Kedili Mutfaklar

Cuma, Ocak 30, 2009

Sosss

Beyin sos

Kabaca zerafetimin resmi. Aklıma çocukluğumdan kokular düşmüşlüğümün hali. O zamanlar sakatat yerdik. Kırk yılda bir işkembe çorbamız, daha sıkça Babam Nuri'nin Çiçek Pazarı dönüşü getirdiği ızgaralık böbreğimiz ve Arnavut ciğerliğimiz olurdu. Ciğer benden uzak, böbrekse pek yakındı. Soğutmadan, yağlarını dondurmadan yutardım.

Yıllar uzayıp gitti. Hayatımın sofralarındaki sakatat tatları neredeyse unutulmaya başlanmıştı ki, aynı hayatıma bir adam girdi. Baba görevine binaen hayli Anadolu katetmişler, dört çocuk okutan anaları mutfağını doyurucu ve hasiyetli yemeklerle asgari masraf, azami lezzette tutmayı başarmıştı. Yine buyur ettik mutfağımıza sakatat tariflerini. Sevgilimin anasından öğrenip yaptığı takım ciğer yahnisi hayatımın unutulmaz lezzetleri arasına katıldı hattâ. Yendiği hiç aklımın ucundan geçmeyen akciğerin de dahil olduğu takımda karaciğer, dalak, böbrek ne ararsan vardı. Saatlerle pişerdi. Nefis tereyağı kokar, taze soğanın keyfi ağızda tavan yapardı.

Sonrasında, meyhane masalarında göze pek hoş gelen zeytinyağ ve limonlu beyin salatasında takılıp kaldık. Derken o da kaldırıldı bizim demlendiğimiz yerlerden.

Düne kısmetmiş. Aldım. Böbreklerimin ızgarasını bayılarak yedim akşamına. Özlemle yedim. Anılarla yedim. Beyin işi kaldı bugüne. Yahu bu nasıl ayıklanırdı? Suyun altına tutulurdu da, o zar, zar zor nasıl temizlenirdi? Şeklini koruyamadım velhasıl, dağıttım iki mükemmel beyni. Öylesine dağınık haşladım sonra deniz tuzu parçacıklarıyla, üç beş dakika.

İri çekilmiş bol karabiber, limon suyu ve en sızmaların sızması ile ezdim. Maydanoz beyin salatasının vazgeçilmezidir. Yanısıra kabaca kesilmiş organik ekmek, kopara ısıra yenmektedir.

O güzelim peçeteliği marifetli ellerimin fi tarihinde yaratmıştı.

Kahretsin, örtünün katlama yerini ütülemedim yine, pot yaptı işte.

Yoğurtlu bulgur sos


Sepet içi buharda yumuşattığım brokolim ve yanısıra kereviz saplarımla havuçlarımı nasıl yiyeceğimi düşünürken, aklım bulgura takılıyor. Mesela, "İki ölçü yoğurda bir ölçü bulguru katıp iyice dinlendirince, sonra da ceviz, sarmısak, pul biberle karıştırınca müthiş olur," diyorum.

Aslında bunu şimdi demiyorum. Tam yedi yıl önce Açık Radyo'da yazmışım. "Üzerine kırmızı biber ve sızma gezdirin. Bir de, kırk yılda bir ölçü verdim diye beni utandırmayın olur mu? Yoğurdu az gelir de bulgur diri kalırsa biraz daha yoğurt tabii ki ekleyin," diye ilave etmişim.

O vaktin zamanında meze hanesine düştüğüm bu fikrim, şimdi hem buharda sebzelerimi fevkalâde lezzetlendirdi hem de eski fikrime hürmeten rakı mezesi yapıldı. Artık aklıma geldikçe başka sebzelerle de eşleştiririm.

Rokalı enginar sos


Birisi TV'de roka üstü rendelenmiş enginar salatası yapıyordu. Varoşları hedeflemiş ağzıyla "deeeermişim, deeeermişim" demese, sinirlenmeden, daha sık izleyebileceğim bir program...; hattâ diyen tiyatrocu Derya Baykal olmayıp Kadırgalı Seda Sayan olsa, üstelik keyifle izlerim. İşte o Derya Baykal, rokanın üzerine enginarı rendeliyordu.

Çiğ yemeyi çok sevdiğim enginarı pesto etmek böyle düştü aklıma. Yarımayımı elime alıp takada tukada eğlenerek de yapabilirdim ama enginarın kararma ihtimalini göze alamadım doğrusu. Bızzzzt aletime yarım limon suyu koyarsam, bızzzzt bir enginar ve bızzzzt bir avuç roka ve bızzzt bolca parmesan yapıp işi temizce hallederdim. Ettim de. Tuzu, sarmısağı, sızması unutulmaya.

Evde çam fıstığı yok.

Eyvahlar olsun.

"Bunun nesi pesto peki?" demeeeeezmişim.


----------
Bunu da yapmışım! Mutlaka okuyun.
http://kedilimutfaklar.blogspot.com/2008/04/enginar-ipiydi-sapyd-derken.html

Pazar, Ocak 25, 2009

Şahit bulsam muhallebi diyecektim ama...

... Annem Selma geldi puding dedi.

Tamam, uygulaması sizce zor. Dolap faresi hallerimle, birbirine uygun malzemelerimi dışarı çekip karıştırma durumlarımdayım çünkü. Sakız reçeli mesela bana hep getirilir. Nereden alındığını bilmem ki kalkıp al sakız reçelini koy muhallebine diyeyim veya bildiğim en yakın yer Çeşme. Aynı şey şu yoğun şekerli süt için geçerli. Condensed milk* oluyor galiba. Tenekelerde satılıyor ama bizim memlekette değil. Bir Rusya yolcusu buldunuz mu istiyorsunuz, getiriyor.

Gerisi kolay. Süt, krema, damla sakız ve irmik. Muhallebi yapmaya girişiyordum ki, neyle koyulaştıracağımı bilemedim. Mutfağın benden sorulmadığı zamanlar ne bitmiş tükenmiş farkında değilim tabii. Oysa bakkal dükkanı gibiyimdir, yok yoktur. İrmik vardı nitekim. Koydum gitti.
Her aşamada bızzzzztlıyorum. Onu kat bızzt, bunu koy bızzzt. Kaynasın gitsin.


Sakız reçeli ve teneke süt çok tatlı, başkaca şeker istemez. Üstleri kumkuat reçeli tanecikleri ve jölelenmiş suyuyla, nasıl kıydıysam, süslenir. Komşuların aşure kaplarına doldurulup geri götürülür.

Torunum Cancan'ım bir parmak tencere dibi yaladıktan sonra yün bebeklerinin yanına uzanıp güneşlenmeye başlar. Bu onun bir takdir şeklidir.

Misafir gelen Annem Selma, "Eline sağlık, çok güzel olmuş kızım," der.

Misafir gelen Ablam Hülya, "Güzel, güzel," diye baştan savar.

Misafir gelen Yeğen Aylin, tadına bakar bırakır.

O zaten yemeklerin sadece tadına bakar.

Sağlıklı yaşam meselesi!

Çilekli şerbet içindeki hali de benim meselem.


* şekerli konsantre süt

Sakıza dair başka yazılar bu bağlantıda:
http://kedilimutfaklar.blogspot.com/search?q=sak%C4%B1z+re%C3%A7eli

Perşembe, Ocak 22, 2009

Mantar ekşi, mantar tatlı, mantar acı

Mantar acayip. Mantar ağzıma layık. Mantar Mupa. Kereviz dalları Erüst. Soğan arpacık. Biber süs ~ Edremit Çiğdem. Portakal tatlı ~ bizim bahçe. Zeytin Fora dilimli yeşil. Örtü ve elle toplanmış zeytinlerin sıkılmamış sızması ~ Şirince Candan. Kedi Murano Adası ~ Aycan&Nurci. Sarmısak, şeker, tuz ve karabiber mutfaktan.

Ben yemek yapmayı bilmiyormuşum..., veya pek çok insan yemek yapıyorsa eğer, ben ve gibilerimin yaptıklarına ne deniyormuş? Gibilerimin çoğu deneysel mutfak diyorlarmış yaptıklarına. Merak edip mutfaklarına sızıyormuşum.

Aaah, işte gerçek hakikat bu! Deneyip deneyip bulmakla bulmamak arası tarumar, vakitlerini israf etmekteler. (Tonlama eski film seslendirmeleri gibi, biraz gözyaşı soslu ses titremesi!!!)

"Bayılın da bayılın yaptıklarıma," diye tepiniyormuşum elalemin mutfaklarında. "Tek kerede/tek karede dönüşü olmayan hamlelerim ve eşsiz katkı duyargalarımla, yaratıcıyım işte... Kılı kırk yarmıyorum. Kırk kap kirletip, kıtipiyoz lezzetler bulmuyorum. Sanki yaptıklarım matahmış gibi yaygara basmıyorum."

Tepinmeyi yavaşlatıyormuşum sonra, "Hadi hadi hadiiii, keselim kendi kendimi methetmeyi, estek köstek," diyormuşum. Sanki bir yandan ayılıyor muymuşum; yani şu mantarları öylesine lezzetle yiyormuşum ki, herkesler affediyormuş böbürlenmelerimi.

"Ayıptır, ol mütevazi, eğ başını. Ha şöööle," diye azarlıyormuşum kendimi.

Kabus yani. Ter basmışım utancımdan.

Malzemeler belli. Pişirin yiyin haydi.

Halim kalmadı.

Bu acıydı, tatlıydı, ekşiydi mantarın üzerine biberli çikolata yemenin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Pazar, Ocak 18, 2009

Bir boy sahil git bir boy dön, yürü yani...

Yürü yavrum yürü, yürüteyim seni... Annoya'mın birinci vazifesi bu. Sönen kaslarını şişirmek. Fizik tedavileri azaldı, devamı yürüyüşle halledilmeliymiş. Yürüyebilene tabii. Allahtan sahil yolu bank bank üstüneymiş de, "Nerde trak orda kurul otur gelen geçenle, manzarayla eğle gönlünü," diyor benimki.

Fırtınada sahilimize oturan gemiciklerse fevkalâde iyi oturmuşlar herhalde, kalkmak bilmiyorlarmış. Biblo gibiymiş mübarekler! İşin tuhafı üstlerine bir tek kanatlı konmuyormuş! Nedenmiş?


Annoya'mın konuşlandığı bankın çevresine kimler dizilir? İki balıkçı kedisi, ikisi de aslan gibi.Biraz kafa sevmeden sonra tekir olan kucak gelmiş, beyazlı tekir girdiği gölgeden bir daha çıkmamış.


Bazı, "İyi insanlar nerede?" diye soruyorsunuz ya siz insanlar. Annoya'm sahilde rastlamış iki tanesine. Ellerinde torba torba ekmek, martıları karabatakları doyuruyorlarmış. Sahil lokantalarında çalışan komilermiş galiba, "Ama," diyor Annoya'm, "yapmaz yapmazlar, çocukların yürekleri temiz."


Benim durumumda değişiklik yok. Annoya'ma eğilmek yasak olduğundan, bense halâ zıplayabildiğim için, yemek ve su kaplarım masada tepsi üzerinde sunuluyor. Annoya'm da karşımda oturuyor zaten çoğunlukla. Gazete okur, bilmece çözer, yemek yer, internete takılır; hepsini buradan yapıyor.

Şu çorbasını da karşımda içti. Sahilden geldiğinde karnabaharı ocağa verip haşladı; içinde taze patatesler, sarmısak dişleri, havuç. Onlar soğuk soğuk yenecek limonlu sızmalı. Suyunda bıraktığı bir miktarını da iri iri ezdi, bastı tarhanayı içine. Kaynattı. Ooooh pek güzel olmuş, fevkalâde de iyi gelmiş sahilde topallama idmanı üzerine. İçine Bahçıvan beyazı koyuyor, hani zeytin&biber katkılı olan. Sızma tabii var.

Hoppaaaaa...
Her sabah her seher gelir geçersin, kanımı kadehe koyar içersin
Ne beni alırsın ne vazgeçersin, yetmez mi insafsız senden çektiğim?
Yürü yavrum yürü yürüteyim seni, saz çalayım sevdiğim uyutayım seni.
Gel keyfim gel.
Uysa da uymasa da...

Salı, Ocak 13, 2009

Körili pilav, değişen huylar

Bir zamanlar bir moda bir moda. Her şey körili pişiyor moderen kadınların mutfaklarında. Daha yakın yıllarda, daha iyi hatırlayacaksınız, soya sosu körinin yerini aldıydı. Hanımlar evde et tavuk neleri varsa soyaya bulayıp kendilerini Çin mutfaklarında şef zannetmeye başlamışlardı. Ben her iki lezzetten de hazettiğim halde, konuşulmasından bile bıkmışımdır köriyle soyanın. Hatırlayınız TV'lerde yapılan ilk yemek programlarını. Bir bilge ahçı artı bir artist misafir, yapa yapa soya soslu tavuk yapıp yapıp yedirdiler insanlara yıllarca.

Köriden gına getirmem daha eski. Hint bayrağı açmış Londra mutfaklarına kokudan girilmez, yemekleri de acısından yenmezdi. Moda diye yedik, sevdikte yedik, yedikte yedik. Bıkmışım.

Dün özel usulümde pişen tavuğumun tencere dibinde kalan enfes koyu sosuna köri katmaya yeltendim, nedense! Ölçüsüz elimi kullanarak verdim köriyi... Özlemişim, muhteşem koktu. Bastım pirinci, şişti. Tavuk parçacıkları, dereotçukları... Müthişti bu yemek, yanına koyduğum o bir zeytin tanesiyle iki ıtır yaprağı var ya? Tüy dikti vallahi. (Haa, ben bu sözcükleri hep iyi anlamda kullanırım!)

Yer misiniz?

Yersiniiiiz, yersiniz.

Serap Komşum eline pek bereketlidir. Taşa taşa getirdi aşuremi, öyle doldurmuş tabağa. "Ay pek de çok," falan hallerim hep numara. Öyle güzel yapıyorlar ki Annem Selma bir Serap Komşum iki, stokları bitmeden kapılarında belirip az daha nasiplenmemek işten değil.

Yeğenim Aycan'la gelin kızım Nurci bana yattığım yerde yenilikleri tanıttılar hep bin yaşasınlar. Sakızlı Türk kahvesi de degüste etmem üzere getirdikleri bayram hediyelerim arasındaydı. Alıştım sağolayım; öğle zamanında öğle yemeği yemeye alıştığım gibi, üstüne de sakızlı Türk kahvesi içmeye alıştım.

Evde yaşamanın getirileri! Hani derler ya, "Çocuğun hasta olduğuna değil, huyunun değiştiğine yanarım."

Falıma bakar mısınız? Huylarım gelecekte başka ne haller alacak?

Bugün pek zevk aldığım köri lezzetine artık mutfağımda sık sık yer verecek miyim?

Soya sostan haber var mı?

Kevin Costner zırvası

THY dünyaya Kevin Costner sayesinde ha açıldı ha açılıyor.

Kevin bu işten bir milyon dolar alacakmış ama, "Ben paraya para demem, hiç de önemsemem," diyormuş.

Önceki Türkiye ziyaretinde, Cumhuriyet Bayramı Çankaya resepsiyonu kapsamında, first lady'nin tabiriyle “George Clooney’den yakışıklı” Cumhurbaşkanımız tarafından ağırlanmıştı.

Aslanlı yoldan Atatürk’ün mozolesine yürüyen arkadaş, Atatürk’ü beyaz perdede canlandırmaya sıcak bakmıştı.

Costner, ülkemizde krallar gibi ağırlandığını, Türkiye’yi sahiplenmeye başladığını filan söylemiş.

Politika konuşmak istememiş.

İyi ki Temel Reis karşılama törenine plastik terlikleriyle gitmemiş.

Apronda 'hoşgeldin' devesi neden kesilmemiş?

Pansuman

Kafasına Amerika’da yaptırdığı, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazan şapka geçiren Costner’in, yazının sonuna kondurduğu nida/ünlem işareti ne manâya geliyormuş?

Pazartesi, Ocak 12, 2009

Bakın bakalım can neler çekmiş...

Mutfağım bana, ben mutfağıma kavuştuk. O beni fazla yormadan, ben de onu fazla sarsmadan girişiyoruz birbirimize. Aklım yine armonik, uyaklı yemek yapmalarda. Yaptığımı gözüme gönlüme denk düşürmelerde. Bakın bakalım can neler çekmiş...

Bir somon filetom var dondurucuda; turuncusu fena halde bulandırıyor kafamı günlerdir. Somona somon bir sos istiyorum yanında. Sonuçta kabaklayıp yemeye karar verdim. İki alâ dilim balkabağını bu maksatla aldırdım eve. Şöyle el kadar bir parçasını az suda, bir çimdik muskat rende ve tuz ilavesiyle yumuşatıp püre yaparken yarım portakal suyu kattım içine. Portakalım bizim bahçeden, söylemeden geçmek olmaz.

Somon parçam sadece tuz ve çekme karabiberle teflon tavada pişti, yağsız mağsız.

Olsaydı fesleğenli yerdim, yanında beyaz şarap içerdim. Daha rafine, daha sansasyonel bir lezzet olurdu! Yoktu. Dereotu ve taze soğanla rakıma eşlik etti. O da oldu olmasına da, aklım şarap eşliğinde fesleğenli nasıl olacağında kaldı.

Somonun sosundan artınca kabak maksadını aştı, bir tatlısı da yapıldı ki, hep olduğu gibi kabak tatlılarının en lezzetlisiydi. Geceden şekere yattı, sabahına üç beş karanfille bir çubuk tarçın eşliğinde kaynatılıp yumuşatıldı. Yarım limon suyu ile bir taşım daha fokurdatıp aldım kabakları tencereden. Sosunu koyulttum döktüm üzerlerine, bitti.


Kıymalı lahanam kapuska olma yolundaydı önce ama olmadı. Renk renk olsun, içim açılsındı daha iyiydi. Sızmada soğanıyla azıcık döndürülen kıymaya kırmızı biberi, havucu katıldı. Bol limona bayılır lahana, Karadenizli bir dosttan almıştım kayda.

Aylar sonra mutfakta iki tencereyi bir araya getirebilmenin mutluluğunu yaşamaktayım.

Daha dahası gelir artık.

Salı, Ocak 06, 2009

Yazının başlığı, "İçkiye son tokat," olsun.

E-posta gündemimden blog gündemime geçirmeyi uygun bulduğum uzunca bir Pansuman.


http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2008/Ekim/21/Haber_490467.aspx

Tasarı halinden gerçeğe dönüşüyor. Dün (3 ocak, Cumartesi) ilk olarak Migros Mağazası Levent'te uygulanmaya başlandığı anda dikkat çekti. Tabii tebligat her yere yapılmıştır, her yer aynıdır artık.

"BUZZZ GİBİ BİRA" demek bile yassah!

İÇKİ SATIŞLARINA PROMOSYON YASAĞI GELDİ

İNDİRİMİN İNDİRİM OLDUĞU BELLİ EDİLMEYECEK

İÇKİ YANINDA KADEH FALAN HEDİYESİ YASAK

Daha dahasını yukarıdaki linkten okuyunuz!!! Oya

----------

dünden beri bunun hakkında düşünüyorum, aralıklı olarak. hatta üstüne uyudum, sabah kalktığımda doğrudan kafama bu geldi: vallahi de billahi de ben buna %100 taraftarım, diye.

bu kadar cahil, ve bu kadar yoksul bir ülkede, ben içkinin kısıtlanmasına taraftarım.

hatta bu kadar cahil ve bu kadar yoksul bir DÜNYADA da ben buna taraftarım.

neye: içkinin (daha) pahalı olmasına, hiç promosyona falan girmemesine, reklamının yapılmamasına, kısıtlı yerlerde bulunabilmesine, akla gelebilecek her şekilde kısıtlanmasına. (bana kalsa satarken sabıka kaydı falan da isteseler uygundur.)

biz, özgün mesajı yazan oya, bu yanıtı yazan candan, ve bunları okuyacak, okuyabilecek olanlar bu ülkenin, hatta dünyanın en üst binde biri miyiz, yüz binde biri miyiz, hangi seviyesindeyiz sizce? ve o promosyonlar bize mi hitap ediyor? o indirimler, o reklamlar bizi mi pençesine almayı hedefliyor? yoksa cebinde ekmek parası olmayan, kafası bozuk işsiz adamın ya tehditle borç alıp ya bankadan çıkan emekliyi çarpıp bu akşam da kafayı bulmasına, "bir parça keyiflenmesine!!" mi yol açıyor? sonra içki masasında ibne iması aldığından arkadaşını veya yüksek sesle güldü diye yandaki efendi delikanlıyı bıçaklamasına, eve gidip karısına tecavüz etmesine, çocuğunu dövmesine ve ertesi gün yine akşam kafa çekecek parayı bulmak için uğraşmasına?

siz içki içmeyi biliyorsunuz diye herkesin bildiğini varsayamazsınız ki! hatta biraz dikkat ederseniz ezici çoğunluğun bilmediğini görürsünüz. benim ailem çokuluslu büyük şirketlerle iş yapıyor, ve bu çokuluslu şirketlerin CEO'ları mesela boğaz havasında rakıyla biraz halvet olduklarında iş ortağının yanında onun karısına sarkıntılık yapabiliyor. ablamın çok yakın bir arkadaşı, sarhoş araba kullanan kocasının yaptığı kazada öldü. sizin böyle bildiğiniz örnekler yok mu? cehalet seviyesi arttıkça, sosyal seviye düştükçe de içki içmeyi (becere)bilme oranı düşüyor.

buzzzz gibi bira denmeyiversin! cahil ve yoksul halkın aklı başında kalsın, karnı açken kelle olmasın! her köşe başından üçkuruşa o rakıyı, bu birayı yanında hediyesiyle almasın! osu da eksik kalsın! merlot'yla şiraz'ı, petrus'la chateau marmont'u, burgaz yaş üzüm ile sarı zeybek'i ayırt edebilen etsin, istediği içkiye istediği yerden ulaşsın, efendice içsin. çocuklarımıza 15 yaş doğum günü partilerinde içki içirmek normal sayılmasın: alkol, kötülük potansiyeli çok yüksek, büyük sorumluluk isteyen, çok az sayıda insanın edebiyle tüketebildiği "tehlikeli" bir şeydir, bunu herkes bilsin.

Candan

----------
Pansuman

Özellikle yorumsuz postaladığım alkol kısıtlamalarına değinen yazıma, Candan Turhan arkadaşımdan yukarıda italiklediğim yanıt geldi. Yetişme tarzımda, "hep kendinden yüksekleri değil, altında yaşayan insanları da görürsen yaşam seni mutlu eder," felsefesi vardı. Ancak bu görüş sadece parayla ilgili olup, kesinlikle ahlak çerçevelerini zorlayan ölçüde değildi.

İki serseri cinayet işleyecek, üç kendini bilmez kadına kıza asılacak veya tecavüze yeltenecek diye kendimi o insanlarla aynı kefeye ne koydurturum, ne de aynı kefeye koyulduğumu düşünmek isterim.

Zaten Candan'ın üstüne basarak anlattığı bu suçların işlenmesine çanak tutan ana MADDEler ne bizim bildiğimiz piyasalarda satılır, ne de promosyona girer.

İçki indirim / promosyonlarından yararlanma haklarımın fasulye makarna indirim / promosyonlarından yararlanmak kadar doğal hakkım olduğuna inanıyorum.

Sevgiyle, Oya

Cuma, Ocak 02, 2009

Şimdi kutlayalım mı?

Yılbaşı Özel boyunbağımı bağladım, günlerdir dolaşıyorum ortalıkta. Kırmızı, straslı... Annoya'm oralı değil. Koymadı beni gözünüzün önüne ki göresiniz ne biçim şıkım. Yarı keyif ya kendisi... Diğer yarısı sinir şey!

Derken dün sabah oldu. Baktım ki Ninem Selma toparlanmış, gidiyor. Annoya'mı iyileştirmese gitmezdi, biliyorum. İçime doğmuş sanki. Annoya'm da kontrola gitti, döndü. Doktor Amca sevmiş Annoya'mı. "Oh cici, oooh cici," yapmış kesip biçtiği yere.

Ben şimdi bu doktor amcam Azmi Hamzaoğlu'na köşemden esaslı bir teşekkür çakmaz mıyım? Yanı sıra bütün asistan abilerime, hemşire, hastabakıcı, personel, hepsi hepsi ile Ortopedi ve Travmatoloji bölümüyle ülkemin yüz akı olan Çağlayan Florence Nightingale Hastanesi'ne mırmırlamaz mıyım? Annoya'mın bacaklarını her gün her gün gelip hopidi hopidi çalıştıran Azmi Amca'nın fizyoterapist yardımcısı Pınar Abla'yı bol bol koklayıp yalamaz mıyım?

Annoya'm da artık iki ayağı üzerinde, az ama/ve güzel bir şekilde topallayarak dolaşıyor her yerde. Yakında arabasını da vıınnnn vıııınnnn vuuuuuu yapacakmış.

Ooooh beeee, straslı kırmızı boyunbağımın keyfini bugün çıkarmaya başladım walla...