Pazar, Ekim 29, 2006
Cumartesi, Ekim 28, 2006
Fındıklı, zeytinli tarhana çorbası
Tarhanayı da fındıkladım sonunda. Bol acılı tarhanam var, ki ben acı diyorsam demek ki acıdır; bu da demek oluyor ki, bu çorbaya benim tarafımdan başka baharat katkısı yapılmayacaktır. Siz kendi başınızın çaresine bakacaksınız. Belki de bu yoğun fındıklı tarhana lezzetini baharatsız tercih edeceksiniz. Ne yaparsanız yapın, fındıklı zeytinli tarhana mutfağınıza yerleşecek ama.
Ilık suda ıslatıp iyice ezdiğim tarhanayı tencereye aldım. Sıcak su katarak bence mükemmel olan o koyuca kıvama getirene kadar karıştırarak kaynattım. İçine inceli kalınlı bızzzztlanmış bol fındık, annemin kuruttuğu yemyeşil nane yapraklarından ve dilimlenmiş yeşil zeytinler attım. Bu yeşil zeytinler, tarhananın o mayhoş tadının bir uzantısı oldu sanki. İki üç dakika daha karıştırdıktan sonra ocağı kapatıp bir süre dinlendirdim çorbamı. Üstü kaymaklanmaya başlayınca yeniden karıştırıp çorba çanaklarıma aldım.
Süslemesi de var tabii, nane, fındık ve parmesan peyniri... Parmesan zaten fındıksı lezzetlidir, biliyorsunuz.
Yok böyle bir tarhana çorbası.
Var mı?
Fındık ve ısırganlı bulgurotto
Bir bulgur yemeği, üç ayrı fındık lezzeti, ısırganlı, var mısınız?
Isırganla yaşanacak olan bütün zorlukları aylar önce yaşamıştım. Toplanmasına karışmadım sadece ama onu da gözlerimle takip etmiştim, ısırganlı bahçenin sahibi dostum çünkü. Temizlenmesi, ayıklanması, yıkanıp paklanıp haşlanması ise, hepsi hepsi benim ellerimden geçti. Geçtiğini de hatırlatmıştı sonradan üç beş gün, akılsızlık edip ince doktor eldivenleriyle dalınca bu işe. Kalın kalın kalın, aman haaaaa, eldivenler kalın olacak, yoksa eller günlerce tatlı tatlı kaşınıp duracak.
İşin zor bölümü buydu tabii. Bugün yaptığım dondurucudan kalın, el kadar donmuş bir ısırgan kalıbını çıkarıp çözerek kullanmak.
Önce bir bardak bulgur yıkandı. Bir koca soğan irice bızztlandı. Sızma içinde hafifçe bayılttığım soğana bulguru katıp kavurdum bir süre. İlk defa yapıyorum bu işi, iyi de etmişim. Soğanın karameli öyle bir yapıştı ki bulgura, bir daha da bırakmadı. Bu pilavda birleşen lezzetler zaten benim bile aklıma zarar. Hani ben beş dakikada icat buyurup yapmasam, deseler ki bilmem hangi şef üç aydır bu lezzetin üzerinde çalışıyor, inanmayan ne olsun.
Kavrulan bulgura tuz, taze çektiğim karabiber, biraz da hint baharatları ekledim. Siz de köri, kırmızı biber, tarçın ve de içinizden geçen kızıl / toprak rengi baharatlardan azar azar ekleyebilirsiniz. Bir çay bardağı sofrada içilecek beyaz şaraptan ve yavaş yavaş sıcak su ilave ederek bir süre kabaran bulguru seyrettim. İyi ki de öyle yapmışım. Bu bulgur piyasaya yeni çıkmış, bana da denemem için verildi. Söyleyeceğim şu, normalin altında su kaldırıyor, lapalaşması an meselesi. Bu da oldu, şimdi içine ısırganımdan koca bir tutam, bol miktarda iri iri bızzzztlanmış fındıklar ve rendelenmiş parmesan ilave ediyorum. İstediğim kadar sarmısak dişini incecik dilimleyerek katıyorum içine. Bir iki karıştırdıktan sonra tencerenin tepesine bir mutfak bezi temizinden, kapak da kapanıyor sıkıca. Demlenmeye bırakılıyor pilav ya da benim tabirimle risottonun bulgur uygulaması bulgurotto..
Bir tava içine yine aklıma estiği kadar bol, iri bızzztlanmış fındık koyarak kavuruyorum. Bir koca tutam ısırgan da giriyor bu tavaya, fındıkla birlikte dönüyor bir iki. Yemek tabaklarına aldığım bulgur pilavının çevresinde dolaştırıyorum bu fındıklı ısırgan kavurmasını. Sofraya da üzerine fındık serpiştirip getiriyorum.
Üç ayrı fındık lezzeti demiştim, değil mi? İki de ayrı ısırgan lezzeti...
Bir bulgur pilavı, bir bulgur pilavı ki, sormayın.
Cuma, Ekim 27, 2006
Kahvaltıda fındık
Fındıklı yumurtalı ekmek
Bir çırpıcı alıp elime, iki yumurtayı da kırınca çukur bir yere, lezzetler uçuşmaya başlar kafamın içinde. Ana malzemesi tost ekmeği dilimleri, hesapça üç dilim iki kişilik veya tek kişi iki öğünlük doymak isterseniz eğer benim gibi.
Dilimleri üst üste koyup keskin bir bıçakla kenarlarını aldım önce. Sonra üç bıçak enine, üç de boyuna dokuzardan yirmiyedi lokmam oldu. Çırpılmış iki yumurtaya buladım lokmaları ve azıcık sızma koyduğum tavada kızarttım. Yumurta piştikçe yapıştırıcı etkisi yaptığı için, lokmaları ayıra ayıra kızartıyorsunuz, tabakta görüntüsü ve yemesi daha keyifli oluyor.
Bu sefer lezzetini dil peynirinden aldı yumurtalı ekmeklerim. Derken de fındıklanıp şekerlendi ki, bana kalsa her gün yiyebilirim, aman bana kalmasın!
Dil peynirini içinizden geçtiği kadar bol saçaklayıp koyun kızarmış yumurtalı ekmeklerin üzerine. Onlar erirken ateşi söndürün. Ayrı bir tavada azıcık kızarttığınız, yine azı çoğu size kalmış iri parçalanmış fındıklara pudra şekeri serperek çevirin ve diğer tavaya alın. Üzerine tekrar bol pudra şekeri serperek yiyeceksiniz.
Mutfağımda belirleyici kuralların olmayışı beni çok rahatlatıyor. Tost ekmeği mesela, ister tahıllı ister ak veya kara olabilir. Dil peynirinin yerini az tuzlu herhangi bir peynir alabilir. Pudra şekeri sevdiğiniz bir marmelatla yer değiştirebilir.
En iyisi iki yumurtayı çukur bir yere kırıp çırpıcıyı elinize alınca düşünün bunları.
Cumartesi, Ekim 21, 2006
Fındık, yine fındık...
Kitabımız dünden beri ciddi ciddi yayına hazırlanıyor. Günün birinde sesli düşünürken ben, sesli de yazmıştım ya hani sizlere. Ayaklanmıştık hani hepimiz; önce fındık satınalmalar, sonra fındık yemeler, pişirmeler kurtarmalar, tariflemeler derkeeeen...
İnsanlar konuşa konuşa anlaşır da, bizim durumumuzda yazışa yazışa, bir de kitabımız oluştu elimizde sonuçta. İçimizi kıpır kıpır yaptı bu kitaplaşma halimiz. Beklentilerimiz büyümeye başladı. N’olacak bakalım şimdi, bakalım şimdi neeeee?
Şimdi olanlar oldu işte. Oturduk Taksim’in orta yerinde, ben, Burcu ve de yayıncı. Güzel yüreği yüzünde çarpan güzel bir yayıncı... Anlaştık, basılıyooooruzzzz. Çaaaak Burcu...
Bitmedi tabii, asıl iş şimdi başlıyor. Internet sayfalarında görüp de kitap tabir ettiğimiz emeğimizi, kağıda geçirene kadar hayli çalışmamız gerekecek.
Daha önce de yazdım hani, tariflerimiz yeterli değil. Yemek, çorba, salata ve belki de halâ tatlı gönderebilirsiniz. Tarif göndermek için adresleriniz burcu@cigirelektronik.com , zinnur.doganata@gmail.com . Vaktimiz de çok az. Yılbaşı üzeri kitabı vitrinlerde göreceğiz hesabını yapın lütfen.
Kitabımızı çok fazla sayıda alabilecek sponsorlar arayışındayız. Karadeniz spor kulüpleri, fındık bazlı ürünleri olan her firma, Malatya Pazarları misali yaygın satış yerleri olan kuruluşlar ve de düşünebileceğiniz herkesi hedefleyebiliriz. Beşyüz adet üzeri sponsorlu satışlarda, kitapta firmanın sponsorluğunu belirtme imkanımız var. Bu arayışları hep birlikte yapabiliriz.
Şimdilik gelirimiz üç beş kuruş olabilir. Amacımız büyümek ama değil mi? O halde ikinci kitabımızın da çalışmalarına çok yakında başlayacağız. Bu sefer tecrübeliyiz de üstelik. Yayıncımızın da istekleri doğrultusunda daha kolay çalışabileceğimiz bir sistem ve zemin oluşturacağız. Fındık kadar dört koldan zengin bir konu bulmak elbette her zaman mümkün olmayacaktır. Yine de her konu kendi içinde öylesine büyütülebiliyor ki, bu iş bloggerlar için çocuk oyuncağı diye düşünüyorum.
Bir de ne yazarsak yazalım, çıkış noktamızın fındık olduğunu unutmamak, hele hele esas amacımız olan fındık tüketimini desteklemeyi hiç unutturmamak için, yola hep “Bizim Fındık Çocukları” diye anılarak devam etmemizi hayal ediyorum.
En önemli yere geldik. “Bizim Fındık Çocukları” kimler olacak? Yüreğimden hep Karadeniz’in ücra bir köyünde, fındıklı tariflerden elde ettiğimiz geliri fındık fındık gözleri yollarda bekleyen, fakir bir okulun öğrencileri geçiyor. Bu seçimi de pek yakında yapmak durumundayız. Daha sonra aramızdaki bağı kurmak için okulu ziyaret etmemiz söz konusu.
Şimdi de acilen ve yeniden çalışmaya başlamamız söz konusu!
Şeker gibi bayram günleri ve bol fındıklı fikirler dileklerimle, herkese sevgilerimi gönderiyorum.
Annoya
Çarşamba, Ekim 18, 2006
Fındık mektubu
Kimse görmedi mi? Kimseler Akşamlamıyor mu Pazar günleri?
Ne yazık ki, Akşam'ın Pazar eki internet sayfalarına girmedi. Bekledim, "Belki de girecektir," dedim, girmeyince gazeteyi fotoğrafladım sizlere.
Hoş bir yazı, bizi güzel anlatmıştı. Teşekkürler Ece Arar'a. Daha çok işimiz var, inşallah sırada. İstiyorum ki, bu işi alnımızın akıyla sonuçlandırdıktan sonra, başkaca güzel işlere imza atalım. Yeni kitabımız aklımın ucunda.
Bu arada ricalarım var sizlerden. Elinizde olan ve şu ana kadar fındıklı tarifler blogumuza girmemiş fındıklı tariflerinizi lütfen Burcu'ya gönderin. (Atlamış olabiliriz, onları da lütfen yeniden gönderin.) Tabii, "Bizim Finduk Çocukları" projemize katılmak / ileri götürmek istiyorsanız.
Kurabiyemiz çok fazla. Tatlı çeşitleri olabilir. En büyük ihtiyaç fındıklı salata, çorba, meze ve yemeklere...
Kitabı bütünleyemedik bir türlü.
Haydi arkadaşlar, olanları gönderin, yenilerini yaratın, yardımcı olun...
...çabuk olun hem de...
Annoya
Eşşek ciddisi...
Başbakanmışım. Bayılmışım. Zırhlı arabama bindirilmiş en yakın hastaneye götürülmekteyim. Farzola ki bir ara ayılayım. Ayılayım ki ne göreyim? Ellerinde balyoz, keski, taş vesaire olan işçiler arabama saldırıyor. Onbeş santim kalınlığındaki zırhlı camlar kırılmaya uğraşılıyor.
Ben olsaydım hücceten gitmiştim.
Nasıl mı biliyorum gideceğimi? Şundan dolayı...
Dün sabah, aynı saatlerde hemen hemen Başbakan'ın kan şekerinin düşmesiyle, ben de arabama bindim. Mesajım dıtladı. Okudum. Zar zor bir de cevap yazmaya uğraşıyorum ki, birisi arabanın camına aniden hızla vurup bağırdı. Ödüm patladı yani. Bizim marketin Ahmetmiş meğer, güldük falan ama, diyorum işte dalmışım acayip korktum. Sever beni çocuklar, esirgemezler böyle eşşek şakalarını...
Bu dalgınlıktı sadece. Bir de baygınlıktan ayılıp balyozların saldırısına uğradığımı görseydim ne olurdum kim bilir?
Başbakan ucuz atlattı.
Olanlar eşşek ciddisi çünkü.
Salı, Ekim 17, 2006
Turşunuzu değiştirin...
Turşu lezzetleri, dışarıdan alındığında aşağı yukarı aynıdır. Son yıllarda bir de turşu kurma suları satmaya başladılar, kocaman plastik varilimsi kavanozlarda, ki evde yapılanların da lezzetleri şaşmasın, aynı gibi olsun. Poşetlerde satılan 'turşu kur' malzemeleri de vardı zaten.
Sade turşu işinde mi bu ağız tadı birliğini itelemek mutfaklara. Gitgide bir tek düzeliğe alışıyor mutfaklar ki sormayın gitsin.
O bakmaya tahammül edemediğim, poşetlerde tatlı reyonları mesela. Alıyor insanlar ve diyelim ki krem şokola yapıyorlar, hep aynısını yapıyorlar, her evde aynı lezzeti yiyorlar, başka lezzette bir krem şokola bilmiyorlar...
İyi bir şey midir, hep aynı lezzeti yemek, herkesle aynı ağız tatlarını paylaşmak? Bana kalırsa mutfağın en acıklı halidir. En, "Vaaah vaaaaaah, bu da sofraya konacak şey mi?" durumudur.
Hani o anneanne/ anne mutfağından lezzetlere, saray ve yöre mutfaklarının gelenekselliğine açık olan, keyif alan ağzım dilim damağım bir tarafa; yeni yeni mutfak icatları çıkarmaktan başka bir işe yaramayan ben bir yana, bugün sözüm turşuya.
Körpecik salatalıklar, içinde istediğim gibi baharat, arnavut, sarmısak, defne yaprağı, dereotu dalları, biberiye..., o gün canımın çektiği neyse o, koyarım içine. Ağzıma göre tuz ve bol limon suyunu kaynayıp soğutulmuş suda karıştırıp dökerim üzerine... Buzdolabında bekletirim sonra.
Buzdolabı meselesinin nedeni Jorj'dur. Jorj, Atlas Sineması'ndan Küçük Sahneye giren geçidin karşısındaki Kulis'i işletirdi, fiiiidir tarih, sormayın şimdi. Sonra Nişantaşı Jorj'u açmıştı. Yıkılırdı o zamanlar Nişantaşı'nda bir Ziya bir de Jorj. İşte salatalığı buzdolabında, hatta acilen buzlukta turşulaştırmayı ben Jorj'dan öğrenmiştim.
Toprağı bol olsun.
Siz de değiştirin turşunuzun lezzetini. Yiyenler farkında olsun.
----------
Günün pansuman eki / Kafanızı da değiştirin
www.kedilimutfaklar.blogspot.com olan ben Oya Kayacan, yazı ve resimlerimin www.gurme.net tarafından çalınarak yayınlanmasına şiddetle karşıyım.
Bu hırsızların taraflarından biri çıkmış demiş ki, "Bloggerların alt yapıları açık, dolayısıyla çalmak serbest."
Yanıtımı benim pansumanımla vereyim. Hafif kadına (!) tecavüz (!!!) de serbest ya hani.
Pazar, Ekim 15, 2006
Ayvanın kurtlusu, elmanın çillisi
Eve dönüyordum ki, baktım baba oğul duvarın tepesindeler. Oğlan topluyor, baba da atıyor sepete. Ben çığlık çığlığa, “Yaşasınnn, geliyor bizim kurtlu ayvalar...” Kolay değil, yine bir çeşit yılın reçeli keşfedilecek, eli kulağında.
Dün de bizim İsmail, ‘aportman görevlisi’ hani, kapıyı çalıp bahçemizin elmalarından getirmişti. Çilli çilli şeyler, hepsi başka boyda. Huriye komşumun ayvalarıyla bizim bahçe elmalarımız benim yüreğimin ferahlıkları. İlaçsız milaçsız, öylesine yetişirler her yıl. Büyümelerini gözlerken huysuzlaşırım, kıpır kıpır olur içim. Bakalım ne zaman çalacaklar kapımı göz hakkımı ödemek için, ne zaman...
İşte günler o günler, geldi bizim reçellikler. Karışık olsun diye geçirdim içimden, ayvayı elmaya katarım. Suyunu içmek için bir heves aldığım ama kupkuru çıkan kan greyfrutları da içine sokarım. Limon sıkarım, badem atarım, karanfil koyarım...
Geceden hazırlığını yaptım kafamdaki işin. O alete ne deniyorsa, hani hem rendesi hem dilimleyicisi var, işte o aletle dilimledim ayvalarla elmaları. Sıkı bir temizlik gerektirdi tabii kurtlu ayvalar, orasını oy, burasını kes; ama içinde olması gereken kurtlar yoktular. İyi oldu, bir de onları biriktirip, bahçeye indirip yeni yeni kurtçuk evleri arayacaktık kendilerine.
Dilimlenen ayva ve elmaları içine iki limon sıktığım tencereye koydukça karıştırdım ki akça pakça kalsın, kararmasınlar. Sonra da aletin bıçaklı kısmı ile sudan nasibini almamış greyfrutları kabuklarıyla doğradım. Kullandığım meyve ağırlığı iki kilo civarındaydı. Hepsi tencereye giren meyvelere, bir kilodan bir su bardağı kadar fazla şeker ilave edip bıraktım.
Reçel geleneğinde annemden öğrendiğim kadar kiloya kilo tabiri geçerli. Yani meyvesi kadar şekeri olmalı reçelin. Bu şartlarda suyunda tanesi yüzebilen reçeller yapılıyor. Kaynatma suyu da daha fazla koyularak, akışkan reçel suyu elde ediliyor. İşin adabı bu. Benim beğenilerim daha kıvamlı reçellerden yana, mümkünse sadece tanesi olsun istediğim için daha az şeker ve su kullanıyorum.
Sonuçta sabah sabah kaynattım reçelimi. Kıvamlandığında bir limonla kestirdim yine, bir avuç karanfil ve bol badem attım içine.
Bu yıl da böyle oldu bizim komşu komşuya bahçelerin reçeli.
Konu komşuya dağıldı, yarına komşuya konu çıktı.
Diyecekler ki, “Bak bu yaşımıza geldik, elmaya ayvayı katmadık, içine de greyfrut koymadık.”
Sık sık her yere sokuşturduğum badem ve karanfillerime alışmışlardı ama...
www.kedilimutfaklar.blogspot.com adresimden çalıp kendi sitesine yerleştiren saygısızlara derin saygılarımla... Benim yazılarımı artık otomatik çalmıyorlar. Özellikle gelerek alıp gidiyorlar. Daha önce kendilerine yedirdiklerimin hazmi güç oldu galiba 8-))
Oya Kayacan
Cumartesi, Ekim 14, 2006
Altaylı'dan Pamuk'a...
Fatih Altaylı'nın günlük yazısından: http://www.sabah.com.tr/yaz1437-40-124.html
"...Pamuk'un önünde, içinden çıktığı toplumla barışmak için çok güzel bir fırsat var: Ödül töreni. Pamuk, Nobel Ödül Töreni'nde çıkıp, "Ben kendi ülkemde, ülkeme çok ters gelecek sözler söyledim. Doğru, yargılandım ama Türk adaleti beni suçlu bulmadı. O gün benim söz söyleme hakkımı savunanlar, bugün kendi ülkelerinde kendilerine ters gelecek sözler söylemeyi yasaklıyor. Bir yazar olarak fransa'nın düşünceyi, kendileri için kabul edilemez olsa da, yasaklamasını anlamıyorum. fransa'dan düşünceye en azından Türkiye kadar özgürlük tanımasını istiyorum" dese bu halk onu bağrına basar. Der mi bilmem! Ama derse çok iyi eder... "
a) Fatih Altaylı deli mi ne? Koskoca Nobel ödüllü yazara ödül töreninde ne diyeceğini dikte ediyor.
b) Bravo Fatih Altaylı'ya. Birileri birşeyler dikte etmezse Orhan Pamuk yine çıkıp saçmalayacaktır.
Perşembe, Ekim 12, 2006
Güllaç ve hamsiler, uymasa da...
Önce annem Selma'dan, bol bademli, bol sütlü güllaç. Kedili Mutfaklar'a da güllaç almadık değil, aldık. En albenili, en şık paketi aldık geldik eve, velakin kocaman bir tekerlek güllaç paketi mutfak dekoru oldu kaldı başıma. Düşünüyorum ne yapsam, nasıl yapsam diye. Yani benden ne beklenirse onu yapacağım tabii de, neee? Blogger arkadaşlarım da bu işi öyle bir aldı ki ele. Aklımı yedim gezerken. Ancak ve ancaaak, kimseler annem Selma'nın eline su dökemez.
Hayati Kaptan'ın meşhur 'hamsi fırında'sı bu yıl da yendi tabii. Tuzlu mısır ununa bulayıp, hafif sızmalanmış tepsiye dizip, üstünü de çörek otlayıp... Yanında taze nanesi bol bir de salata vardı ki, parmaklarımızı da yedik.
Bu da benim hamsi turşularımı, dün eve geldiğimde nasıl yediğimin resmi. Hazırlayıp buzdolabında sakladığım reyhanlı, sarmısaklı, sızmalı domates sosu altta; muhteşem hamsi turşum üstte. Hepsi kızarmış mısır ekmeği ile yenmek üzere beni bekliyor. Kedili Mutfaklar'da mevcut kedili servis ve peçete de fena bakıyor yemeğime değil mi? Benimkileri sorarsanız eğer, Kimsecik ve Cancan hamsi turşusu sevmezler.
Çarşamba, Ekim 11, 2006
Fındıklı beşamelde ıspanaklı somon paccheri
Paccheri... Makarna dolmasının ana malzemesi... Geniş çaplı, kısa boylu borucuklar... Henüz Türk makarna imalatçılarının dikkatini çekmiş bir tip değil. İthalatçılar ilgilenmişler sağolsunlar, kocaman marketlerde kafamızı kaldırmazsak göremeyeceğimiz ve boydan kısalarımızın erişemeyeceği raflarda sergileniyor. Ben 1:70 artı kol boyu, ayak parmaklarımın üstünde yükselerek uzanıp alıyorum.
Neyse, ulaşılmış ve alınmış bir paket paccherisi olanlar için güzel bir lezzet yakaladım. Ispanaklı somonla doldurdum borucukları. Başımın tacı ettiğim fındığı da katarak yaptığım muhteşem lezzette beşamel sosu yorgan gibi örttüm üzerine. Fırınladım.
Yarım kilo kadar yaprak ıspanak ve bir büyük dilim somonu tuz ve karabiberle, hiç su ilave etmeden, tencerenin ağzını sıkıca folyolayarak kendi buharında yumuşattım. On dakika kadar yetiyor bu iş için. Ağzını açarak soğumaya bıraktım somonlu ıspanağımı.
(Yarım paket paccheri dolma yapılınca dört kişilik oluyor.)
Tuzlu su kaynattığım büyükçe tencerede, paccherileri de 10 dakika haşlayarak süzüp soğuttum. Paccherinin al dente pişme süresi 12 dakika ama ben daha fırına da koyacağım ya...
Buharda pişen ıspanak ve somonu bir tabağa alıp bıçakla hafifçe kıyar gibi yaptım, hamur etmeden, iri iri. Ve de ılınan paccherilere doldurarak hafif yağladığım tepsiye dizdim. Fırınlayacağım tepsiyi de, iki ucu açık paccheri dolmalarımın içleri yayılmasın diye, sıkışık düzende yerleştirebilecek boyda seçtim.
Beşamel için paket tereyağından bir parmak eninde, iki silme çorba kaşığı un ve yarım kilo süt kullandım. Eriyen yağda unu sarartıp karıştırarak koyulaştırdım. Oda sıcaklığında sütü ilave ederken de, unun topaklanmaması için çırpma teli ile sürekli karıştırdım. Beşamel sosların özelliğini içine katılan peynirler belirler. Ben bu sefer, ocağı söndürdüğüm anda beşamelime bolca parmesan ve çekilmiş fındık ilave ettim. Ağzımın tadına göre muskat rendesi ve taze çekilmiş karabiber de karıştırarak tepsideki dolmaların üzerine örttüm.
Fırınladım demiştim değil mi?
Üstü kızarana kadar.
Yanına da en sevdiğim mantar lezzeti olan kestane mantarlarımdan yaptım. Bol sarmısak, tuz, karabiber ve arnavut biberleri ilave ederek, yine sıkıca folyoyla örtülüp hiç su koymadan ama bolca sızma içinde pişirdim kestane mantarlarını.
Ağzınıza göre yumuşayınca maydanoz dallarını atın üzerine, iki dakika da birlikte kalsınlar tencerede.
Ziyafet var.
Salı, Ekim 10, 2006
www.gurme.net hırsızlığa devam ediyor
Sabah 9:02
Bakalım, şimdi göreceğiz halâ çalıyor mu?
Ancak eninde sonunda yine çalacağı belli. Sitesindeki "live / FEED" ibaresini kaldırtana kadar uğraşmalıyız.
9:19
Çalıyor. Onlar "shit fountain" alıntısını yapmışlar bile. Ben de "shit fountain" fotoğrafını kaldırıp bu muhteşem görüntüyü getirdim size. Son günlerde çevreme yaydığım pislik görüntüleri için de www.gurme.net yöneticileri hariç, herkesten özür diliyorum.
Inteneti babasının çiftliği, biz yemek yazarı bloggerları da babasının çiftliğinin altın yumurtlayan tavukları zanneden bu ahlaksız site, www.gurme.net tüm internet camiasında protesto edilmeli.
Google, hırsızlara verdiği reklamları derhal kesmeli.
Pazar, Ekim 08, 2006
Haddini bilmeyene özenle ve sabırla bildirilecektir...
Reklam verdiğiniz www.gurme.net bir hırsız. Internetten bloggerların tariflerini çalarak işini kurtarmaya bakan bir sahtekar. Ancak artık reklamlarınızı bok içinde vereceksiniz.
Congratulations, you're advertising in lots of shit... www.gurme.net is just a shitty thief, stealing the recipes of the Turkish bloggers.
----------
Heeeeyt, www.gurme.net 'i servis dışı bırakmam 24 saat bile sürmedi.
Yeniden çalmaya başlayacaklarını zannetmiyorum...
Asayiş berkemal çocuklar... Eski havamıza dönüyoruz...
Yeniden hırsızlığa kalkışırlarsa...
...aşağıdaki yazıyı her an tekrar kullanabilirim.
"Sevgili dostlarım, bir süre www.gurme.net adresinde yazacağım. Herkesi bekliyorum. Tıklayın lütfen...."
... ve de başlarına daha daha başka neler geleceğini hayal bile edemezler...
----------
DÜZELTME :
PARDON PARDON ACELECİ DAVRANMIŞIM.
HIRSIZ SİTE www.gurme.net HADDİNİ BİLMEYİ BECEREMEYİP GERİ DÖNMÜŞTÜR. FOTOĞRAF VE YAZILARIMI LÜTFEN www.gurme.net 'DEN TAKİP EDİN.
Cumartesi, Ekim 07, 2006
Her yer karanlık
Darphane-i Amire
Kapkaranlık bir afiş yapmış İfsak. Ortasında minicik bir beyaz. Tasfiri ne ola, diye düşünmedim fazla ama herhalde karanlık içinden açılan objektife ne yansırsa demek istediler.
O gün zaten hava karanlıktı. Ben karalar giymiştim. Kapkara afişlerin yanında beyaz örtü üzerinde duran kapkara kediye mama yedirdim.
Bir zamanlar buharla çalışmış madeni para makinesine sarıldım, sallandım biraz, eğlendim.
Sergiyi gezin. Ay sonuna kadar açık, çok da güzel ama in cin top oynuyor.
Halimden belli değil mi?
Pazar, Ekim 01, 2006
Fındık ezmeli taze incir
Bunlar bizim küçük zarif incirlerden. Boğaz’ın sahil boyunda yetişen, yeşilli morlu olanlardan. Kavak tabir ederiz hani.
Kabuklarını soymadan, tepelerindeki en sert noktayı koparıp içlerini araladım önce. Toz şekerle birlikte çekerek iyice ezdiğim fındık ezmesini doldurdum ortalarına.
Sonra taze biberiye, taze çekilmiş karabiber, incecik tereyağ parçaları ve karanfillerle birlikte piştiler fırında.
Biraz suyunu koyverince, incirler daha tam yumuşamadan çıkarın fırından. Üstünü de iri fındık parçaları ile süsleyin.
Baharatlı tatlıları çok seviyorum.