Uzuncadır eski yazılarımı görücüye çıkarmıyordum. Bugün vaktidir. Neden derseniz eğer, ki "Neden?" dediğinizi duydum, ev mazallah kafamıza yıkılmak üzere de ondan. Ustaların üçü giriyor ikisi çıkıyor. Toz toprak moloz, battık. Neyse, belki çocuklar yazar size durumumuzu, ben perişanım.
Oya Kayacan25/11/2002 /
www.aciksite.comBiz, aile geleneği olarak,
Amerikan Hastanesi’nde teşhis ve tedaviye pek meraklıyızdır. Annem, her hafta başı olmasa da hatırı sayılabilecek kadar sık hafta başlarında telefonu açmasıyla beraber, “Bak buraya,” der mesela, “sol ayağımda sağ ayağımda olmayan bir kırmızılık var. Bunu bekletmeyelim, hemen gösterelim.”
Sevinirim ki, oofff. Fıstık gibi Nişantaşı yapacağız işte. Herkeslerin zevk-ü sefa eylediği, kafelerin cıvıldayıp en kızgın alışveriş hallerinin yaşandığı Nişantaşı cihetine gidiliyor, palavra değil. Gitmişken gözlerimizi de turlatırız şöyle bir vitrinden öbürüne. Olmadı dükkanlara bile sızarız usuldan. Usuldan, çünkü bir şeycikler alamadan çıkacağımızı oramdan buramdan nasıl belli ediyorsam, personel zaten mesaisine fazla yük bindirmemek adına bizimle pek ilgilenmiyor. Allah sizi inandırsın, durup durup kendimi tanıtmak geliyor içimden, şöyle ki, “Efendim ben eski 36 bedenlerden…”
Haylidir bir
Armani düşü yaşıyorum mesela. Üç beş beden incelirsem, o beni kıskançlıktan neredeyse ince hastalığa sürükleyecek olan kıyafetlerden alacağım. Kapıdan giriş taframı da, kaç beden incelmişsem ona göre kurgularım artık…
Annem diyorduk hani…
Selma diyorduk, ayağı kızarmış diyorduk. Neyse işte, diyelim ki o hafta başı ayağı kızarmış.
Bir kere bu ayak, eğer o hafta sonu Salacak’ta benimle ve denizle haşır neşir veya Sapanca’da ablam ve eniştemin dağ ve gölüne nazır yaşamışsa, katiyen kızarmaz. Kızarması için hafta sonunu kendi evinde geçirmiş olması gerekir. Neyse haydi kızardı, randevu tesbitini hiç vakit geçirmeden yapar, düşeriz yollara. Koltuğumun altında bekleme kitabım, kolumda annem.
Bu bekleme kitabı, doktorlara ulaşana kadar aylaklarken binbir faydası dokunan cüzüm. Farzedin o gün yola kitapsız çıkmışım. Hastanenin bekleme hollerinde yer bulup mabadlerimizi yerleştiriyoruz demeye kalmadan, kitabımı açıp kafamı önüme eğememiş, aval aval etrafıma bakınmaya mecbur kalmışım. Aman haa, yanmışım ki ne yanmışım.
“Ahh yaaavrıım, Allah herkese kız evlat nasib etsin demez miyim hep? Bak benim üç oğlandan gelen üç gelinin bana faydası var mı? Verdiler beni şoför eline, umurlarında mı dünya?”
Tanıdık mıdır diye şöyle annemi süzüyorum ama onun da hayrette oluşu aşikar.
Haydaaa, yahu ne ilgisi var şimdi bu lafların? Ama teyze sürdürmeye kararlı, annem de lafın üzerine atlamaya. Oğlanlarının yaşlarından işlerine, gelinlerinin sünepeliğinden pasaklılığına bir bir dökülüyor hanım.
Selma da boş durur mu hiç, kendi kızlarının marifetlerini dolmasından su muhallebisine, beyaz iş keten örtülerinin kolasından gümüşlerinin parlamasına öyle bir sayıp döküyor ki, maazallah neredeyse hastane koridorlarında aile faciaları oluşacak. Teyzenin oğulları acilen karılarından boşatılacak ve annemin müstakbel damatları olmaya adaylıklarını koyacaklar. Yani her şey sanki dengi dengine kıvama giriyor da, işin tek pürüzlü yanı ne biliyor musunuz? Annemin iki kızı var. Yani elde bir oğlan fazlamız var. Sanki bizim aileden bir kız daha çıkarabilsek vaziyet dört dörtlük hallolacak.
Böylesi hasbıhal yine işin hoş tarafı. Her lafa çanak tutarak çaçaronluk yapıp kendimi ve etrafımı eğlendiriyorum hiç olmazsa.
Bir de öldüren sohbetler oluyor. Herkes önce kendi hastalıklarını, sonra da çevreden bildik ne kadar maraz varsa onları ortaya dökmeye başlıyor. Veya eşi beyefendiyi önceki yıl kaybetmiş olan bir hanımefendi, anneme babamın gaybubetinin hangi yıl vuku bulduğunu soruyor mesela.
Sonrasını nasıl anlatsam. Her iki eşin de ecel vuku bulana kadar geçirdikleri evreler canlandırılarak anlatılmaya başlanıyor. Sıkılıyorum. Fenalıklar geliyor.
Ayak fevkalade de…
Sıra geldi şükürler olsun, doktora ayak gösterildi. Ayak fevkalade, yarına varmaz kızarık mızarık kalmazmış, bir yere vurmuş mu ne annem?
Tekrar tekrar seviniyoruz ve fakat o sırada annem diyor ki, “Gelmişken kürek kemiğimi sıyırıp belimden dönerek karnıma vuran ağrıyı da bir gösterse miydik acaba?”
Ben zaten bu sahne için yaşıyordum. Ben annemin bu hastaneye tek amaçlı geldiğini ne zaman görmüştüm ki? Hazırlıklıyım, sonuna kadar.
Vira bismillah ve göstermeye başlamak için öncü doktorumuzu seçiyoruz. Kalpçi mi olsun, dahiliyeci veya fizik tedavici mi?
Değişik koridorların değişik koltuklarında, olmadık sohbetlere maruz kalan ben artık bitmişim. Neredeyse akşam olmuş. Sonuçta annem cereyanda kalmıştır, ki kendisi buna kurander der, başkaca da bir sorunu bulunmamaktadır. Tekrar fevkalade sevinme fasılları yaşanır.
Bir iki hafta sonra annem bir nisaiyeci görme ihtiyacında olduğuna karar verir. Bu sefer pazarlığımı önceden yaparım. “Bugün bir doktor hakkın var anne,” derim. “Öğlene kadar hastane işi bitmeli. Yemeği Hacıbey’de yiyeceğiz. Birerbuçuk söyleriz, yağından da bolca gezdirsinler, yağsız olunca tatsız oluyor.”
Armani bu kış da çok bekler beni. Kısmetse yaz koleksiyonuna kadar zayıflarım.
Şimdi sizlere, yaşını kat’iyen söylemeyeceğim annemin jinekolog’dan aldığımız sonucunu da veriyorum.
“Kız gibi maşallah!”
Allah sağlıklı ömür versin de, bu fasıllar da tadı tuzu olsun.