dereotlu pilav yapabilirsiniz mesela. Çanak enginarların içine oturtursunuz, yine bol dereotlu, dereotunu sonradan eklemecesine tabii. Taze bakla favasının kuru bakla favası ile hiç ilgisi yoktur mesela, yaparsanız farkı anlarsınız. Başka, bol sarmısaklı yoğurt içine katar, bolca da tuzlarsınız ki sabaha kadar uyuyamayın veya çeşmeyi ağzınıza bağlayıp yatın. Yapacak yemek çok, yeter ki siz baklaları ayıklayın.



Yılın en başarılı nohut yemeği oldu. Puli etleri soğanla iyice yumuşattıktan sonra içine haşlanmış nohutlar kattım. Pişti yemek. Saplarından ayrılmış pazı yapraklarını da tencerenin üstüne yerleşirdim. Orta boy domateslerle süsledim. Bir daha pişti. Biber ihtiyacımı yerken karşıladım. Ne nohutun rengi bozuldu, ne de yeşilin.



Bu kalıp da bir nevi köfte. İncecik kıyılmış ıspanak, havuç, kıyma, yumurta, ağzımın tadına göre her baharat. Ekmek yerine unufak edilmiş baharatsız kruton. Benimkinin kıyması bir kilo, ıspanağı 300 gram kadar, yumurtası bir havucu ise iki minik adetti. Kruton da bir paket, artık ekmek reyonlarında satılanlardan. Dikdörtgen kek kalıbına hafifçe bastırarak yerleştirin. Ters döndürüp tepsiye çıkarın. Fırında uzunca pişiyor, iyice kızarıyor. Güzel kızartması için yaratıcı fikirler de gerekiyor. Mesela bal, limon ve sızma karışımı.

Fırında sebze, sanki mücvermiş de omletmiş gibi de davranıyor bana göre. Kabak, havuç ve patates rende, hepsini iyice sıkıp suyunu akıtın. Bol taze nane, incecikten kıyılmış taze soğan, bol yumurta, beyaz ve kaşar peynirler, karabiber, kırmızı biber ve dikkatlice tuz katarak karıştırın. Birkaç kaşık unla kıvamını ayarlayın. Yağlanmış pyrex içinde fırına verin sonra.

Bu anlattıklarımı hepinizin bildiğini biliyorum...

Gördüm, yedim, andım...

Ne desem size çocuklar, neeee? Kıymet nasıl bilinmeli nasıl söylesem? Dünyanın en güzel mekanında, dünyanın gözbebeği Boğaziçi'ne nazır okumak nasıl bir keyiftir nasıl anlatsam?


Nasıl şen olmalı gönülleriniz bir bilseniz. Nasıl medeni bir ortamdasınız bir görseniz. Bunca görsellik, bunca etkinlik, bu nasıl bir zenginliktir, ayrıcalıktır farkında olsanız...

Dünyanın en kültürlü ayısı budur desem. Ayı Tombik. Yetmişli yılların hemen başında, bir öğrencinin mini mini ayısı olarak gelip okul kampüsüne yerleşmiş olup, pek bilen yok ama muhtemelen de mezun olmuş olan ayı işte. Bizim ayımız Tombik, Washburn Hall önünde bir arkadaşıyla mutluluk pozu veriyor.


Sarılmışız erguvanlarla, mor salkımlar, defneler, minik çardak gülleriyle... Kennedy Lodge'da nefis bir öğle vakti. Soframızın keyfi... Bizim suratlarımızı hiç göstermiyorum, dört köşe suratlar görmek istemezsiniz herhalde...

Bostan patlıcanından kayık yapılmış, içine etli mantar ve peynir dolmuş. Yanında şehriye pilavı. Bayılırsınız.

Özellikle uzaklarda olanlara, çaresiz özleyenlere, içindeyken veya sonradan bu okulun kıymetini bilenlere ve de belki de ilk kez görenlere selam olsun...

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Anzak bisküvileri olmadı...

...yerine Oyanzak verelim...



Takmış durumdayım bu kara kuru bisküvimsi ekmekçe çeşitlerine. Dün mutfağa yine başka niyetle girdim. Anzak bisküvileri yapacağım aklım sıra. Analarının asker oğulların kumanyası arasına sakladıklarından, cepheye onsuz göndermediklerinden hani?

E yapmadım tabii. İki dolap açtım, duran kalan ne malzeme var baktım. Müsli var mesela beş parmak, büyük nescafe kavanozunun içinde. Bal var. Sütaş süzme yoğurt var.

Yarım paket tereyağ erittim önce, bir çay bardağı bal kattım içine, karıştırdım. İkişer cup Doygun ve beyaz un, bir paket kabartma tozu ve de kavanozdaki müsli ile birlikte yoğurmaya başladım. 750 gramlık yoğurdu kattım yavaştan, yedirerek. O kadar güzel ve düzgün bir hamur oldu ki. Sıkıca, yapışmayan, her şekle kolayca giren.

Derken parçalar koparıp elimle pat patladım ve bardak ağzı ile şekillendirdim.

Undan dolayı zaten koyu olan renkleri iyice kararana kadar piştiler, 180 derece fırında...

Anzak gününe ithafen bunlar çıktı bizim mutfaktan. Bisküvilerin tarifi zaten internettendi. Bunlar özgün Oyanzak hiç olmazsa.

Siz niyete bakın.

Pazar, Nisan 23, 2006

Prof. Dr. Nazan Erkmen

Ayıptır söylemesi, 49 yıllık arkadaşım!


Bir başkaydı ACG '65. Rüyalar barındırırdı sınıflarında.

Kimi renklere vurmuştu kendini, ressam olup karıştı aramıza. Allah akıl fikir ihsan etmişti pek çoğuna ki, öğretim görevlisi profesörü gırla. Sahnelerdeki ekranlardaki başarılarıyla hayran olduklarımız, keyifle gururla alkışladıklarımız. Of of bizimkiler...

İşte bizimkilerden biri... Prof. Dr. Nazan Erkmen. O artık Güzel Sanatlar Fakültesi dekanı.



Güzel bakan, güzel gören, sevgiyi vermek değil saçan dağıtan. Güzel elleriyle piyano çalan, çocuk kitapları resimleyen, gravürler bezeyen... Her muhtaç hayvana ana olan...

...ve de ben çok anlatmasam. Fotoğrafı konuşsa...

Dün, kocaman bir sınıf toplantısında, keyifli bir öğle yemeği ile Nazan'ı kutladık.

Öyle gururluyduk ki.

Eylül Ece'de

Bu Salı ve her Salı... Sallanmayın... Eylül Ece'de...

Lazca söyler, Laz kızıdır çünkü... Rumca söyler, ona yakışır çünkü...

Türk popunun dünü bugünü de onda...

Ruhunuzu dinlendirmeye. Kulaklarınızın pasını silmeye. Bu Salı ve her Salı Ece'ye...

Artık Salılar sallanmıyor...


Ece Restoran-Bar
Tramvay Caddesi, No: 104 Kuruçeşme, Istanbul
Tel: (0212) 265 96 00

Temizlik imandan gelir

Pansuman / Orta kısa


Üsküdar İlçesine bağlı Salacak İskele Caddesi'nden 23 Nisan manzaraları.
Çöp kamyonlarımızın sağında solunda, ötesinde berisinde TEMİZ ÜSKÜDAR yazar.

Bir de temizliğin nereden geldiği yazar. Der ki, imandandır.

Lale dikmeye devam beyler... Hatta sökmeye başlayın artık.

Sırada dikilecek....?

Cuma, Nisan 21, 2006

Yeraltı zenginliklerimiz

Pansuman / Çok kısa

Toplu hayvan mezarları ve zehirli varil gömütleri. İşte yeraltı zenginliklerimiz.

Kazı kazan...

Çarşamba, Nisan 19, 2006

Takib-i konu Trafo

Zordu kış şartları. Hele bizim buralarda bir buuu diyor hava ki, her yere benzemez. Bahar da işi uzattı. Geldi gitti, gelemedi derken, neyse işte, şükür bu günlerimize.

Karlı ve yağmurlu soğuk havalarda sırılsıklam olan uzun uzun tüylerim keçeleşti kış boyunca. Topak topak oldu. Annoya'm günlerdir uğraşıyor benimle. Elinde ucu kör kendi keskin bir minicik makas. Tüylerimi aralıyor aralıyor topakları bulup kesiyor. İki üç hamle yaptırıyorum ona. Sonra sıkılıp gidiyorum. Haydiii, yarım saat sonra yine geliyor yanıma, sil baştan. Yine önüme mama koyuyor ben rahat durayım diye, yine temizlemeye çalışıyor beni. Neyse az kaldı, yakında bitecek bu iş. Boynumu, kollarımın altını falan uyuza çevirdi vallahi ama rahat ettim çok şükür.


Annoya beni ev kedisi yapmak için uğraştı biliyorsunuz ama görücü gelenler de bir tuhaftı doğrusu. Kimi beni iri, kimi de tüyümü uzun buldu. "Maşallah pek güzel ama ben bu kadar güzelini aramıyordum," falan diyenler var mesela.

Tuhaf bu insanlar, tuhaaaaf.

Şimdi baharım başımda. Çayır çimen geze geze eğleniyorum. Kertenkele kovalıyorum. Kuşlara hamle etmek için sinip kuyruk sallıyorum.

İyiyim yani. Konumun sıkı takibi açısından haber vermek istedim.

Salı, Nisan 18, 2006

Hani nerde verdiğim sözler?

Söz verip yapamadım. Karda rakı yanında hamsi turşusu demiştim hani. http://bizimkuzine.blogspot.com/2006/01/keyif-budur-ite-kedili-mutfaklardan.html ‘ye de konu olmuştu. "Peki, yaparım," dedimdi. O gün bugündür aklımda ama gerekli hamsilere kavuşmak kısmet olmadı. Kaç koldan aradık üstelik.

Donmuş gıdalar arasından eşeleyip Marines’in hamsi filetolarını buldum. Kaptım getirdim eve. Sanki bir umut oluştu içimde, ya olur da hamsi turşuya yararsa diye. Olmadı, çiğ balık tüketimi için aklıma yatmadı doğrusu paketi açtığımda gördüğüm manzara. Seneye artık, gördüğüm ilk pırıl pırıl hamsiler derhal turşulaşacak, afiyette olursak inşallah.



Hamsi paketinin yarısını fırınladım akşam. O güzel oldu işte. Balıkları iyice yıkayıp kuruladıktan sonra mısır unu, tuz, defne yaprağı kırıkları, pul biber, Jamaican Jerk ve bolca susam harmanına buladım. Tepsiye dizildiklerinde, aralarına bir kaç sap da kereviz sürdüm. Hamsi yemiş olduk yani, donmuş monmuş, tadı pek güzeldi. Nefsen de körlendik ya ona bakın.

Bir de fırında tahin helvası konusu olmuştu hani. http://lezzetinizinde.blogspot.com/2006/03/balk-ve-tahin-helvas.html . Ben de hemen aradan dereden yetişip, sufleymiş gibi kabaran tahinli bir tatlı yaptığımdan bahsetmiştim. Başak’cığım da, “Eh yaparsan görelim,” gibisinden yanıtlamıştı beni.

Kısmet bugüneymiş. “Bu münasebetsiz donmuş hamsileri ancak benim fırında tahinli tatlım bastırır," dedim, giriştim işe.

Bu güzel lezzet de bazı münasebetsiz malzemelerden oluşuyor ne yazık ki. Mesela yardımcım Şemşi’nin yemeden edemediği Eti Negro bisküviler. Onlar bu evde baş köşeyi tutar. Benim de bu tatlıyı keşfime, çaresiz bir anımda yardımcı olmuşlardır. İşte onlardan, altı yedi adet. Bızzzzt yapılıp tozumsu hale gelecek.

Bir paket de münasebetsiz Dr. Oetker krem şantiye, münasebette hiç kusur etmeyen bir su bardağı narenciye suyu ve yarım kavanoz tahinle bızzztlanacak. İçine beş altı çorba kaşığı susam eklenip, yarım portakal kabuğu rendelenecek.
Doğrusunu isterseniz narenciye işini bugün çıkardım. Bu tahinli artı susamlı fırın tatlıyı içine süt katarak yapmışlığım da var, bazı alkollü meyveli denemelerim falan da...

Artık bisküvi tozu / kırıkları, krem şantiye ile karışacak.

200 dereceye ısıtılıp 180’e indirilmiş fırından hop içeri atılıp, puf puf sufle gibi kabarana kadar bırakılacak.

Böylece yediğimiz balıkları kolayca hazmedebileceğiz...


...desem de inanmayın.

Ve deeee, üç toprak kase oluyor bu yaklaşık ölçü, orta boylardan. Zaten kabarma payı bırakıp yarıya kadar doluyor güveçler. Ayrıcaaaa tatlının üzerinde görülen toz, karıştırıcının içinde kalmış bisküvi kırıntılarıdır ki atmaya kıyamadım. Efendime söyleyeyiiim, biraz da tuzsuz şamfıstık yakışıyor bu lezzete.

Neyse, üstümden bir yük kalktı.

Sözler durulmak için verilir.

Cumartesi, Nisan 15, 2006

Lorlu tuzlu bisküvi


Eve dönüşte keyifli bir şarküteri alışverişi yapmışım. Ekmeklerim de güzeller, hem de çok.

Yine de aklımda fırından sıcak sımsıcak çıkacak tuzlu bir ekmeksi var. Hem şarküteri hem de şarap dostu olacak.

Yolda yazdım tarifini. Benim otomobil kullanmam yazmaya yarar zaten. Roman yazamazsın yollarda ama tarifler için mükemmel zamanlar bunlar. Mutfak önlüğümü bile takmıştım tarifin içinde, Naz arkadaşımın NYC'den getirdiğini. Aklımda Naz da var çünkü bu günlerde, yine ha geldi ha gelecek eli kulağında diye bekliyorum...

Demek ki amigOya, "önlük öne, lor bisküviye, Naz buraya!" diyor.

Cherry domateslerin az kabası moda ya şimdi. Hafiften koku salıyor, ağızda hakiki domatese eşdeğer olmasa da tat bırakıyorlar. Onlardan altı taneyi yıkayıp attım karıştırıcıya. 250 gram lor ve iki diş sarmısakla zıırrrrrt, stop. Derken, önce altı çorba kaşığı doygun un, iki kahve fincanı kadar su ve biraz zeytinyağ akıtalım karıştırıcıya. Zıııırrrrttt, stop.

Bu hamur yumuşakça ama kaşığa alındığında kendi rızası ile dökülecek kadar değil. Hani sallıyorsun elini kolunu düşsün diye, gerekirse de parmak yardımıyla sıyırıyorsun kıvamında. Bu hale gelene kadar su ve un katıp bızzzztlamaya devam.

Gourmex'den Kybele ganimetlerim vardı hani. Acı biberim vardı bir mini mini kavonazda. İşte o biberlerden iki üç parça. Kekik iki tutam, az tuz. Bunlar da girip karıştılar iki bızzztla az önce kıvamını tarif ettiğim hamura. Ne kolay.

Sızmaladığım tepsiye döktüm kaşık kaşık, toplam bir saat kadar pişti. Önce 170 derecede yarım saat, sonra da 200'de. İyice kıtır kıtır bir bisküvi oluyor ama tam ortasında da incecik, yumuşacık bir tabaka. Enfes, bayılındı!
(Kabartma tozu da koymuştum ama bir işe yaramadı sanki.)

Benim şarküteriler bu durumda ekmeklere açık fark atan bisküvilere yanaştı tabii. Hepsi bitiyordu neredeyse ki sabah için üç tane kaçırdım aralarından. Fotoğrafta poz verenlerdir onlar, sabah sabah camembert yanında.

Kendin at, kendin tut, kendin ye, kendini methet.

Olmuyor ama böyle.


Not ama önemli: Fırından çıktığında, sıcak ve kıtır yemek sabah yemekten daha güzeldi.

Pazar, Nisan 09, 2006

Bir Pazar Sohbeti

Hacı dizisi başladı.

Kurtlar Vadisi dümeninde, yediveren kadar doğurgan olması muhtemel bir konu yakalanmış. Kayseri, Boydaklar, Hacı Mustafa. Ben bu dizi cuk oturacak diyorum. Şimdiden cuk sesleri yayılıyor oralara buralara zaten.

Öyküyü öyküleşmeden, televizyon sermayesi olmadan henüz, öylesine dinlemiştim; Kayseri’nin içinde bir süre önemli bir görevle konuşlanan genç bir dostumun ağzından. “Öf be,” demiştim, “dizi olur, hem de ne...”

Genç dostumun öyküsünü anlattığı aile Boydaklardı.. 1976 yılına kadar küçük marangoz atölyesinde mengenesi, testeresi, tornası ve işkencesiyle kendi kendine halleşen Hacı Mustafa Boydak ve ailesinin öyküsüydü.

Yine 1976’da Berlin’de mobilya fuarı görmeye gitmiş apar topar Hacı Boydak. “Ben memlekette bunları yapıp duruyorum, dur bakalım elin gavuru neler yapıyor?” bağlamında bir merak sonucu.

Sonra yürü ya kulum. Doğsun İstikbal ve Bellona markaları ve HESler dizisi; HES Kablo, HES Kimya, HES Makina.

HES dizisinin doğumu ihtiyaçtan. Her işi kendi içlerinde hallediyor artık Boydaklar. Kablo mu lazım, kablo fabrikası kuruyor, cila mı gerek HES Kimya; büyüdükçe büyüyor...

Bir zıpır oğlan var ailede. Onu İstanbul’a gönderiyor, İstanbul’daki işlere koşuyorlar. Eğlenceden geri kalan zamanında çalışan bir çocuk o. Diğeri ise İstikbal Mobilya’nın başında oturan dinci oğul.

Hacı Boydak banka kredisi kullanacak kadar modern ancak iş yerindeki masasında dört adet Kuran-ı Kerim bulunduruyor. Arapçası, Türkçesi, Türkçe harflerle Arapçası ve de meali... (Yorumsuz yazmaya çalışsam da yapamıyorum işte. Dördünden birinde mutlaka bir kılıf mı var her açmaza diye soruyorum kendi kendime. Gidip de Hacı Boydak'a soramadığıma göre!)

Ülker ve Boydak ülkemizin en sağ ve en güçlü sermayeleri.

Başbakan Erdoğan da sattığı Ülker hisselerini, hesap soran hepimize lanet okuyarak satmıştı, hatırlarsınız. Böyle demişti ya, “Lanet olsun dedik, sattık.”

Belki bir de Ülker dizisi yapılır önümüzdeki zamanlarda.

Demiştim, derim.

Şimdilik Hacı dizisini izleyeceğiz. Konu çok su kaldırır. Ben, beklediğim kadarını bulamasam bile, Sevda Ferdağ’ı özlemişim, ona bakarım. Tuncel Kurtiz’in oyunculuğu ise tartışılmaz.

Hızımı kesemedim, konunun devamı...

Bugün gazetelerde bir Başbakan beyanatı var, şöyle diyor Erdoğan, “Reel ekonominin motoru inşaat oldu.” Genç dostumun Haci Boydak’a sorduğu soru geliyor aklıma, “Korkmuyor musunuz bu kadar büyümekten?” Hacı’nın cevabı şöyle bir şey, “Bunca inşaata mobilya mı dayanır? Ne kadar büyütsek yeri var...”

Günlerden Pazar. Her gazeteye göz atacak kadar vakit lüksüm var. Atıyorum o zaman ve en dikkat çeken ilanların konusunun konut olduğuna yeniden karar veriyorum. Her hafta böyle oluyor bu. Gelin gözlerimizi birlikte atalım gazete sayfalarına...

Yeni bir ödeme modeliyle karşınızdayım şimdi. Anne karnında 9 ay, Avrupa Konutları’nda 1 yıl... önce otur sonra öde... Ve de ne kadar mesnetsiz bir benzetme. Hangi ana, üç beş kendini bilmez haricinde, doğar doğmaz ya da ileri tarihlerde hayatı ödetir ki evladına? Olimpiyat Stadı civarında, hani Allah’ın yok varsaydığı (!) yerlerde. Sormadım altında ne yatıyor, bir yıllık ödemeden otur vaadinin. Ama reklamda geçen bir satır aklıma bir Hacı işi gibi geliyor. “Gelin dairenize yine bir yıl ödemesiz 48 ay vadeli dekorasyon kredisi ile taşının...”

Kozyatağı, Incity bloklarının en üst katlarındaki dubleks Loft’lardan birine sahip olduğunuzda hem bulutlara değer, hem de borsadan daha değerli bir yatırım yapmış olursunuz., ilanın ana teması. Diğer katlardan bahsedilmiyor. Muhtemelen bulutlara sürünerek yaşamaya pek alışkın olmayan halkım alt katları kapış kapış götürmüş, elde sadece loft kalmıştır. In therapy, lokasyon ve Maisonette değeri ölçülemeyen diğer özelliklerindenmiş. Anlayan parmak kaldırsın.

Palmiye Konakları, denize nazır bir vaha imiş... Vaha çöllerde olur / yani olmaz. Denize nasıl nazır olur peki? Beylikdüzü Çölü’nde olunca...

Güzelşehir Büyükçekmece’de, ‘İstanbul’da bu konumda başka yer yok!’ tarzında tümü deniz manzaralı konutlar. Hiç bir konum bir diğerine eş olamaz zaten ya neyse. Yine Büyükçekmece’de Vadipark Evleri’nde muhteşem göl manzarasına ilaveten yapay sular üstü köprüler ve de yüzme havuzu var.

Sealybria, Mahmutbey gişelerinden 30 dakika. İlan soruyor, “Kevın Kostnır’ın Votır Vörld filmi neden zarar etti?” İlan cevap veriyor, “Çünkü o filmde kullanılan onca suyun film estetiğine en ufak bir katkısı yok. Kostnır keşke Sealybria’yı görüp de çekseydi filmini.” Corc Kuluni ise Sealybria’yı görmezse aile babası olamayacakmış. Detaylar için bu ilan dizisini okuyun ve daha çok gülün lütfen.

Sinpaş’ın Avangarden vadisi projeleri ürkünç bir komedi. Bu vadide bir su akıntısı oluşturmuşlar, kıyısında Amsterdam İstanbul’a geliyormuş. Düşünün bir ne idüğü belirsiz akıntının kıyısında Amsterdam Yalıları, veya düşünün Antalya'da mutlu bir Hollandalı!... Etrafında da yakıncacık Paris Residence ve London'ı Londra ama kulesi Tower olan Londra Tower. Burası da Çekmeköy. Sinpaş bu civarda Aquacity denen oturum mahallerini kurduydu. Yatak odasında havuz falan. Alan insanların ilk işi havuzu odaya katmak olmuştu.

Şelale Konakları, Çağlayan çukurunda havuzlu ve kafe barlı, otel konforunda. En ‘her yere yakın’ ilan bu. Beş dakkada Beşiktaş kadar şehrin göbeğinde, çeşitli fabrika, imalathane ve ardiye gibi işyerleri manzaralı.

İstanbul’da Yedigöller, havası ve de on katlı binaların üçüncü katlarında bahçeler gibi inanılmaz bir 21.yy buluşu. Trend satıyor koşun. Olay Kurtköy’e varmakla bitiyor, kavuşuyorsunuz su birikintisi manzaralı, otel konforunda evinize. Kavuşmadan önce de lobide oturup bir kahve ‘alın’ lütfen.

Atapol Residence, Soyak Yenişehir civarında, yani orası da galiba Ataşehir civarında. Çok sevdiğim bir aile maalesef oralarda yaşıyor. Her gidişim ayrı macera. Her gidişimde yollardan iki üç telefon. “Şimdi nereye sapıyordum çocuklar?” Bırakın geri zekalı beni, akıllı arabam bile öğrenemedi daha yolu!

Bu sabah bakıştığım gazetelerden aldığım konut notları bunlar.

Komik notlar, acıklı notlar, ortak notlar da şunlar...

24 saat kameralı güvenlik: Önce eşkiyayı şehre indir, sonra da işi güvenlikli sitelerle halletmeye çalış.

İçlerinden bir şekilde su geçmesi, su görmesi: Su akar deli bakar’a atıf değil vallahi, kıyılara beton projeleri elit tabakaya hitabettiğinden...

Alışveriş: Hemen hepsinin içinde bakkalı kasabı var. Kimi ayakkabı ve kitap da satar. Sıkışın kalın sitenizin içine. Mısır Çarşısı’ydı, Beşiktaş Pazarı’ydı, Nişantaşı'ydı ve gibi gibi yerlerde zaten ne işiniz var?

Ödeme koşulları ve hemen teslim, tapulu teslim gibi söylemler: Araştırın artık. İşinize geleni alın, güle güle oturun...

Ben derseniz eğer, beeeen ortasından dere gibi yağmur suları akan, içinden çöpçü, kedi, köpek, sarhoş geçen Salacak İskele yokuşumda, yandan çarklı ama olan deniz manzaramla yaşamayı seçtim ve devam edeceğim. Gardiyansız, kimliksiz, otoparksız...

Burada her şey gerçek.

Sadece çekilen diziler tartışılır.

Cumartesi, Nisan 08, 2006

Şikayet

Pansuman / uzun uzun


Her normal vatandaş gibi sabah evinden çıkan bir İstanbullu, kapısı önünde duran poşetli poşetsiz çöp yığınlarını aştıktan sonra...,

sokağında hiç bitip kapanmayan kazıları, çamuru taşı tozu toprağı tümsekleri geçtikten sonra...,

İstanbul’u kapsama alanında, Marmaray Projesi ve her halükarda her yeri altüst eden kırk adet alt ve üst geçit inşaatıyla debelendikten sonra...,

döşendikçe sökülesi mübarek kaldırım taşlarını, döküldükçe çöken asfaltları aştıktan sonra...,

evinde muhtemel akmayan sularıyla alamadığı duşları sokaklarda araçlardan püsküren zifoslarla aldıktan sonra...,

ay ayyy ayyyyy, gözlere şenlik patladı ki, bulvardı meydandı dinlemedi, caddelere sokaklara taştı laleler.

Kaç yeni teleler soğan soğan ağladılar dikildikleri pisliklerin içinde.

Aynı kaç yeni teleler bin pişman dikildiklerine de, patlayıp sivrildiklerine de bu pisliklerin analarını ağlattığı yerlerde.

--------------

Otoyollar boyunca kenarlarda boşaltılmış küllüklerden oluşan izmarit yığınları, araçlardan atılan ambalaj malzemeleri ve meyve kabukları...,

geçirilmiş kazalardan artan sürrealist demir yığınları...,

hiçbir zaman kaldırılmayan, doğanın yokediş gücüne terkedilen ölü hayvan bedenleri...,

ve yine otoyollar boyunca, çiçek işçileri yayılmacı çiçekleri mevzilediler bayırlara; git git bitmiyor, alı moru sarısı.

--------------

Şimdi Belediye’nin zillerini çalalım.

Zııırrrrrrn, zıırrrnnnnn.

Neler oluyor, heeeey?

Önce bir kıçınızı yıkayıp temizleyin, sonra don giyin demezler mi adama?

--------------


Oysa, “erişti nev-bahar eyyamı,” İstanbul’a.

Bir nihavendi bile bize çok gördüler.

Cumartesi, Nisan 01, 2006

Lordan ne mi anlarım?


Peynir diye sevmem. Peynir anlayışım biraz dilimi ısıran tatlardan oluşuyor da ondan.

“Ne anlarsın sen lordan?” diye sorarlar bazı bazı.

Anlatıyorum.

Dün, Gourmex’de satış yapan iki üç yerden biri Ünal Çiftliği idi. Bu Manyaslı çiftliğin peynir üretimini haylidir takip ediyor, bulduğum yerde de alıyorum. İsli peyniri yerlilerin içinde en iyi. Bir de hiç tuzsuz loruna bayılıyorum. İkisinden de aldım yine. İsli peynirim dün akşam yeşil salatamızın yanında yeşil Efe’yle yarenlik etti.

Bugün öğle yemeğinde ise lorlu cevizle sunulan ıspanakla pişirilmiş noodle ve de...



...ve de benim hani o sizlerle paylaştığım güzelim altıntop mucizemle birlikte, violetlerle ballıbaba yaprakçıklarının süslediği lor tatlım vardı.

Mutfağa girmekle noodle tabaklarımızı masaya servis etmek arasında en fazla onbeş dakika geçiyor. Ve de inanın, en kıyamet makarnacılarda yesem bunun onda biri etmez bana göre.

İki büyük avuç yıkanıp kurulanmış ıspanağı azıcık sızmada çeviriyoruz önce ve beş dakika ağzı kapalı pişiriyoruz. Yüksekçe kenarları olan bir tava bu iş için ideal. Sonra altılı noodle paketlerinden üç tanesini atıyoruz aynı tavaya. Üzerine pilav yaparmış gibi ayarlayıp sıcak su koyarak tuzunu ve biberini de kattık mı tamam. Suyunu çekince de iki dakika dinlensin. Şimdi tabaklara alıyoruz ve üzerinde lor, ceviz ve kırmızıbiber şenliği ile masaya getiriyoruz.




İki kişiyi güzelce doyuracaktır bu yemek. Hele de hiç tuzsuz lor bulunca buldumcuk olan Oya gibi bir de lordan tatlı çıkarırsanız sofraya... O da beş dakikalık bir iş olan muhteşem bir lezzet olursa hele. Hele hele de violetlerle ballıbabalar da, altıntop mucizemle birlikte lor üzerinde yerlerini alıp buradaki şenliğe katılmış olurlarsa.



Ben lordan böyle şeyler anlarım.

Kimsecik'im de bunları anlar.

Daha başka zamanlarda daha başkalarını da yaparız.

Bu kadar.

Gourmex 2006

Pek mutlu ayrılmasam da, gittim mi gittim.

5. Uluslararası Gourmex 2006’daydım dün öğle saatlerinde. Keyfimi yerine getiren lezzetli İtalyan şarapları oldu. İtalyanlar, İtalyanca anlaştığımızı görünce özel misafirlerini ağırladıkları bol İtalyan peynirli masaya da davet ettiler beni. Bence tüm Gourmex 2006 tetkiklerimde yaşadığım en keyifli on dakikaydı!


Ne de olsa uluslararası bir yerdeyiz ya, sunum yapan bir mutfakçıda pişen tropikal meyve soslu pasta tadına da baktım. I ıh’tı. "I ıh," dedim ya, adam keçi peyniri attı üzerine, yine de ıııh.

Verita markası ile piyasaya ha girdi ha girecek olan İdeal Tarım Ürünleri’nde yüzü gözü açılmamış ne kadar meyve sorarsanız var. http://www.verita.com.tr/ adresinde olmayanları kastediyorum. Benim custard apple, pitahaya ve fejoya gibi tanımadıklarım mesela.

En müjdeli haberim şudur ki, NoMU yakında marketlerde olacakmış. Şimdiden isterseniz http://www.paya.com.tr/ . Henüz yapım aşamasında olan bu siteye bir iki satır bilgi bırakınca, detaylı malzeme listesi gönderiyorlar ve istediğiniz herşeyi ısmarlayabiliyorsunuz. http://www.nomu.co.za/ ‘da ise NoMU hakkında bütün bilgiler mevcut. Vanilla extract ve vanilla paste belki de arayıp arayıp da bulamadığınız malzemelerdir. Ben NoMU Rub’lara da delirmekteyim. Gidene gelene ısmarlamak ayıbından kurtuluyorum yani.

Oxygen Home Gourmet’nin internet sitesi yok. Kybele /Artebella mantarlarını da pazarlayan bu firmada Umut’un babasıyla tanıştım. Umut kim derseniz eğer, daha bilmiyordum derken öğrendim. Mantarlara yaklaşımımı, bir süredir orta yerde uçuşan, "Kybele, Pandora, nefis mmmm," sözcüklerine bağlayın siz. Bir de aynı ortamda çiğ tattırdıkları, Oxygen’ın enfes deniz ürünlerine. Bayılırım, iki damla limon ve bana kalırsa bir damla da viski ile kabuklarının içinden yemeye.

Mantar meselesine gelince, ben, "Sizin kızınız, bizim bloglarımız," falan derken adamcağız, “Haaaa,” oldu, “demek ki siz o, öbürü, onlar, blogspot, O'sunuz yani...” Derken elime iki kavanoz tutuşturdu Kemal Bey http://www.kybelem.com/ , bir mini öbürü mini mini. Mini’nin içi karışık mantar sosu dolu, mini mini de yağda yatan sarmısaklı acı biberlerle. (Yukarıda, minik mutfak aksesuarlarımdan olan kedili sütlüğüm ve fareli zamançalarımla* görüntüledim onları.) Bir de enfes köfte ikramı yanında, kuru domates köftesiymiş. Böylece Pandora’nın Umut olduğunu anladım yani, baban seni ele verdi Pandora, ben de dedikodu mahiyetinde ifşa ediyorum.

Bind çikolatalarını pek sevmem ama orada birisi taze taze yapıyor diye durdum baktım aval aval. Mürefteli azimli hanımları selamladım, geliyorlar her yıl, tanır gibiyim hepsini. Akademi Ofset’in özel tasarım şarap etiketlerine http://www.akademi.com/ bayıldım. 55 yıllık Teşvikiye Bahar Pastanesi onlarca ekmek çeşidiyle katılmış, eski bir dost görmüş gibi oldum, sevindim.

İçkileri giriş katına koymuş Hilton Convention Center, gıda ürünlerini de iki kat ve asansörsüz olan yerin altına. “Bir sakatlık var yahu bu sergileme sisteminde,” diye söylenip dururdum zaten hep alt katta gezerken. Dün de söylendim epeyce.

Oradan çıkıp yüzmeye gittim.

Tekerlekli sandalyesi ile gelen engelli arkadaşımız da havuzdaydı.

Ona, “Gourmex’ye git,” diyemedim.

*zamançalar yemeklere dakika tutmak için ayarlanan alete benim bulduğum isim. Başkaca bir adı var mıdır?