Kedili Mutfaklar

Cumartesi, Eylül 30, 2006

Zam haberi

Pansuman / Nassı yani?

Elektriğe yapılan zam tüketiciye yansımayacakmış.

Elektrik elektrik olalı hiç kendini çarpmamıştı.

Fındıklı palamut

Palamutaşa




Fındığa oldu olanlar, kendini ordan oraya atıyor. Palamuta sataşma var. Palamut da doğrusu fındığa dayanamıyor... Mutfaktaki hareket aldı başını gidiyor... Azzzsss sonra...

Flaş flaş flaş... Fındık palamutla seviyeli bir beraberlik yaşıyor. Buna kızan hamsiler, “Bu palamutlar çingene filan değil, resmen Palamutaşa,” dediler.

----------

Dilimlenmiş palamutların güzel parçaları akşam yemeğimiz oldu, yendi bitti. Kuyruklarla yaka kaldı. Onları da biraz tuzlu suda haşlayıp bırakmıştım. Sabah karasını, kılçığını, derisini filan ayırırken bana kalan lop etlere karıştıracaklarım da aklıma dizildiler sırayla.


Mısır ekmeği, miktarı yaklaşık palamut eti kadar, haşlanan balık suyunda ıslatılmış..., havanda irili ufaklı dövülmüş fındık , bol bol..., incecik kıyılmış maydanoz, ağız tadına yettiği kadar dövülmüş sarmısak, üzüm sirkesi, çok az sızma ve tuz.

----------

Şöyle devam etti hamsiler, “biraz çerkezin tavuğundan, biraz rumun taratorundan, ille de mısır ekmeğimizden götür; sırtını da fındığımıza daya, meze diye çık sofraya. Ooh ne alâ memleket... Biz fındığımızı palamuta yedirmeyiz.”

----------

İş işten geçmişti lakin. Mutfakta olan olmuş, artık palamut mu fındığa yoksa fındık mı palamuta bir güzel... Üstelik sabah sabah... Hattâ sabahın köründe, saatin yedi kırkbeşinde.

Flaşşşşşşşşş, palamutaşa keşfedilmiş.

Perşembe, Eylül 28, 2006

Milliyet Ekonomi'den fındığımıza...


Blogger'lar (internet günlükçüleri), görevden alınan Ordu Emniyet Müdür Vekili Rıdvan Güler'e ve üreticilere destek için internette 'Fındık Zamanı' hareketini başlattı

ÜNSAL EREKE / MİLLİYET EKONOMİ

İnternette blog (günlük) yazıları yazan Oya Kayacan, Ordu Emniyet Müdür Vekili Rıdvan Güler'in görevden alınmasına tepki olarak başlattığı 'Fındık Zamanı' adlı hareket büyüyerek 'Bloglararası Fındık Birliği'ne dönüştü. 'Fındık için güçbirliği' kararı ile internette çeşitli ev yemeği tarifleri yayımlayan blog (günlük) siteleri aynı çatı altında toplandı.

Hareketin amacı 'fındık mağdurlarına destek' olarak açıklandı. Kayacan'ın kendi sitesinde 9 Ağustos 2006'da yayımladığı 'Çorbada tuz' başlıklı yazısındaki, ("Anamı alan kadı, kime şikayet edeyim? desem uyar mı? Not: Fındığımızı tüketmek için kampanya açsak mı? Herbirimiz evimize en az birer kilo fındık alsak mı? Fındık Ye çağrısı yapsak mı? Çorbada tuzumuz olsa olmaz mı?") çağrıya gelen yanıtlarla başlayan hareket, fındıklı yemeklerin tariflerini yayımlayan 'http://finduklutarifler.blogspot.com' sitesini yarattı. Tariflerin sayısı 100'ü geçince, bir kitap çıkartılmasına karar verildi. Kitabın geliri ile fındık bölgesinde yoksul öğrencilere yardım edilecek. Daha sonra da Bizim Fındık Çocukları adıyla bir dernek kurulacak.

Üreticiye destek

Hareketin öncülerinden Oya Kayacan, nasıl harekete geçtiğini şöyle anlattı: "Fındık haberlerini vatandaş olarak yakından takip ettim. Ordu'daki fındık mitinginde üreticinin üzerine yürümeyi reddettiği için görevden alınan Ordu Emniyet Müdür Vekili Güler'in insanların üzerine tazyikli su ve biber gazı püskürtmediği için görevden alınmasına üzüldüm. Kendisine destek için kendi çapımda harekete geçmeyi düşündüm."

Kayacan, birliğin oluşumunu da şöyle anlattı:"Fındıklı yemek tariflerimizle açtığımız fındık yolumuz özellikle reklam ve pazarlama bloglarının bizi desteklemesiyle büyüdü. Şu anda bütün günlükçüler kendi alanlarına göre fındığı araştırıyor. Yemek tarifleriyle, reklamcı ve pazarlamacı arkadaşlarımız da ekonomik boyutuyla fındığın önemini anlatıyorlar. Ortak amaç fındık mağdurlarına destek.

Tarifler toplanıyor

Siteye fındıkla ilgili yemek tarifi gönderenler, not olarak 'Her hakkı bloglararası fındık projesine aittir. Bu yazımla ilgili hiçbir maddi talebim yoktur' diye yazıyor. Sitede bulunan bazı fındıklı yemeklerin isimleri şöyle: Fındıklı kahverengi pilav, fındıklı makarna, fındıklı kızarmış rokalı pesto, fındık, nohut ve pırasalı patlıcan dolması, fındıklı fındık köfte, fındıklı beşamel soslu lazanya, fındıklı cacık, fındıklı taratorlu börülce salatası, süzme yoğurtlu, vişneli ve fındıklı graten.

http://www.milliyet.com.tr/2006/09/28/ekonomi/eko01.html


www.finduklutarifler.blogspot.com

-----------------

Güncellemeler

www.selimtuncer.blogspot.com 'dan, fındık güncellemelerini buraya da taşıdım. Teşekkürler Selim Bey...

[ 26 EYLÜL 2006 ]Sevgili Serdar Öner de “Findukta birluk!” başlıklı yazısıyla verdi desteğini... Teşekkürler.

[ 27 EYLÜL 2006 ]Altı Üstü Tasarım - Mehmet Doğan, “Altı üstü bir fındık” diyerek el sallıyor okyanuslar ötesinden...

[ 27 EYLÜL 2006 ]IQ’T, Türk fındığı üzerine yazmış: Oldukça uzun olmasına rağmen, başından sonuna kadar yorumları da dahil ederek okuduğum, dopdolu ve düşündürücü bir yazı olmuş; Türk Fındığı Nasıl Kurtulur?

[ 28 EYLÜL 2006 ]Sevgili Özen Demircan da konuyla ilgili sevimli bir yazı kaleme aldı. Yazısında, fındıkta kaçırılan fırsatlarla bağlantılı olarak Mark Twain’in bir sözüne yer vermiş: “Çok ender olarak bir fırsatı, fırsat olmaktan çıkmadan önce görebilmişimdir.” Peki, ya birileri fırsatı gösterdiğinde yine de görmez miydin Mr. Twain?[ 28 EYLÜL 2006 ]

Milliyet, yemek bloglarının Finduk Zamanı hareketini ekonomi sayfasında “Bloglararası fındık birliği” başlığıyla haber yaptı.

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Fındıkta alınan yol

Fındıklı tariflerimizle açtığımız fındık yolu bloglar arasında genişledi. Reklam ve pazarlama olarak da ele alınmaya başladı.

Bu bizim başlangıç amacımızdı. Fındık kullanımını artırmak, tüketmek, tükettirmek; karşımızda apaşikar duran fındık mağduriyetlerine, gün gibi görünen fındık mağdurlarına omuz vermek. Bunu becerdik çocuklar. İçim ışıldıyor.

Sırada kitabımızın basılması, karınca kararı misali payımıza düşen gelirimizle fakir okullara, öğrencilere yardım projemiz var.

Üzgün olduğum nokta, İdeas Yayıncılık, Ekrem Pehlivan'ın verdiği sözü tutmayışı. Gönderdiğim notu yanıtlamayışı, hattâ randevu verip gelmeyişi. Bundan sonra ağzıyla kuş tutsa benim için beş paralık değeri yoktur. Zaten bir dostumun imza günü heyecanıyla yapılmış bir sözlü anlaşma idi. İptaldir.

Şu anda, Türkiye'nin en köklü, en iyi yayıncılarından biri olan ........ tarafından mercek altındayız. İyi not alırsak eğer, ikinci önemli etabımızı da aşmış olacağız.

Sonrasını düşünmek de çok heyecanlandırıyor beni. Bizim Fındık Çocukları adında bir yardım kuruluşumuz olacaktır diye bakıyorum ben geleceğimize.

Kır kabuğunu... Sen de katıl!
“Maadem finduk zamaaaanidur, yaparik pişuuuyler daaa!”
Türk fındığı nasıl kurtulur?
http://mah-zen.blogspot.com/2006/09/karanlkta-gz-krpmayalm.html
http://selimtuncer.blogspot.com/2006/09/fndn-harman-dertlerin-derman-olmas-iin.html

Katkısı olan ve olmayı sürdüren herkese sevgim ve saygımla...

Oya, veya sizce Annoya


Pazar, Eylül 24, 2006

Ramazan Sohbeti



Pansuman / Kimlik


(Yeni Cami arkası Arpacılar Caddesi'nde, minaresini çok sevdiğim Arpacılar Camii...)


Birilerini izlemek / Sessizce oturmak / Lider olmak

İnanmak / Kararsız kalmak / Karar almak

Taklit etmek / Beceriksiz olmak / Yaratıcı olmak

Seçilmek / Kabullenmek / Seçmek

Keyif alamamak / Keyifsiz olmak / Keyif almak

Enine değil boyuna.

Karar sizin.



Cumartesi, Eylül 23, 2006

Hamsi turşusu

(Annoya hamsi almış gelmişti. Dışarıda yağmur yağıyordu hem de çok. Banyoya kurusun diye açık bıraktığı şemsiyesi bana hamsiden daha cazip geldi. Önce şemsiyeyi kullanılmaz hale getirmek üzere yaptığım çalışmayı tamamladım. Sonra mutfağa girip tam altı hamsi yedim, çiğden ama ayıklanmış tabii. Cancan yemedi. O lüküs hayat balıklarını sever.)


Günün tarifi

Tembellik benim de hakkım. Dün dedim ki kendime, “Utanacak ne var bunda, sen de ayıklat. Ne eksiğin var ki ayıklatanlardan?” Üstelik parasını sormam, pazarlık etmem. Esnafa acayip saygım vardır bu konularda. Lakin tanıdığım bir balıkçı da değil karşımdaki. İlk karşılaşmamız bu oluyor yani. Benim de ilk defa ayıklatacağım tutacak da, şu işe bakın.

Bizim kıyı balıkçılarına ve de Beylerbeyli İsmail’e ufak bir kazık atıp, Çengelköy’de herhangi birinin kapısında durmuşum bu sefer. Vallahi bu da tembelliğimden. Bizimkiler salmazlar beni kolay kolay. Oturulacak, çaylar kahveler içilecek; akşam yemeklerini koydularsa ateşe beklenip tadına bakılacak. Ben de evime acil dönüş yapmaya çalışıyorum dünkü gün. İçim öyle istiyor.



“Lütfen ayıklayın,” demişim zar zor tezgahın önündekine. O da mırın kırın sesleniyor arkaya, “İş hafifleyince ayıklayın!” Neyse ki yanda manav var, haşır neşir olacak iş çıktı bana. Reyhanımı, nanemi kurusundan seçtim arka taraftan; incirlerimi tek tek, domatesi taş gibi...

İki de olta palamut taktım peşime takoz kestirdiğim, koştum geldim evime.

Aaaa, hamsi ayıklanınca kılçığı içinde mi bırakılır? Bunlar bırakmışlar. Derler ya kırk yılda bir namaz, onu da günahlar koymaz.... Tembellik benim neyime?

----------

Kılçığını çıkarttığım hamsileri yıkadım, süzdüm. Dün akşam yediğimiz fırında çıtır çıtır çıtırdatılmış hamsileri ayırdıktan sonra kalanı, ki ayıklanmış haliyle 700 gramdılar, süzüp iyice tuzlayarak buzdolabına kaldırdım.

Şimdi senaryoda şöyle yazıyor... Ertesi gün... Aydınlık... Sahne 99 ve 100 / Oya penceresi önünde yetiştirdiği defne ağaççığından yapraklar, biberiye makiliğinden dallar koparmakta...


Çekim devam ediyor... Ablam Hülya’nın Bozcaada’dan getirdiği kırmızı acıları da kattım işin içine. Bir baş sarmısak ayıkladım, her bir dişin üzerine bıçağın sırtı ve bileğimin tersi ile vurup patlatarak. Limon dilimledim, suyunu sıktım; sıktığım suyuna tuz katıp karıştırdım. Hamsilerle birlikte dizdim sonra bu malzemeleri bir cam kaseye, tuzlu limon da üstüne... Artık bekleyecek bir süre buzdolabında, ben diyeyim bir hafta, siz deyin on gün.


Cam kase, çünkü içinde neler olduğunu kolayca takip etmek açısından cam kase...

Bugünün hamsi turşusu tarifi budur. Başka gün de başkası olur.

Takoz palamutları bakalım ne zaman yazarız.

Cuma, Eylül 22, 2006

Rezeneli, kekikli hamsi fırında

Sanki hamsi böreği


Geçen yıl hamsi mevsimi olmamıştı. Çıktığını duyduk şöyle bir, derken balıkçılar dedi ki, “Lüferler pek aç geldiler, hamsileri yediler bitirdiler.” Şaşırdıktı haliyle, hamsilere mi üzülelim yoksa lüferlere mi sevinelim? Arayışlara girildi sonra, o donmuşu güzel, bu salamurası fena değil... Hiçbiri tutmadı tabii tazesinin yerini, avunduk sadece.

Beylerbeyi dedim önce, sonra Çengel’e kadar uzandım bugün hamsi almaya. Yarına turşusu da kurulacak, taa geçen yıldan verilmiş söz gereğince... Akşam da rakı yanında çıtır çıtır yensin dedim. Yaptım yine yapacağımı.

Mısır unu, bol rezene tohumu, bol kuru kekik, pul biber, renkli top biberler, çekilmiş karabiber, iki üç karanfil ve de tuz; hepsini hamsileri fırına atacağım kaba koyup karıştırdım. Hamsileri de aynı kaba alıp iyice buladım mısır unlu karışıma. Düzgün düzgün sıraladım sonra. Az da sızma dolaştırdım üzerine. Fırın 200 dereceye ısınmış haliyle 20 – 25 dakika kadar misafir etti hamsileri.

Bir lezzet ki sormayın. Rezene tadı bir yana, bir de çıtırtısıyla acayip bir katkı oldu hamsilere.

Alır parayı!

Kumpanya Kimsecik


Tırsmadık, pısmadık

Annoya’m bilgisayarını açıyor, üstünde benim logom, Kumpanya Kimsecik. Ben de hemen bir kenarında yerimi alıyorum. Madem konu benim, yan gelip yatamam ya, Annoya’ya güç vermeliyim...

O, haylidir çokça düşünceli görünüyor. Bu işi alnımızın akıyla başarmanın yollarını arıyor... Hep böyledir zaten Annoya. Önce ufaktan ufaktan atar konuları ortaya, sonra uzatır, genişletir. Şu bizim kumpanya işi de öyle oldu. Plastik bilezik satıp barınaklara yardım edelim derken geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Değil Türkiye’nin, dünyanın en güler yüzlü hayvan dostu kuruluşu olacağız diye tutturdu. Sayemizde, bizleri sevmeyen çocuk kalmayacakmış. Eh çocuklar sevince de, gelecek nesiller haliyle sevecekmiş.

----------

Müthiş eğitim planları yapıyor kafasında. Bir de uçuyor zaman zaman ki; mesela ilk öğretim okulları bahçelerine Kumpanya Kimsecik kulübeleri yerleştiriyordu geçen gün. İçlerine de barınaklardan aldığı köpek kardeşlerimizi koydu. Çocuklar mutlu mutlu oynuyordu köpek kardeşlerimizle..., köpek kardeşlerimiz de okullu olmuştu.... “Eh bak işte, barınaklar boşaldı bile Kimsecik,”dedi, “neden olmasın, nedeeen? Bunun için Bakanlar Kurulu Kararı falan gerekmez değil mi?”

Derken film çekmeye başlıyor. Kafa bu ya, yiyor mu ne ara sıra... ama müthiş filmler çekiyor... Sinemacı dostlar yayınlamalı bunları diyor, bir dakika falan, film arasında mesela..., filmlerini girdikleri her ayakta (sinemada).

----------

Gelgelelim, Annoya’mızın kafası tek başına bir işe yaramıyormuş. Yazan-çizen-söyleyen, her dalda üreten, parasını esirgemeyen, koydu mu oturtan, çenesine diline güvenen, koşturan ve de tabii bizleri seven..., gibi bir sürü insana ihtiyaç varmış. Hani diyor İbo çıkıp programında Kumpanya Kimsecik dese, Sezen Abla iki satır laf etse, Pakize Abla’yla Bekir dost yazsa, Latif Abi çizse, Hıncal Baba’mız da bizi sevmez demeyin, kedisi var onun daaaa..., uzatın haydi listeyi... Bir baba çıkıp çocuklara tişörtler bassa logomuzla, başka babalar ben onu yaparım, ben bunu yaparım diye birbirleriniz ezse!

----------

Evet, şimdi ayaklarımızı yere basalım. Yahoo grubumuz sessiz. Artık seslenmeye başlayalım. Önce bu yazıyı okuyanlardan rica edelim. Kopyalayıp tanıdıkları herkese göndersinler. Gönderdikleri herkes de herkese... Kumpanya Kimsecik’e faydalı katılımlar olsun. Reklamımız yapılsın. İşe başlamak için gereken insan gücünü, beyin faaliyetlerini ve parayı bulmaya çalışalım.

Katılmak isteyenler oyakayacan@yahoo.com adresine mail atarak Kumpanya Kimsecik için neler yapabileceklerini yazsınlar.

http://www.kumpanyakimsecik.com/ adresimizi faaliyete geçirelim. Sitemizin içeriğini tartışmaya açalım.

Çalışalım mı biraz?

Çalışalım haydi, ben zaten burada Annoya’mın bilgisayarının hemen arkasındayım.

Kimsecik, hani şu kumpanya olan...

Perşembe, Eylül 21, 2006

Foto haber varmııııış...

Şirince'den Candan geldiydi... Şimdi feribotta, geri gidiyor :-( Mine'si ve Ceylan da vardı. Ceylan ayaklandı, bizi fotoğrafladı, haliyle bu karede olamadı. Mütevazi soframızda oturmuştuk işte böyle, yiyor ve içiyorduk.


Lucky ailemize en son katılım. Ablam Hülya'nın güldüğüne bakmayın, kedi köpek dediniz mi korkudan ödü patlar... da, torun Kaan'ın köpeği olunca işler değişiyor.


Ne de güzel görünür bu pilavcı arabaları bana. Nohutuyla, didiklenmiş tavuğuyla, buharı camekanında... Hiç yedim mi durup pekiii? Yooo.

Büromuzun kuş müdavimlerinden biri. Serçelerimiz ve kumrularımız da var. Açılan her camdan, buyur muyur beklemeden girerler üstelik. Ablam Hülya kuştan da korkuyor galiba, geçen gün attığı çığlıktan anladık!

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Yoğurtlu havuç ezme


En kolayından meze işte. Yapılışında bir iki teferruat var o kadar. Havuçları bildiğiniz gibi haşlamaya başlayın önce tuzlu su içinde, teflon tencerede olsun ama. Suyunu çeksin iyice, o arada da yumuşayıp pişmiş olsunlar. Tahta kaşıkla evire çevire kızartırmış gibi yapın sonra ama sakın dibini tuttururmuş gibi değil. İkisinin arasında kıl payı var çünkü... Bu haliyle havuç kestane gibi lezzetlenir. Henüz sıcakken sızmayı katarak ezin havuçları, dişe gelir gibi irice.



Derken de sarmısak ilave edilecek istendiği kadar, incecikten dereotu, kıvamınca da süzme yoğurt.

Ancak bu kadar tadı yerli yerinde bir yoğurtlu havuç olabilir.

Bir de şu yoğurt patlayıp fotoğraflarımın keyfini bozmasa. Nasıl çekiliyor yoğurtlu resimler sahi? İlle de gün ışığında mı?


Cumartesi, Eylül 16, 2006

Tatlı kabak, otlu peynir, bacon vesaire

Olmadık yemekler yapmak. Oldurmak. Yine başardım. “Anlattttt,” diyorum kendime, gecenin bir vaktinde...

Tatlı kabak ama küçücük. Süs diye alıp koydum önce, iki tane mutfak masamın üzerine; kalaylı bir kap içinde durup durdular öyle, aman ne güzellerdi... Seyreylemem sürdü günlerce. Sonra pişirmek, yemek geldi içimden.


Otlu peynir var buzdolabında. Bızzzzt... Bayat ekmek, kara ekmek, çok tahıllı ekmek ya da; hangisi varsa; bende çok tahıllı kapkara kupkuru bir dilim var, o da buzdolabında. O da bızzzzt. Şamfıstık az ama korkudan az, bir dahaki sefere boool bol koyulacak, yakıştı çok.

Kabak kabukları soyulacak, ikiye bölünecek ve içleri oyulacak. Diri haşlamak tabiri caizse, öyle, hafifçe haşlanacak; az tuzla.

Oyulmuş kabaklar az önce bızzztlanan içle doldurulacak. Orta yerine sekiz on yaprak reyhan gömülecek, parmak hareketiyle doldurduğumuz içlerin ortasına doğru iterek. Üstüne kenarlardan içine doğru iterek, kocaman bacon dilimleri çepeçevre dolandırılacak. Sızma eksik kalmasın aman, keyfinizce sızmalansın kabaklar. Karabiberi de keyfe keder...


Veryansın fırında önce üzeri folyo ile kapalı, sonra da bacon kızarana kadar açık.

Siz böyle bir lezzeti daha önce düşünmemiştiniz bile.

Salı, Eylül 12, 2006

Finduk Zamanı / Son Günler

(Fındığın dala durduğu o ilk günler. www.mineflora.com Mine'sinin bahçesinde, bu yıl fındığın gözüme, bana, sevgiyle takıldığı o ilk an. Demek arkadan gelecekler, göreceklerim varmış.)


Fındık çabalarımız bitti bitiyor.

Anladım ki buzdağı gibiyiz. Henüz suyun üstünde bile göstermediğimiz tepeciklerimizden müthiş bir kitap çıktı ortaya. Burcu ve Zinnur halâ tarif eklemeyi sürdürüyorlar. Ben de düzeltmeleri yapmayı bitiremiyorum bir türlü!!! Oky ne yapıyor sessiz sedasız bilemiyorum ama bu üçlü muhteşem bir ekip. Zımba gibi çalıştılar 8-))

(Uzunca bir zamandır kullandığım şu 8 de ne derseniz eğer... Artık bilgisayarıma gözlükle bakmaya başladım. O halimin resmidir...)

Tariflerimizin başında veya altında hepimizin adı ve blog adresleri olacak. (Tijen iki tarifi için de kaynak gösterilmesini istemiş. Kitap olarak değil, hepimiz gibi blog olarak göstersek yetecektir umarım.) Kitabımıza herkesin adıyla girmesini çok istesem de, buna itiraz edenler varmış. O kişilerin de takma adlarını kullanarak halledelim bu işi. Yine de bir düşünün, kötü bir şey yapmıyoruz ki... Okullara, çocuklara yardım amaçlıyız sadece.

Bu işi adım adım daha ileri götüreceğiz. Adlarımızla iftihar edeceğimiz yerlere geleceğiz... Haydi çocuklar, Türkiye bizi konuşsun.

Yazılarımızda, kendi yazılarım da dahil olmak üzere pek çok değişiklik yapmak zorunda kaldım. Aramızda yazışıp, anlaşıp, birbirimizi güldürdüğümüz satırlar ne yazık ki güme gitti. Önce üzüldüm. Sonra çok zorlanmadım doğrusu. Sadece, “Kitabın okuru bundan ne anlar?” sorusunun cevabını aradım. Cümle kuruluşları yer yer çokça değişti. Linklere kitaptan gidilmeyeceği için kaldırıldı. Yazılarımızı edit halindeyken linklere ulaşılmadığı için maalesef o yolların sonunda ne vardı kontrol edemedim.

İlk işimiz (!) olduğu için zaten düzeltmeler akıl almayacak kadar uzun zamanımı aldı. Halâ da bitirdim demiyorum. Yapacak çok işim var!!! Bundan sonra yapacağımız işlerde daha bilinçli olmalı, öykülerimizi de geneli ilgilendirecek şekilde biçimlendirmeliyiz.

"Oya ve Burcu'ya teşekkürler" de çok güzeldi ama artık yoklar 8-))

Şimdi lafı fazla uzatmadan herkesin yazısını yeniden okumasını rica ediyorum. Tarifin anlamına zarar verdiysem eğer, lütfen acilen bildirin. (Bu hafta sonu dahil, 18 Eylül’e kadar.)

Öykülerinizin okuyucuyu ilgilendiren kısımları dışında attıklarım için maalesef yapacak bir şeyimiz yok.

Okuyup düzelttiğim her yazının altında OK olmalı (Oya Kayacan veya okeydir gibisinden!!!)

Herkese, müthiş güzel katkıları için... Ne diyeyim bilmiyorum ki...

Muhteşemim, muhteşemsin, muhteşem
Muhteşemiz, muhteşemsiniz, okuyan(lar) da muhteşem olacak

Cumartesi, Eylül 09, 2006

Tezkere

Pansuman / Diyalog

- Ana ben gidiyom galiba bok yoluna...

- Offff, gençliğin eyvah...

Nerde şu bizim eşek arıları?

Pansuman / Fransızcanın hası TGRT'de

Cuma gecesi TGRT'de Magazin Forever (ne demekse) programı...

Ekranda kocaman yazılarla birinin giydiği ceket modeli tarif ediliyor. KROVAZE... Üstelik ceket iki düğmeli ve kruvaze değil.

Seda Sayan da ayağına serilen paspaslardan HONURE olmuş, o da iri puntolarla ekranda. Hani onore monore olsa bir derece de...

Bu rezil telaffuzları duyurmak yetmezmiş gibi, bir de yazıyorlar.

Eşek arılarını acilen TGRT'ye doğru yola çıkarmalı.

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Biliyorum, çok konuşuyorum ama ben böyleyim...

09/03/2004 tarihinde Dünya Kadınlar Günü için www.acikradyo.com 'da görselleşen bir yazım.
Tarihi itibariyle yeri değil tabii de, bugünlerde blogger dostum www.bavergun.blogspot.com adresindeki Baver'e laf yetiştireyim dedim...



Biliyorum çok konuşuyorum ama....

O yıllar öyleydi. Oğlan çocuklara, “Büyüyünce n’olucaksın bakiiim?” diye sorardı amcalar, teyzeler. Kız çocuğun böyle bir soruya hak kazanmışlığı dahi yoktu. Kız çocuk zar zor edindiği paçavra bebeğe yine paçavralardan elbiseler diker, ninniler söylerdi.

Annelerin günlerinde, hani kadın kadına toplaşılan ve adına resmen ‘gün’ denen günlerde, kız çocuk teyzelerin ağzından çıkacak her sözü kulaklarını açarak dinler; kek, poğaça vesaire tariflerine aklında iyice yer ettirmeye çalışırdı. Öyle ya, kimse ona n’olucaksın bakiiim diye sormadığına göre, belliydi işte eni konu ne olacağı. Koca bulacaktı, o kadar.

Bir de marifetler göstermek zamanı vardı. “Git getir bakiim...,” derdi anneler, “ne ciciler ördün bebeğine, getir de göster teyzelere.”

Veya kızlarına göbek attırmaya meraklı anneler. Şimdiki zamanın, varını yoğunu ortaya koyup da kızını ille de piyasaya sürmek isteyen analarından az biraz daha masum, “At kızım, at da görsün teyzeler,” anneleri. Hani atacak göbeği, sallayacak poposu, memesi varmış gibi sanki el kadar çocuğun.

“Tam puan, on puan, oldu, yolun açık olsun”. Peki peki, bunlar güncel yorumlar; o gün için, “Oooo benim marifetli kızım, maşallah maşallah, Allah hayırlı kısmetler versin inşallah...”

Diyeceğim yani şu ki, kız kıçını da sallasa biiir, bebeklerine elbise dikip yemek yapsa da bir... Eninde sonunda olaylar teyzelere gösterilen marifetler doğrultusunda, zamanı gelince teyzelerin marifetiyle bulunacak bir kocada düğümleniyor.

Benim gibi marifeti kendinden menkûl kızlar da yok değil tabii.

Her nabza şerbet

Ben her nabza şerbet verenlerdendim. Annemin oturttuğu yaygı üstünde bıkmadan usanmadan bebeklerimle haşır neşir olur, kolladığım fırsatı her yakaladığımda da sokağa fırlayıp, babamın başını öne eğdirmeyecek kadar iyi futbol oynardım. Bu zorlu spor için, komşu bahçede antreman yapan Beşiktaş takımını izlerdim saatlerce. Bizim bahçeye kaçırdıkları topları iade ederken de, tuvalet aynası karşısında geçirdiğim saatler yardımcı olurdu bana.

O saatler, elbette mahalle oğlanlarının ağzının suyunu akıtan fettan tavırlarımı çalıştığım saatlerdi. Hani Doris Day kadar havuzda tanrıça, Marilyn Monroe gibi ön planda dudaklar olacak... Leslie Caron az sonra Mel Ferrer tarafından baştan çıkarılacak ‘Hi-Lili hi-Lili hi-lo’ masumiyetinde ve de Çıplak Ayaklı Kontes olmuş Ava Gardner kadar şehvetli; külliyen bir Oya ayna karşısında... Evcil kedi misali Pat Boone’a hayran, James Dean’a kurbanım ki öf aman aman...

Aynalar ah aynalar

Yine öyle bir ayna çalışması yaptığım günün akşamı olmuştu. Annem gittiği komşudan eve geldi, babamın da eli kulağındaydı ki, kulağımdan tutulduğum gibi soluğu berberde aldım. “Boyayın çabuk...,” diye bağırıyordu annem, “...görmesin gözüm”. Boyattığı benim bütün gün kafamdan aşağı oksijen dökerek turuncuya çevirdiğim saçlarımdı. O gün, o turuncu saçlarımla Kör Mike’a bir kere görünebilseydim hiç olmazsa, gam yemezdim.

Kör Mike, Vişnezade Parkı’nın duvarına, tam bizim eve karşı oturup, bana, “Ooh oo Oya (aslında Carol, yaşı tutan bilir) darling, I am but a fool, darling I love you though you treat me cruel”, şarkısını söyleyen çocuktu. (Nette Neil Sedaka’nın söylediği şarkıyı bulamadım, alın müziğini dinleyin bari...)

O zamanlar bir varmış bir yokmuştu

Kız çocukların bu tevekkülle bekleyişlerine karşı, oğlan çocuklar, “Büyüyünce n’olucaksın bakiim?” şımarığı olurlardı. En olunmayacakları olmanın zamanıydı onlar için. İtfaiyeci, polis, pilot gibi meslekler yine iyi. Benim erkek arkadaşlarımdan çoğu her zaman güçsüzün yanındaki Zagor veya kankası Tonka olmak, olmadı Pecos ırmağında kaybolan Bill’e öykünmek, hatta zenginliği uğruna ördekliğine dahi katlanıp Varyemez Amca olmak isterlerdi.

Tintin olmak isteyeni hiç duymadım mesela. Ben oğlan çocuklarla oynadığım zaman en çok Tintin’dim. Belki de taa o zamanlardan, bedenimin bir gazeteci ruhu sarıp sarmaladığındandır, erkek olsam Tintin olmak isterdim.

Kız çocuklar ve bebeklerle oynaştığımda, yalana ne gerek, aklıma kocaların biri girer biri çıkardı. Bundan mıdır ne, biri geldi biri gitti, bir geldi biri gitti biri geldi...

Yine laftan lafa uçuştum durdum. Bu hafta bir film izlemiştim... Filmin içinden süzülen, kimi gözlenmiş kimi yaşanmış anıları derledim. Günün konusu olmasını istediğim, “Mart’ın sekizi de işte geldi çattı, Dünya Kadınlar Gününüzü şeyediiim”, diyemedim bir türlü. Dünya Kadınlar Günü’ymüş...

**********

Sözün özü: Geçtiğimiz yıllarda, ablam bir 8 Mart paneline konuşmacı olarak katılacaktı. Ailenin eli kalem tutanı olarak konu bulup dillendirmek de bana düşmüştü. Mona Lisa Smile http://www.imdb.com/title/tt0304415/, yıllar sonra yazdığım o yazının teması olarak çıktı karşıma. Kız evlatlara yapılacak en büyük kötülüğün halâ, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sormamak olduğunu düşünüyorum.

Biliyorum çok konuşuyorum ama ben böyleyim.

Cumartesi, Eylül 02, 2006

Fındık, nohut ve pırasa patlıcana girerse...


Fındık tabii, yine fındık; aklımda deyip de, nasılsa yaparım deyip de bekletmek olmaz. Doğru mutfağa...

Biz bu kitapla herkese bol bol fındık yedireceğiz. Yedirdiğimiz fındıkların kârı değil ama, emeğimizin kârı ile okul çocuklarına bir sürü güzellikler yapacağız.

Belki fındık üreticileri, aracıları, satıcıları da destekleyecekler bizi. Onlar da atacaklar ortaya biraz kârlarından karınca kararınca. Bizim Fındık Çocukları diyebileceğimiz çocuklarımız oluşacak belki zaman içinde, daha daha yazacağımız kitaplarımızın geliri ile eğitimlerine küçük de olsa katkılarda bulunabileceğimiz...

Neyse yine uçuşlardayım işte... Aynı zamanda da mutfaktayım. Fındıklı tarifler uydurmaktayım. Oh canıma değsin, pek de iyi yapmaktayım... Kişisel fındıklı tarif gayretlerimin zirvesine doğru tırmanmaktayım.

----------

Eli bol insanlardanım. Deneme mutfaklarımı artık biraz küçültmeye karar verdim, verdimse de olmadı. Fındıklı patlıcan dolmama yedi adet küçük patlıcan kullandım.

İç hazırlamak için birer su bardağı fındık ve haşlanmış nohut, beş tane incecik sap pırasa yeterli, hattâ artacak bile.

Bu dolma için nohut haşlamak ayrı bir hüner gerektirmiyor, yine suda haşlanacak ama bildiğiniz gibi sade suda değil. İçinde çeşitli biber ve karanfil tanecikleri, taze defne yaprakları, tarçın çubuğu ve biberiye dalları var.

Şimdi nohut, pırasa ve tabii fındıklarımız yine bızzzt aletindeler. Ayrı ayrı yapsanız, pırasaların suyu çıkmasa, diğerleri de dişe gelseler iyi olur.


İçine yettiğince tuz, biraz dolma baharı, karabiber ve bir tutam da kırmızı biber ilave ederek karıştırdık dolma içimizi. Yarıdan kesilerek içi çıkarılmış patlıcanlarımıza doldurduk sıkı sıkı. İçinde pişerken kabaracak bir malzeme yok, bu yüzden pirinçli bulgurlu dolmalar gibi gevşek değil, sıkıca dolduruyoruz. Ve de diziyoruz tenceremize, hepsi ayakta, dipdibe. Tencerenin kalan boşluklarına bütün soğanlar ilave ediyoruz.

Bir küçük limonun suyu, sızma ve biberiye ile birlikte birbuçuk su bardağı kadar su ilave ederek orta ateşte pişireceğiz artık.

Benim kadar şanslıysanız eğer, içten biraz artacaktır. Tadına bakmışsınızdır mutlaka. Nasıl? Akşam rakılarınızın yanına bir meze daha kattım değil mi? Ya da sürsürleriniz için müthiş bir yenilik. İçine hemen sızma katın. Biraz laym sıkın, karıştırın. Laym olmadı limon, artık ben söylemeyeyim diyorum ama olmadı nar ekşisi...

Bu ara kendimi arabanın gaz pedalına benzetiyorum. Hemen yanında fren pedalı durduğunu da unutmuş gibiyim.

Deneysel fındık mutfağım bugün zirve yaptı.

Fren sesi nasıl yazılırdı?

İşte o sesle bitecek bu yazı.

Fındıklı mındıklı, ballı acılı domates tatlısı

Arnavut acılı domates reçellerimi yapıp yedirdiğim herkese beğendirmiştim. Bugün yapacağım domates tatlımı beğendirmekle kalmayıp keyiften çığlıklar attıracağım gibi geliyor. Ainesi iştir kişinin, çok konuşmadan buyrun, işimize bakalım.


Mis gibi kokulu, dipdiri, kıpkırmızı midi domateslerden ondört adet. Dolu avuçlarla fındık, ceviz, tuzsuz badem, tuzsuz şamfıstık ve bir küçük boy kuru arnavut biberi; havanda dövülüp hazırlanacak.

Kimi bütün kalmış, kimi ezilmiş, kimi ufalanmış olacak. İstediğimiz de zaten bu. Yoksa yine bizim o bızzzzt aletine başvurur, hiç yorulmadan hallederdik işimizi. Bu işte, nurlardaki babacığım Nuri'nin çeyiziyle evimize girmiş olan tarihi pirinç havanımı kullanıyor olduğum için ayrıca sevinç çığlıkları atmaktayım...


Domateslere kapak kesip içlerini çay kaşığı ile çıkarıyorum ve çıkanların yerine, havanda dövülmüş ve dovülmemiş olan karışımdan dolduruyorum. Domateslerin dolma işlemi bitince çay kaşığı ile yavaş yavaş bal akıtıyorum üzerlerine. Kapakçıkların üstüne, domateslerin sapla birleştikleri noktalara birer karanfil saplıyorum. Şimdi de kapaklarını kapatıyoruz ve işimiz neredeyse bitiyor.


Hepsi tencereye dizildi, tenceremiz folyo ile sıkıca kapatıldı ve başka bir kabın içindeki kaynar suya oturtuldu. Evet, bain marie... Gidip gelip bakın, alttaki tencere susuz kalmasın, içindeki domatesler kendi buharında iyice pişsin.


Dayanılmaz bir lezzet.

Dövdüğümüz içten arta kalan kadar taneli ezmeyi bal kavanozunun içinde kalan balla karıştırdım.


Muz yeme girişimlerinizde size yardımcı olacağını umarım...

Cuma, Eylül 01, 2006

Astar ve yüzü

Pansuman / Hangisi pahalı

Her yerde aynı haber var. Datça cayır cayır yanıyor. Dünden beri.

www.kenthaber.com 'dan okuyalım mesela.

Muğla'nın Datça İlçesi'nde çıkan orman yangınının yerleşim birimlerini tehdit ettiği ve ilk belirlemelere göre 5 hektar alanın tahrip olduğu bildirildi.

Edinilen bilgiye göre, Datça'da saat 14.40'ta Migros arkasında çıkan orman yangını rüzgarın da etkisiyle kısa sürede büyüdü. İlk belirlemelere göre 5 hektar kuru otun bulunduğu alan tahrip olurken, yangının meydana geldiği ikinci konutlar büyük tehlike atlattı.

Yangına 6 helikopter, 2 uçak, 150 işçi, 21 arazöz, 3 dozer, vatandaşlar ve askerler müdahale ederken, İzmir'den de 2 helikopter istendi. Ayrıca Muğla bölgesindeki tüm ekiplerin Datça yangınına yönlendirildiği açıklandı.

Yangının, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in geçtiğimiz günlerde sattığı villasının hemen yanında çıktığı açıklanırken, makilik ve kuru otların kül olduğu, alevlerin gençleştirme çalışmasının yapıldığı sahaya kaydığı öğrenildi.

----------

Artık laf etmeye değer mi bilemedim. Seneye yanacak nereleri kaldı veya kaldı mı sayamadım.

Yine de, elde ne varsa takım taklavat... elde kim varsa hazır kuvvet... seneye şu yangın mevsiminde... hani yandıktan sonra soğutma yaparmış gibi... ama önceden... su sıkıp soğutarak ateş almaya hazır kadar sıcak bölgeleri...

Anlaşıldı mı? Yanmadan yani. Önceden soğutarak yani...

Astarı yüzünden ucuz olmaz mı acep?

Yoktur belki dünyada böyle bir yöntem.

Olmasın. Siz yine bir düşünün.

Ormanlar da yanımıza kâr kalır.

Logomuz ve bir teşekkür mesajı...

Sevgili Pino'muz Pınar http://pinomino.blogspot.com/ logomuzu yaptı.

Bu kadar mı sevimli olurdu bir logo?

Oldu işte.

http://desnitsa.su/vote.swf ile Pınar'ımıza teşekkürlerimizi gönderiyoruz.

Bize katılmak için lütfen http://groups.yahoo.com/group/kumpanyakimsecik/ tıklayın.

Domat/esiyorum


http://sirindenesintiler.blogspot.com ‘dan domatesli tarif fikirleri gelmişti.

Yeşil Domatese Güven Pilakisi yemeğimi 8 Ekim 2005’te girmişim bloguma. Onu oradan çekip kendi blogunda yayınlarsan sevinirim Şirin dost. Muhteşem bir Güven Osma tarifi uygulamasıdır. Güven Osma dediğim zat da öyle her yerde kolayca ulaşılabilen lezzetçilerden değildir yani, ona göre...

----------

Benim basit bir ön sos çalışmam var. O da yapıldı bu ara, Şirin’e ithafen.

En kokulu, en lezzetli domates olarak, İstanbul’da bulduğum Çanakkale domatesleri büyük boy domates sıralamasında birinci. Minicik cherry domatesler pek lezzetli değil, bir boy iri olan ve benim midi cherry dediklerim ise pek lezzetliler.


Domatesleri yıkayıp kabukları ile birlikte bızzzzt. Derken içine bir demet, iki demet fesleğen yaprağı katarak tekrar bızzzt. Kavanoz, sürahi gibi yerlerde, üzerinde bir parmak zeytinyağı örtüsü ile iki üç ay dayanıyor, buzdolabında tabii. Konsantre olmadığı için çok kullanılıp çabuk tükeneceğini de eklemek istiyorum.

Ben özellikle makarna soslarımda, başkaca da aklıma gelen her yerde kullanıyorum.

----------

Arnavut biberli domates reçelim vardır benim, fındık da katarak değişik bir şekilde yapmak istiyordum. Belki gecikmeli olarak yine de yapacağım.

----------

Domates deyince, biliyorsunuz benim kendime göre bir kuralım var. Burada yine yazmak istiyorum. Çok tekrar etmeme rağmen, domates sözü geçtikçe duramıyorum işte. Ben yemeklerimi çok istisnalar haricinde rengi rengine veya renk uyumuna çok dikkat ederek yapıyorum. Yeşille birlikte pişen, kırmızıdan başka her renge dönüşen, üstelik yeşilliklerin tadını örten domatesli yemeklerden hoşlanmıyorum.

Taraftar toplamaya çalışıyorum gördüğünüz gibi.

Sağol Şirin, domates güzel mevzu.