Karadut aşkına
Bir hafta aralıkla etti iki, ben hooop Mine'sine. Mine'nin orası cennet. Çiçekler, ağaçlar, yabanisi medenisi..., sokaktan buyur edilip bahçeye kayıtlı yaşayan dört ayaklılar çeşidi... Bahçe nüfusunun kendi aralarında üreme şansları artık yok ama çocuklarını ya karnında ya da arkasına katmış getiren annelere kapılar ardına kadar açık. Kendimi oraya çok yakıştırıyorum bir, ikincisi hayatımın vurgunlarını orada gerçekleştiriyorum; varolsun Mine'si.
Şeklen göstermek icabederse eğer, son vurgun neticesinde eve vardığım zaman yerlerine yerleşen saksılı bitkilerim hariç, mutfağıma giren elle toplanmış meyvelerim bunlar.

Doyumsuz lezzette karadut başrolde. Zaten dahli büyüktür ikide bir bahçede bitmemin. Hele yaptığım grappa di gelso nero*, gerçekten lezzetüstü oldu.
Gözünüze herhangi bir yerde karadut ilişirse eğer diye; yarım litrelik şarap karafına boğazına yakın karadut ve altı dolu kaşık şeker koydum. Grappa ile doldurdum ve ağzını streçle sıkıca sardım. İki üç gün, şekerin erimesini sağlayana kadar çalkalayın ve oldu bitti. Çok yoğun bir içki, ben bol buzlu içiyorum.
Bahçeye vardığımda merdiven tepesine çıkılmış vişneler toplanıyordu. Ağaç çileklerini de Mine'siyle birlikte topladık. Neden az diye sormayın sakın. Üç yer bir kenara koyarsan ancak bu kadar oluyor.
Bunlar da yabani kirazlarım. Mini boylu maksi lezzetli bir garip kiraz. Öyle allı ballı kirazlara benzemiyor, insan elini attı mı fındık fıstık gibi arka arkaya yediriyor kendini.

Derkeeeen, azıcık ve fakat değdi doğrusu dedirten frenk/amerikan üzümüm! Kurutulmuşunun satışı yaygınlaştı ama tazesini bulmak henüz zor.
Frenk üzümlerim votka içinde, ağaç çilekleriyle birlikte yatıyorlar. Öyle bir lezzet vermişler ki votkaya, ithal markaların flavored / tatlandırılmış çeşitlerini hayli utandırır.
Karadut, yabani kiraz, vişne ve ağaç çileğinden yaptığım reçel.

Ben annemin dört bebeğinden biriyim. Annem akıllıymış, bizi çok iyi bakıldığımız http://www.mineflora.com/ 'a getirdi.
Ben giderim Mine'ye hop Mine'ye...




Ihlamur hor görülüyor. Ihlamura, hastaya içirelim yeter, muamelesi çekiliyor. Ya, "Yaaa ıhlamur mu, ı ıııııııh," deniyor, ya da ıhlamur sadece derde kedere deva, işte o kadar gibi yapılıyor. 


Cadılar Bayramı olsun olmasın. O hep süpürgesinde yaşıyor. Bir orada bir burada uçuşuyor süpürge üstü. Gelişlerinde mutlu ,dönüşlerinde biraz hüzünlü oluyorum. O benim çok geç tanıdığım, tanıdığıma da bin pişman olduğum Şirinceli kızım Candan. Öyle ya, tam da ümidi kesmişken, hayatta bu kadar toparlayıcı, yapıcı, yaratıcı, cesur, akıllı, üretken, sevecen insanlar çok az artık demişken; al başına bir tane daha. Candan cadısı bir tatlı bela.















Gördüğünüz mavi işli yorganbaşı Eniştemiz İnal'ın bebekliğindeki yatak takımlarından. Eniştemizin annesi Berşan Teyze'mizi kaybettiğimiz zaman Annoya'mızın sahiplendiği hatıra eşyalardan sadece biri. Şimdi üstünde biz yatıyoruz. Çünkü yastıkların üzerinde yatmayı seviyoruz. Tüylerimiz örtüde kalsın diye yapıyormuş bunu Annoya, ağzına burnuna gelmesinmiş.
Seramikten. Çay tabağı kadar ve tabağın ortasında bardağın oturacağı yuvarlak kadar olan yer tırtıllı. Kedilerin dili gibi ama tırtılları çok keskin.
Kendimi sıktığım günler, beni yoran günler. Sadece anayasa paketinin anayasaya aykırı olduğunu duymak bile yeter adama. Kurşuna gelmiş, mayında kalmış arslanlarından da ceset haberleri al üzerine. Peşmergenin burnumuza silah dayadığını işit. Sağ birleşmede pürüz varmış, solda hayra alamet var mıymış? Vur kafanı taşlara.
Göksu üzerindeki köprüyü geçer geçmez sağa dönünce Hüseyin Bey'in Cafeterya'sını bulacaksınız hemen. Öyle bilmiş istemiş, öyle koymuş adını. İçeri girip ukalalık etmeyeceksiniz, yok öyle yazılmaz böyle yazılır falan gibi.
Şimdi tam açma zamanı olan manolya ağaçlarının kokusu, Göksu teknelerinin çıkardıkları taka tukalar bedava.
Elinize ne yakışıyorsa, ama kitap/kalem/kağıt belki de dantel oya, alın gidin oraya. Suyun, serinin, doğanın keyfini yoklayın şöyle bir.
(Muhaşşi ~ Haşiye yazan. Bir kitabın kenarlarına ve altlarına açıklamalar yazan.) 




